Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3916 articles
Browse latest View live

Mustafa Çevik’ten Göktürklerin Romanı: Kutlu Dağlar Ülkesi

$
0
0
Yazar-senarist Mustafa Çevik, Hükümdar ve Zamanın Oğlu ile başladığı tarihi roman yolculuğuna, Osmanlı’dan sonra en büyük imparatorluğu olan Göktürkler’i anlattığı Kutlu Dağlar Ülkesi ile devam ediyor. İçinde barındırdığı kahramanlık destanlarıyla, ihanetleriyle, trajedileriyle efsaneleşen Göktürk tarihinin romanı, “Kutlu Dağlar Ülkesi” Kapı Yayınları etiketiyle raflarda...

Mustafa Çevik’in Kutlu Dağlar Ülkesi isimli yeni romanı, tarihin her döneminde büyük devlet olmayı başarmış bir milletin kendi adıyla kurduğu medeniyet yolculuğunun ilk halkasını anlatıyor. Kutlu Dağlar Ülkesi, Göktürkler’in Orta Asya Bozkırları’ndan başlayıp Anadolu’ya kadar uzanan büyük yolculuklarının hikâyesi...

Tarihte ilk olarak Türk adıyla ortaya çıkıp çok geniş bir coğrafyada kültür ve medeniyetlerinin izlerini bırakan Bumin Kağan ile başlayan, kahramanlık destanları ile büyüyen ve ihanetler, trajediler ile son bulan Göktürkler’in öyküsü Kutlu Dağlar Ülkesi ile günümüze ulaşıyor.  

“Kışta kar yağdıran bulutların gözlerinde baharın intikam alacağını bilen korkular vardır.”

Kahramanlık, ihanet, hırs, entrika… Bir hanedanlığın doğuşu ve çöküşü... Kutlu Dağlar Ülkesi, tarihten kapalı kapıları aralıyor! Günümüze ne kadar çok şey taşıdığına inanamayacaksınız…

“Ben bir yüce dağ idim, yıkıldım. Yuvarlanıp düştü taşlarım. Ben bir kayın ağacıydım. Soysuz rüzgârlar yapraklarımı uçurdu. Girdabında boğuldum yokluğun. Öyle bir yol idim ki kervanlar sığmaz idi. Şimdi inceldim, yok oldum. Ağır yük altında ezildim. Kervan olup yola çıksam, başımı çekecek devem yok. Dipsiz kuyulara, zindanlara atıldım. Ağlayacak kimsem yok. Kılıcım yok savaşmaya. Kalkanım yok gizlemeye göğsümü. Konuşamadım, çünkü kopardılar dilimi. Öldüm, kuzgunlar yediler leşimi. Önce ölümü gösterdiler, sonra sudan çıkarıp ateşe attılar beni. Diri iken toprağın altına girdim.” 

Tarihin her döneminde büyük devlet olmayı başarmış bir milletin kendi adıyla kurduğu medeniyet yolculuğunun destansı öyküsü Kutlu Dağlar Ülkesi.

Roman, Ergenekon’dan çıkarak Kore’den Karadeniz’e kadar uzanan bir devlet kuran ve yüzlerce farklı kabileyi aynı ruh, duygu ve düşünce birliği altında birleştiren Göktürkleri anlatıyor. İçinde barındırdığı kahramanlık destanları, aşk, trajedi ve ihanetlerle de günümüze çok şey taşıyor.

Türk Kağanlığı kuruluşundan itibaren ortak amaç, töre, dil ve kültür unsurlarını sağlam ve adaletli bir yönetim anlayışıyla kaynaştırarak Orta Asya kavimlerinin tamamının birlik olmasını sağlamıştır. Bumin, İstemi ve Erkin Kağanlar zamanında yükselen erdemler, Çinli prenseslerin işvelerine ve casusların hilelerine kanarak ihanete sürüklenen ve hata yapan yöneticilerin elinde halk ve devletle beraber çöküşe geçer. Savaş meydanlarında Türkleri yenemeyen Çinliler, aralarına nifak tohumları saçarak onları kolayca yıkabilmektedir. 

Mustafa Çevik’in şiirsel diliyle zaman duygusunun Türk atlılarının ayakları altında kaybolmasına tanıklık edecek; kahramanlık, aşk, gurur, zafer, acı ve ihanetlerle dolu Orta Asya Bozkırları’nda kendinizi Bumin ve İstemi Kağanlarla birlikte at koştururken bulacaksınız.

MUSTAFA ÇEVİK, 1967 yılında Elazığ’ın Maden ilçesinde doğdu. 1988 yılında Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Farklı liselerde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalıştı. Süleyman Demirel Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı alanında yüksek lisans yaptı. Resmi görevle gittiği Ukrayna’da Kiev Dil Bilimleri Üniversitesi, Doğu Dilleri Enstitüsü ve Kiev Milli Savunma Akademisi’nde toplam 10 yıl Türkçe okutmanı olarak görev yaptı. Sinema ve dizi senaryolarının yanında Hükümdar (2012), Zamanın Oğlu (2013) ve Aşka Sığınmak (2014) adlı kitapları yayımlandı.

KUTLU DAĞLAR ÜLKESİ
Göktürkler
Yazar: Mustafa Çevik 
Tür: Tarihi roman
Sayfa sayısı: 264 Sayfa
Kapak tasarım: Eda Ayangil
Yayın tarihi: 01 Mart 2015



Gerçek Aşkın Peşinde Trajik Yolculuk : Rosalinde “Alman Gelin”

$
0
0
Bir Nazi subayının kızı olan Rosalinde’nin İkinci Dünya Savaşı’nın  ortamında başlayıp Türkiye’de süren trajik hikâyesini anlatan “Rosalinde Alman Gelin” Kırmızı Kedi etiketiyle raflarda…

Yazar ve eğitimci Zühal ile Yücel İzmirli ortaklaşa imza attıkları romanda bu kez yabancı gelinlerimizi işliyor… Sunu’da da şöyle diyorlar: “Yabancı gelinlerimiz o kadar çok ki… Bizde bir Alman gelinin öyküsünü kurgulamak istedik. İstedik ki İkinci Dünya Savaşında ve sonrasında zor yıllar geçiren, inişli çıkışlı yaşamında hep ayakta durmasını bilen, güçlü bir Alman kadının öyküsünde, o günlere yolculuk yapalım… Biz, bize anlatılan anıları yoğurup kurgulayarak yeni öyküler zincirinden oluşan bu romanı yazdık. Bu kurgu romanda geçen olaylar, mekanlar ve isimler arasındaki benzerlik, sadece bir rastlantıdan ibaret olabilir.”

“O sırada kıyıdaki gazinodan ‘La Vie en Rose’un notaları yayılmaya başladı. Nedense birden birbirimize yakınlık hissettik; çiçeklenmiş dallar gibiydi ruhum, sanırım birbirimize âşık olmuştuk. Onun bakışları da bunu çok belli ediyordu. Bir çekim alanı içindeydik, müziğin ritminde dans eder gibi öpüştük. Onun kalp atışlarını kalbimde, benimkileri beynimde duyuyordum. Daha önceleri hiç böyle olmamıştı.” 

Bremen, İstanbul, İzmir üçgeninde iki ayrı kültürde yaşanan olaylar, duygular; kaçışlar, hüzünler, mutluluklar, hayal kırıklıkları, ayakta durma çabalarıyla birlikte gerçek aşkı bulmak için didinen bir kadının hayatla mücadelesini okuyacaksınız.

Dizisi : Türk Edebiyatı
Türü : Roman
Yazan : Zühal İzmirli & Yücel İzmirli
Sayfa : 188
Fiyatı : 14 TL

Turgenyev’in En İyi Uzun Öykülerinden İkisi Kırmızı Kedi'nin Klasikler Serisinde : Bozkırda Bir Kral Lear

$
0
0
Nihilizm'in temel taşı varsayılan romanı “Babalar ve Oğullar” ile edebiyat dünyasına damgasını vuran İvan Turgenyev’in en iyi uzun öykülerinden “Bozkırda Bir Kral Lear” ve “Asya” Kırmızı Kedi Yayınevi’nin şık kapakları ve boyutlarıyla klasikleri herkese yeniden sevdiren “Kırmızı Kedi Klasikler” serisinden raflarda…

Şair, öykücü, romancı ve oyun yazarı olan İvan Turgenyev 19.yüzyıl Rus edebiyatının temel taşlarındandır. Turgenyev, realizm akımına bağlı kalarak yazdığı, en önemlilerinden iki uzun öyküsünün bir araya getirildiği bu önemli seçkide, Batı Avrupa kültürünün başyapıtlarından hareketle, modern çağın eşiğinde, trajedilerin arkasında işleyen mekanizmaları gösteriyor.

Bozkırda Bir Kral Lear, Shakespeare’in yapıtının Rus derebeylerine özgü bir uyarlamasıdır: Ölümün yaklaştığını hissedince, malvarlığını kızlarına bölüştüren bir toprak ağasının kararı beklenmedik sonuçlara yol açacak, olaydaki trajedi yazgıdan çok insan hırsından kaynaklanacaktır. Asya adlı öyküde ise, Almanya’da sefahat hayatı yaşayan anlatıcı, karşılaştığı iki kardeşin karmaşık ilişkilerini çözemeyince, aşkı büyük bir hataya dönüştürecektir. 

Turgenyev’in hayatından izler de taşıyan bu uzun öykülerdeki gizemli, bağımsız ve güçlü kadınlar, annesinden, kızından ve büyük aşkı Pauline Viardot’dan esintiler barındırıyor. Türkçe’de 40’lı ve 50’li yıllarda yayımlanan bu öyküler bu kez günümüz Türkçesiyle ve Rusça asıllarından çevrilerek Kırmızı Kedi Yayınları’nın Klasikler Dizisi’nde yer alıyor.

Dizisi : Kırmızı Kedi / Klasikler 
Türü : Roman
Özgün Adı : Stepnoy Korol Lir / Asja
Yazan : İvan Turgenyev
Çeviren : Sabri Gürses
Sayfa : 196 
Fiyatı : 13 TL

Gel Sözcükleri Bulalım : Bachmann - Celan Mektuplaşmaları “Kalp Zamanı”

$
0
0
Yazar Ingeborg Bachmann ve şair Paul Celan arasındaki aşkla, dostlukla ve şiirle dopdolu bir ilişkiden mektuplar, İlknur Özdemir’in çevirisiyle ve “Kalp Zamanı” adıyla Kırmızı Kedi etiketiyle yeniden raflarda...

2. Dünya Savaşı sonrası Viyana’da tanışan aşıklar 1948 – 1967 arasında mektuplaşmış... Almancanın yaşayan en önemli iki şairi olarak, yayıncılık dünyasına da ışık tutuyorlar. Birbirlerine şiirler ithaf etmeyi de ihmal etmiyorlar elbette... Kitap ikilinin mektuplaşmalarıyla sınırlı da değil... Dokuz bölümden oluşan “Kalp Zamanı”nda, Paul Celan – Max Frisch mektuplaşmaları, Ingeborg Bachmann – Gisele Celan-Lestrange mektuplaşmaları da yer alıyor. Fotoğraflar ve belgeler, açıklamalar, mektuplara ilişkin açıklamalar, fotoğraf ve belgelere ilişkin açıklamalar, kronoloji ve şahıs dizini ile yapılacak paralel okuma bir çok detayı da anlamlandırmış oluyor. 

1970 Nisan’ında kendisini Sen nehrine atarak yaşamına son veren Celan ile 1973’te evinde çıkan yangında ağır yaralanarak hayatını kaybeden Bachmann... İkisi de huzursuz ruh ve aralarındaki mektuplaşmalara da yansıyor bu...  


Ingeborg Bachmann’dan Paul Celan’a, Viyana, 24.6.1949
“Canım,
Hiç aklıma getirmediğim için, bugün, öğleden önce –geçen yıl da aynı böyle olmuştu – kartpostalın tam anlamıyla uçup geldi, kalbimin içine kondu, evet öyle, seni seviyorum, eskiden hiç söylememiştim bunu. Gelinciği yine hissettim, derinde, çok derinde; harikalar yarattın, asla unutamam bunu.

Bazen buradan ayrılmaktan ve Paris’e gitmekten, ellerimi tuttuğunu, bana çiçeklerle dokunduğunu hissetmekten başka bir şey arzulamıyorum, sonra nereden geldiğini, nereye gittiğini de bilmek istemiyorum. Benim için sen Hindistanlısın ya da daha da uzak, karanlık, kahverengi bir ülkeden; benim için çölsün sen, denizsin, sır olan her şeysin. Hâlâ hiçbir şey bilmiyorum senin hakkında ve bu yüzden senin için korkuyorum, bizlerin burada yaptığı herhangi bir şeyi senin yaptığını hayal edemiyorum, ikimiz için bir saray kurmalı ve o sarayın içinde benim sihirli efendim olabilmen için seni yanıma almalıydım, orada halılarımız ve müziğimiz olacak, orada aşkı bulacağız.

Sık sık düşündüm, senin en güzel şiirin ‘Corona’, her şeyin mermere dönüştüğü ve ebedileştiği bir ânın çok önceden kusursuz bir biçimde gerçekleşmesi o. Ama buradaki ben için ‘zaman’ olmuyor. Elime geçmeyecek bir şeye açlık duyuyorum, her şey sığ ve tatsız, yorgun ve daha kullanılmadan yıpranmış.

Ağustos ortasında Paris’te olacağım, birkaç günlüğüne. Neden, niye sorma bana, ama benim için orada ol, bir akşamlığına ya da iki, üç... Beni Seine Nehri’ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sularına.”


Paul Celan’dan Ingeborg Bachmann’a, Paris, 4.8.1949
“Ingeborg, canım,
Aceleyle birkaç satırcık, geleceğine ne kadar çok sevindiğimi sana söylemek için.
Umarım bu mektup zamanında eline geçer, sen de bana ne zaman varacağını yazarsın; seni karşılayabilir miyim? Yoksa buna izin yok mu, tıpkı seyahatinin nedenini, niçinini soramadığım gibi?
Sabırsızlık içindeyim, canım.
Paul’ün
Telefon numaram: DAN 78-41 “


Paul Celan’dan Ingeborg Bachmann’a, Paris, 20.8.1949
“Sevgili Ingeborg,
Demek ancak iki ay sonra geleceksin, neden? Söylemiyorsun, ne kadar kalacağını da söylemiyorsun, burs alıp almayacağını da söylemiyorsun. Bu arada “mektuplaşmayı” öneriyorsun. Bu son yıl sana neden o kadar seyrek mektup yazdığımı biliyor musun Ingeborg? Nedeni sadece Paris’in beni korkunç bir suskunluğa itmiş olması ve bundan kurtulamamam değil; bir diğer neden, senin Viyana’daki o birkaç kısa hafta hakkında ne düşündüğünü bilememem. Senin ilk başta, hızla çiziktirdiğin satırlardan ne anlayabilirdim Ingeborg?

Belki de yanılıyorum, belki de birbirimizden tam da buluşmayı arzuladığımız noktada kaçıyoruz, belki suç her ikimizde. Bazen kendi kendime benim suskunluğumun belki de seninkinden daha anlaşılır olduğunu söylüyorum, çünkü üzerime yüklediği karanlık daha eski.

Biliyorsun: İnsan en önemli kararlarını hep tek başına almalıdır. Paris’i mi yoksa Amerika’yı seçmen gerektiğini bana sorduğun o mektubunu aldığımda buraya gelseydin ne kadar sevineceğimi sana söylemek isterdim. Bunu neden yapmadığımı anlayabiliyor musun, Ingeborg? Benim yaşadığım kentte yaşamanın senin için gerçekten biraz (yani, birazdan daha fazla) anlamı olsaydı bana akıl sormazdın diye düşündüm, tam tersine.

Uzun bir yıl geçti aradan, bu yıl içinde mutlaka karşına bir şeyler çıkmıştır. Kendi Mayısımızın ya da Haziranımızın bu yılın ne kadar gerisinde kaldığını bana söylemiyorsun…

Ne kadar yakınımda ya da uzağımdasın, Ingeborg? Bana söyle ki seni şimdi öperken gözlerini kapayıp kapamadığını bileyim.” 


Dizisi : Dünya Edebiyatı 
Türü : Anı 
Özgün Adı : Herzzeit. Ingeborg Bachmann - Paul  Celan. Der Briefwechsel
Yazan : Ingeborg Bachmann / Paul Celan
Çeviren : İlknur Özdemir
Sayfa  : 320 
Fiyatı : 25 TL


Ya Mozart Ölmeseydi de Günümüzde Açsaydı Gözlerini : Bay Mozart Uyanıyor

$
0
0
Eva Baronsky’nin ünlü besteci Mozart ölmeyip uyusaydı ve 200 yıl sonra yeniden dünyamıza gözlerini açsaydı ne olurdu sorusunun peşinden giden romanı “Herr Mozart wacht auf” nihayet dilimize kazandırıldı. Neylan Eryar çevirisiyle “Bay Mozart Uyanıyor” adını alan roman, Kırmızı Kedi etiketiyle raflarda... 

Klasik Batı müziğinin dâhi bestecisi Wolfgang Amadeus Mozart, 5 Aralık 1791’de, Viyana’da sert bir kış günü ölüm döşeğindedir. Karısı Constanze başucunda gözyaşları dökerek beklerken Mozart ıstıraplar içinde bilincini yitirir; ertesi sabah gözlerini açtığında yabancı bir yerde ve bambaşka bir dönemde olduğunu fark eder. Bu akıl almaz geçişi anlamlandırmaya çalışan dâhi bestecinin vardığı sonuç şudur: Tanrı ondan Requiem isimli yarım kalmış şaheserini bitirmesini istemektedir.

Günümüz Viyanası’na 18. yüzyıldan kalma ağdalı dili ve çağdışı davranışlarıyla uyum sağlamakta zorlanan Mozart, yeraltındaki metronun, atsız araçların, orkestrasız müziğin ve modern yaşamın şoku ile heyecanını bir arada yaşar. Bir yandan ürküten, bir yandan meraklandıran bu yeni dünyada acemilik çeken ve kimliği bile olmayan Mozart’ın tek pusulası müzik, tek rehberleri Polonyalı sokak kemancısı Piotr ve Anju isimli genç kızdır. Bir jazz-barda ve yardım konserlerinde piyanistlik yapan Mozart’ın bu yabancı dönemde geçirdiği süre uzadıkça Requiem’i bitirdiği zaman onu neyin beklediği sorusu da giderek ürkütücü bir nitelik kazanır. 

Bay Mozart Uyanıyor isimli eseriyle 2010 yılında Friedrich-Hölderlin Teşvik Ödülü’ne layık görülen Alman yazar Eva Baronsky, okuyucuya bu eseriyle hayal gücünü kanatlandıran trajikomik bir macera sunuyor.

Dizisi : Dünya Edebiyatı 
Türü : Roman
Özgün Adı : Herr Mozart Wacht Auf
Yazan : Eva Baronsky
Çeviren : Neylan Eryar
Sayfa : 320 
Fiyatı : 23 TL 


"Ah Bir Bahçem Olsa" Diyenler Yeryüzü Derneği’ne…

$
0
0
Apartmanın önünde, sitenin çevresinde, işyerinizin etrafında hatta geniş bir balkon ya da terasta bile bir bahçe yaratabilirsiniz. Tek başınıza, aileniz ya da komşularınızla birlikte, küçük ya da büyük bir bahçe oluşturabilmek için ihtiyaç duyacağınız tohum-fideler, bilgi ve atölye çalışmaları, ücretsiz olarak Yeryüzü Derneği tarafından veriliyor. Derneğin üyesi ya da gönüllü çalışanı olmanızı gerektirmeyen “Kent Bahçeleri” Projesi’ne 15 Nisan’a kadar başvurmak mümkün. 

Yeryüzü Derneği, 2011 yılından bu yana Kent Bahçeleri Projesi kapsamında, bahçe kurmak veya bahçesini geliştirmek isteyenlere ücretsiz tohum-fide dağıtıyor.  Derneğe üye ya da gönüllü olma şartı aranmadan herkese açık olan proje ile dünyayı daha yeşil kılmak isteyenlere fidelerin ekimi ve bakımı konusunda ihtiyaç duyacakları bilgiler de verilmekte… 

Ücretsiz tohum-fide alabilmek için başvurular, 1 Mart 2015 tarihinde başladı. Sitesine, bahçesine, işyerine ya da balkonuna fide ekmek isteyenler, 15 Nisan’a kadar Yeryüzü Derneği’ne başvurabilecek. 15 Nisan-15 Mayıs tarihleri arasında Semt Buluşmaları düzenleyecek olan Yeryüzü Derneği, büyükşehirlerde yaşayan ve toprakla haşır neşir olmaya yeni başlayanları Mayıs ayındaki ekim-dikim atölyelerine davet ediyor. İstanbul ve Ankara’da gerçekleştirilecek olan atölye çalışmalarında, bir bahçe kurabilmek için bilinmesi gerekenler anlatılacak ve uygulamalar yapılacak. İlk olarak İstanbul’da başlayacak Ekim-Dikim Atölyesi, Validebağ Korusu’nda 24 Mayıs’ta… Ankara’da 31 Mayıs’ta yapılacak atölye çalışmasının yeri ise önümüzdeki günlerde derneğin internet sitesinden duyurulacak. 

Geçtiğimiz yıl İstanbul’da 11 semtte doğa dostları ile buluşan Dernek, bu yıl Ankara’yı da etkinlik kapsamına aldı. Tohum-fide almak isteyenlerle öncelikle Semt Buluşmaları’nda bir araya gelen Yeryüzü Derneği, ilgilenenlere fide ekimi ve bakımı konusunda öneriler veriyor ve merak edilen soruları yanıtlıyor. Bu buluşmalar, kendi başına ya da komşuları ile birlikte bir bahçe oluşturmak isteyenleri tanıştırırken, ihtiyaç duyanlar atölye çalışmalarına da katılabiliyor. Derneğe başvuru yapıp Semt Buluşmaları’na katılan kişilere tohum-fideler Mayıs ayı sonunda teslim ediliyor. Tohum-fidelerin birkaç gün içinde ekilmesi gerektiğinden, nereyi gelecekte yeşil bir bahçe olarak hayal ediyorsanız karar vermeniz ve hazırlamanız oldukça önemli. 

Tohum-fideler ekildikten sonra bir parça bakım ve sevgiyle günden güne kök salıp büyüyecekler. Siz de bu arada son derece zevkli bir uğraş olan bahçe işleri ile şehrin stresinden arınabilir ve çevrenize biraz oksijen katabilmek için üzerinize düşeni yapmanın tadını çıkartabilirsiniz. 

www.yeryuzudernegi.org
Tel : (0 216) 388 11 73   
Başvuru Formu : http://yeryuzudernegi.org/dokumanlar.php 


Sylvia Plath’ın Öyküleri ve Kurgusal Düzyazıları Yeniden Raflarda!

$
0
0
Sylvia Plath hayranlarına müjde: Şairin tüm öyküleri, defterlerinden ve ardında kalan arşivinden çıkan kurgusal düzyazıları tek ciltte... İlk kez 2000 yılında altıkırkbeş yayınlarınca kavuştuğumuz ve uzun süredir raflarda olmayan “Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı” nihayet Kırmızı Kedi etiketiyle yeniden raflara çıkıyor...

“Sırça Fanus”, “Günlükler”, “Ariel ve Seçme Şiirler” derken Sylvia Plath kitaplığımızı genişleten Kırmızı Kedi, bir açığı daha gidermiş oluyor... Yeni kuşağın arayıp da bulamadığı kitaptı, yeni kapağıyla gayet güzel görünüyor... Resimler ve eskizlerle süslenmiş on öykü ve bir kaç saptamadan oluşuyor... Tahmin edilebileceği gibi Plath'ın iç dünyasından izler görünen karanlık öyküler bunlar... Benim gibi 6.45 baskısına sahip olanlar da artık rahat bir nefes alacak... Zira kim görse istiyordu ve üzerine titriyorduk haliyle...

“Benim için günümüzün kaydadeğer sorunları, her devrin sorunlarıdır – sevmenin acıtışı ve endişesi; tüm biçimlerde kendisini açığa vurur – çocuklar, ekmek somunları, tablolar, binalar; nerede olurlarsa olsunlar bütün insanların hayat hakkının korunması, bu hakkın hiçbir hayali ikili ‘barış’ görüşmesi ya da ‘amansız düşmanlar’ mazeretiyle tehlikeye atılmaması.” 

“Bir kemanın en üst teli gibi gergin ve sinirli olabilirim ama yine de gökyüzü mavileşmeye başladığı sırada uyumaya hazırımdır. Sancılı bir uykuya dalıncaya dek, bütün o rüya görenleri düşünmek ve gördükleri rüyalar, gücümü tüketir.”

Yaşama yönelik hassasiyetlerini yapıtlarına yansıtan Sylvia Plath, kısa ömrüne rağmen edebiyat tarihine geçen yazarlardandı. Hayattayken daha çok şair yanıyla bilinen Plath, ölümünden sonra kişiliğiyle ve özgeçmişiyle neredeyse efsaneleşti. Bunların ötesinde, hem psikiyatrik tedavilerini, çocukluğunda yaşadığı hüsranları, üniversite yıllarını ve şair kocasıyla gelgitli ilişkilerini yansıtan, hem de oldukça zeki bir genç kadının yeteneğinin emareleri olan öyküleri de sadece “Plath’onikler” değil, iyi edebiyat meraklıları için de gizli bir hazinedir.

İlk basımı, popüler dergilerde yayımlanmış on üç öykünün derlemesi olarak sunulan “Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı”, Plath’tan kalan arşivin tekrar elden geçirilmesiyle ortaya çıkan malzemenin ışığında genişletilmiş ve hem yayımlanmış diğer öykülerinin hem de güncesindeki kurgusal notlarıyla öykü taslaklarının eklenmesiyle “Sırça Fanus” dışındaki tüm düzyazılarını barındıran önemli bir yapıt haline gelmiştir.

Dizisi : Dünya Edebiyatı 
Türü : Öykü
Özgün Adı : Johnny Panic and Bible of Dreams   
Yazan : Sylvia Plath
Çeviren : Olcay Boynudelik
Sayfa : 403
Fiyatı : 30 TL



Ölüler Sır Saklamaz : Adli Bilimler Tarihi

$
0
0
İngiltere’de 1996 yılında başlayan, bugün 18. sezonu yayınlanan Silent Witness dizisinin yaratıcısı, yazar  Nigel McCrery’den solukları kesen bir kitap “Ölüler Sır Saklamaz” NTV yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı...

Ölüler Sır Saklamaz adlı kitabında adli bilimler tarihine göz atan McCrery, heyecanlı mı heyecanlı bu geçmişi gerçek vakalarla süslüyor.

Bu büyüleyici ve ürpertici eserinde adli bilimler tarihine dalan Nigel McCrery, suç mahallerinde bulunan delilleri okumaya yönelik inanılmaz tekniklerin gelişimini inceliyor. Kimlik tespiti, balistik, kan, deliller, ceset, zehirler ve DNA bölümlerinden oluşan Ölüler Sır Saklamaz adli bilimlerin bütün ana dallarını ele alıyor.

Adli bilimler tarihindeki her bir gelişme ve keşfin rüştünü ispatladığı vakaları anlatan yazar okura gizemleri uzmanlarla birlikte çözme hazzı da tattırarak bilimsel ilkelerin uygulamalarını gösteriyor.

“Her temas bir iz bırakır...” demişti “Fransız Sherlock Holmes” Dr Edmond Locard. Locard’ın Değişim İlkesi adıyla bilinen bu yalın ifade adli bilimlerin çekirdeği olarak kabul ediliyor. 

Saç telinden ipliğe yahut parmakizine, arkasında herhangi bir iz bırakmayan suçlu neredeyse yok denecek kadar azdır.

NTV Yayınları’ndan çıkan Ölüler Sır Saklamaz polisiye tadının o vazgeçilmez lezzetini sunarken okuru daha fazlası için heveslendiriyor. “Ölüler Sır Saklamaz”ın çevirisini bu yıl “Maktülün Şansı” adlı kitabıyla Dünya Kitap Yılın Polisiye Roman Ödülü’nü alan Algan Sezgintüredi yaptı.

Nefes nefese okuyacağınız, elinizden bırakamayacağınız bir kitap...

Ölüler Sır Saklamaz / Gerçek Vakalar
Yazar: Nigel McCrery
Çevirmen : Algan Sezgintüredi 
Yayınevi : NTV
248 Sayfa
Etiket Fiyatı: 20,00 TL


Dracula Untold : Işıktan Karanlığa

$
0
0
Dünyanın sinemada “Dracula”yla tanışması ve izleyicileri ilk kez büyüsü altına almasından neredeyse yüzyıl kadar sonra türe öncülük eden stüdyo, canavarlar çağının heyecanlı yeniden doğuşunu ilan eden, aksiyon-macerada efsanenin en büyüleyici figürlerinden birini yeniden uyandırıyor. 2014 yapımı Amerikan işi, Dracula olarak korktuğumuz çekici ölümlünün başlangıç hikayesini anlatıyor ve tarihin Kazıklı Voyvoda olarak tanıdığı lanetli adamı gecenin tüm güçlerine sahip bir yaratığa dönüştürüyor. 

Bram Stoker’ın, 1897’deki tanımlayıcı “Dracula”sından bu yana günümüzün en dayanıklı edebi ve popüler karakterleri sinemada, animasyonda, edebiyatta ve müzikte incelenmiş ve bugün de en az 120 yıl önce yaratıcısının kültürel bir fenomeni başlattığında olduğu kadar güncel… Dracula’nın varlığı kültürün bir parçası ve bu ölümsüzlük simgesinin kökenlerinin daha önce sinemada hiç araştırılmamış olması şaşırtıcı... Tarihin Dracula adını verdiği adam, tıpkı antik efsanede vampirlerin olduğu gibi milyonlarca insana dehşet salan ve aslında her anlamda gerçek olan bir tarihi figür. Kan emici gece yaratıklarının efsanesi, Babillilerin bebeklere musallat olan şeytanı Lilitu’dan, Gana’da Ashanti halkının demir dişli Asasabonsam’ına kadar dünyadaki her kültürde ve dilde yer alır ve binlerce yıl öncesine dayanıyor. Ama “vampir” kelimesinin modern dilde kullanımı ilk olarak 10. yüzyılda Slav Avrupa’da görülmüş… 

Yapımcı Michael De Luca, kendisini canavarın başlangıcını ortaya çıkarmaya götüren yolculuğu anlatıyor; “Çocukken hep Dracula’yı kimin vampire dönüştürdüğünü öğrenmek isterdim. ‘İlk o muydu? Başkaları var mıydı?’ diye merak ederdim. Bram Stoker’ın romanında bile cevabı olmayan bir soruydu.” Bu sorunun cevabını vermek üzere yola koyulan De Luca, başarılı yazar ekibi Matt Sazama ve Burk Sharpless’ın senaryoları masasına geldiğinde hayal gücü harekete geçmiş. “Hepimizin bildiği örnek karakterin bilinmeyen bölümünün ve anlatılmamış başlangıç hikayesinin zekice olduğunu düşündüm.” diyerek heyecanını da açıklıyor… Bu heyecanın ardından künyeyi oluşturmuşlar… Yönetmen koltuğuna ilk uzun metrajı için Gary Shore otururken, kadronun başını da Luke Evans, Dominic Cooper, Sarah Gadon ve Charles Dance çekiyor…

III. Vlad, 1431’de Transilvanya’da doğmuş. Çocukken erkek kardeşi II. Vlad ile birlikte  babaları tarafından esir olarak Sultan II. Murad’a, İstanbul’a gönderilmişler. Altı yıl orada tutularak savaş sanatı eğitimi almışlar. Transilvanya Osmanlı Türkleri ve Avusturyalı Habsburg Hanedanı gibi iki imparatorluk arasında konumlandığı için genç aristokratlar sürekli savaş zamanında yaşıyorlarmış ve belli fedakarlıkların yapılması gerekiyormuş. III. Vlad büyüdüğünde acımasız bir fatihe dönüşmüş. En sevdiği işkence de insanlara kazık saplamak ve günlerce acı içinde kıvranarak bırakmakmış. Bu korkunç gerçek ölümünden sonra kendisine Kazıklı Vlad adının verilmesine neden olmuş. Babası, Hıristiyan şövalyelerin Müslüman Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaşan gizli bir organizasyonu olan Ejder Tarikatı’na bağlı olduğundan dolayı  II .Vlad da Romence’de kabaca “ejder/şeytan” anlamına gelen Dracul adını almış. III. Vlad, babasının ölümünden sonra 1448’den 1476’ya kadar  Transilvanya’nın güneyindeki Eflak’ı yönetmiş. Babasının izinden giden III. Vlad de Ejder Tarikatı’na girmiş. Ondan sonra da adamlarına kendisine Romence’de “ejderin/şeytanın oğlu” anlamına gelen “Dracula” demelerini emretmiş. Türklerle savaşırken 1476 kişiyi öldürdüğü söylenen III. Vlad’ın kafası kesilerek bütün şehrin görüp korkması için İstanbul’da sergilenmiş

Ortaya çıkan bu hayali efsane ile canavar filmlerini onurlandırma görevini de üzerinde hisseden yapım ekibi öncelikle bunun bir stüdyo filmi olduğunu hissettiriyor. Gişe için gerekli tüm teoriler pratiğe dökülebilmiş, yönetmen de üzerine düşeni yaparak tertemiz bir iş çıkarmış. Vlad’ın ışıktan karanlığa geçişinin meraklısı varsa en azından tatmin olacak… Daha fazlasını bekleyenler için hayal kırıklığı yaşatmasının sebepleri elbette çok…

“Dracula Untold”, öncelikle Türklere karşı savaşan kahramanı sayesinde ilgimizi çekiyor… Bir gişe filminde bozuk aksanla da olsa Türkçe konuşulduğunu görmek bile ayrı heyecan vermişti… Bu heyecanın karşılığıysa pek yok… Hayali efsane evet ama, çok bildik yoldan ve klişe bir anlatımla gelmiş karşımıza… Beklenmedik hiçbir şey yok, tahmin edilebilirlik de… Fantastik macera olarak bakarsanız vasatın üzerine çıkabiliyor ve en azından keyifli bir 92 dakika yaşatıyor…

İyi efektler ve sahnelerle bezeli filmin en önemli artısı da Evans’ın çabası… Değişimini iyi yansıtabilmek adına elinden geleni ardına koymuyor… Çizgi roman estetiğine yakın duran film keşke daha kanlı ve çatışmalı olabilseydi de, devam filmine attığı pas heyecanlandırabilseydi… Halkını kurtarmak için karanlığa teslim olan adamın epik öyküsü eninde sonunda izlenmese de kayıp olmayacak standartta…


Şarkılar Tiyatro İçin : Tiyatrocular Şermola Performans İçin Söylüyor

$
0
0
10 Nisan akşamı, Şermola Performans Sahnesi için büyük bir umut taşıyor! Çünkü dayanışma ruhuyla özel bir gece düzenleniyor. Geceden sağlanacak gelir, sahneyi ekonomik darboğazdan kurtarmak için kullanılacak. 

Dayanışma konserinde kimler var?
Sadi Celil Cengiz’in sunumuyla gerçekleşecek özel gecede, tiyatrocular bu kez şarkı söylemek için sahnede olacak. Sıkıntıların şarkı söyleyerek aşılacağı iyi niyetini saklı tutmanın her şeyi çok daha güzel hale getireceğine inananlar, dostlarının desteğiyle zorlu günlerin üstesinden kısmen de olsa gelmek arzusunda.

Gecenin solistleri; Ahmet Melih Yılmaz, Ayça Damgacı, Çiçek Dilligil, Çiğdem Erken, Deniz Türkali, Emre Kınay, Engin Alkan, Erdem Şenocak, Erkan Kolçak Köstendil, Fırat Tanış, Funda Eryiğit, Orhan Alkaya, Sermet Yeşil ve Sevinç Erbulak. 10 Nisan Cuma akşamı saat 21.00’de Taksim The Mekan’da gerçekleşecek konserin gelirleri Şermola Performans Sahnesi’ni ekonomik darboğazdan uzaklaştırmak için kullanılacak.

Şermola Performans Nedir?
Şermola Performans, 2010 ylında Mîrza Metîn ve Berfîn Zenderlioğlu’nun öncülüğünde, Destar Tiyatro bileşenlerinin ve destekçilerinin çabalarıyla kurulmuş bir performans sahnesidir. Destar Tiyatro topluluğunun kendi çalışmalarını daha fazla disiplinize etmek, gösterimler yapabilmek, mekânı sahne sıkıntısı yaşayan farklı tiyatro gruplarıyla ve farklı disiplinlerle paylaşmak amacıyla kurulmuştur.

Birçok tiyatro oyunu, dans, konser, kısa film, belgesel, söyleşi  için kapılarını açan mekân, 80’in üzerinde farklı gruba ve 200 civarında farklı etkinliğe ev sahipliği yaparak 5 yıl boyunca neredeyse her gün kapılarını açık tuttu. Gönlümüz o kapının sahne sanatları için her daim açık kalmasından yana.

2010-2015 yılları arasında Şermola Performans’a, fikrine, inancına, mücadelesine destek veren, katkı sağlayan herkese teşekkür ederiz.

www.sermolaperformans.com 


PS: Sizde blogunuzda yayımlayın, sosyal medya hesaplarınızda paylaşın ve bu mücadeleye katkı sağlayın...


Tekin Yayınevi’nden Mart Kitapları

$
0
0
60'lı yıllardan günümüze; 55 yıldır kültürel yayıncılığın önde gelen adresi olan Tekin Yayınevi, Mart ayını beş yeni kitap ve iki de yeniden basımla karşılıyor... Bölgenin yakın tanıklığı “Bir Başka Kandil”, İsrail’in destansı öyküsü “Vaat Edilmiş Topraklarım”, yitiklerimizin anısına şiirler “Çanakkale İçinde”, “Ölü Bir Adam Resmetmek” ile tanıdığımız Sarah Hall’dan “Suda Kalan” ve “H. L. A Hart ve Hukuk - Ahlak Ayrımı” ayın yeni kitapları olurken, “Ceza Hukuku Felsefesine Katkı : Radbruch Formülü” ve Yalçın Küçük’ün “Fitne”si ikinci baskılarıyla 16 Mart itibariyle raflarda...


Bir Başka Kandil / Kırk Yıl Önce… Kırk Yıl Sonra / ATİLLA KESKİN
Kandil’e gidiyorum… “Ova bitti, karşımızdaki sarp dağlara tırmanmaya başladık. Güneş dağların arkasında kaybolurken, tepelerdeki tek tük bulutlar bir renk cümbüşü içinde adeta dans ediyordu... Önce kıpkızıl oldu tüm bulutlar, sonra pembeleştiler, en sonunda da eflatun oldular. Biraz sonra dağların zirvesinden koskoca bir dolunay yavaş, yavaş yükselmeye başladı. Bronz renkli bir dolunaydı bu. Ayın üstündeki kahverengi dağlar bile seçilebiliyordu. Ve Dolunay dağların tepelerine asılmış devasa bir projektör olarak yeryüzünü aydınlatıyordu.”

Atilla Keskin, kırk yıl önce on arkadaşıyla birlikte gittiği El Fetih dönüşünde, tutuklanıp konulduğu Diyarbakır Cezaevi’ni ve “bölge”yi kırk yıl sonra doğasıyla, insanıyla, bilinmeyen yönleri ve olaylarıyla, tanıklıklara dayanarak anlatıyor. 

Kırk yıl önce elleri kelepçeli zindanına tıkıldığı Diyarbakır, bu kez onu bağrına basıyor…
Editör: Ayşegül Çakan
Kapak Tasarım: Ömer Ülkenciler
Kitabın Türü: Gezi-Röportaj
Mart 2015, 1.Basım
Sayfa Sayısı: 208
Etiket Fiyatı: 20 TL


Vaat Edilmiş Topraklarım / ARİ ŞAVİT
Bu kitap, vatanını saran tarihi dramla şaşkına dönmüş bir İsraillinin destansı kişisel hikâyesidir. Ulusunun öyküsünü inceleyen İsrail doğumlu bir bireyin zaman ve mekânda yolculuğudur.

Hepimizin yüzleştiği üç İsrail sorusu şunlardır: Neden İsrail? İsrail nedir? İsrail olacak mı?

Haaretz gazetesinde yazan ve dünyaca tanınan saygın bir gazeteci olan Ari Şavit, yıllar süren arşiv çalışmalarını pek çok ayrı kesimden yaptığı mülakatlarla birleştirerek, İsrail’i, işgal edilmiş toprakları, Filistin’i ve aynı zamanda da Siyonizm’in tarihini hem içeriden hem de dışarıdan bakan bir gözle aktarıyor. 

Kitabında anlattığı bir hapishanenin gözetleme kulesindeki İsrailli bir askerin hissettikleri ya da ülkedeki gay hareketinin siyasi tarihle bağlantılandırılması, belki de şimdiye dek en az sesi dillendirilen anlatılar olmaları bakımından önemli. 

Benim içine doğduğum bu ulus, Filistinlileri dünyadan silmiştir. Buldozerler Filistin köylerini yıkmış, yetkililer Filistin topraklarına el koymuş, kanunlar Filistin vatandaşlığını feshetmiş ve vatanlarını ortadan kaldırmıştır.

Kişinev pogromu dolayısıyla Lut Vadisi’ne geldikten kırk beş yıl sonra, Siyonizm Lut Vadisi’nde bir insan felaketine yol açtı. Siyonizm, evsizler için vadiye gelişinden kırk beş yıl sonra, evsiz bırakılan bir halkı Lut Vadisi’nden gönderdi. Ağır sıcağın altında, sisin ve kurumuş kahverengi tarlaların içinden, doğuya yürüyen kalabalığı görüyorum…

Altı nolu gözetleme kulesinden denizi, kampı ve Gazze şehrini görebiliyorum. Gazze umutsuz ve çaresiz bir şehir. Burası, evlerini ve köylerini 1948 yılında ele geçirdiğimiz insanların şehri… Burası on yıllardır süren işgal altında sömürdüğümüz, insan haklarını, yurttaşlık haklarını ve ulusal haklarını inkâr ettiğimiz insanların şehri.

Natan Kitap Ödülü de dahil aldığı çok sayıdaki kitap ödülünün yanı sıra, 2013 yılında Economist dergisinin seçtiği yılın en iyi kitapları ve New York Times’ın en iyi on kitap ve Bestseller listesinde üst sıralarda yer almayı başaran bu eser çok kısa sürede yüz binlerce baskısıyla dokuz dile çevrildi.
Editör: Ayşegül Çakan
Çeviri: Serpil Açıkalın Erkorkmaz
Kapak Tasarım: Gülizar Ç. Çetinkaya
Kitabın Türü: İnceleme - Araştırma
Mart 2015, 1.Basım 
Sayfa Sayısı: 480
Etiket Fiyatı: 30 TL


H.L.A HART VE HUKUK-AKLÂK AYRIMI
Bir hukuk kuralının geçerliliği, ahlâki bir takım ölçütlere uygunluğuna mı bağlıdır? Ahlâki açıdan kötü denilebilecek hukuk kuralları yine de hukuki kabul edilebilir mi? Bütün hukuk kuralları nihai anlamda ahlâki bir takım idealleri gerçekleştirmeyi mi amaçlar yoksa...

H. L. A. Hart’a Göre Hukuk-Ahlâk İlişkisi / Şule Şahin Ceylan
Ahlâksızlığın Cezalandırılması: Devlin-Hart Tartışması / Ertuğrul Uzun
Pozitivizm ve Hukuk ile Ahlâkın Ayrılması / H. L. A. Hart
Pozitivizm ve Hukuka Bağlılık-Profesör Hart’a Bir Cevap / Lon L. Fuller 
Doğal Haklar Var mı? / H. L. A. Hart
Editör: Sercan Gürler
Kitabın Türü: Akademik Yayınlar
Dizi/Seri Alanı No: Hukuk Poetikası 4
Kapak: Gülizar Ç. Çetinkaya
Mart 2015, 1.Basım 
Sayfa Sayısı: 240
Etiket Fiyatı: 18.00 TL


Çanakkale İçinde / HÜSEYİN YURTTAŞ
Çanakkale, emperyalizmin, “hasta adam” dediği Osmanlı İmparatorluğu’nu bütünüyle parçalayıp yutmak ve yok etmek amacıyla kurduğu cehennem için seçilen mekândır.

Çanakkale’de çok üstün saldırgan güçlere karşı verilen savaşta kazanılan büyük zafer, büyük şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dediği gibi “Yeni Türkiye’nin önsözüdür.”

Mondros Mütarekesiyle gelen işgal yılları boyunca verilen Kurtuluş Savaşı ise, tam bağımsız ve özgür bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin müjdecisi, zorlu bir mücadeleler bütünüdür.

Hüseyin Yurttaş’ın Çanakkale İçinde adlı şiirler toplamını, yüz binleri bulan şehitlerimiz, gazilerimiz ve Çanakkale yitikleri anısına, bu büyük tarihi olayın 100. Yılında yayımlamaktan onur duyuyoruz.
O acıların bir daha yaşanmaması, yaşatılmaması ve sonsuz barış özlemiyle…  
Editör: Ayşegül Çakan
Kapak Tasarım: Gülizar Ç. Çetinkaya
Kitabın Türü: Şiir
Mart 2015, 1.Basım 
Sayfa Sayısı: 128
Etiket Fiyatı: 15,00 TL


Suda Kalan / SARAH HALL
İngiltere’nin kuzeyindeki ırak ve yabani topraklarda yaşayan Mardale köylüleri gibi Lightburn ailesi de geleneklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu sakin ve rutin köy yaşamı, baraj projesi için görevlendirilen Jack Liggett’ın aniden bölgeye gelmesiyle altüst olur. Yapılacak olan baraj Mardale’i sular altında bırakacaktır. Mardale boşaltılacak ve bölge insanının yaşamı onarılmaz yaralar alarak bambaşka bir kimliğe bürünecektir. Baraj projesiyle yolları kesişen Jack Liggett’la Janet Lightburnise kendilerini imkânsız ve tutkulu bir aşkın içinde bulacaklardır.

Sarah Hall, Commonwealth Writers, En İyi İlk Roman Ödülü’nü aldığı “Suda Kalan”da, birçok ödül almış diğer romanlarında olduğu gibi ekolojik sorunları, kaderlerine baştan razı olmuş kırsal bölge insanlarının yaşamak zorunda bırakıldıkları acımasız değişimleri, tutuculuğu, kadınların gücünü ve gösterdikleri iradeyi yaratıcı kurgusuyla aktarıyor. Suda Kalan, İngiltere’de unutulmuş olan köy hayatını yetenekli bir yazarın kalemiyle hatırlatıyor.
Editör: Ayşegül Çakan
Çeviri: Şefika Kamcez
Kapak Tasarım: Gülizar Ç. Çetinkaya
Kitabın Türü: Roman
Mart 2015, 1.Basım 
Sayfa Sayısı: 280
Etiket Fiyatı: 22 TL


Ceza Hukuku Felsefesine Katkı : Radbruch Formülü / SEVTAP METİN – ALTAN HEPER
Bu kitabın, klasik hukuk felsefesine giriş kitaplarından farklı olarak doğrudan akademik bir nitelik taşıma amacı gütmediği, hukuk uygulayıcılarına ve hukukçu olmayanlara hukuk felsefesini tanıtmayı amaçladığı söylenebilir. Biraz da bu akademik yükten uzak durmanın getirdiği rahatlıkla kitabın serbest bir yöntemle yazıldığı görülmektedir. Wacks; hem doğal hukuk okulu, hukuki pozitivizm, hukuki realizm gibi belli başlı hukuk felsefesi okullarını ele almakta hem de hak ve adalet gibi temel hukuki kavramlar hakkındaki felsefi tartışmalardan bahsetmektedir. Bu noktada ne söz konusu hukuk felsefesi okullarının temel görüşlerini tüketmeyi, ne de hukuk felsefesinin bütün sorunlarını incelemeyi hedeflemektedir. Buna rağmen konusunu, gereksiz ayrıntılara girmeden, fakat hiçbir temel noktayı da es geçmeyecek şekilde, gayet kolay anlaşılır yalın bir dille aktarabilen, bu arada basite de kaçmamaya özen gösteren, yani kısaca amacını gerçekleştiren bir giriş çalışmasıdır.

Bu durumda Türkçe hukuk felsefesi ders kitapları ile Wacks’in her kesimden okuyucu için yazdığı bu kitabı karşılaştırmanın, hayli ilginç sonuçlar vereceği söylenebilir. Nitekim bırakın hukuk felsefesini, genel bir felsefe bilgisi ve kültürünün bile çok düşük düzeyde seyrettiği ülkemizde, Wacks’in bu kısa ama yoğun çalışması, hukuk fakültesi öğrencilerinin, hukuka, pratik kaygılar dışında da yaklaşılabileceğini, daha da önemlisi bir hukukçunun bu tür kaygılardan uzak şekilde hukuka yaklaşması gerektiğini görmesi açısından çok daha faydalı olacaktır.
Editör: Osman Vahdet İşsevenler
OSMAN VAHDET İŞSEVENLER
Kitabın Türü: Akademik Yayınlar
Dizi/Seri Alanı No: Hukuk Poetikası 2
Kapak Tasarım: Burak Tığlı
MART 2015, 2.Basım 
Sayfa Sayısı:  112
Etiket Fiyatı: 12 TL


Fitne / Gizli Tarih / YALÇIN KÜÇÜK
Fitne'yi kim telif etmiş, ne önemi var, ancak son zamanlarda benim en çok okuduğum kitaptır. Fitne, düşünmeye başlarken elimde, yazmaya oturduğumda masamdadır. Hep bakarım, hep şaşarım. Yaratmanın ve olmanın eşiğinde, yalnızca şaşma var.
***
Sanki gizlidir. Ama zindana girişi serbesttir. Ranzamda hep Fitne buluyorum. Aslında ranzanın soğuk duvarından, sanki korkunun ikizleri, ya Kadın ya da Allah görünürler, bir tür ihtiyaçtırlar ve bende sadece Fitne olarak çıkıyorlar. Dokunmadan, okuyarak kurtuluyorum.
***
Peki küremizde üniversite kaldı mı, tarihçi var mı, var, var olanları, siyaset teorisyenlerini, dış politika uzmanlarını, yanlışlarımı bulmaya, eksiklerimi göstermeye çağırıyorum. Çünkü, Fitne kalıcıdır, yanlışları ve eksiklikleri yazmayanlarındır. Uyarıyorum ve Silivri tonunda bağırıyorum.
Editör: Ayşegül Çakan
Kapak Tasarım: Ömer Ülkenciler
Kitabın Türü: Politika-Siyaset
Mart 2015, 2.Basım 
Sayfa Sayısı:  504
Etiket Fiyatı: 35 TL


Nisan Ayı İş Sanat ile Renklenecek

$
0
0
İş Sanat nisan ayındaki birbirinden özel konser ve etkinlikleriyle sanatseverlerin uğrak noktası olmaya devam ediyor. Fado’nun isyankâr sesi Dulce Pontes ile başlayacak program, Jessica Lang Dance Company’nin iki gece üst üste sergileyeceği temsillerle görsel bir şölene dönüşecek. Klasik müzik sevenler, Geneva Camerata eşliğinde muhteşem bir konser vermeye hazırlanan, yeni neslin en yetenekli akordeon virtüözlerinden Martynas Levickis ile tanışacak. Uluslararası arenada başarılarıyla adından sıklıkla söz ettiren çellist Efe Baltacıgil ile tüm dünyada övgü toplayan Philharmonia Quartet Berlin’in vereceği konserle sanatseverler nitelikli müziğin tadına varacak. Caz tutkunları ise trompetin en yetkin isimlerinden Tom Harrell’ı beşlisi ile izleme şansı bulacak. Müdavimleri için Orhan Veli’nin şiirlerinden oluşan Gün Olur, Alır Başımı Giderim dinletisi bu sezon 2012 yılında kaybettiğimiz değerli sanatçı Müşfik Kenter’in anısına yeniden sahnelenirken, minik sanatseverler için maceradan maceraya koşan Keloğlan çocuk oyunu bu sezon son kez seyirci karşısına çıkacak. Millî Reasürans Konser Salonu’nda gerçekleşen Parlayan Yıldızlar serisinin bu ayki konuğu ise genç piyanist Ferhat Can Büyük olacak.  


Dulce Pontes 
Portekiz’den Fado Esintileri
3 Nisan 2015 Cuma, Saat: 20.00
Bilet Fiyatları: 1. Kademe: 65 TL 2. Kademe: 50 TL 3. Kademe: 40 TL İndirimli: 30 TL Öğrenci: 20 TL

Jessica Lang Dance Company
9-10 Nisan 2015 Perşembe / Cuma , Saat: 20.00
Bilet Fiyatları: 1. Kademe: 65 TL 2. Kademe: 50 TL 3. Kademe: 40 TL İndirimli: 30 TL Öğrenci: 20 TL

Gün Olur, Alır Başımı Giderim / Orhan Veli Kanık Şiirleri
13 Nisan 2015 Pazartesi, Saat: 20.00
Dinleti ücretsizdir. Yerler numarasızdır ve salon kapasitesiyle sınırlıdır.

Geneva Camerata & David Greilsammer & Martynas Levickis 
14 Nisan 2015 Salı, Saat: 20.00
Bilet Fiyatları: 1. Kademe: 75 TL 2. Kademe: 65 TL 3. Kademe: 50 TL İndirimli: 40 TL Öğrenci: 20 TL

Philharmonia Quartet Berlin & Efe Baltacıgil 
17 Nisan 2015 Cuma, Saat: 20.00
Bilet Fiyatları: 1. Kademe: 75 TL 2. Kademe: 65 TL 3. Kademe: 50 TL İndirimli: 40 TL Öğrenci: 20 TL

Keloğlan 
Bir Varmış, Hiç Yokmuş
19 Nisan 2015 Pazar, Saat 15.00
Bilet Fiyatları: Tüm Kademeler: 20 TL İndirimli: 15 TL

Tom Harrell Quintet 
21 Nisan 2015 Salı, Saat: 20.00
Bilet Fiyatları: 1. Kademe: 75 TL 2. Kademe: 60 TL 3. Kademe: 50 TL İndirimli: 40 TL Öğrenci: 20 TL

Millî Reasürans’ta Parlayan Yıldızlar / Ferhat Can Büyük piyano
28 Nisan 2015 Salı, Saat: 20.00
Konser ücretsizdir. Rezervasyon; 0 212 316 1083 numaralı telefondan veya issanat@isbank.com.tr adresinden yapılabilir.

Satış noktaları
İş Sanat Ana Gişe - 0212 316 10 83
Biletix – 0216 556 98 00


Hepimiz Tamamen Kendimizi Kaybettik : Kayıp Yansımalar

$
0
0
Yazmaya ortasından başlamalı... Karen Joy Fowler’ın yaptığı gibi... Hem zaten evrenin ortasına gelmedi mi? Büyük patlama, doğa, hava su derken ilk hücrelilerden hayvanlardan sonra hazıra konmadı mı insan, gelişimin ortasında... İnsan ki, ayağa kalkana korkmadı mı her şeyden... Karanlıktan, sesten, kokudan, sudan... Bilmediği ne varsa ürkmedi mi ondan... Ayağa kalkınca da basıp da güven aldığı toprağı unutmadı mı? Savaşları güya o toprakları genişletmek uğruna çıkarmadı mı? Bilimsel araştırmalar için hayvanları kendine oyuncak etmedi mi? Farelerle başlayan bu araştırmalarda her hayvanın üzerinde inceleme ve deney yapma hakkını kendisinde görmedi mi? Tam burada durup, işte böyle başladı her şey demeli... Zaten peşi sıra “Hepimiz Tamamen Kendimizi Kaybettik”...

1950 Şubatında, babasının psikoloji profesörü olduğu Bloomington, Indiana'da doğan yazar Karen Joy Fowler, Kaliforniya Üniversitesinde politik bilim okuduktan sonra Davis Üniversitesindeki mastırının ardından başlamış yazmaya... Fantastik bilim kurgu öyküleriyle adını duyurmuş. Seksenli yılların ikinci yarısında başlayan yazarlık serüveninden bize yansıyan hiç olmamıştı... O sesini duyura dursun biz “Jane Austin Kitap Kulübü” ile tanıdık onu, yedi yıl önce... Çok satar bir kitap olarak lanse edilmiş ama bir türlü okura ulaşamamıştı Fowler bizde... Gözlem gücü ve esprileriyle keyifli okuma sunan bu romanın ardından yayımladıkları yine görmezden gelinse de, nihayet “We Are All Completely Beside Ourselves” bizde de raflarda... Aylak Kitap’a teşekkür etmeli bunun için, her şeyden önce... Uluslararası Bestseller olmakla kalmayıp ödüllerle de taçlanan roman orijinal kapağıyla ve “Hepimiz Tamamen Kendimizi Kaybettik” adıyla raflarda...

Romanın üzerine yazmak zor aslında... Zira başlayınca susmak istemiyor insan... Coşku veriyor bolca... Hayvanları seviyorsanız bayılacaksınız her satırına... Sürprizini açık etmek istemiyorum diğer yandan. Gerçi pek sürpriz de değil diğer yandan. Rahat rahat söyleyeyim... Bir aile romanı, hayvanla birlikte büyüme romanı var karşımızda... Ana karakterimiz aracılığıyla geçmişe yapılan yolculukla gelen bu büyüme hikayesi, giderek nasıl kaybolduklarını da betimliyor... Aile kavramına dair taşlamaları da mevcut... Zaten ortada pek de aile yok aslında... 

Anlatıcımız Rosemary Cook... Eskiden nefes almadan konuşuyormuş neredeyse... Şimdilerde sessiz, ürkek ve atmış kendini toplumun dışına... Fark edilmek istemiyor, kimseye kendini anlatmak istemiyor. Büyürken kaybetmiş kendisini. Kaybolmuş yansıması... Ailesi de tuhaf... Özellikle de babası. Her biri farklı karakterlerin resmi geçidine dönen romanın kıvılcımını ateşleyen olay da, Rosemary altı yaşındayken olan korkunç bir olay... Herkesin kendini kaybetmesini tetikleyen olay... Despot ve emirler yağdıran babası, silik annesi ve olaydan sonra kendisini bulmak için alıp başını giden ağabey derken alıştığımız kutsal Amerikan ailesinin çok dışında Cook dörtlüsü... Beşinci bir ferdi varmış bu ailenin: Fern... 

Fern bir şempanze... Dönemin tek örneği olmadıklarının da altının çizildiği bir deneyin parçası olmuş Rosemary ve Fern... Birlikte büyümüşler... İnsanla hayvan arasındaki farkları gözlemlemeye yönelik bu deneyin üzerine çok şey var söylenebilecek ve romanın çarpan cümleleri de tastamam onlar... Altı çizilesi cümleleri ile hayran bırakan o kadar çok şey var ki... Romanı baştacı etme sebebimiz de onlar... 

“Babam bizim hayvani doğamıza çok inanırdı, Fern’ü insansılaştırmaktansa beni hayvansılaştırırdı. Yalnızca beni değil, sizi de, hatta hepimizi korkarım. Hayvanların düşünebildiğine inanmazdı, düşünme teriminin kendisinin tanımladığı şekliyle değil ama insanların düşünmesinden de fazla etkilenmezdi. İnsan beynine, kulaklarımızın arasına park etmiş palyaço arabası derdi. Kapıları bir açtın mı, dışarı palyaçolar dökülür.

Rasyonel olduğumuz fikri, derdi, sırf biz ikna olmayı çok istediğimiz için ikna edici. Tarafsız bir gözlemci, öyle bir şey olabilseydi, aldatmacayı açık seçik görürdü. Bütün kararlarımızın, eylemlerimizin, değer verdiğimiz her şeyin, dünyaya bakış tarzımızın temeli duygu ve içgüdü. Mantık ve rasyonellik, o pejmürde yüzeydeki ince boya tabakası”

Rosemary’nin “hepimiz” ailesi değil, tüm insanlık... Örnekleyip okuma keyfinizi kaçırmayayım... İlk satırından itibaren keyifle okunan roman, içten yalın dili ve harika kurgusu ile müthiş keyifli bir okuma sunuyor... Tüm karakterlerini ailenizin bir ferdi haline getiriyor Fowler... Ajitasyona girmiyor, istese de mendilleri tükettirecek anlar yakalasa da sündürmüyor, uzatmıyor... Çok satar romanların sıkça yaptığı numaraları yapmıyor kısacası... Her şeyi kararında... Bölüm aralarında Kafka’nın “Akademi için Bir Rapor”undan alıntılar da müthiş... Rosemary’nin şimdiki hali gibi suskun başlıyorsunuz okumaya ama bitirdiğinizde küçüklüğündeki gibi durmaksızın konuşmak istiyorsunuz coşkudan... 

“Hepimiz Kendimizi Kaybettik”, yansımalarımızı arıyoruz... Cook ailesi gibi, Rosemary gibi... Bulmak için umut oluyor, coşku veren bir roman bu... Özellikle hayvanseverler için baştacı, bir kendini bulma çağrısı... Duymamazlıktan gelmeyin sakın bu müthiş çağrıyı...

Hepimiz Tamamen Kendimizi Kaybettik / Karen Joy Fowler 
We Are All Completely Beside Ourselves
Çevirmen : Niran Elçi
Yayınevi : Aylak Kitap
Ocak 2015/ 1. Baskı
320 Sayfa
22 TL


Vizyona Giren Filmler : 20 Mart

$
0
0
İkisi yerli yedi filmin vizyona girdiği haftada aksiyon ve eğlence ön planda... Çanakkale Zaferi’nin yüzüncü yılını anlamlandıran “Son Mektup”, popüler kitabın uyarlaması “Kocan Kadar Konuş”, popüler gençlik serisi “Uyumsuz”un devam filmi “Kuralsız”, Sean Penn’in aksiyon alemine dalış yaptığı “The Gunman” ve şaşırtmacalı eğlencelik “Fokus” haftanın öne çıkanları olurken, Susanne Bier'in “İkinci Bir Şans”ı ile Abel Ferrara’nın “Pasolini”si diğer alternatifler...


Son Mektup
Yönetmen: Özhan Eren
Oyuncular: Tansel Öngel, Nesrin Cavadzade, Hüseyin Avni Danyal, Bülent Şakrak
Konu: Çanakkale savaşı sırasında filizlenen bir aşkın ve tam 40 yıl sonra adresine ulaşan satırların hikâyesi. Gönüllü olarak Çanakkale’ye giden ve orada birbirleriyle tanışan Yüzbaşı Salih Ekrem ile Nihal Hemşire, savaşın zorlu şartlarında koştururken, Fuat isminde kimsesiz bir çocuğu korumak için mücadele ederler. Bir hava baskınında Salih Yüzbaşı’nın yardımıyla kurtulan Fuat, Nihal Hemşire’ye sığınarak, onların yakınlaşmasına vesile olur.
Tarihimizin en önemli zaferlerinden birini o kadar beceriksizce harcadık ki, abuk sabuk filmlerle malzemeyi de üstündeki albeniyi de tükettik... Milliyetçi nabız yoklaması bu kez havadan yağdırmış hepsi o... Teknik anlamda iyi prodüksiyon olması en önemli artısı olmuş...


Kocan Kadar Konuş
Yönetmen: Kıvanç Baruönü
Oyuncular: Ezgi Mola, Murat Yıldırım, Nevra Serezli, Gülenay Kalkan, Ebru Cündübeyoğlu
Konu: Film, otuz yaşına gelmiş ve şimdiye kadar karşı cins ile sağlıklı hiçbir ilişki kuramamış olan Efsun’un yıllar sonra lise aşkıyla karşılaşmasını ve aile üyelerinin verdiği direktiflerle onu evlenmeye ikna etme çabası sırasında başına gelen olayları konu alıyor.


Kuralsız / The Divergent Series: Insurgent
Yönetmen: Robert Schwentke
Oyuncular: Shailene Woodley, Theo James, Octavia Spencer, Jai Courtney
Konu: Hikâyenin başında Jeanine anlaşılamaz beş köşeli ve her yanında bir topluluğun mührü olan kilitli bir kutu keşfeder. Kutunun, gelecek için bir mesaj taşıdığına ve ancak beş topluluğun özelliğini taşıyan bir Uyumsuz tarafından açılacağına inanan Jeanine, Uyumsuzları avlamaya başlar ve onları kutuyu açmaları için bir dizi teste tabi tutar.


The Gunman
Yönetmen: Pierre Morel
Oyuncular: Sean Penn, Javier Bardem, Idris Alba, Mark Rylance, Jasmine Trinca,
Konu: Eski kurumu onun karanlık geçmişini silmeye karar verince eski bir ajan olan Jim, kendini kaçınılmaz bir aksiyon içinde bulur. Tabii ki deneyimli ajan olan Jim iyi bir savaş vermeden pes etmeyecektir. Ama karşısında eski ortağı Felix olunca şans ondan yana olmayacaktır.
Orijinallik ve yaratıcılık aramayın... Çok basit senaryo ile Penn’in karizmasını kullanarak bir enerji yaratmak isteyen kötü bir film... Sinemada sıkılmadan aksiyon izleyeyim diyorsanız tatmin ediyor sadece... 


Fokus / Focus
Yönetmenler: Glenn Ficarra ile John Requa
Oyuncular: Will Smith, Margot Robbie, Rodrigo Santoro, Gerald McRaney
Konu: Deneyimli aldatmaca ustası Nicky, acemi dolandırıcı Jess’e ilgi duymaktadır. Nicky, Jess’e işin inceliklerini öğretirken, Jess tedirgin edici ölçüde yakınlaşınca, Nicky ilişkiyi birden bire keser. Üç yıl sonra, eski aşk Buenos Aires’te ortaya çıkar. Jess, Nicky’nin en son ve oldukça tehlikeli tezgâhının en kritik noktasında onun plânlarını alt üst, mükemmel dolandırıcıyı ise allak bullak eder.
Konusu ve bol şaşırtmacalı işleyişi sayesinde keyifle izlenen bir film... Çok fantastik olması inandırıcılığı zorlayabileceği için mantık aramak yerine keyfini çıkarmayı deneyin...


İkinci Bir Şans / En Chance Till
Yönetmen: Susanne Bier
Oyuncular: Nikolaj Coster Waldau, Ulrich Thomsen, Maria Bonnevie, May Andersen
Konu: Tecrübeli polis Andreas, eşi Anna ve yeni dünyaya gelen bebekleri ile mutlu bir hayat sürmektedir. Andreas, ortağı ve yakın arkadaşı Simon ile beraber bir gün bir aile içi şiddet suçuna müdahaleye gider. Eski bir mahkum olan Tristan ile kız arkadaşı Sanne’nin de küçük bir bebeği vardır. Bu olay, kritik bir karar vermek zorunda kalan Andreas’ın bütün hayatını ve adalet kavramına bakışını derinden etkileyecektir.


Pasolini
Yönetmen: Abel Ferrara
Oyuncular: Willem Dafoe, Riccardo Scamarcio, Ninetto Davoli, Valerio Mastandrea
Konu: Şair, yönetmen, gazeteci ve aydın Pasolini, İtalyan sanat ve siyaset çevrelerinin en tartışılan isimlerinden biriydi. 1975’te Roma yakınlarında öldürüldüğünde bazı söylentiler ve zanlılar ortaya çıktı ama katil belirlenemedi ve cezalandırılamadı. 2005 yılında, bazı yeni kanıtların ele geçmesiyle vaka dosyası yeniden açıldı. Abel Ferrara, siyaset ve sinema tarihini bir arada ele aldığı son filminde bu karanlık olaya ışık tutmaya calışıyor.
Ferrara’nın düşüşü sürüyor... Yine çıkış noktasından uzağa düşmüş... Yarattığı beklentinin çok altında olunca hayal kırıklığı da büyük oluyor... 


Left Behind : Sonumuz Yakın

$
0
0
Kaos ve yıkıma sürüklenen dünyada bir anda milyonlarca insan kaybolur! Yeryüzünden silinen milyonlarca kişinin ardından dünyada bir avuç insan kalır. İncil’den referans alınan konusu ile o bir avuç insanın öyküsünü anlatan 2014 yapımı “Left Behind”, yaz sezonunun en iyi dizilerinden biri olarak sivrilen “The Leftovers”ın uçaklı hali olarak ilgi çekmiş ve merakla beklenmişti... Nicolas Cage’in varlığı da filme duyulan ilgiyi canlı tutmuştu ne de olsa... Çok konuşulması beklenen filmin hesapları tuttu ama bir farkla...

Önce her şeyin başına saralım, 1995 yılına... Tim LaHaye ve Jerry B. Jenkins’in ortaklaşa yazdığı “Left Behind: A Novel of the Earth's Last Days” adlı roman kısa sürede hristiyanlarca o kadar sevildi ki, seriye dönüştü... Kıyamet gününe dair tüm savların arasında inanç kavramıyla öne fırlamasıyla 2007 yılına 16 kitaplık dev bir seri çıkmıştı ortaya... Verdiği mesajlarla sivrilen romanın filme uyarlanması da gecikmedi... 2000 yılında mütevazi bir Kanada yapımı olarak video pazarına sürülen filmin üçlemeye dönüşmesi de şaşırtmadı kimseyi... Gelelim günümüze... Grafik roman olarak da uyarlanan romanı yeniden uyarlamak ve gişe de para getirmesini beklemek için falcı olmaya gerek olmadığı da malum... İlk filmin senaristlerinden Paul Lalonde ve ikinci filmin senaristlerinden John Patus kolları sıvamış ve yeniden çevrimin senaryosunu kotarmış daha doğrusu güncellemiş... 1966’dan bu yana dublorlük yapan Vic Armstrong da yönetmen koltuğuna oturmuş... Pek yabancı değil yönetmenliğe, 1993 yılında Dolph Lundgren’li avantür “Joshua Tree” ile ilk sınavını vermiş... Chad Michael Murray, Cassi Thomson, Nicky Whelan ve Jordin Sparks da Cage’e eşlik edenlerden başı çekenler...

Romanların varlığından haberi olmayanlar için dikkat çekici görünen “Left Behind”, kıyamet gününü hristiyan bakış açısıyla işliyor... Her şeyi başlatan kayıpların sonrasını da dini inanışlar üzerinden yürütüyor. Önce Chloe ile tanışıyoruz... Babasının doğum günü için dönmüş ama aile yer yeksan... Annesi ile babasının arasında sorunlar mevcut ve olan da küçük kardeşine oluyor belli ki. Pilot baba Rayford acil çağrı ile uçuşa gitmek zorunda kalıyor böyle günde... Anne Irene ise takmış kafayı kutsal kitaba... Chloe öyle değil, daha eve gitmeden kendini tutamayıp havaalanında dini tartışmanın ortasına dalarak “tanrı niye felaketleri engellemiyor” diye isyan ediyor... Annesiyle tartışınca soluğu kardeşiyle bir alışveriş merkezinde alıyorlar ve birden yok oluyor kardeşi... Geriye üzerindeki eşyaları ve kıyafetleri kalan sayısız insandan biri oluyor... Bu sırada pilotumuzda uçuşta... Uçakta yaşadıkları kayıp şoku ile neler olduğunu anlamaya çalışma maratonu da böyle başlıyor...

Hızlı bir giriş yapan film sadece bu otuz dakikadan ibaret aslında... Sonrası bitmek bilmeyen bir işkence halini alıyor... Kıyametin başlangıcını göstermek ve kaos yaratmanın kırıntısını bile gösteremeyen film atmosferi de yaratamamış oluyor. Sonrası bildik klişeler... İnananların cennete gittiği ortamda kliseye gidildiğinde pederi görmek, herkesin bir anda incille haşır neşir olma hali, pişmanlıklar, uyuşturucu bağımlısı, olası terörist gözüyle bakılan müslüman yolcu diyerek başlayan uzun bir liste var bu formülde... Dişe dokunur bir senaryosu olmayan filmin berbat oyunculuklarla inandırıcılığın yanına bile yaklaşamamasıyla seyri imkansız hale gelmesi yetmiyormuş gibi bir de filmin süresi 110 dakika... Rezalet bir finalle de ödüllendiriliyorsunuz... Berbat diyaloglar ve mantıksız sahnelerle ortada bir senaryo falan da yok... Yılın en kötüsü olmakla kalmayıp gelmiş geçmiş en kötü filmlerden biri olarak etiketlenmesi de boşuna değil, hakkını veriyor...

Hristiyanlık propagandası yapmak için kıyameti bir anda koparan “Left Behind”, sopayı gösteriyor... İşin güzel tarafı gösterdiği sopanın kendisine dönmesi... 2014 ekim’inde gösterime giren 27 milyon dolar bütçeli film açılış haftasında faciayı görmüş ve 8 milyon dolarlık zararla yılın en çok zarar edenlerinden biri olmuştu... Yine de ucuz kurtulmuş aslında...

Yılın en kötü filmi olmasını nelerin sağladığını görmek için izlenildiğinde bile sonunu getirmenin zor olduğu “Left Behind”, sonumuz yakın diyenlere de cevabı final cümlesiyle veriyor: Bu daha başlangıç!



Garanti Caz Yeşili Konserleri Nisan Ayında Dopdolu…

$
0
0
Garanti Caz Yeşili konserleri, cazseverleri buluşturmaya devam ediyor. Türler harmanı post-caz grubu Polar Bear, Dena DeRose Trio, unutulmaz gece yaşatacak Hindi Zahra, doğaçlama üstadı Dino Saluzzi Band ve alternatif rock’ın yaşayan efsanelerinden Thurston Moore bu ay sevenleriyle buluşuyor... Ayın son günüyse cazla kutsanıyor... 30 Nisan Uluslararası Caz Günü’nde, “Beş Konser Tek Akşam” mottosu yine şenlik yaratacak... Polar Bear, Hindi Zahra ve özellikle de Thurston Moore’u kaçırayım demeyin...


Polar Bear
1 Nisan 2015 / Babylon / 20:30
Polar Bear, “Cazın Yükselen Yıldızı” davulcu Sebastian Rocheford ve diğer ödüllü müzisyenleriyle, caz dolu bir gece için Babylon sahnesine konuk oluyor. Amerikan cazıyla yoğrulmuş, trash metal’den Venezuela folk’una kadar her müziği özümsemiş deneysel post-caz grubu Polar Bear, heyecan verici performanslarıyla ön plana çıkıyor. 


Dena DeRose Trio
16-17 Nisan 2015 / Nardis / 21:30
Bugüne dek 11 albüm çıkaran piyanist/şarkıcı Dena DeRose, kendisine 15 yıldır eşlik eden basta Martin Wind ve davulda Matt Wilson ile Nardis’e konuk oluyor. Avusturya Graz Üniversitesi’nde Caz Vokal Bölümü’nde profesörlük görevine getirilen sanatçı, uluslararası performans, ders ve workshop’larına devam ediyor. 


Hindi Zahra
20-21 Nisan 2015 / Babylon / 20:30
Caz ve dünya müziğini benzersiz bir şekilde harmanlayan Hindi Zahra, dinleyicilerine keyifli bir gece yaşatmak için Babylon’a geliyor. Amerika, İngiltere ve Avrupa ülkelerinde verdiği konserlerle geniş bir hayran kitlesine sahip olan yarı Fransız yarı Faslı sanatçı, kendine has üslubunu, Fas kökenlerinden gelen enstrümanlar ve cazla zenginleştiriyor. 


Thurston Moore
22 Nisan 2015 / Babylon / 20:30
80 ve 90’lara damgasını vuran Sonic Youth’un esas adamı Thurston Moore, muhteşem bir performans için Babylon sahnesine konuk oluyor. 2014 yılında punk ve grunge ritimlerinin hakim olduğu “The Best Day” isimli albümüyle dinleyicilerle buluşan müzisyen; Olivier Assayas, Gus Van Sant ve Allison Anders’ın filmlerine yaptığı müziklerle de beğeni topluyor.


Dino Saluzzi Band
27-28 Nisan / Nardis / 21:30
Arjantinli bandoneoncu, besteci ve doğaçlama üstadı Dino Saluzzi, son albümü “El Valle de la Infancia” kapsamında yapacağı turnenin İstanbul ayağıiçin Nardis’e konuk oluyor. Albümde Dino’ya kardeşi Felix tenor saksofon ve klarinette, oğlu Josê Maria gitarda ve yeğeni Matias basta eşlik ediyor. Albüme aile dışından, gitarda Nicolas “Colcho” Brizuela da destek veriyor. 


Uluslararası Caz Günü’nde, 5 mekânda 5 Caz Yeşili konseri…
Mopo
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Babylon / 20:30
Linda Fredriksson, Eero Tikkanen ve  Eeti Nieminen tarafından kurulan Mopo, 30 Nisan Dünya Caz Günü’nde Garanti Caz Yeşili kapsamında Babylon'da sahne alacak. Sıra dışı çalışmalara imza atan Finlandiyalı üçlü, müzik hayatına başladığı günden bu yana, daha önce denenmemiş işleri yapmayı hedef alarak, tüm cazseverlerin dikkatini çekmeyi başardı.


Hayati Kafe & Carl Orrje Quartet
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Nardis / 21:30
İstanbul Radyosu’nda kendisine ait bir programı olan ilk Türk sanatçı olan Kafe, İsveç’e yerleşmesinin ardından İskandinavya’nın önemli caz müzisyenleriyle sahne aldı. Piyanoda Carl Orrje, basta Ozan Musluoğlu ve davulda Berke Özgümüş’ten oluşan Carl Orrje Quartet, 30 Nisan Dünya Caz Günü’nde Garanti Caz Yeşili kapsamında Nardis’te sanatçıya eşlik edecek.


The Fresh Dixie Project
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Nublu
Kapı Açılış Saati 22:00 / İlk Set: 23:30 / İkinci Set: 01:00
5 genç müzisyenden oluşan The Fresh Dixie Project, dans servmeyenleri dahi harekete geçiren can alıcı melodileriyle dinleyici karşısına çıkıyor. Grup, geçen yıl Londra’nın Village Underground ve Jamboree gibi popüler mekânlarında sahne alarak ününü daha da artırdı. Ayrıca, dünya çapındaki birçok festivaldeki çalan ve olumlu eleştiriler alan The Fresh Dixie Project, 30 Nisan Uluslararası Caz Günü’nde cazseverlerle buluşmak için Nublu sahnesine konuk oluyor.


Bugge Wesseltoft & Christian Prommer
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Roxy / 21:00
İkili, 30 Nisan Uluslararası Caz Günü’nde özgün, yepyeni bir modern caz performansı için Garanti Caz Yeşili kapsamında Roxy’de aynı sahneyi paylaşacak. Solo kariyerinde hızla ilerleyen Bugge’nin müziği, melodik piyano partisyonlarından; deneysel gürültülere kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Piyano virtüözleri ve usta davulculardan ders alan Christian Prommer, son 20 yılını organik ve elektronik sesleri inceleyerek geçirmesiyle biliniyor.


Caz Ağacı / John Coltrane
30 Nisan 2015 / Uluslararası Caz Günü / Salon İKSV / 21:30
Caz Ağacı etkinlikleri, 2015’te saksofon virtüözleri için gerçekleştirilecek saygı duruşlarıyla devam ediyor. Caz Ağacı, 30 Nisan Uluslararası Caz Günü’nde Salon İKSV’de, caz saksofoncularının en büyük ilham kaynaklarından olan John Coltrane’ı anıyor.
Vokal: Başak Yavuz, Ceyda Özbaşarel, Sanem Kalfa
Saksafon: Yahya Dai, Serhan Erkol 
Piyano: Adem Gülşen 
Kontrbas: Baran Say
Davul: Erdem Göymen
Sunucu: Vedat Özdemiroğlu


Dilaver Demirağ’dan Çarpıcı Bir Araştırma: Kıyamet Çanı

$
0
0
Dilaver Demirağ'ın Işid'i yaratan tarihi, siyasi ve dini zemini Ortadoğu tarihi üzerinden ele alan araştırması "Kıyamet Çanı" Hayykitap etiketiyle raflarda... 

Ortadoğu yeniden biçimleniyor. Artık Sykes-Picot anlaşmasının çizdiği sınırların geçerli olduğunu söylemek için çok geç. Fakat Ortadoğu öylesine bir coğrafya ki, Ortadoğu sadece Ortadoğu halklarından çok daha fazlasını işaret ediyor. Hatta daha öteye gidip denilebilir ki, Ortadoğu dünyanın kalbinin attığı yerdir. Bu hem zengin petrol kaynaklarından dolayı böyle ama hem de İbrahimi dinlerin toprakları olması Ortadoğu’yu dünyada apayrı bir yere oturtuyor.

Bölgede daha önce de kanlı mezhep savaşları yaşandı fakat hiçbiri, aşırı uçların toplandığı bir kovan olan ABD projesi IŞİD’in yarattığı akım kadar sınırları, mezhepleri, halkları altüst eden bir hareket ölçüsüne varmadı. ABD, İsrail gibi proje sahiplerini göz önünde bulundurduğumuzda, IŞİD’in çok büyük bir proje olduğunu, proje sahiplerinin gücü ölçüsünde Ortadoğu’da bir üçüncü dünya savaşının yaşanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Bundan, istesek de istemesek de, bölgenin önemli aktörlerinden biri olarak Türkiye’nin de etkileneceğini söylemek yanlış olmaz. 

Öyleyse asıl mesele ne? IŞİD, İsrail ve ABD'nin bölge için umduklarını mümkün kılan bir canavar mı, yoksa İsrail'in arzuladığı küresel Yahudi egemenliğinin kapısını aralayacak Kıyamet Savaşı için en uygun aday mı? Bunlar komplo teorileri mi, yoksa IŞİD kıyamet sayacını çalıştırdı mı? IŞİD’in çok ciddi bir koalisyonun uzun zamandır hem psikolojik, hem fiziki yığınak yapmakta olduğu bir savaş için çok değerli bir malzeme haline geldiği doğru mu? Küresel elitler, Evanjelikler, Siyonistler, askeri endüstriyel kompleks gibi dünyaya nizam vermek isteyen birtakım güçler bu savaşa neden yatırım yapıyorlar? Papa, “Şu anda üçüncü dünya savaşını yaşıyoruz” diyerek ne söylemeye çalıştı? Üçüncü dünya savaşı dinler üzerinden yaşanan bir savaş mı olacak? ABD mahfillerinde ve İsrail cenahında kapsamlı bir savaşın ön adımının atıldığı doğru mu? Peki Türkiye bütün bu hengâmenin ortasında nerede duruyor?

Bu çalışmada, IŞİD’i yaratan tarihi, siyasi ve dini zemin öncelikle kısa Ortodoğu tarihi üzerinden ele alınıyor. Ardından İslamcılık olgusunun doğuşu, bir jeostratejik silah olan IŞİD'lerin ideolojik anahtarı olarak Suudi Arabistan Selefiliği bağlamında Vahhabiliğin nasıl yaygınlaştırıldığı, ABD ve Batılı müttefiklerinin IŞİD'leri ya da onun atası olarak El-Kaideyi nasıl yarattığı ele alınıyor.

Bu kitap, IŞİD üzerine yapılmış bir gazetecilik çalışması olmayı amaçlamıyor. Esas olarak IŞİD'in yeşerdiği tarlaya dikkat çekerek, bu tarlanın koşulları değişmedikçe IŞİD'lerin de son bulmayacağını ortaya koymayı amaçlıyor. ABD'nin ise aslında bu tarladaki zararlı otlardan yana hiçbir şikâyetinin olmadığını, onun “küresel hâkimiyet” ütopyası için elverişli bir istikrarsızlık yarattığını, bizzat ABD'li dış politika yazarlarına dayandırarak ortaya koyuyor. Öte yandan, ABD mahfillerinde ve İsrail cenahında çok daha kapsamlı bir savaşın ön adımının atıldığına da dikkat çekiyor. Bu çevrelerin zihinlerinde başka türlü bir dünya düzeni olduğunu, bunun da metafizik bir kurgu olarak hiç de imkânsız olmadığını ifade ediyor.

Dilaver Demirağ
1961 Kilis Doğumlu. Yüksek öğrenimini Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nde yaptı. Gazeteciliğe1985’te Milliyet gazetesinde düzeltmen olarak başladı. Yazılı basın yanında çeşitli televizyonlarda ve radyolarda da program yaptı. 1996 yılında Günaydın gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Sırasıyla Kara, Yeşil Barış, Matbuat, Umran, Birikim ve Sivil Toplum, Bilge Adam, Semerkand dergilerinde yazıları yayınlandı. İnternet ortamında ise Yeşil Gazete, Küyerel, Birikim, İtaatsiz sitelerinde yazıları çıktı. Hâlihazırda Hürgeneral Haber Analiz Sitesinin Genel Yayın Yönetmeni ve Hilal TV’de Hür Tefekkür programının sürekli katılımcısıdır.

Yayımlanmış Kitapları:
Suyla Gelen Kültür (İSKİ, 2007)
Anarşizm: Unutulmuş Olanı Hatırlamak (Okur Kitaplığı, 2012)
Susatanlar: Suyu Köleleştiren Kartele Karşı Bir Direniş Manifestosu (Hayykitap, 2013)

Kıyamet Çanı / Işid ve Son Savaş
Yazar: Dilaver Demirağ
Yayınevi: Hayykitap - 287
Kategori: Bize Söylenmeyenler - 22
Türü: Din / Politika / Sosyoloji
Birinci baskı: Mart 2015
Sayfa sayısı: 252
Fiyatı: 18 TL


Ertan Aytekin, “Adın Yazıyor” ile Çok İddialı!

$
0
0
Ertan Aytekin, söz ve müziği kendisine ait duygusal çalışması “Adın Yazıyor” ile müzikseverlere merhaba diyor.

2003 yılında piyano, gitar ve şan dersleri ile başladığı müzik serüveni boyunca, bugüne dek bir çok festival, kulüp ve farklı mekanlarda sahne alan genç şarkıcı yaklaşık 6 ay süren stüdyo aşaması sonrasında, kariyerinin ilk single çalışmasını müzikseverlerle buluşturdu.

Söz ve müziği kendisine ait olan, düzenlemesinin Sertaç Ekiz tarafından yapılan çalışmada sanatçıya önemli müzisyenler eşlik etti. Mix ve Mastering aşamasında usta tonmaister Suat Durmuş’u gördüğümüz single çalışması, Sekiz Müzik Yapım etiketi ile dijital platformlarda yerini aldı.

Video Klip çekimlerinin halen sürdüğü çalışmanın öncesinde sanatçı, kendisinin kağıtlarla yaptığı ve 5 günde, yaklaşık 150.000 kez izlenen ilgi çekici bir video klip hazırladı.



100 Yılın Bamyaları Açıklandı!

$
0
0
Altın Bamya Jürisi oylaması sonucunda Türkiye Sinemasının 100. yılında 100 Yılın Bamyası Ödülleri bu akşam düzenlenen ödül töreninde açıklandı. 

13. Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin İstanbul kapanışını ve 7. Altın Bamya Ödül Töreni’nin açılış konuşmasını yapan Ülkü Songül “Altın Bamya Ödülleri Türkiye sinemasındaki erkek egemen bakışa, kadınlara dair alanların daraltılmasına, kısaca Türkiye sinemasındaki cinsiyetçiliğe bir tepki, karşı duruş, eleştiri olarak çıktı ve yedinci yılına geldi. Yedi yıldır her töreni ‘tekrar karşılaşmamak üzere’ bitiyoruz. Gelecek yıl ödül verecek aday bulamama dileğimizi her yıl yürekten tekrarlasak da maalesef yedinci kez yine buradayız, 100 yılın bamyası ödüllerini dağıtıyoruz.” dedi. Ülkü Songül’ün konuşmasının ardından Altın Bamya Akademisi’nden Hülya Uğur Tanrıöver sahneye çıktı ve 7. Altın Bamya / 100 yılın Bamyası Ödüllerini açıkladı.

7. Altın Bamya / 100 Yılın Bamyası 

Jüri Özel Ödülleri:
103,5 / Yüz Üç Buçuk Bamya – Homofobi Ödülü kadın ve kadınsı olmanın üstün maço değerleriyle asla bağdaşmayacağını rafine bir mizah anlayışıyla anlatırken kullandığı ifadelerin ve göndermelerin inceliğinden ötürü Kolpaçino Serisi’ne veriyoruz.

100 Bamya Turşusu Ödülü’nün sahibi Türkiye’de bir dönem bu filmleri izleyen erkek kuşaklarının cinsel ve cinsiyete dair hal ve tavırlarına esin veren, onların birlikte oldukları kadınlara sadece arzu nesnesi değil iradelerine saygı duyulan bireyler olarak yaklaşmalarını ve bütün kadınları eşit olarak görmelerini sağlayan eğitsel etkisinin yanı sıra mizah anlayışlarını da geliştirmedeki yararı nedeniyle tüm Seks Filmleri oldu.

Eşek Arısı – Cinsiyetçi Dil Ödülü’nü de Yusuf Yusuf filmi almaya hak kazandı.

Ve geniş jüri oylamasının sonucunda erkek karakter, kadın karakter, senaryo ve film kategorilerinde 100 Yılın Bamyaları ödülleri:

100 Yılın Bamyası - Erkek Karakter: 
Adaylar: Recep İvedik, Tarkan, Tecavüzcü Coşkun.
100 Yılın Bamyası Erkek Karakter Ödülü sahibi beyaz perdede erkekliği tanımlayan bütün değerlere güce, dürüstlüğe, içtenliğe, cesarete sahip yılmaz bir adalet savaşçısı, hakiki bir halk çocuğu oluşu, bütün hal ve tavırlarından zarafet akması ve ağzından bal damlası nedeniyle, centilmenler centilmeni Recep İvedik’in oldu.

100 Yılın Bamyası - Kadın Karakter: 
Adaylar: Kezban, Afrodit, Mum Kokulu Kadınlar’daki tüm kadın karakterler 
100 Yılın Bamyası Kadın Karakter Ödülü ise namuslu, iffetli, sevilesi, evlenilesi, gülünesi ve ağlanılası örnek kadın karakter,  aynı zamanda şehirli şirret sarışının alternatifi köylü ve bakire ve cinsiyetsiz kadın karakter ile Kezban karakterine gidiyor...

100 Yılın Bamyası - Senaryo: 
Adaylar: Sözde Kızlar, Acı Hayat, Ah Müjgan Ah
100 Yılın Bamyası – Senaryo Ödülü de Toplum yapımızın temeli olan namus kavramını yücelttiği, her kadının namusunu korumak için evinde oturması gerektiğini, çalışmak zorunda kalsa dahi eğlenmeyi, hele hele içki içip dans etmeyi  aklından bile geçirmemesini,  erkeklerle evlenmeden ilişki kurarak, özde kız olma özelliğini yitirmemesini her bir planıyla savunduğu için Sözde Kızlar filmi senaryosuna veriyoruz.

100 Yılın Bamyası - Film: 
Adaylar: Canlı Hedef, Kilink Serisi, Ölünceye Kadar
100 Yılın Bamyası – Film Ödülü geleneksel psikopat erkek kahramanın adalet arayışını Freudyen alt metniyle zenginleştirerek, kadın vajinasına yılan sokma buluşuyla cinsel taciz ve işkence kavramlarına sinema tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir çeşitleme kazandırdığı için Canlı Hedef filmine gidiyor. 

Altın Bamya Ödülleri’nin de katkısıyla Türkiye Sineması’nda cinsiyetçiliğin sona ermesi,  sonraki yıllarda bu sembolik ödülü verecek aday bulamamak dileğiyle... 

Altın Bamya Akademisi



Go! Kitap’tan “Tatlı Şeytan”ın Devamı Geliyor: Tatlı Tehlike

$
0
0
Wendy Higgins’in 2012 yılında yayımlanan “Sweet Evil” ile başlayan ve büyük ilgi gören Tatlı üçlemesinin (The Sweet Trilogy) ikinci kitabı “Sweet Peril”, “Tatlı Tehlike” adıyla Go! Kitap etiketiyle bu ay içinde raflarda yerini alıyor. 

Serinin ilk kitabı “Tatlı Şeytan”, Aralık ayında Go! Kitap etiketiyle yayımlanmış ve büyük ilgi görmüştü... Yetenekleri olsa da kendi halinde sıradan bir liseli kız olan Anna’nın bir partide tanıştığı kişinin söyledikleriyle değişen hayatını anlatan roman hayli keyifli ve heyecanlı bir okuma sunuyordu. Kızımızın karizmadan yoksun ve fazlasıyla sıradan olması biraz hayal kırıklığı yaratsa da şeytanlardan oluşan meclisiyle fantastik roman okurlarının gözden kaçırmaması gereken bir roman... Daha detaylı değerlendirmesini yakında yazacağım... Biz ikinci kitaba bakalım... Bu arada, yayınevi okurların isteğini kırmayıp orijinal kapakları kullanıyor ve teşekkürü hak ediyor... Keşke her yayınevi okurlarıyla böyle iyi iletişim kurabilse...

Görevleri, cennetten kovulan iblislere hizmet etmek olan Nefillerden biri olduğunu öğrendiği günden beri hayatı altüst olan Anna, kötülüğe boyun eğmemeye kararlıdır. Ama dört bir yanda kol gezen fısıldayan iblislerin ve acımasız Düklerin dikkatini çekmemek için o da diğer Nefiller gibi çalışmak zorundadır. Bunun için tüm çekingenliğinden sıyrılıp bir parti kızı oluveren Anna artık tüm eğlencelerin aranılan ismidir. Bu şekilde yaşamaktan nefret etse de o, çok büyük bir amaca hizmet edecek olan “seçilmiş kişidir” ve zamanı geldiğinde ona emanet edilen Erdem Kılıcı ile büyük bir savaşa öncülük edecektir. Ama o güne dek kimliğini gizli tutmalı ve toplayabildiği kadar yandaş toplamalıdır. Bunun için kendisi gibi bir Nefil olan Kaidan Rowe’a duyduğu büyük aşkı bile kalbine gömen Anna, bir yandan “kötü kızı” oynarken bir yandan da iblisleri yeryüzünden silmek için ölümcül bir mücadeleye girişecektir.

Eser Adı : TATLI TEHLİKE
Yazar : Wendy Higgins
Yayınevi : GO!
Türü : Roman
Çeviren : Bige Turan
Editör : Nurten Hatırnaz 
1. Baskı, Mart 2015
Sayfa Sayısı : 440
Etiket Fiyatı : 17.00 TL

Viewing all 3916 articles
Browse latest View live