Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3916 articles
Browse latest View live

Yeni Şarkı: Midlake "Antiphon"

$
0
0
Texas'lı muhteşem beşli Midlake, nihayet üç yıllık sessizliğini bozarak yeni albümden ilk şarkıyı paylaştı. Facebook sayfalarından mikslerini bitirdiğini duyuran grup, albümün adını "Antiphon" olarak açıkladı ama tam tarih vermedi... Nicedir sesi soluğu çıkmayan grup, albümü Kasım 2012'de gruptan ayrılan vokalist Tim Smith'ten bağımsız olarak kaydettiklerini de ekledi. Smith ayrılığı sonrası Eric Pulido'nun vokalleri üstlenmesiyle Midlake, çekirdek dörtlünün dışında kayıtlarda yer alan Jesse Chandler ve Joey McClellan'la altılıyı bulmuş durumda... Henüz fazla detay verilmeyen albüm, bella union etiketiyle 4 Kasım'da kulaklarımızda olacak...





Vizyona Giren Filmler : 9 Ağustos

$
0
0
Beş filmi ağırladığımız bayram vizyonu, son haftalara göre biraz kısır... Haftanın gözdesi “Elysium: Yeni Cennet” olurken, “Ateşli Aynasızlar” haftanın komedi seçeneği... Festivallerden vizyona taşınan “Evdeki Yabancılar” ve “Hayallerin Ötesinde” dışında, geçmişten taşınan “Jurassic Park” diğer seçenekler... 


Yönetmen: Neill Blomkamp
Oyuncular: Matt Damon, Jodie Foster, Sharlto Copley, Alice Braga
Dört yıl önce sinemaya kült hediye eden Blomkamp, stüdyo boyunduruğunda memuriyetini yapmış... Yine karamsar bir gelecek, bu kez yıldızlar ve 100 milyon dolarlık bütçe... Lakin seyret unut işlerinden birine çıkmış yol, bir yaratıcı yönetmen daha stüdyo çarkından geçmiş...


Yönetmen: Paul Feig
Oyuncular: Sandra Bullock, Melissa McCarthy, Demian Bichir, Marlon Wayans
Zıt ikililerin mecburi görevle uyum aradığı komedi kalıbının kadın versiyonu, daha çok McCarthy üzerinden güldüren ve konuşulan ama hiç gerçekçi durmayan bir film... Güldürmek için seçtiği yol, kadını elden geldiğince erkek gibileştirmek ve sıradışı göstermek isterken kof bırakmak olunca pek komedi demek mümkün olamıyor...


Evdeki Yabancılar
Yönetmenler: Dilek Keser, Ulaş Güneş Kacargil
Oyuncular: Fatih Al, Melpo Zarokosta, Romy Vasiliadis, Cem Bender
Altın Portakal’da dikkat çeken filmin, yenisine ramak kala vizyon şansı bulabilmesine dikkat çekmek lazım önce... İzmir’de mübadele sonrasına dair bir öykü anlatan film, bir türlü tutturamıyor öykü... Hep bir beklenti yaratıp altında kalıyor... Sade anlatım tercihi, yan öykülere tutunma haliyle, dağınık ve etkisiz... 


Yönetmen: Andrzej Jakimowski
Oyuncular: Edward Hogg, Alexandra Maria, Melchior Derouet, Francis Frappat
İstanbul Film Festivali’nden vizyona taşınan filmlerden biri olan “Imagine”, hayallerin değil “Görmenin Ötesinde” daha çok... Görme engellilerin dünyasına dair etkileyici bir deneme, başyapıtın kıyısına kadar gelerek hemde... Maalesef iki kopyayla vizyonda ama, aklınızda olsun, denk gelirseniz bir göz atın...


Jurassic Park 3D
Yönetmen: Steven Spielberg
Oyuncular: Sam Neill, Laura Dern, Jeff Goldblum, Samuel L. Jackson
Zamanının mucize işine yeniden 3D farkıyla bakmak için izlenebilir gibi görünse de, bu tür manevraları sinemaseverden para sömürüsü olarak adlandırıyor, görmezden geliyorum...


Blue Like Jazz : Tanrıyı Görmezden Gelmek

$
0
0
Sürekli değişim gösteren ve bir kesim tarafından zıvanadan çıktığından korkulan Amerikan gençliği üzerine çılgın komediler serilere dönüşürken, karşı görüş filmleri de tanrı misyonunu hatırlatmaya çalışıyor... Gençlerin evlerinden ayrılarak başladıkları kolej yaşamlarında partiden partiye koşmasının yanlış olduğunu düşünen kesimin görüşlerini yansıtıyor "Blue Like Jazz", tanrıyı görmezden gelmenin ne kadar yanlış olduğunu göstererek izleyicisinin kulaklarını çekmeye çalışıyor...

Donald Miller'ın aynı adlı yarı otobiyografik çok satar kitabından uyarlanan film, görüntü yönetmenliğini de üstlenen Bean Pearson'ın katılımıyla senaryolaşmış... Yönetmen koltuğunda da Steve Taylor oturuyor... Kısa filmler ve video piyasasına çalıştıktan sonra ilk filmini 2006'da çeken Taylor, "The Second Chance" ile meşhur ikinci şansa dair yine hristiyan öyküsü anlatmış ve zor dünyada şehirler değişir ama inanç tutunacak tek daldır demişti... Haliyle kliseyi işaret eden film, kendi görüşüne sahip organizasyonlardan ödül de kaptı... Orta yaş krizlerinden sonra bu kez Taylor, koleje başlamak üzere olan bir gence çeviriyor kamerasını... Yeni bir şehirde, yeni bir okulda hayata yeniden başlayan, karışan gencin seçimlerine odaklanıyor... "True Blood"un Tommy'si olarak tanıdığımız Marshall Allman ve "The Vampire Diaries"in Rebekah'ı Claire Holt'un başrollerde yer aldığı kadroda "Lost"un Alex'i Tania Raymonde de yer alıyor ama oyunculuk adına cümle kurabileceğimiz performanslar yer almıyor...

Önce Don Miller ile tanışıyoruz... Tam bir baptist, klisede çalışıyor peder yamağı olarak ve dini bütün genç olarak sürdürüyor yaşamını... Anne-babası boşanmış, arada kalmışlığı sonuna kadar hissediyor, ki annesi yalnızlıktan muzdarip babası genç kızlarla işi pişirip caz müziğe kafayı takmış halde... Don tam da koleje gitmenin eşiğinde, tam bursla önüne seçilen seçenek yine dini kurallarla bezeli bir kolejken, babası ona farklı bir seçenek sunuyor... Farklı bir kolej, şehrinden de uzakta bir yer... Annesiyle tartışıp soluğu o kolejde alıyor Don, öykümüz de böylece başlıyor...

Film mesajlarını sıralamaya, Don'un seçimleri üzerinden veriyor sık sık... Yeni arkadaşlarının arasına kolay karışabilmek için bu zaman kadar olduğu kişiden farklı biri gibi davranıyor Don, dini bütün genç sıfatlandırması alıp dışlanmamak için tanrıyı unutuyor... Misyoner filmimiz de, sıralıyor bir bir nelerin yanlış olduğunu, finalinde de her şeyi tatlıya bağlayarak tanrı inancını saklamanın herhangi bir şey kazandırmadığını uygulamalı olarak gösteriyor... 

Adı "Blue Like Jazz", afişi hayli renkli, sınıflandırması romantik komedi olsa da o yollarda hiç gözü yok filmin... Don'a bir sevgili adayı biçilmiş, yan öykülere girişilmiş ama bağımsız film havasıyla ağır aksak ve bolca temposuzlukla bu kadar karaktere rağmen keyifli bir seyir vaad etmiyor... Prostesto eylemleri dışında çok albenisi olan sahne de içermiyor... Gerçek yaşam öyküsünden yola çıkılmış olduğunu görünce, ne kadar boş bir yaşam öyküsü olduğunu da düşünmemek elde değil... Tüm amaç din misyonerliği olunca, bundan fazlasını da beklemek zor zaten... Eldeki de romantik komediyle alakası olmayan, sıradan ve sıkıcı bir gençlik filmi... Caz ile alakası ise, bir kaç Coltrane plağının pikapta dönmesinden ibaret...


Yeni Video: Editors "Formaldehyde"

$
0
0
Haziran sonunda yayınladıkları dördüncü stüdyo albümü "The Weight of Your Love" ile beklentilerin altında kalan Editors, ikinci single "Formaldehyde"in klibini sundu... Western işi klibin yönetmen koltuğunda "Kill List" ile tanıdığımız Ben Wheatley oturuyor... 



Yeni Şarkı: Blue October "Angels In Everything"

$
0
0
Yedinci stüdyo albümü "Sway"i 20 Ağustos'ta kulaklarımıza gönderecek olan Blue October, ikinci şarkıyı da lyric video olarak paylaştı. Her albümü sert şarkılarla tanıtan grup, bu kez biraz daha slowa kaymış gibi görünüyor. Kapak görseli ve şarkı listesi paylaşılan albüm, ön siparişleri almaya başlamış durumda. Farklı edisyonlarla şarkı sayısı artabilir ama şimdilik görünen 13 şarkının bizi beklediği...



Yeni Video: Placebo "Too Many Friends"

$
0
0
Placebo, eli kulağında yayınlanacak albümleri "Loud Like Love"dan şarkı ve klip paylaşmaya devam ediyor. Albümün ilk single'ı "Too Many Friends" Bret Easton Ellis bonuslu introsuyla kliplenerek yayında...



Yeni Video: Arctic Monkeys "Why'd You Only Call Me When You're High?"

$
0
0
Beşinci stüdyo albümleri "AM"yi 9 Eylül'de kulaklarımıza yollayacak olan Arctic Monkeys, albümden üçüncü single olarak seçtiği "Why'd You Only Call Me When You're High?"ı kliplendirerek sundu.



Dizi Ajandası : 12 / 18 Ağustos

$
0
0
Yaz sezonunun artık sonlarına yaklaşırken, sezon finalleri peş peşe geliyor... Dört sezon finali içeren haftanın en çok öne çıkanları “The White Queen” ve “True Blood”... Haftanın en dolu günü her zaman olduğu gibi pazar akşamı...


Pazartesi:
King & Maxwell  1x10  Pandora's Box  [Sezon Finali]
Longmire  2x11  Natural Order
Major Crimes  2x10  Backfire
Siberia  1x6  Out of the Frying Pan
Switched at Birth  2x20  The Merrymakers
Teen Wolf  3x11  Alpha Pact
The Glades  4x11  Civil War
Under The Dome  1x8  Thicker Than Water


Salı:
Covert Affairs  4x5  Here Comes Your Man
Perception  2x8  Asylum
Pretty Little Liars  4x10  The Mirror Has Three Faces
Rizzoli & Isles  4x8  Cold As Ice
Saving Hope  2x8  Defriender
Suits  3x5  Shadow of a Doubt
Twisted  1x10  Poison of Interest
Web Therapy  3x4  Case Files
  

Çarşamba:
Baby Daddy  2x12  The Christening
Camp  1x6  Parents' Weekend
Franklin And Bash  3x10  Gone in a Flash  [Sezon Finali]
Futurama  7x23  Game of Tones
Hot In Cleveland  4x20  Cleveland Indians
Melissa & Joey  3x12  Bad Influence
Necessary Roughness  3x9  Sucker Punch
Royal Pains  5x9  Pins and Needles
The Bridge (US)  1x6  ID
The Exes  3x8  Prelude to a Kiss
The Listener  4x11  House of Horror


Perşembe:
Anger Management  2x32  Charlie and the Prison Riot
Burn Notice  7x10  Things Unseen
Childrens Hospital  5x4  Country Weekend
Graceland  1x9  Smoke Alarm
NTSF:SD:SUV  3x4  Burn After Killing
Rookie Blue  4x9  What I Lost
Sullivan & Son  2x9  Over the Edge
Wilfred  3x10  Distance


Cuma:
Beware the Batman  1x6  Toxic
Strike Back  4x2 


Cumartesi:
Don No Harm  1x9  Circadian Rhythms
Hell on Wheels  3x3 Range War


Pazar:
Breaking Bad  5x10  Buried
Copper  2x9  Think Gently of the Erring
Crossing Lines  1x9  New Scars/Old Wounds, Part 1
Devious Maids  1x9  Scrambling the Eggs
Dexter  8x8  Are We There Yet?
Low Winter Sun  1x2  The Goat Rodeo
Ray Donovan  1x8  Bridget
The Newsroom  2x6  One Step Too Many
The White Queen  1x10  [Sezon Finali]
True Blood  6x10  Save the Population  [Sezon Finali]



Kitap Kurtlarına Yeni Sosyal Platform: Neokur.com

$
0
0
Okuyan, düşünen ve fikir üreten nitelikli internet kullanıcılarını bir araya getiren yeni bir sosyal platform var artık... İyi bir kitap okurunun ne kadar ihtiyaç duyduğu tartışılır ama okur olmakla kalmadığımız, sürekli yeni kitaplar peşinde koştuğumuz, haklarında yorum yaptığımız dönemde önemli bir ihtiyacı giderecek gibi görünüyor Neokur...

Kitap kurdu biri olarak bu tür sitelere çok ilgi göstermem, pek haberimde olmaz bu yüzden... Okuyacağım kitabı seçerken yorumları da çok önemsemediğim için, kitaplar hakkında konuşma ihtiyacı duymuyorum çok fazla... Dolayısıyla bana attıkları mail ile haberdar oldum siteden... Üye olarak ilk denemeye giriştim, siteyi tanımak ve tanıtabilmek adına... Önce onların sözleriyle siteyi tanıtayım, sonra görüşlerimi eklerim...

Geçtiğimiz Haziran ayının sonunda yayına başlamış Neokur... Henüz çok yeni olmasına rağmen, kısa zamanda okurların dikkatini çekmeyi başarmışlar... Facebook, twitter gibi sistemleri tecrübe ederek beklentisi yükselen Türk kullanıcılarını tatmin edebilmek için gecelerini gündüzlerine katıp çalıştıklarının altını önemle çiziyorlar. Hatta kullanıcılarını memnun edebilmek için üyelerle birebir ilgilenen küçük bir ekip bile oluşturulmuş durumdalar... Ki, kayıt olur olmaz eksik kitaplar için yaptığım başvuruya süratle dönüş yapıp eklemelerinden net görülebiliyor bu durum...

Peki üye olunca neler oluyor derseniz; Uluslararası sitelerde sıkça görmeye başladığımız “Arkadaşlık Sistemi” ve “Zaman Tüneli” üzerine temellendirilen site kullanıcılarına okudukları, okuyacakları ve şu an okudukları kitapları kendi profillerine ekleyebilme, kitaplar, yazarlar, yayınevleri hakkında görüş ve önerilerini paylaşabilme, kendileri ile aynı zevkleri paylaşan diğer kullanıcılar ile tanışma fırsatı sağlıyor.... 

Okurlarla kalmıyor, yazarlar da bu yeni oluşumda yerlerini alıyorlar. Neokur ile okurlarından öneri ve eleştiri alma fırsatı yakalayan yazarlar, kendilerini ve kitaplarını okurlara ilk elden tanıtma ve onlarla kaynaşma imkanı elde ediyor. Ekip, fikir dünyamızın üreticileri olarak gördükleri yazar ve çevirmenlere çok daha aktif olabilecekleri modüller geliştirecekleri sözünü de veriyor ki, ilerleyen dönemde en önemli nokta bu olsa gerek...

Neokur’da yalnızca kitap ve yazarlarımız değil, bizlere dünyanın dört bir tarafından edebiyat eserlerinin ulaşmasını sağlayan çevirmenlerle de tanışma, onları okurlara yakından tanıtma fırsatı sunuluyor!

Ekip, Türkiye'de okur sayısının az olduğu fikrini kabul etmiyor... Kullanıcı kitlelerinin sadece kitap müptelaları olmadığını, okuma yazma bilen hatta yılda sadece bir kitap okuyan kitlenin dahi kendilerini sitede ifade etmeleri gerektiğini, böylelikle zamanla kişilerin okuma alışkanlıklarının ve kitap sevgisinin değişip gelişeceğini düşünüyor.

"Her hayat bir romandır." fikrine inanan ekip okumanın bir amaç değil araç olduğunun farkında. Amaçlarının kullanıcılarını gerek kitap incelemeleri gerekse yapılacak öykü yarışmaları vasıtası ile yazmaya yani üretime yönlendirmek olduğunu belirtiyorlar.  

Haziran sonu gibi başlamışlar ama Ocak 2013 başından beri yazılım ve tasarım işleri devam ediyormuş. Amaçlarını “internet kütüphanesi olmaktan çok sosyal bir platform haline gelmek” olarak açıklıyorlar... Yani kullanıcıların sadece girip okuduğu kitapları işaretlemesini değil, kendi zevklerine uygun paylaşımlar yapabilmesini, yeni arkadaşlıklar edinmesini, sosyalleşmesini istiyorlar... Bu düzenlemelerle kullanıcıların görüşleriyle beta aşamasının 2013’e sonuna dek sürmesini bekliyorlar... Önümüzdeki 6 aylık planda grupların açılması, kitap içi, yazar ve yayınevi sayfalarının geliştirilmesi, “neler oluyor?” bölümünün farklı bir yapıda zenginleştirilip tek başına güçlü bir kaynak haline getirilmesi (bir gazete sitesi mahiyetinde), kullanıcı profilinin ve içerde sunulan kişisel hizmetlerin geliştirilmesi gibi kalemler mevcut.

Ekibin açıklamasına göre, Neokur.com’un isteği Türkiye’nin okuyan kesminin habedar ve içinde olduğu en gelişmiş markalar üstü platformu olmak. Bu yüzden “Yayınevlerinden ya da online kitap satış sitelerinden gelen teklifler geri çeviriyoruz, kimsenin tekeline geçmemesi için uğraşıyoruz.” diyorlar...


Alfa sürümle birlikte kitap ve aksesuarları (e-book reader, lambalar, mobilyalar vb.) satışı da başlaması planlar arasında... Üyelere en uygun fiyatla ürün sunmak istiyoruz diyorlar... Üyeleri alfa sürecinde, sürekli indirim kuponları ve özel ayrıcalıklarla desteklemeyi amaçlıyorlar... Bu süreçteki en önemli amaçlarını da “Yayınevlerini elimizdeki okuyan kitlenin gücü ile köşeye sıkıştırıp daha uygun fiyatlar almak, kullanıcılarımızın istekleri doğrultusunda baskı uygulayabilmek ve sektörün büyümesini, dolayısıyla düzenli okur sayısını artırmak. Yayıncı ve dağıtımcıların çok da hoşuna gitmeyecek bir strateji yürütmeyi planlıyoruz ama uzun dönemde herkes için daha iyi olacak görüşündeyiz.” sözleriyle açıklıyorlar...

Gelelim siteyle ilgili görüşlerime... İnterneti ve sosyal medyayı olabildiğince iyi kullanıyor olsam da, iş kitaba gelince bir türlü teknolojiyle bağdaştıramıyorum... Bir türlü e-kitap okuyamıyorum örneğin... Sosyal medyanın içine kitabın dahil olmasına da henüz alışabilmiş değilim... Dolayısıyla sitenin benzeri yabancı platformlardan da haberim yok... O konuda bir karşılaştırma yapamayacağım ama, genel hatlarıyla başarılı bir site Neokur... Eksik kitaplar ve yazarlar eklendikçe, okur görüşleriyle okurların gözünde yerini alacağına şüphem yok... Dediğim gibi, biraz nazlı ve eski kafalı bir okurum ben... Ortaokul yıllarından bu yana düzenli şekilde okuyan ve kitap peşinde koşan biri olarak 25 yıl geçmiş, alışkanlıklarımda pek değişmiyor haliyle... Okuduğum tüm kitapları profilime eklemektense kitap okumayı yeğlerim ben... Kitaplardan bahsedeceğime, yenisine başlarım diyen okur tipiyim... Bu düşüncedeki biri olarak siteyle ilgili ben ne desem boş aslında, çok bana hitap eden bir site değil... Ama yeni okurlar için önemli bir site olduğunu düşünüyorum, yeni kitaplar keşfetmek için, kendileri gibi okurlarla tanışmak için zevkle kullanabilirler... İyi kitabın açtığı dünyalarda kaybolmanız dileğiyle, önermesi benden, denemesi sizden...


Dünyaca Ünlü Müzisyenler, "İstinyePark Tunes of September" için Türkiye'de!

$
0
0
İstinyePark yazın son günlerinin tadını, müzikle dolu bir etkinlikle çıkarıyor! Eylül ayı boyunca birbirinden ünlü sanatçıların sahne alacağı İstinyePark Tunes of September’, 4 Eylül’de ‘Glamour Girl’ şarkısıyla tüm dünyada büyük ilgi gören Avusturyalı şarkıcı Louie Austen konseri ile başlayacak. Açıkhavada müzik keyfi yaşatacak konser dizisinde, dünyaca ünlü Grammy adayı kontrtenor Edson Cordeiro 11 Eylül’de, sıradışı caz performanslarıyla tanınan Sarah Ferri ise 18 Eylül’de müzik severlerle İstinyePark’ta bir araya gelecek. Sonbaharı iyi müzikle karşılamak isteyenler, Eylül ayı boyunca her Çarşamba İstinyePark’ta buluşacak. 

İstinyePark misafirlerine sunduğu birbirinden güzel etkinliklere bir yenisini ekliyor. İstanbul’un Eylül akşamlarını açıkhavada müzik keyfiyle daha da güzelleştirecek olan ‘İstinyePark Tunes of September’ın ilk konseri, geçtiğimiz yaz ‘Glamour Girl’ şarkısıyla tüm dünyada büyük ses getiren Avusturyalı şarkıcı Louie Austen olacak. 4 Eylül Çarşamba akşamı İstinyePark ziyaretçilerine unutulmaz bir müzik ziyafeti yaşatacak olan Austen; şarkıcılığın yanı sıra piyanist, akordeoncu, oyuncu ve gitarist ama kendisini akordeoncu ve caz yorumcusu olarak tanımlıyor. 

Glamour Girl’ün dünyaca ünlü şarkıcısı İstinyePark’ta!
Bugüne kadar dünyanın değişik yerlerinde sayısız konser veren ve pek çok albüm projesine imza atan Austen, geçen yaz dünyada ve Türkiye’de geniş kitlelere ulaşan Glamour Girl şarkısıyla kariyerinin zirvesine çıktı. Austen, İstinyePark Tunes of September’da bu kez bambaşka bir konsept ve yeni şarkılarıyla İstanbullu müzik severlerle buluşacak. ‘İstinyePark Tunes of September’ kapsamında 11 Eylül’de gerçekleşecek ikinci konserde ise dünyaca ünlü Grammy adayı Brezilyalı sanatçı Edson Cordeiro sahnede olacak. Kadın sesiyle şarkı söyleyebilen eşsiz kontrtenor, repertuarındaki şarkılarla dinleyenleri büyülemekle kalmıyor, aynı zamanda sahnede yaptığı benzersiz şovlarla da dinleyiciyle mükemmel bir bağ kuruyor.

Kadın sesiyle şarkı söyleyebilen ‘dünyanın sekizinci harikasi’
Eklektik repertuarı ve sahne performansıyla dünyanın dört bir yanında izleyenleri kendine hayran bırakan Cordeiro; Brezilya samba ve bosa novadan, flamenko caz, disco ve operaya kadar pek çok farklı türde müziği pop tavrında dinleyiciyle buluşturuyor. Yakın zamanda Alman basını tarafından 4 oktavlık benzersiz sesiyle "dünyanın sekizinci harikası" ilan edilen Cordeiro, dünyanın pek çok yerinde verdiği konserler ve katıldığı festivallerle geniş kitlelere ulaştı.  Cordeiro gösterisinde Billie Holiday, Amalia Rodrigues, Edith Piaf ve Madonna gibi ilham aldığı kadın sanatçılardan esinlendiği performansıyla izleyicilerine unutamayacakları eğlenceli dakikalar yaşatıyor.

MasterCard’ın sponsorlarından  olduğu Tunes of September’ın üçüncü konserinde 18 Eylül’de sahne alacak Sarah Ferri, tüm dünyada etkileyici sesi ve benzersiz canlı performansları ile ün yapmış bir isim. Özgün şarkılarında caz, swing bossa nova etkilerini hissettiren Ferri’nin müziği, kanındaki ateşli bileşimi yansıtıyor. 'Gizemli Kuzey' karakterini Belçikalı annesinden, 'Ateşli Güney' karakterini ise İtalyan babasından alan Ferri’nin müziğine de yansıyan bu kontrast, yetmişli yılların ruhunu taşıyan müziğini de etkiliyor. 

Eylül ayında her Çarşamba, haftasonu coşkusu İstinyePark’ta!
Dünyaca ünlü şanatçıların performansları eşliğinde açıkhavada müzik dinleyerek haftasonu coşkusu yaşayacağınız; neşeli, rahat ve eğlenceli vakit geçireceğiniz Tunes of September için İstinyePark’ın Facebook sayfası üzerinden yapılacak yarışmaları kazanan şanslı ziyaretçileri, konser günü İstinyePark’ta sürprizler bekliyor olacak. Konserler öncesinde ve sonrasında Power FM Dj’lerinin müzikleriyle renklenecek olan, yazın son günlerinin enerjisini daha da güçlü hissedeceğiniz müzik performanslarıyla Eylül ayı boyunca her Çarşamba İstinyePark Markalar Sokağı’nda müzik severlerle buluşacak Tunes of September konserleri, dünyaca ünlü yıldızları ağırlamaya devam edecek.

Not: Konserler İstinyePark ziyaretçilerine ücretsizdir.
Etkinlik başlangıç/bitiş saati: 19.30/22.00


İlk Bakış: Percy Jackson Sea of Monsters / Percy Jackson: Canavarlar Denizi

$
0
0
Çok satar ergen roman serisi Percy Jackson uyarlamasının ikinci filmi “Percy Jackson: Sea of Monsters”, “Percy Jackson: Canavarlar Denizi” adıyla 16 Ağustos’ta vizyona giriyor...

Deniz Tanrısı Poseidon’un oğlu Percy Jackson’ın maceraları devam ediyor. İlk filmde güçlerini keşfeden ve annesini kurtarmak için arkadaşlarıyla uzun bir yolculuğua çıkan Percy, kendini kahraman gibi hissetmiyor, ona şansın yardım ettiğini düşünüyordur. Percy, canavar bir üvey kardeşi olduğunu öğrenince, Poseidon’un oğlu olmanın bir lanet mi yoksa şans mı olduğunu merak eder. Percy ve arkadaşları yarı tanrıları kurtarmak için sihirli Altın Post’u bulurlar. Macera yolculukları onları Washington’ın Florida eyaletine göürür. Çok tehlikeli sularda mücadele etmek zorunda kalan Percy ve ekibi, insanların Bermuda Şeytan Üçgeni dedikleri yere yani “Canavarlar Denizi” ne girerler. Percy Jackson, Titan saldırıları ve mistik varlıklarla dolu bu yolculukta uyanmakta olan eski bir şeytanı durdurmak zorundadır. Çok tehlikeli sularda mücadele etmek zorunda kalan Percy ve ekibi, insanların Bermuda Şeytan Üçgeni dedikleri yere yani “Canavarlar Denizi” ne girerler… Ateş üfleyen bir boğayla, korkunç deniz canlılarıyla, tek gözlü devlerle savaşırlar. Kaçmak için tırmanmaları gereken kazıklar Percy’nin ulaşamayacağı kadar yüksektir. Soluksuz macera da tam burada başlar…

Filmin başrol oyuncusu Logan Lerman: “Genç oyuncuların aynı sette olması oldukça eğlenceliydi. Ilk filmde zaten çok iyi bir enerjimiz oluşmuştu ve yeni filmi dört gözle bekliyorduk. Filmin hayranlarına ve “Percy Jackson”ı beğenen herkese teşekkür ediyorum.” diyor. “Bu filmin başlangıcında, Percy’nin gücüne güvenerek yaşamadığını görüyoruz. Percy Yunan Tanrısı Poseidon’un baskısı altında olduğunu hissediyor ve sonra bir erkek kardeşi olduğunu öğreniyor. 

Yönetmen Thor Freudenthal “Percy’nin Half-Blood Kampını savunmak için karşısında durması gereken çok fazla şey var ve Kahraman olduğunu kendine kanıtlamak zorunda. Babasından uzak büyüyen Percy, evini korumak ve kahramanlığını kanıtlamak içi yanında sadece arkadaşlarıyla birlikte savaşmak zorunda.” diyor. 
Annabeth Chase karakteriyle geri dönen Alexandra Daddario, Athena’nın kızı yarı tanrıyı canlandırıyor. “İlk filmde tüm kötülüklerin kahramanı olan ve gerçek hayatta asla karşılaşamayacağınızı bir karakteri canlandırıyordum ancak Canavalar Denizi’nde Annabeth’in hassas taraflarını görüyoruz. İlk başlarda çok sert olsa da sonradan içindeki hassas duyguları görüyoruz.” diyor. 

“İlk filmde Zeus’un ışık küresini çalan Luke, Canavarlar Denizi’nde bu macerasına kaldığı yerden devam ediyor. Babasına isyan eden Percy çok sinirli ve öfkeli, Tanrılara gerçek patronun kim olduğunu göstermek istiyor ve bu uğurda herşeyi yapıyor.” diyor Logan.

Harry Potter serisinin başarısından sonra başlayan yeni ergen kahraman filmleri serisini tutturabilme denemelerinin başarılı sonuçlanan örneklerinden Percy Jackson, perdeyi 2010 yılında “Şimşek Hırsızı” ile açmış ve büyük beğeni toplamıştı... Derli toplu anlatımı, temposu ve mitolojik kahramanları perdeye yansıtma başarısıyla öne çıkan filmin yönetmeni de bizzat Potter serisinin yönetmeni Chris Columbus’tu zaten... Bu kez teknik ekipte değişikler mevcut... Senaryoyu uyarlayan isim bu kez işinin ehli bir isim... Son olarak “Arrow”un senaryo ekibinde yer alan, dizilerin yaratıcı ekiplerinden aşina olduğumuz Marc Guggenheim... Yönetmen koltuğunda ise “Diary of a Wimpy Kid” uyarlamasıyla geçer not alan Thor Freudenthal oturuyor... Künyeyi kuvvetlendiren ikili kağıt üzerinde hayli umut verici görünüyor... Logan Lerman, Alexandra Daddario, Douglas Smith ve Leven Rambin de oyuncu kadrosunun başı çeken isimleri... Fragmandan görünen Columbus ile atılan ilk adımın daha da ileriye gittiği... Stüdyonun hesabı tutmuş gibi görünüyor, meraklısı için eğlenceli bir film olacak ama diğer izleyiciler için değişen herhangi bir şey yok...



43 Yıllık Film Nihayet Bitiyor!

$
0
0
1970 yılında 16 yaşındaki bir gencin filminde oynadıkları için 12 Eylül 1980 askeri yönetimi tarafından dayaktan geçirilen köylülerin hikayesi, aradan geçen 43 yılın ardından tamamlanmış olacak. O donem filmi çekmeye çalışan 16 yaşındaki Zeynel Korkmaz'ın oğlu Yönetmen Yasin Korkmaz, babasının yarıda kalan filmini tamamlamak için dayak yiyen köylülerle bir araya geldi. Köylülerin içinde yeniden dayak yemekten korkanlar olsa da, filmin bitmesini isteyenler filmde yer alacaklarını belirtiyor. Komedi tarzında ele alınan filmin ismi ise 'Netekim Karakolu'.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin mağdurlarından Toroslar Köylüsü'nün hikayesi filme konu oluyor. Gerçeğe dayanan olayların işlendiği 'Netekim Karakolu' filminde, 12 Eylül'ün tüm yönleri ele alınıyor. Sadece siyasi görüşlü vatandaşların değil, aynı zamanda gündelik hayatını sürdürmeye çalışan köylü, çiftçi ve yörüklerin de mağduriyetini de anlatan film, daha önce sinemaya konu olmamış ayrıntıları barındırıyor. Filmin çekimlerine sonbaharda başlanıyor.

Yönetmen Yasin Korkmaz, Sanat Yönetmeni Deniz Sandalcı ve Görüntü Yönetmeni Kadir Baziki, olayın yaşandığı Mersin'in Erdemli İlçesi'nde köylülerle bir araya geldi.  Erdemli ilçesi başta olmak üzere pekçok belde ve köyde dönemin belediye başkanları, muhtarları, bekçileri, belediye çalışanları, çiftçiler ve ev kadınlarıyla yapılan görüşmelerde, yaşananların anlaşılması açısından önemli dökümanlar oluşturuldu. 

Filmin hikayesi ise kısaca şöyle: 
1970 yılında Toroslar'ın eteklerinde yaşayan bir grup genç, amatör olarak sinema filmi çekmeye kalkışır. Başlarına gelen ilginç olaylardan nedeniyle film yarıda kalır. 12 Eylül 1980 askeri darbesinde gençlerden birinin evinde çektikleri filme ait fotoğraflar, senaryo ve 16mm film makaraları bulunur. Gençler aksiyon filmi çekmek istemiştir ama o dönemin askeri yönetimi başka şeyler peşindedir. Başta film çekmeye çalışan gençler olmak üzere filmde oynayan bütün köylü silahlı suç örgütü kurmaktan ve gerilla eğitimi almaktan günlerce karakolda kalır ve sorgulanır. Köylünün ifadeleri doğrultusunda örgütün arkasında Stalin mi? Franko mu? Yada Churchill mi olduğu konusu da komutanın kafası karışmıştır. 

Yaşanmış gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak hazırlanan film 12 Eylül 1980 darbesini mizahi bir dille anlatıyor.

İlk Bakış: Jobs

$
0
0
Apple’ın efsanevi CEO’sunun hayatından yola çıkılarak çekilen Jobs, “Bazıları mümkün olanı görür, diğerleri mümkün olanı değiştirir” sloganıyla Amerika’yla aynı anda 16 Ağustos’ta vizyonda...

İkonik Silikon Vadisinin ileri görüşlü mucidi Steve Jobs’u Ashton Kutcher’ın canlandırdığı biyografik film onu ve özel hayatının kesitlerini tanımlıyor, motivasyonlarını ve onu yönlendiren kişileri anlatıyor. Filmde buluşları ile dünyayı değiştiren Jobs’un hayatının ilk zamanları, gençlik yıllarını, ilk başarılarını, düşüşünü ve tekrar esas yükselişini yapışını kapsıyor. Tam bir Amerikan rüyası hikayesi... Çok detaylandırmamıza gerek yok, Steve Jobs’un kim olduğunu bilmeyen kalmamıştır... Şimdi bu öykü beyazperdeye taşınıyor... Matt Whiteley’in senaryosu, “Swing Vote”tan hatırladığımız Joshua Michael Stern tarafından yönetilmiş... 2005 yapımı “Neverwas” ile fantastik dünyaya dalan Stern, üç yıl sonra tek bir oyun neleri değiştireceğini anlatmıştı... İki filminde de vasatı aşabildiğini söylemek mümkün... Söz konusu Jobs’un hayatı olunca daha büyük bir yönetmen beklense de, Stern’e itirazımız yok... Oyuncu kadrosunda ise Ashton Kutcher, Dermot Mulroney, James Woods, Matthew Modine, Lukas Haas, J.K. Simmons ve Lesley Ann Warren yer alıyor...

İlk gösterimini Sundance’te yapan film beklenen başarıyı yaratamıştı... Bunu da normal karşılamak lazım aslında... Bu tür film için henüz erkendi ama yapımcıların para aşkı daha önemli gelmiş olsa gerek... Fragmanı gayet iyi görünüyor ama baştan yanlış ve aceleci bir proje... Jobs’un onca yarattığı şeyden ve genel geçer sözle hayatımızı kolaylaştıran çalışmalarından sonra pazarlama objesine dönüşmesine içerlememekte zor... Bildiğimiz öykü iyi bir kadroyla salonlarda müşteri bekleyecek hepsi bu... Sizi bilmem ama ben pek sıcak bakmıyorum...



Revenge for Jolly! : Köpek Deyip Geçme!

$
0
0
“Yalnız ve güvensiz bir adam, hayatta en çok değer verdiği köpeğinin öldürüldüğünü görünce ne olur?” sorusunun peşinden intikam ateşiyle giden film “Revenge for Jolly!”, “İntikam Timi” adıyla ev sinemasında keşfedilmeyi bekliyor...

2012 yapımı küçük ölçekli bağımsız, kısa filmlerle başladığı kariyerine oyuncu, senarist ve yapımcı kimlikleriyle devam eden Brian Petsos’un ilk uzun metraj senaryosu... Başrolü de üstlenen Petsos’un senaryosunu peliküle aktaran isimse aynı etiketlere görüntü yönetmenliğini de ekleyen ve ilk uzun metrajını yöneten Chadd Harbold... İkilinin ilk önemli deneyimleri “Revenge for Jolly!” oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor... Petsos’a film boyunca eşlik eden Oscar Isaac dışında, kısa rolleriyle renk katanlar arasında Kristen Wiig, Elijah Wood, Adam Brody, Ryan Phillippe, Garret Dillahunt, Amy Seimetz, Kevin Corrigan ve Gillian Jacobs yer alıyor... İlk uzun metraj deneyimi için ilgi çekici bir kadro ve iyi bir fikirle tam bir ışıldayan bağımsız olarak öne çıkıyor “Revenge for Jolly!”... Bu ilginin karşılığını da veriyor... İlk gösterimini geçtiğimiz yıl Tribeca’da yapan ve geçtiğimiz Nisan’da sınırlı sayıda salonda da olsa dağıtıma çıkabilen film, artık ev sinemasında meraklılarını bekliyor...

Filmimiz ilk ağızdan anlatımla başlıyor... Yalnız ve güvensiz sıra dışı bir adam olan Harry, bizi kötü geçen gününe tanık ediyor... İşsiz aylağımız, hayatının ne kadar kötü gittiğini bize ve her seferinde soluğu yanında aldığı kuzeni Cecil’e anlatıyor... Başı belada, önemli birine büyük meblağda borcu var ve üretebildiği tek çözüm bir an önce kentten ayrılmak... Artık vazgeçtim her şeyden diyor, sadece Jolly’i alıp kaçacağım buralardan... Eve döndüğünde gördüğü manzara ise, filmimizin intikam ateşinin fitilini yakıyor... Eve girilmiş ve can dostu köpeği öldürülmüş... Cecil’le Jolly’i gömdükten sonra, artık tek amaçları bunu yapanı bulmak ve öldürmek... 

İntikam ateşinin körükleyen stüdyo işlerinin yanında çok sıradan gibi görünse de, işleyişi olabildiğince özgün ve keyifli bir bağımsız “Revenge for Jolly!”... Petsos’un dur durak bilmeyen senaryosu sayesinde nefes alacak zaman bulmadan akan 84 dakikasıyla kuvvetli bir kült adayı... Sıra dışı karakterler ve diyaloglarla komediyi de elden bırakmayan film, önemli oyuncularıyla da parlıyor... Bir gecelik macerada ikilimiz bilgi almak için gittiği ilk yerden itibaren öldüre öldüre soluğu finalde alıyorlar, ki iyi bir final söz konusu... Barla başlayan gece, fahişelerden düğüne kadar uzanıyor ve anlatıcımızın yardımıyla kötü günü hep birlikte yaşıyor izleyici... Üstelik koca gecede peşlerinden gelen kimse yok, polis bile... Boş geçen bir an barındırmamasına rağmen bir zirve noktası, zıvanadan çıkma ya da zincirlerinden boşanma anı olmaması en önemli eksiği... Keyifi katlayabilecek bir sahne iyi olabilirdi ama ikili dengeli gitmeyi tercih etmiş belli ki... Bir başka tercihi de, bunca cinayete rağmen intikamı işleme tercihi... Aksiyona kayabilir ya da daha fazla kana bulanabilirdi ama Petsos bağımsız film şablonunda şaşmadan daha sıcak ve samimi öykü yaratmış, ki bu sayede çok orjinal bir şey izlemeseniz bile tatmin olabilmenizi sağlıyor... Kısacası, şans verilmesi gereken filmlerden biri... İyi senaryosu ve temposuyla keyifli bir seyir vaadeden film, daha fazla izleyici hak etmenin yanında, ikilinin bundan sonraki işleri içinde beklenti yaratan başarılı bir ilk deneme...


İlk Bakış: Lore / Savaşın Gölgesinde

$
0
0
Başarılı yönetmen Cate Shortland’in katıldığı hemen hemen tüm festivallerden ödülle dönen ve eleştirmenlerin favorisi haline gelen filmi “Lore”, “Savaşın Gölgesinde” adıyla 16 Ağustos’ta gösterime giriyor.

2. Dünya Savaşı’na ters köşeden bir bakış atan film, alışılmış 2. Dünya Savaşı filmlerinin aksine izleyiciyi “karşı tarafın” sıradan bir ailesiyle tanıştırıyor. Anne ve babası Hitler yanlısı olan Lore, savaş sonrası kardeşleriyle bir başına kalır. Nazi sempatizanları teker teker yakalanarak öldürülürken Lore dört kardeşini yanınaalarak yollara düşer. Savaşın bitişiyle hüküm süren kargaşa, yokluk ve acının ortasında çaresizce tehlikelerden kaçmaya ve yolunu bulmaya çalışan Lore, Thomas adında gizemli bir Yahudi mülteciyle karşılaşır. Şimdi kardeşleriyle birlikte hayatta kalmak için hayatı boyunca düşman bildiği ve hep nefret etmesi gerektiği öğretilen bir Yahudi’ye güvenmek zorundadır. Bütün bu olanlar Lore’un dünyasını alt üst edecek ve bildiği her şeyi sonsuza dek değiştirecektir.

Avustralya’nın 2013 En İyi Yabancı Film Oscar Adayı olan film, düşman kavramını sorgulayıp savaşın gölgesinde büyümekte olan bir genç kızın dünyasına odaklanıyor. Max Richter’in müzikleri ve Adam Arkapaw’ın çok beğenilen görüntü yönetmenliğiyle dikkat çeken “Savaşın Gölgesinde”nin 20’nin üzerinde ödülü bulunuyor.

Ülkemizdeki ilk gösterimini Filmekimi’nde yapan film, yılın en önemlilerinden biri olarak geçte olsa nihayet yaygın dağıtıma çıkıyor... Yine az kopyayla çok salonu es geçip, anadolu sinemalarında gösterime girmezse es geçmeyin, dalın torrente izleyin...




İlk Bakış: Kick-Ass 2 / Göster Gününü 2

$
0
0
2010 yılın hit filmlerinden biri olan Kick Ass’ın devam filmi “Kick Ass 2”, “Göster Gününü 2” adıyla gösterime giriyor... İlk filmi ıskalayan dağıtımcılar sayesinde ev sinemasında izlemiştik ama bu kez beyazperde keyfi bizi bekliyor...

Kick-Ass, Hit Girl ve Red Mist, 2010 yılının dünya çapındaki hit filminin devamı olan “Göster Gününü 2” için geri geliyorlar. Kick Ass’ın çılgın cesareti, saldırgan Albay Stars ve Stripes tarafından yönetilen, kendi kendini geliştirmiş, yeni bir maskeli savaşçılar dalgasına ilham verir. Bu amatör süper kahramanlar, The Mother Fucker olarak yeninden doğan Red Mist tarafından takip edildiklerinde yok olmalarına ancak Hit Girl engel olabilecektir. 

Küçük suikastçi Hit Girl ile genç koruma Kick-Ass’i son gördüğümüzde normal gençler Mindy ve Dave olarak yaşamaya çalışıyorlardı. Dave, mezuniyeti yaklaşırken ve ne yapacağını bilemez bir haldeyken Mindy’yle dünyanın ilk süper kahraman takımını kurmaya karar verir. Ne yazık ki Mindy, gizlice Hit Girl olurken yakalanınca işi bırakmak ve liseli kötü kızların korkunç dünyasını tek başına yönlendirmek zorunda kalır. Gideceği kimse kalmayan Dave, Albay Stars and Stripes ismindeki yeniden doğmuş, eski bir gangsterin başında olduğu Justice Forever ile güçlerini birleştirir. Tam da sokaklarda gerçek bir fark yaratmaya başladıklarında, dünyanın ilk süper kötü adamı The Mother Fucker, kendi kötü takımını toplar ve babasına yaptıklarını Kick-Ass ile Hit-Girl’e ödetmek için bir planı devreye sokar. Ancak planında bir sorun vardır: Justice Forever’ın bir üyesiyle uğraşırsan, hepsiyle birden uğraşırsın.

Matthew Vaughn’ın yönettiği ilk film dünya çapında hit olmuş ve ödül avcısına da dönüşmüştü... Marc Millar’ın çizgi romanından uyarlanan film, benzeri süper kahraman filmlerinden farklı yapısıyla seyirciye kendini çabucak sevdirmişti... Devam filminde yönetmen koltuğunda değişim var... Kısa filmlerle başladığı kariyerinde ilk uzun metrajına 2005’te gençlerin kesilip doğrandığı gerilim “Cry_Wolf” ile imza atan, üç yıl sonra bu kez “Never Back Down” ile dövüş filmine geçiş yapan Jeff Wadlow, “Kick-Ass 2” ile ilk önemli sınavında... En azından dövüş sahnelerinde sıkıntı çekmeyeceğini biliyoruz... Aaron Taylor-Johnson, Chloë Grace Moretz, Christopher Mintz-Plasse, Morris Chestnut, John Leguizamo, Donald Faison ve Jim Carrey’den oluşan oyuncu kadrosuysa korunmakla kalmamış, yenilerle güçlendirilmiş...

Seyircinin ilgisiyle doğan devam filmi, yaygın devam filmi isteksizliğimize karşı önemli istisnalardan biri gibi duruyor şimdilik... Dünyayla aynı anda gösterime girecek olmasıyla da, sadece çizgi roman severlere değil, herkese hitap eden keyifli bir seyir vaadediyor... Merakla bekliyor, gün sayıyoruz...



Nirvana "In Utero 20th Anniversary Edition"dan Detaylar

$
0
0
Grunge efsanesi Nirvana’nın son stüdyo albümü “In Utero”nun 20 yaşına basacak olması sebebiyle yayınlanacak yıldönümü edisyonunun merakla beklenen detayları açıklandı...

Nevermind ile patlayan grup, albüme giriştiğinde Kurt Cobain ile plak şirketi arasındaki anlaşmazlıklar kayıt sürecini bolca etkilemişti. Cobain’in daha sert bir sound isteğini, çok satması beklenen albüm için doğru bulmayan şirket bazı şarkıları veto ederek kendi bildiğini okutmuştu... Bu sürece şahit olabilme ihtimali sebebiyle, yeni baskı için meraklı bir bekleyiş mevcut... İlk gelen bilgilerde 3 cd ve 1 dvd’den oluşan setin 75’ten fazla şarkı içereceği açıklanmıştı... Bugün açıklanan şarkı listesi de bunu doğruluyor...

Açıklanan şarkı listesinden sonra anladığımız setin yeni bir şarkı içermediği... Farklı mixlerle ve kitapçıkla yetineceğiz gibi görünüyor... İkinci cd’de yer alan demolarla “Forgotten Tune” ve “Jam”in daha önce korsan baskı toplamalarda yer alması bakımından, Nirvana fanlarını orjinal derli toplu bir sete sahip olmak dışında gönlünü çelecek bir durum yok... Yine de, nirvana söz konusunda duramayan benim gibiler için 23 Eylül iple çekilmesi gereken bir gün...

In Utero 20th anniversary track list

CD1 (Original album plus all B-sides & bonus tracks recorded at Pachyderm):
01 “Serve The Servants” (Albini mix/original release)
02 “Scentless Apprentice” (Albini mix/original release)
03 “Heart-Shaped Box” (Litt mix/original release)
04 “Rape Me” (Albini mix/original release)
05 “Frances Farmer Will Have Her Revenge On Seattle” (Albini mix/original release)
06 “Dumb” (Albini mix/original release)
07 “Very Ape” (Albini mix/original release)
08 “Milk It” (Albini mix/original release)
09 “Pennyroyal Tea” (Albini mix/original release)
10 “Radio Friendly Unit Shifter” (Albini mix/original release)
11 “tourette’s” (Albini mix/original release)
12 “All Apologies” (Litt mix/original release)
13 “Gallons Of Rubbing Alcohol Flow Through The Strip” (ex-U.S. bonus track)
14 “Marigold” (B-side; “Heart Shaped Box)
15 “Moist Vagina” (B-side; “All Apologies”)
16 “Sappy” (No Alternative compilation track)
17 “I Hate Myself And Want To Die” (The Beavis & Butt-Head Experience compilation track)
18 “Pennyroyal Tea” (Litt mix)
19 “Heart-Shaped Box” (Albini mix/unreleased)
20 “All Apologies” (Albini mix/unreleased)

CD2 (2013 album mix plus pre-album demos):
01 “Serve The Servants” (2013 mix)
02 “Scentless Apprentice” (2013 mix)
03 “Heart-Shaped Box” (2013 mix)
04 “Rape Me” (2013 mix)
05 “Frances Farmer Will Have Her Revenge On Seattle” (2013 mix)
06 “Dumb” (2013 mix)
07 “Very Ape” (2013 mix)
08 “Milk It” (2013 mix)
09 “Pennyroyal Tea” (2013 mix)
10 “Radio Friendly Unit Shifter” (2013 mix)
11 “tourette’s” (2013 mix)
12 “All Apologies (2013 mix)
13 “Scentless Apprentice” (Rio demo)
14 “Frances Farmer Will Have Her Revenge On Seattle” (Laundry Room demo)
15 “Dumb” (Word Of Mouth demo)
16 “Very Ape” (Rio demo)
17 “Pennyroyal Tea” (Word Of Mouth demo)
18 “Radio Friendly Unit Shifter” (Word Of Mouth demo)
19 “tourette’s” (Word Of Mouth demo)
20 “Marigold” (Upland Studios demo)
21 “All Apologies” (Music Source demo)
22 “Forgotten Tune” (Rehearsal)
23 “Jam” (Word Of Mouth demo)

CD3 (Live & Loud: Live at Pier 48, Seattle, WA – 12/13/93):
01 “Radio Friendly Unit Shifter”
02 “Drain You”
03 “Breed”
04 “Serve The Servants”
05 “Rape Me”
06 “Sliver”
07 “Pennyroyal Tea”
08 “Scentless Apprentice”
09 “All Apologies”
10 “Heart-Shaped Box”
11 “Blew”
12 “The Man Who Sold The World”
13 “School”
14 “Come As You Are”
15 “Lithium”
16 “About a Girl”
17 “Endless, Nameless”

DVD (Live & Loud: Live at Pier 48, Seattle, WA – 12/13/93):
01 “Radio Friendly Unit Shifter”
02 “Drain You”
03 “Breed”
04 “Serve The Servants”
05 “Rape Me”
06 “Sliver”
07 “Pennyroyal Tea”
08 “Scentless Apprentice”
09 “All Apologies”
10 “Heart-Shaped Box”
11 “Blew”
12 “The Man Who Sold The World”
13 “School”
14 “Come As You Are”
15 “Lithium”
16 “About A Girl”
17 “Endless, Nameless”
EXTRAS:
18 “Very Ape” (Live & Loud Rehearsal)
19 “Radio Friendly Unit Shifter” (Live & Loud Rehearsal)
20 “Rape Me” (Live & Loud Rehearsal)
21 “Pennyroyal Tea” (Live & Loud Rehearsal)
22 “Heart-Shaped Box” (Original Music Video + Director’s Cut)
23 “Rape Me” (Live on “Nulle Part Ailleurs” – Paris, France)
24 “Pennyroyal Tea” (Live on “Nulle Part Ailleurs” – Paris, France)
25 “Drain You” (Live on “Nulle Part Ailleurs” – Paris, France)
26 “Serve The Servants” (Live on “Tunnel” – Rome, Italy)
27 “Radio Friendly Unit Shifter” (Live in Munich, Germany)
28 “My Best Friend’s Girl” (Cars cover) (Live in Munich, Germany)
29 “Drain You” (Live in Munich, Germany)


Sharknado : Sepra Peratus

$
0
0
Televizyon kanallarının izleyicinin mumla arandığı yaz dönemi manevralarında sık sık başvurduğu ucuz tv filmleri, uzun süre sonra ilk defa ses getirdi... Syfy’ın sıklıkla yaptığı denemelerin izle unut etiketi alarak genellenmesinin dışına çıkan film, üstelik bunu olabildiğince berbat haliyle başarıyor... Yayınlandığı gün reyting rekoru kıran ve bir kaç kez tekrar yayınlanan “Sharkando”, en basit tabiriyle rezil bir film ama arada rezil filmlerde eğlendirip, dilden dile yayılıyor... 

Aslında ortada ne mantıklı bir senaryo ne de yönetmenlik becerisi var ama biz yine de adet olduğu üzere, önce künyeye bakalım... Ki o künye de az buz değil... Merakla beklenen gişe filmlerinin benzerleriyle beslenen, yakın adlarıyla seyircinin aklını çelen ucuz işlerin yaratıcılarından Thunder Levin senaryoyu kotaran isim... Sinemayı pc başından takip edenlerin özellikle “American Battleship” ve “AE: Apocalypse Earth” ile bildiği Levin, mantığa ihtiyaç duymayan filmlerle kendi tarzını oluşturmaya doğru giden bir isim... Yönetmen koltuğunda da benzer bir isim var: Anthony C. Ferrante... Sinemanın her alanında iş çıkaran çok yönlü kişilik Ferrante, adını 2005 yapımı korku “Boo” ile duyurmuş bir isim... B türüne yönetmen olarak geçişi ise bu yıl video pazarına sunulan “Hansel & Gretel” ile olmuş... Ki onunda “Sharknado”dan daha kötü olduğunu belirteyim, siz anlayın gerisini... 90’ların meşhur gençlik dizisi “Evimiz Hollywood’da” dizisinden Ian Ziering’in başını çektiği kadro, Tara Reid, John Heard, Cassie Scerbo, Jaason Simmons, Alex Arleo ve Neil H. Berkow’dan oluşuyor... Doğal olarak oyunculuğun yanından bile geçemiyorlar... 

Santa Monica sahilindeyiz, tam köpek balıklarının göç mevsimi... Kopan şiddetli fırtınayla korkulan oluyor ve köpek balıkları sahile vuruyor, sayılamayacak kadar çoklar... Yalnız filmimizde sıradan hayvan değiller, her yerde dehşet saçıyorlar... Ne de olsa fırtına şehre sel getirince, şehrin içinde hatta evlerin bile içinde terör estiriyorlar... Öyle ki sonu yok bu durumun... Fırtına hortuma dönüşünce, uçarakta dehşet saçıyorlar... Akla mantığa ihtiyaç duymayan senaryo, bir dakikası bir dakkasını tutmayan bolca hatayla, olay örgüsünü bir yana bırakıp saçmalıklar silsilesini öyle bir sele dönüştürüyor ki, kapılmamak elde değil... Daha ne kadar saçmalanabilir diye düşünerek zevk alıyorsunuz ve her defasında filmimiz bir cevap veriyor, daha da saçmalıyor... Başka bir şeye de benzemiyor... Baş karakterimizin filmdeki düsturunu uygulamak gerekiyor... “Sepra Peratus”, yani “Her zaman hazır ol”mak lazım... Bunca saçmalığa rağmen sıkılmadan izlediğiniz “Sharknado”, müthiş final sahnesiyle de “yok artık” ile “oha” arasına konuşlandırıyor sizi... Az buz değil yani, boş yok her saniyesi olay!... Fenomene dönüşmesinin hemen ardından, devam filmin gelecek olması da ayrı bir meydan okuma gibi... Saçmalıklar devam edecek belli ki...

Köpek balıklarının deniz dışında her yerde korku salabildiği çöp film, hem arkadaş ortamında izlediğinde bolca geyik malzemesi veriyor, hem de suçlu zevke dönüşüyor... Arada kötü filmlerde izlemekten korkmayanlar için tam bir hazine, ıskalamayın!


Low Winter Sun : Kirli Polisin İzinde...

$
0
0
Dizi dünyasının az ama öz yapımla sivrilen kanalı AMC’nin Ağustos yenisi “Low Winter Sun”, geçtiğimiz pazar akşamı pilot bölümle ilk sezonuna başladı... İzleyicisini ilk andan itibaren bir olayın peşine takan dizi, sonunda da bolca soruyla başbaşa bırakıyor...

“Low Winter Sun”, artık alıştığımız üzere bir ingiliz işinin Amerikan uyarlaması... Aynı adlı 2006 yapımı mini dizi, 180 dakikalık bir tv filmi olarak geçiyor ama ilk yayını 14 Eylül’de yapmış ve en iyi drama dalında Bafta’ya aday gösterilmiş bir yapım... Alışıldık İngiliz ağırlığının dışında, karanlık ve sert olması zaman geçse de eskimemesinde de etken olarak görülüyor... Amerikan uyarlamasında başı çeken isim, “Criminal Minds: Suspect Behavior”un yaratıcısı Chris Mundy... Uyarlamanın başını çeken Mundy, yanına da bildiğimiz dizilerin yazar ve prodüktörlerinden karma oluşturmuş... “Hung”tan Brett C. Leonard, “Sons of Anarchy”den Dave Erickson ve “The Big C”den Melanie Marnich’ten oluşan yazar kadrosu, bir uyarlama için bile fazla iyi görünerek ilgi çekiyor... Oyuncu kadrosunda da orjinal versiyondaki rolü yeniden üstlenen Mark Strong başı çekerken, Lennie James, Heather Fairbanks, Pennie-Marie Hawkins, Joseph Kathrein, Billy Lush ve James Ransone eşlik eden diğer oyuncular... İlk bölümden öne çıkan müziklerin altında da “300” ve “Watchmen” başta olmak üzere sayısız başarılı işe imza atmış Tyler Bates yer alıyor... Daha künyeyi sayarken bile tam bir AMC işi olduğu, beğenmeme ihtimalinin düşüklüğü belli... Tahmin edildiği gibi daha ilk andan itibaren kendini sevdirip, 42 dakka sonra yeni bölümü bekleten dizilerden biri oluyor “Low Winter Sun”...

Konumuza gelince... Önce iki dedektifle tanışıyoruz... Frank ve Joe, meslektaşları Brendan McCann’i nasıl öldürecekleri üzerine konuşmalarına davet ediyor bizi... Açılışla birlikte, suça bulaşmış kirli polisi öldürüp intihar süsü vermeye çalışan ikilimiz bunda başarılı oluyor ama şimdilik... Bir gün sonrasında merkeze McCann’in soruşturması için gelen iç işleriyle, McCann’ın baskın yapıp malı vereceği suç ortakları da işler karışıyor... McCann gerçekten kirli polis mi, suçu yalnız başına mı işliyor, ortağı Joe ne kadar temiz... En önemlisi de her şeyi Frank’in gözünden izlerken eminmiyiz onun da iyi olduğuna... Ya ters köşe olursak... Bölümün sonunda McCann’in cesedi bulunanca, amirinin verdiği görevle Frank artık tüm soruların peşine düşüyor... 

Çok iyi bir pilot bölümle, dedektifin dedektifi öldürmesiyle doğan soruların peşinde geçecek bir sezon bizi bekliyor... İlk bölümden görünen, yazın hit dizisi potansiyeli... Orjinali kadar karanlık ve sert olabilir, dozu arttırırsa daha çok konuşacağımız, bir sonraki bölümü iple çekeceğimiz şimdiden belli... Polisiye sevenler başta olmakta üzere, yaz kuraklığında yeni dizi arayışında olanların bir göz atmasında fayda var... 


Peki Ya ‘Renklerin Tarihi’?

$
0
0
Michel Pastoureau’nun bu şaşırtıcı çalışması, Antikçağ ve Ortaçağ toplumlarından Modern Çağ’a kadar, söz dağarcıkları, kumaşlar, giysiler, semboller, günlük yaşam, din ve sanat üzerinden mavi rengin toplumsal alandaki evrimini inceliyor.

“Renk, doğal bir fenomen olmadığı gibi her çözümlemeye değilse bile, her genellemeye direnen karmaşık bir kültürel yapıdır. Birçok güç sorun ortaya koyar. Bu konudaki ciddi çalışmaların az olmasının ve incelemesini tarihsel bir perspektifte ihtiyatla ve sağduyulu bir şekilde tasarlayanların daha da nadir bulunmasının nedeni kuşkusuz budur. Birçok yazar, tam tersine, mekân ve zamanla oynamayı ve rengin evrensel ya da ilk örneksel sözde hakikatlerini araştırmayı tercih etmektedir. Ne var ki tarihçi için bu tür doğruluklar yoktur. Renk, öncelikle toplumsal bir olgudur. Sindirilmemiş ya da –daha da kötüsü– işi değersiz, içrek bir psikolojiye döken nörobiyolojik bir bilgiye dayanan bazı kitapların bizi inandırmak istediği gibi, rengin kültürlerarası bir hakikati yoktur. Yazık ki, bu konudaki kaynakça üzücü bir şekilde bu tür kitaplarla doludur. 
Tarihçiler, bu durumdan az ya da çok sorumludur; çünkü renklerden nadir olarak söz etmişlerdir.”

Mavi rengin Avrupa toplumlarındaki tarihi, tam bir yön değiştirmeden ibarettir: Bu renk, Eski Yunanlılar ve Romalılar için pek önem taşımaz, hatta onların gözlerine kötü görünür. Oysa mavi, yeşil ve kırmızıyla karşılaştırıldığında, bugün Avrupa'nın her yerinde açık ara farkla en sevilen renktir.

Michel Pastoureau'nun çalışması, Antik Çağ ve Ortaçağ toplumlarından modern çağa kadar, söz dağarcıkları, kumaşlar ve giysiler, günlük yaşam, simgeler gibi mavi rengin toplumsal pratikleri ile edebî ve sanatsal yaratımdaki yeri üzerinde durarak bu yön değiştirmenin tarihini anlatıyor. Aynı zamanda mavinin çağdaş dönemdeki üstünlüğünü değerlendiriyor; kullanımlarının ve anlamlarının bilançosunu çıkarıyor, geleceğini sorguluyor. Pastoureau, renklerin de bir tarihi ve hayatı olduğunu, mavinin heyecan verici macerasıyla gözler önüne seriyor.

MAVİ / BİR RENGİN TARİHİ
Yazar: Michel Pastoureau
Çeviren: İnci Malak Uysal
Tür: Kırkmerak
Sayfa sayısı: 661 Sayfa
Fiyatı: 15 TL
Yayın tarihi: 13 Ağustos 2013


Viewing all 3916 articles
Browse latest View live