Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3916 articles
Browse latest View live

Šejla Kamerić'in Kişisel Sergisi "Bim Bam Bom Çarpınca Kalp" Aralık'ta Arter’de

$
0
0
Arter’de, 11 Aralık 2015 – 28 Şubat 2016 tarihleri arasında Bosnalı sanatçı Šejla Kamerić'in "Bim Bam Bom Çarpınca Kalp" başlıklı sergisi yer alıyor. Kamerić'in Türkiye’de gerçekleşen ilk kişisel sergisi, sanatçının işlerinden kapsamlı bir seçkiyi bir araya getiriyor. Kamerić’in kendi deneyimlerinden, anılarından ve hayallerinden hareketle şekillenen işleri, zor zamanlarda hayatın inceliklerinin bir kenara itilemeyeceğini hatırlatır ve bu yolla karmaşık bir psiko-coğrafi manzarayı gözler önüne sererken, insanın direnme gücünü vurgular. Serginin bir punk-rock şarkısının sözlerinden alınan başlığı, hayata ve aşka dair ortak bir çelişkiyi akla getirir: Nedensiz bir neşe ile kaybetme korkusunun sürekli bir arada varoluşu. Küratörlüğünü Başak Doğa Temür'ün yaptığı sergide video, fotoğraf, yerleştirme ve heykel gibi çeşitli mecralardaki işlerin yanı sıra, sanatçının bu sergi için ürettiği üç yeni yapıtı da gösteriliyor. 

Kamerić'in işlerinin çoğu sanatçının Bosna Savaşı'na (1992–1995) dair deneyimlerine ve anılarına dayanıyor. En çok bilinen yapıtlarından biri olan 2003 tarihli “Bosnalı Kız”, Kamerić’in kendi portresi üzerine yerleştirdiği bir grafitiden oluşuyor: “DİŞSİZ...? BIYIKLI...? LEŞ GİBİ KOKUYO...? BOSNALI KIZ!” Bu metin, savaş sırasında Bosna-Hersek’te bulunan Birleşmiş Milletler Koruma Gücü’nde görevlendirilmiş Hollandalı bir asker tarafından duvara yazılmış. Sanatçının bir kamusal alan projesi olarak tasarladığı “Bosnalı Kız” afişler ve reklam panoları üzerinde Saraybosna sokaklarında sergilendi. Arter’deki sergide bu işin, Vehbi Koç Vakfı Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nda yer alan bir edisyonu gösteriliyor.

Kamerić, pek çok farklı işinde kendi imgesini sıkça kullanıyor. Sanatçının bu stratejiye başvurduğu en yeni işi, dokuz aylık hamileyken üzgün palyaço Pierrot kılığında poz verdiği “Embarazada” (2015). Sergide benzer çizgideki “Temel İhtiyaçlar” (2001), “Keder” (2015), ve “30 Yıl Sonra” (2006) gibi işler de yer alıyor.

“Bim Bam Bom Çarpınca Kalp”, Kamerić’in geçmiş ve gelecek arasındaki sınırların ortadan kalktığı film ve video işlerinden de geniş bir seçkiye yer veriyor. Sanatçının 2010 tarihli “Mutluluk” isimli filmi İkinci Dünya Savaşı’nın izlerinin hâlâ var olduğu bir şehir olan Berlin’de çekildi. “Mutluluk”ta üç ana karakter var: biri genç, biri yaşlı iki kadın ve boş sokakları, kepenkleri kapalı dükkânlarıyla Berlin şehri. İki kadın film boyunca hiç karşılaşmıyorlar. Kamerić izleyiciye bu iki karakter arasında bir bağ olduğunu ima eden en ufak bir ipucu da sunmuyor. Fakat, aralarındaki fiziksel benzerlik ve aynı aksesuarı kullanmaları, zamanda bir kayma ve bir belirsizlik hissi yaratıyor. Berlin şehri ise geçmişteki bir acıyı hatırlatarak belirsiz bir gelecekte benzer bir acının yaşanma ihtimaline işaret ediyor.

Kamerić’in Londra’daki Wellcome Koleksiyonu’nun siparişiyle 2015’te “Adli Tıp: Suçun Anatomisi” isimli sergi için ürettiği “Ab uno disce omnes”, bu sergiden sonra ilk kez Arter’de gösteriliyor. Bosna Savaşı’ndan sonra adli tıp biliminin savaş suçlarının araştırılmasında ve kayıpların bulunmasında oynadığı önemli rolden hareket eden sanatçı, bu iş için iki sene süren kapsamlı bir alan çalışması yürüttü. Kamerić bu süre zarfında morglara, DNA laboratuvarlarına, mezarlıklara, zulüm ve suç mahallerine yaptığı ziyaretlerin yanı sıra, bölgesel ve uluslararası kuruluşlarla, kayıp yakınlarıyla ve toplama kamplarından sağ kurtulanlarla birlikte çalıştı. Sanatçının bir “veri anıtı” olarak adlandırdığı “Ab uno disce omnes” iki parçadan oluşuyor: Araştırma süresince kaydettiği 85 saatlik görüntüyü içeren bir video ve herkesin kendi belgelerini yükleyebildiği, sürekli gelişen bir web sitesi (http://abunodisceomnes.wellcomecollection.org). Bu proje aynı zamanda hükümetlerin ellerindeki belgeleri yayınlamaları için bir baskı oluşturdu ve toplu mezarların yerleri ile kayıp listelerinin yayınlanmalarını sağladı. Bugün, savaşın üzerinden 20 sene geçmiş olmasına rağmen, savaşın üç tarafı hâlâ hikâyeyi kendi bakış açılarından anlatmaya devam ediyor. “Ab uno disce omnes” (bu Latince başlık, “bir şeyden her şeyi öğren” anlamına geliyor) ile birlikte Kamerić tarafsız, bağımsız parçalardan oluşan ve sürekli gelişme potansiyeli taşıyan yeni bir “anlatı” sunuyor ve böylelikle, “büyük anlatı”ların yanıltıcı olabileceğinin altını çiziyor.

ŠEJLA KAMERIĆ
Saraybosna doğumlu Šejla Kamerić, 1996’da Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu. Katıldığı büyük sergiler arasında Gwangju Bienali (Gwangju, Kore 2012), Baltık Çağdaş Sanat Bienali (Szczecinie, Polanya, 2009), 15. Sidney Bienali (Sidney, Avusturalya, 2006), TABOO / Tiran Bienali (Tiran, Arnavutluk, 2005) and MANIFESTA 3 (Lubliyana, Slovenya, 2000) yer alırken, sanatçının son yıllardaki seçilmiş kişisel sergileri arasında Kosova Ulusal Galerisi (Priştine, Kosova, 2015), Vilnius Çağdaş Sanat Merkezi (Vilnius, Litvanya, 2012), Belgrad Çağdaş Sanat Müzesi (Belgrad, Sırbistan, 2012) Kunsthaus Graz (Graz, Avusturya, 2012), MSUM (Lubliyana, Slovenya, 2012), Çağdaş Sanat Müzesi (Zagreb, Hırvatistan, 2011) ve MACBA (Barselona, İspanya, 2011) bulunmaktadır. Kameric’in, ilk gösterimi Venedik Film Festivali’nde yapılan “Ben Ne Anlarım Ki” isimli kısa filmi, 2007 yılında Zagreb Film Festivali’nde En İyi Kısa Film seçilirken, 2008 Adana Altın Koza Film Festivali’nde ise Kurmaca Dalında En İyi Film ödülünü aldı. 2011 yılında Avrupa Kültür Vakfı’nın (ECF), Hollanda Prensesi Margriet onuruna kültürel çeşitliliğe katkıda bulunan sanatçı, aktivist ve düşünürlere verdiği Routes Ödülü'ne layık görüldü ve 2007 yılında DAAD-Berlin Sanatçı Bursu’nu kazandı. Kamerić’in işleri, Paris Çağdaş Sanat Müzesi (Fransa); MACBA (Barselona); Boijmans Van Beuningen Müzesi (Rotterdam); Çağdaş Sanat Müzesi (Zagreb); ERSTE Koleksiyonu (Viyana); Vehbi Koç Vakfı (İstanbul) ve Telekom Sanat Koleksiyonu (Bonn) gibi Avrupa’nın tanınmış koleksiyonlarında yer alıyor.”

ARTER - sanat için alan  
İstiklal Caddesi No: 211, Beyoğlu 
www.arter.org.tr

Arter’in açık olduğu gün ve saatler: 
Salı–Perşembe 11:00–19:00 
Cuma-Pazar   12:00–20:00 
Pazartesi günleri kapalı.
Arter sergilerine giriş ücretsizdir.



Gündüz Vassaf'tan Yepyeni Bir Kitap: Nâzım...

$
0
0
Gündüz Vassaf'ın yeni kitabı Nâzım Aylak Adam Yayınları etiketiyle raflarda. Hem Çocuklara Hem Hiç Büyümeyenlere!

Yaşamı mücadelelerle ve umut yolculuklarıyla sürmüş olan “tepeden tırnağa insan" Nâzım Hikmet, Gündüz Vassaf’ın şiirsel kalemiyle yeniden hayat buluyor.

Genç Nâzım’la karşılaşmak,
Baba Nâzım’la buluşmak,
Şair Nâzım’ın dizeleriyle yaşamı bir kez daha renklendirmek…
Tüm bunlar için size yalnızca sayfaları çevirmek kalıyor.

Gündüz Vassaf'ın Kelimeleri
Dilem Serbest'in Resimleriyle
Çocuklara Göre Büyükler
Büyüklere Göre Çocuklar için 
Nâzım Hikmet

Nâzım
Yazar: Gündüz Vassaf
Resimleyen: Dilem Serbest
Yayınevi: Aylak Adam
1.Basım: Kasım 2015
Sayfa: 88
Etiket Fiyatı: 17,00 TL

Arcade Fire !f’e ilham veriyor!

$
0
0
!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin 15. yaşına özel hazırladığı ‘!f İlham Serisi’, “The Reflektor Tapes” ile devam ediyor. Müzik  severlerin dört gözle beklediği ve 24 Kasım’da Babylon Bomonti’de gösterilecek olan film, indie rock’un en sevilen gruplarından Arcade Fire’ın 2013’te çıkardığı ve eleştirmenlerce “yılın albümü” seçilen Reflektor’un yolculuğunu anlatıyor. 

Mars Cinema Group ortaklığında 18 Şubat-6 Mart 2016 tarihlerinde gerçekleşecek !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin 15. yaşına özel hazırladığı ‘!f İlham Serisi’, “The Reflektor Tapes” ile devam ediyor. 24 Kasım’da Babylon Bomonti’de gösterilecek “The Reflektor Tapes”, Montrealli indie rock grubu Arcade Fire’ın eleştirmenlerce “2013’ün albümü” seçilen Reflektor’ü yaratış süreçlerini ve albümle dünyayı turlarken uğradıkları Haiti, Los Angeles ve Londra’da yaşadıkları ruhsal deneyimleri konu alıyor. Dünyada 24 Eylül’de sınırlı sayıda sinema salonunda gösterime giren film, Türkiye’de ilk kez ve sadece ‘!f İlham Serisi’ kapsamında seyirciyle buluşuyor.

Bowie’den Jonze’a, herkes onlara hayran!
Henüz dördüncü albümlerini çıkarmalarına rağmen indie rock dünyasının en iyi gruplarının başında gelmeyi başaran Arcade Fire, özellikle samimi sözleri ve anakımdan uzak duruşlarıyla sıkı bir hayran kitlesine sahip. 2004’te yayınladıkları ve müzik dünyasını sarsan ilk albümleri ‘Funeral’ın yankısı dinmeden 2005’te Central Park’ta verdikleri konserde David Bowie’nin ‘Wake Up’ adlı şarkılarına eşlik etmesiyle geniş kitlelere ulaşan grup, asıl şöhreti 2011 yılındaki Grammy’lerde üçüncü albümleri ‘The Suburbs’ ile ‘Yılın Albümü’ ödülünü kazanmalarıyla yakalamıştı. 2013’te yakın dostları Spike Jonze’un “Her” filminin müziklerini yaparak hayranlarını ikiye katlayan grup, aynı yıl yayınlanan albümleri ‘Reflektor’ ile büyük bir başarı elde etmişti. LCD Soundsystem’ın yaratıcısı James Murphy’nin yapımcılığında çıkardıkları ve disko, punk-funk, dub ve glam rock gibi türlerin etkileyici bir karması olan albüm, ‘Funeral’dan bu yana yaptıkları en serbest ve emprovizasyona dayalı çalışma sayılmış, müzik otoritelerince de “yılın albümü” seçilmişti.

İşte bu albümün çıkış sürecini konu alan ve Sundance tescilli yönetmen Kahlil Joseph’in imzasını taşıyan “The Reflektor Tapes”, 24 Kasım Salı akşamı Babylon Bomonti’de ücretsiz gösterilecek. Filme davetiye kazanmak isteyenler için detaylar ise www.ifistanbul.com’da!

“!f İlham Serisi” devam edecek
Mars Cinema Group ortaklığında yapılacak 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali, 18-28 Şubat 2016 tarihlerinde İstanbul’da, 3-6 Mart 2016 tarihlerinde ise Ankara ve İzmir’de gerçekleştirilecek. !f İstanbul’un 15. yılına özel hazırladığı ve bugüne dek “Roger Waters – The Wall” ve “Human/İnsan” filmlerinin Türkiye galalarına evsahipliği yapan “!f İlham Serisi” ise Şubat 2016’ya dek sürecek.


!f İlham Serisi III
The Reflektor Tapes - Kahlil Joseph
Tarih: 24 Kasım 2015, Salı
Saat: 20:00
Gösterim yeri: Babylon Bomonti


Ferzan Özpetek’ten İkinci Roman: Sen Benim Hayatımsın

$
0
0
Geçtiğimiz yıl ilk romanı İstanbul Kırmızısı’yla okurla buluşan sinemacı Ferzan Özpetek, hayatı tüm canlılığıyla öykülemeye devam ediyor. Sen Benim Hayatımsın yazgıya başkaldıran, derin bir aşkın ekseninde sanatçının İtalya’daki yaşantısından kırk yıla uzanan bir zaman dilimini anlatıyor.

Seksenli yıllardan günümüze uzanan bu zaman yolculuğunda hayatın tüm renklerini, özgürlüğü, aşkı ve dostluğu tüm benliğiyle olumlayan kahramanlar bulunuyor. Yazarın kişisel haritasının rotalarını izlerken bir yandan sinema dünyasındaki yolculuğuna tanıklık ediyor, diğer yandan filmlerinden aşina olduğumuz “peri”yle öykü düzleminde yeniden karşılaşıyoruz: Sen Benim Hayatımsın, aile kavramının kan bağının ötesinde, insanın hayatına katılan dostlarla, sevgililerle ne denli zenginleşebileceğini anlatan; ölüm, kayıplar, yenilgiler ve tüm bunları saran korkularla da dürüstçe hesaplaşan bir roman. Ancak tüm bunların ötesinde, sahici bir aşkın romanı...

“Sadece bir yere kök salmayı başardığında gerçekten uzaklara gidersin.”

SEN BENİM HAYATIMSIN
Yazar: Ferzan Özpetek
Çeviri: Şemsa Gezgin
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 236 Sayfa
Fiyatı: 20 TL
Yayın tarihi: 17 Kasım 2015


Vizyona Giren Filmler : 20 Kasım

$
0
0
İkisi yerli altı filmin vizyona girdiği haftada gözler, fenomene dönüşen “Açlık Oyunları” serisinin merakla beklenen son filmi “Alaycı Kuş Bölüm 2”nin üzerinde. Yerli animasyon “Pırdino: Sürpriz Yumurta” ve yerli korku/gerilim “Hüddam”, Angelina Jolie’nin yönetmekle kalmayıp başrolü de Brad Pitt ile paylaştığı “Hayatın Kıyısında”, 2009’un en iyi yabancı film oscar ödüllüsü Arjantin filmi “Gözlerindeki Sır”ın Amerikan çevrimi “Gizemli Gerçek” de diğer seçenekler. Nanni Moretti’nin festivallerin gözdesi olan ve biyografik öğeler de taşıyan filmi “Annem”se haftanın en iyisi ve kaçırılmaması gerekeni...


Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 2 / Hunger Games: Mockingjay Part 2
Yönetmen: Francis Lawrence
Oyuncular: Jennifer Lawrence, Josh Hutcherson, Liam Hemsworth, Sam Claflin
Konu: Katniss, Panem ulusuyla bir savaş içerisindeyken Başkan Snow ile yüzleşiyor. Yakın arkadaşları Gale, Finnick, Peeta ve bir grup ile birlikte Panem halkına özgürlüklerini kazanmalarında yardımcı olabilmek için hayatlarını büyük tehlikeye atarak 13. Bölge’den ayrılıyorlar. Görevin amacı Başkan Snow’a suikast düzenlemektir.
Sırf para için ikiye bölünerek şişirilen filmin hikayeyi sonlandırmak dışında hiçbir özelliği yok.


Pırdino: Sürpriz Yumurta
Yönetmen: Günay Köker
Konu: Kahramanlarımızın dinozor müzesine yaptıkları gezi yeni bir maceranın başlangıcı olur. Pırdino’nun aile özlemi, gördüğü dinozor maketleri yüzünden iyice büyür. Pırdino’yu ailesine kavuşturmak isteyen Tarık, Porsuk ve Sansar, çareyi zaman makinesi yapmakta bulurlar. Yolları böylece dahi fizikçi Sündüz Yekovan’la kesişir. Fakat Dinozor Müzesi’nin sahibi, Pırdino’nun eve dönmesini istememektedir.



Hüddam
Yönetmen: Utku Uçar
Oyuncular: Fatma Hun, Murat Özen, Çağrı Duran, Eray Logo
Konu: Can, annesi Derya ile sıradan bir hayat sürmekte iken Derya’nın paranormal davranışlar sergilemesi üzerine hayatları allak bullak olur. Derya hiç bilmediği antik dilleri konuşmakta ve garip davranışlar sergilemektedir. Olayların nedenini araştırmaya başlayan Can, işlerin annesinin doğduğu köye kadar dayandığını öğrenir. Köydeki evlerine dönen Can ve Derya’ya burada sadece tek bir kişi yardım eli uzatacaktır. Bu kişi Havas ve Hüddam ilmiyle yakından ilgilenen Asaf’tır.


Hayatın Kıyısında / By The Sea
Yönetmen: Angelina Jolie Pitt
Oyuncular: Brad Pitt, Angelina Jolie Pitt, Melanie Laurent, Melvil Poupaud
Konu: Hayatın Kıyısında, 1970’lerin Fransa’sında sakin ve pitoresk bir sahil yerine gelen ve evlilikleri krizde olan Roland adlı Amerikalı bir yazarla karısı Vanessa’yı konu alıyor. Yeni evli çift Lea ve François’la ve köyün sakinlerinden Michel ve Patrice ile zaman geçiren çift kendi hayatlarındaki çözülmeyen sorunlarda anlaşmaya varmaya başlarlar.
Kötü senaryosu ile yüzeysel kalan film Jolie’nin yönetmenlik için fırın zincirine ihtiyacı olduğunu gösteriyor. 132 dakikalık gereksiz uzun süresi sayesinde seyri de pek mümkün değil...


Gizemli Gerçek / Secret in Their Eyes
Yönetmen: Billy Ray
Oyuncular: Chiwetel Ejiofor, Nicole Kidman, Julia Roberts, Dean Morris
Konu: Dedektif Ray ve Jess bir cinayet mahallini soruşturmaya gittiklerinde, akla gelmez bir şeyle karşılaşırlar: Maktul, Jess’in kızı Caroline’dır. Ray ve Jess, katili adalete teslim etmek için yeni Savcı Claire’le güç birliği yapar. Ama şüpheli, koruma altında olan ve serbest bırakılan bir federal tanık çıkınca durum karmaşıklaşır. Ray, yeni bir ipucu bulunca Claire’i dosyayı yeniden açmak için ikna etmeye çalışır.
İyi oyuncularına rağmen Amerikanlaşınca albenisini tamamen yitiren filmin tuhaf bir müsamere havasına evrilmiş. İzleyicisini avucunun içine alarak sürpriz finaliyle şaşırtan orijinal filmi mumla aratan ritmsiz bir tuhaflık...


Annem / Mia Madre
Yönetmen: Nanni Moretti
Oyuncular: Margherita Buy, John Turturro, Giulia Lazzarini, Nanni Moretti
Konu: Ergen bir kız, şahane bir anne, bir de kendini beğenmiş Amerikalı film yıldızı. Yeni filmini bitirmeye çalışan kadın yönetmenin son dertleri bunlar. Yönetmen Margerita annesinin ölümcül bir hastalığa yakalanmasıyla duygusal açıdan yıkılmıştır. Yetmezmiş gibi aşırı dirayetli abisi sayesinde kendini iyice yetersiz hissetmeye başlar. Çektiği filmin Amerikalı yıldız oyuncusunun kaprisli ve ukalanın teki çıkması da bardağı taşıran son damla olur.
Moretti iyi bir senaryo yazmış ve ete kemiğe büründürdüğü karakterleriyle hikayesinin gücüyle etkileyici bir film çıkarmış. Başka Sinema sayesinde sinemada izleme şansını değerlendirin.


Laurie Halse Anderson’ın Ödüllü Romanı Türkçede : Konuş Benimle

$
0
0
Laurie Halse Anderson’ın ödüllere boğulan ve tüm zamanların en iyi gençlik romanlarından biri olarak gösterilen romanı “Speak” nihayet Türkçede! Duygu Yücel’in çevirisiyle “Konuş Benimle” adını alan roman bu ay içinde Go! Kitap etiketiyle raflarda yerini alıyor.

Yazarın ilk gençlik romanı olan “Speak” Ekim 1999’da yayınlanmış ve yıl damgasını vurarak ödüllerle taçlanmıştı. Birçok dile çevrilerek klasik haline gelen roman 2004 yılında aynı adla sinemaya da uyarlanmıştı. Kristen Stewart’ın ilk başrolü olarak da bilinen film aynı zamanda oyuncunun hayranlarınca en iyi film olarak da ayrı yere sahip. Romanın ödül ve adaylıkları ile aldığı övgüler şöyle:

Ulusal Kitap Ödülü Finalisti
Michael L. Printz Onur Kitabı
Edgar Allan Poe Ödülü Finalisti
Los Angeles Times Kitap Ödülü Finalisti
SCBWI Golden Kite Ödülü Sahibi
ALA Gençler İçin En İyi On Kitaptan Biri
ALA Quick Pick
Publishers Weekly Yılın En İyi Kitabı
Booklist Yılın En İyi On Kitabı
BCCB Mavi Kurdele Kitabı
School Library Journal Yılın En İyi Kitabı
Horn Book Fanfare Unvanı
Sekiz eyalet kitap ödülünün sahibi, on birinin finalisti

“Bu büyüleyici ilk romanında Anderson, isabetli gözlemleri ve canlı tasvirleri ile okurları dışlanmış bir gencin zihnine sokuyor… Kitaptaki cesur gerçeklik ve Melinda’nın çok çaba göstererek geçirdiği dönüşüm, okuyucuların kalplerine dokunup onlara ilham verecek.” —Publisher’s Weekly

“Karanlığın derinliklerine inerken bile müthiş derecede komik olmayı başarabilen Konuş Benimle, okurları ilk kelimeden son kelimeye kadar kendine esir edecek.” —The Horn Book

“Melinda farklı, sıra dışı ve son derece samimi sesiyle geçmiş ve şu anki deneyimlerini acı ama ironik, hatta bazen komik bir dille anlatıyor…

“Günümüzdeki lise hayatının büyük bölümünü etkisi altına almış acımasızlığa ve vahşiliğe, gazete manşeti kadar gerçek, dehşet verici ve üzücü bir bakış… Sürükleyici konusu, ustaca çizilmiş karakterleri ile kolay kolay unutulmayacak bir kitap.” —Kirkus Reviews

Melinda Sordino’nun bir sırrı var. Ama sırrını paylaşabileceği kimsesi yok. Bütün arkadaşları, hatta tanımadığı insanlar bile ondan nefret ediyor. Ve günden güne içine kapanan Melinda, çareyi susmakta buluyor. Yalnızlaştıkça susuyor, sustukça yalnızlaşıyor. Ta ki O ŞEY’den kaçıp saklanamayacağını, O GECE’yi unutamayacağını anlayana dek…

“Konuşmak gittikçe zorlaşıyordu. Boğazım sürekli acıyor, dudaklarım kuruyordu. Geceleri uyurken çenemi o kadar sıkıyordum ki sabahları başım ağrıyordu… Ne zaman annemle, babamla ya da öğretmenlerden biriyle konuşmaya çalışsam ya kekeliyor ya da donup kalıyordum. Sorunum neydi benim?”

Eser Adı: KONUŞ BENİMLE
Yazar:  LAURIE HALSE ANDERSON
Çeviren: Duygu Yücel
Yayınevi: GO!
Türü: Roman
1. Baskı / Kasım 2015
Sayfa Sayısı: 304
Etiket Fiyatı: 19.00 TL


Ataol Behramoğlu 50. Sanat Yılını Akbank Sanat'ta Kutluyor

$
0
0
Usta şair Ataol Behramoğlu, 50. sanat yılını sanatçı dostlarının katılımıyla 25 Kasım 2015, Çarşamba günü Akbank Sanat’ta kutluyor.

Sunuculuğunu Nebil Özgentürk’ün yapacağı “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” isimli bu özel proje, yönetmenliğini Nebil Özgentürk’ün üstlendiği Ataol Behramoğlu Belgeseli ile başlayacak. 

Etkinlik boyunca hafızalarda yer etmiş Ataol Behramoğlu şiirleri Rutkay Aziz, Işık Yenersu, Dilek Türker ve Nebil Özgentürk  gibi usta sanatçılar tarafından okunacak. Ayrıca şairin müzisyenler tarafından bestelenmiş olan şiirleri ise Vedat Sakman, Haluk Çetin, Tuna Kiremitçi,  Ekrem Ataer, Edip Akbayram ve Timur Selçuk tarafından seslendirilecek. 

Etkinlik: Ataol Behramoğlu 50. Sanat Yılı
Tarih: 25 Kasım 2015, Çarşamba
Saat: 20.00
Yer: Akbank Sanat
Bilet ücreti: 30 TL

Ömer Turan’ın Yeni Şiir Kitabı Raflarda

$
0
0
“Çocuklara günleri öğretiyoruz
Ekmek, kurşun, acı, acıertesi...”

Üryan ve İsyan, Kedi Güzü şiir kitaplarından tanıdığımız Ömer Turan,  yeni şiir kitabı "Dünyanın İlk Sabahı" ile karşımızda. Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlanan kitap iki bölümden oluşuyor. 

Şair, birinci bölümde yer alan şiirlerini Gezi Direnişi sırasında dalsız budaksız kalan annelere adamış.  “Yazsız Tarih” adını taşıyan bu bölümdeki şiirler, bir yandan şairin kendi içsel çatışmalarını diğer yandan da dünyayı şekillendiren dengesizlikler üzerinden insanın yarattığı vahşet olgusunu işliyor. Savaşların ve insan kırımlarının ortasında kalan çocuklar bu bölümdeki şiirlerin ana kahramanları. Ali İsmail Korkmaz’dan Berkin Elvan’a kadar. Bunca sevgisizliğin içinde şairin dizelerine yansıyan sonsuz bir umut ve dünyanın ilk sabahı olan o kirlenmemiş zamana duyulan güçlü bir özlem var.

İkinci bölüm ise “Onlara Önsöz” adını taşıyor. Daha çok lirik anlatımların egemen olduğu bu bölümdeki şiirler, Ömer Turan’ın şair ve yazarlarla olan düşsel ve düşünsel yolculuklarını tema edinmiş. Pavese ile bir otel odası boşluğu yaşarken, Frida’nın ellerine duyduğu hayranlığı anımsıyor, sonra Sylvia Plath’ın acılarını düşünürken Nâzım ile bir gece yürüyüşünde buluyor kendini. Bütün bunları gidip Cemal Süreya ile dertleşerek avunmaya çalışıyor. 

“Dünyanın İlk Sabahı”, Ömer Turan, şiir, 86 sf,  Kasım 2015, Yitik Ülke Yayınları, 11 TL


Ömer Turan
1971’de Trabzon’da doğdu. 
İlk şiiri Ankara’da yayınlanan Hayal dergisinde yer aldı (2006). Yazı, şiir ve söyleşileri sırasıyla Mortaka, Kıyı Kültür Sanat, Maviada, Çalı, Cümle, Kedi Şiir Seçkisi, Ada, Bireylikler, Alaz, Eylül, Melantis, Deliler Teknesi, Her Şeye Karşın, Kurşun Kalem, Evrensel Kültür, Patika, Sincan İstasyonu, Kasabadan Esinti ve BirGün Kitap’ta yayımlandı. Ayrıca bir dönem soL Portal’da kültür ve sanat üzerine yazılar yazdı. Halen Edebiyat Haber'de köşe yazarlığı yapmaktadır. 

Kitapları:
Üryan ve İsyan (şiir)
Kıyı Dergisi Yayınları, Şubat 2008 (1.Basım)
Artshop Yayıncılık, Mart 2010 (2.Basım)
Kedi Güzü (şiir)
Kanguru Yayınları, Ocak 2011
Dünyanın İlk Sabahı (Şiir)
Yitik Ülke Yayınları, Kasım 2015



Dizi Raporu : Eylül & Ekim Yenileri

$
0
0
15 Eylül’de “The Bastard Executioner”ın prömiyeriyle açılan 2015-2016 sezonu kanalların yeni dizileriyle şenlik havasına bürünmesi beklenirken hiç de umulduğu gibi olmadı. Yaracıların risk almak yerine tutmuş dizilerin bildik formüllerinden oluşturdukları karmalar ağırlıkta. Uzun yıllar konuşulacak diziler yerine yılı kurtaracak yapımları tercih etmeleri sayesinde dizi bağımlıları için bu sene fazla bir seçenek yok. Yeni başlayan her diziyi seyredenler için bu yıl ikinci bölümünü sabırsızlıkla bekleyecek bir şey de yok. Sonbahar sezonu için izleyiciyi tv’den kaçırma sezonu diyebiliriz rahatlıkla. “Ash vs Evil Dead”, “Modus” ve “The Last Kingdom” sezonun en iyileri ve izlenmesi gerekenleri olurken, “Heroes Reborn”, “Limitless”, “Minority Report” ve “Supergirl” de beklentilerin uzağında kalan saçmalıklar. İşte Eylül ve Ekim ayı içinde başlayan 26 dizinin konusu, kadrosu ve değerlendirmesi...


Ash vs Evil Dead
Evil Dead efsanesini televizyon ekranlarına taşıyan dizi sezonun en çok bağımlılık yaratacak işi. Sam Raimi’nin 1981 yılında armağan ettiği klasik “Evil Dead” yaratıcıları tarafından ilk elden uyarlanıyor. Doksanlarda “M.A.N.T.I.S.” ve “Spy Game” ile dizi denemesine soyunan yönetmenin tv’ye de geri dönüşü aynı zamanda. Yaratıcı üçlümüz de Sam Raimi, Ivan Raimi ve seksenlerin sonundan bu yana birçok diziye katkı vermiş Tom Spezialy’den oluşuyor. Filmde Ash’i canlandıran Bruce Campbell, Ray Santiago, Dana Delorenzo, Jill Marie Jones ve savaşçı prenses “Xena” olarak tanıdığımız Lucy Lawless de oyuncu kadrosunun başını çekenler. Filmden çok daha şiddetli ve eğlenceli olan dizi aradan geçen yıllarda uslu durmuş Ash ile tanıştırıyor izleyicisini. Umarsız, alkol ve uyuşturucu düşkünü, bir süpermarkette çalışan tembel adamımız karavanına attığı kızla alem yaparken hava atmak için şeytanın kitabını açmış ve okumuş. Haliyle bu salaklığının bedelini ödüyor. Yeniden elektrikli testeresini kuşanan kahramanımıza bu kez iş yerinden arkadaşları Pablo ve Kelly de eşlik ediyor. 31 Ekim’de Starz ekranlarında başlayan dizi daha prömiyerinden üç gün önce ikinci sezon siparişi alarak şovunu da yaptı. Filmden uyarlanan diziler kategorisinin en iyilerinden biri olduğunu göstermek içinse tek bölüm yetti. Efsaneler böyle geri dönecekse başımızın üstünde yerleri var...


Blindspot
NBC’nin ağır toplarından biri olan polisiyenin yaratıcısı “Stargate” serisi ile tanıdığımız Martin Gero. Jaimie Alexander, Sullivan Stapleton, Rob Brown, Audrey Esparza, Ashley Johnson, Ukweli Roach ve Marianne Jean-Baptiste de oyuncu kadrosunun başını çekenler. Günümüz New York’undayız. Times Square’de bir çanta açılır içinden hafızasını kaybetmiş bir kadın çıkar. Olay polise intikal edince devreye FBI girer. Tüm vücudu dövmelerle kaplı olan kadına Jane Do adı verilirken, sırtındaki dövmede bir ajanın Kurt Weller’ın adının yazmasıyla ekip işe dahil olur. Jane kimdir, dövmeler ne anlama gelmektedir, Jane’in hafızasındaki kalıntılarda kalan ve onu eğitip hazırlayan adam kimdir gibi soruların cevaplarına dair arayışlar da dizimizin konusunu oluşturmakta. Tek bir olayla yetinmeyen dizi, her bölümde dövmelerden çıkan ipuçlarını takip ederek dünyayı kurtarmayı da ihmal etmiyor. İnandırıcılıktan uzak ve çok sığ bir dizi olduğunu anlamak için ilk bölümü yarılamak bile yeterli. Ana hikayesini çok ucuz numaralarla canlı tutma çabası da yetersiz. Stapleton’un iticiliğiyle role hiç yakışmadığı dizi, “The Blacklist”in farklı bir versiyonu olmanın ötesine de geçemiyor. 21 Eylül’de iyi bir izlenme oranıyla başlasa da her bölümde oranların düşmesiyle kan kaybederek ilerleyen dizi buna rağmen tam sezona uzayarak şimdilik durumu kurtardı. 


Blood and Oil
ABC’nin Dallasvari dizisinin yaratıcıları Rodes Fishburne ve Josh Pate. İkisinin de ilk işleri. Oyuncu kadrosu da Don Johnson, Chace Crawford, Rebecca Rittenhouse, Delroy Lindo, Amber Valletta, Scott Michael Foster, India de Beaufort ve Adan Canto’dan oluşan dizi 27 Eylül’de başlamış ve pek de parlak izlenme oranı yakalayamamıştı. Her bölüm bu oranların düşmesiyle sezonu da 10 bölüme düşürüldü. İptale de en yakın dizilerden biri olarak gösteriliyor. Billy ve Cody Lefever çiftinin yeni hayat kurma hayaliyle taşındıkları The Bakken girişinde kaza yapmalarıyla planları alt üst olur. Gündelik işlerle oyalanırken duydukları fırsatı değerlendirmek üzere harekete geçerler. Hayatlarını ipotek edecek yüksek bir borcun altına girerek kasabanın hakimi olan Hap Briggs ile başlayan ortaklıkları büyük test olacaktır. Üstelik bebekleri de yoldadır… Bildik tiplemeleri ve olay örgüsüyle vasat dizinin izlenecek bir yanı yok. Zaten hikayesi de yarım kalacak gibi görünüyor.


Casual
Sinemacıların dizi işlerine girmesinin son örneklerinden “Casual” bir Jason Reitman projesi olarak dikkat çekiyor. Aile komedisinin yaratıcısı da Zander Lehmann. Michaela Watkins, Tommy Dewey, Tara Lynne Barr, Nyasha Hatendi ve Frances Conroy’un başını çektiği oyuncu kadrosuyla 7 Ekim’de Hulu’da başlayan dizi kanalın yüzünü de güldürdü ve çok geçmeden ikinci sezon onayını da kaptı. Aile kavramına farklı bir bakış getirme iddiasıyla yola çıkan dizi, ergen kızıyla kardeşinin yanına taşınan dul bir psikolog kadının hayatına odaklanıyor. Üçlünün fazlasıyla serbest hayatları, dul annenin yeni birini tanıma çabaları, savruk kardeşin hayatındaki değişimler başta olmak üzere birçok konuyu incelikli bir bakışla işleyen dizi bağımsız filmleri sevenler için biçilmiş kaftan. Oldukça özgün, mütevazi ve eğlenceli… Sezonun dikkat çeken dizilerinden biri…


Code Black
Sezonun medical drama açığını dolduran Code Black, Ryan McGarry’nin aynı adlı ödüllü belgeselinden uyarlama. Uyarlamayı kotaran isimse “North Country” ile adını duyuran ve “Intelligence” ile hüsran yaşayan Michael Seitzman. Marcia Gay Harden, Raza Jaffrey, Bonnie Somerville, Melanie Chandra, William Allen Young, Harry Ford, Benjamin Hollingsworth ve Luis Guzmán da oyuncu kadrosunun başını çeken isimler. Los Angeles’ta bir acil servisteyiz. Her zamanki gibi iyi doktorlar ve hemşireler var ama haddinden fazla hasta ile baş etmeye çalışıyorlar. İnsan hikayeleri ve küçük kahramanlıkların dizisi 30 Eylül’de CBS ekranında macerasına başladı ama pek parlak bir gidişatı yok. Düşen izlenme oranlarına rağmen kanaldan altı bölümlük ek sipariş alarak durumu kurtarmaya çalışıyor. Hiçbir artısı olmayan tipik bir acil servis dizisinin ömrünün pek uzun olacağını sanmıyorum.



Crazy Ex-Girlfriend
The CW’nin tek yeni dizisi aslında Showtime için yapılmış yarım saatlik müzikal komedi olarak planlanmış. Bu değişiklik bölüm sürelerinin uzamasını da beraberinde getirmiş. Sezonun en özgün dizisinin yaratıcıları kısa filmlerle yaratıcılığını konuşturan Rachel Bloom ve “27 Dresses”, “Morning Glory” ile “The Devil Wears Prada” gibi uyarlamaları kotaran Aline Brosh McKenna. Başrolü de üstlenen Bloom’a, Vincent Rodriguez III, Santino Fontana,, Donna Lynne Champlin, Pete Gardner ve Vella Lovell’in başını çektiği kadro eşlik ediyor. Rebecca Bloom ile tanışıyoruz. Başarılı ve güzel bir kadındır ama hayatındaki eksikleri doldurmaya çalışmaktadır. Tam da bu arayışın ortasında unutamadığı lise aşkıyla karşılaşır. Terk edilmesine rağmen aşırı derecede takıntılı olduğu erkeği yeniden elde etmek için hayatındaki her şeyi feda ederek California’ya taşınır. Eski aşkına takıntılı deli bir kadının maceralarını anlatan komedi hayli eğlenceli bir başlangıçla 12 Ekim’de başlarken, pilot bölümün kozu yönetmen koltuğunda “(500) Days of Summer”ın yönetmeni Marc Webb’in oturuyor olması. Aslında tam Amerikalıların sevdiği tarza sahip ama nedense henüz beklenen etkiyi yapamamış gibi görünüyor. Henüz bir şey söylemek için erken ama her bölüm düşen izleyici sayısına bakılırsa sezonu tamamlaması zor görünüyor.


Dr. Ken
“The Hangover” serisinin “Mr. Chow”u olarak tanıyıp sevdiğimiz Ken Jeong’un dizi çıkarması her türlü çılgınlığa müsait. Dizinin yaratıcıları başrolü de üstlenen Ken Jeong, “The Player”ın yaratıcısı John Fox ve “Wreck-It Ralph”ın senaristlerinden Jared Stern.  Suzy Nakamura, Tisha Campbell-Martin, Jonathan Slavin, Albert Tsai, Krista Marie Yu, Kate Simses ve Dave Foley’de kadronun başını çekenler. Başarılı bir doktor olan ama hastaları ile sağlıklı bir iletişim kuramayan Dr. Ken’in maceraları dizinin konusunu oluşturuyor. Evli ve iki çocuklu bir baba olan doktorun en büyük destekçisi de terapist eşidir. Oyunculuğa doktorluktan geçiş yapan Jeong tam da rolüne uygun ve dizinin havasına da olumlu yansımış. Çok iyi esprilere dayanmasa da hayli eğlenceli olan dizi, 2 Ekim’de başladı. Henüz bir şey söylemek için erken ama diziler için en dezavantajlı gün olan Cuma’dan şimdilik etkilenmemiş görünüyor. Üçüncü bölümün ardından tam sezona uzayan dizinin ilk sezonu 22 bölümden oluşacak.


Grandfathered
Bildik konuya sahip aile komedisi Fox’un bu sezonki eğlence denemelerinden biri. Dizinin yaratıcısı “The Simpsons” ve “The Office” kadrosunda pişen Daniel Chun. John Stamos’u yeniden aile ortamına sokan dizide ona Paget Brewster, Josh Peck, Christina Milian, Ravi Patel ve Kelly Jenrette eşlik ediyor. Başarılı restoran sahibi Jimmy ile tanışıyoruz. 50 yaşında gözde bekarın işi dışında bağlı olduğu bir şey yok. Gündelik ilişkilerle avunduktan sonra evine gittiğinde yapayalnız ama bu durumdan şikayetçi değil. Kendince tüm huzurunu kaçıran ise bir anda ortaya çıkan Gerald oluyor. Meğer bir oğlu varmış ve bu da yetmezmiş gibi onunda kızı! Bir günde baba olmakla kalmayıp dede de olan gözde bekarın kutsal aile çemberine dahil olup olmama kararı ve çektiği sancılar da dizinin konusunu oluşturuyor. 29 Eylül’de çokta parlak olmayan izleyici sayısıyla orta halli bir başlangıç yapan dizi buna rağmen kanalın desteğini almakta gecikmedi ve dördüncü bölümün ardından tam sezona uzadı. Hayli sıradan ve klişe ama aile komedisi arayanları memnun edebilir.


Heroes Reborn
2006 yılının en iyi yeni dizisi olarak geçirdiği şahane ilk sezonun ardından zorlama üç sezonun tüm büyüyü bozmasıyla iptal edilen dizinin devam etme ihtimali uzun zamandır konuşuluyordu. Nihayet gerçekleşmesi bir parça heyecan yaratmıştı ama yine sonucun hüsran olacağı ihtimali de çok kuvvetli olasılık. Dizinin yaratıcısı yine Tim Kring. Oyuncu kadrosunda da Zachary Levi, Jack Coleman, Robbie Kay, Kiki Sukezane, Ryan Guzman, Danika Yarosh, Judi Shekoni, Rya Kihlstedt ve Gatlin Green gibi tanıdık ve özlenen isimler mevcut. 13 bölüm olarak planlanan dizi yeni bir sayfa açıyor. Olayların üzerinden beş yıl geçmiş ve insanlar artık her şeyden haberdar. Artık EVO olarak adlandırılan birçok karakteri işleyen dizi kendince yine bir komplo teorisi üreterek peşinden gidiyor. Eski kadrodan birçok ismi yeniden görmek güzel olsa da yeni karakterlerin çok zayıf olması ve dizinin temposuzluğu yüzünden daha ilk bölümden sıkıcılığın sınırlarını zorluyor. Sezonun en vasat dizisi olarak durumu da hayli kötü… NBC’nin büyük tanıtım kampanyasına rağmen iptal edilmeye en yakın dizi konumunda. 


Jekyll & Hyde
Robert Louis Stevenson’un ölümsüz klasiği “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde”ın yeni uyarlaması, tuhaf vakayı iki kuşak sonrasına atarak işleyen bir İngiliz fantastik draması. Dizinin yaratıcısı doksanların iki yarısının ünlü komedi şovu “The Fast Show”un yıldızlarından Charlie Higson. Tom Bateman, Richard E. Grant, Tom Rhys Harries, Enzo Cilenti, Michael Karim, Ace Bhatti, Lolita Chakrabarti, Natalie Gumede ve Stephanie Hyam da oyuncu kadrosunun başını çekiyor. 1930’lı yıllar Londrasında geçen dizi ilk adımı Sri Lanka’da atıyor. Dr. Robert Jekyll ara sıra çektiği nöbetler dışında ailesiyle huzurlu bir yaşam sürerken çalıştığı hastanede bir çocuğu kurtarmak için kamyonu tek başına kaldırınca hayatı da değişiyor. “Bay Hyde”ın ortaya çıkmasıyla köklerini de öğrenen Robert soluğu İngiltere’de alıyor. Büyükbabası Dr. Henry Jekyll’ın ona bıraktığı mirasın da etkisiyle başlayan maceraya yaratıkları avlayan bir ajan grubu ile tuhaf bir karakter olan Kaptan Dance’in organizasyonu da eklenince olaylar fantasik bir hal alıyor. Hikayeye ağırlık veren tipik İngiliz dizisi formatının fantastik yaratıklar şovu ile birleşiminden oluşan 10 bölümlük ITV dizisi hayli özgün ve başarılı bir uyarlama. İlk bölümden izleyicisini sarıyor. 


Life in Pieces
CBS’in aile komedisi genel yapısıyla “Modern Family”nin izinden gidenlerden. Üç kardeş ve bir anne baba’nın maceralarından her bölümde dört hikaye çıkaran dizinin yaratıcısı Justin Adler. Colin Hanks, Betsy Brandt, Thomas Sadoski, Zoe Lister-Jones, Dan Bakkedahl, Angelique Cabral, Niall Cunningham, Holly J. Barrett, Giselle Eisenberg, James Brolin ve Dianne Wiest de kalabalık kadronun başını çeken isimler. Çatlak anne baba, ilk çocuklarının doğumu ile başa çıkmaya çalışan Greg ve Jen, hayatının aşkını bulma arifesinde olduğunu düşünen Matt, çocuklar büyüdü yenisini yapalım diye düşünen Heather ve Tim’den oluşan ailenin maceraları detaycı bir anlatımla öne çıkıyor. Cinsellik üzerinde de bolca duran dizinin kimyası tamam ama sanki biraz daha zıvanadan çıkması gerekiyor gibi. Bildik bir hava yaratmasına rağmen özgün olmaya çalışan dizi 21 Eylül’de başlayan ekran macerasında kemik izleyicisini kısa sürede bulanlardan. Beşinci bölümün ardından tam sezon onayı alarak rahatlamış durumda. Yeni komedi arayanlar için biçilmiş kaftan.


Limitless
Bu sezonun trendi haline gelen filmden diziye yaşanan dönüşümlerin en ilginci olan CBS işi, köklerini aldığı filme komediyi de dahil ederek eğlendirme amacında. Uyarlamayı kotaran isim “The 4400”, “Medium” ve “Elementary”nin senaristlerinden Craig Sweeny, Jake McDorman, Jennifer Carpenter, Hill Harper ve Mary Elizabeth Mastrantonio da oyuncu kadrosunun başını çeken isimler. Bradley Cooper da konuk oyuncu olarak destek veriyor. Tipik bir ezik olan Brian Finch ile tanışıyoruz. Başarısızlık ve amaçsızlığın kitabını yazabilecek bir adam olan Brian’ın yaşamı aldığı NZT-48 adlı hapla değişiyor. Hapı sürekli almak için vermesi gereken ödünlerle değişen yaşamına bir de FBI için yapacağı danışmanlık eklenince macera başlıyor. 12 saatlik etkisi olan hapla değişen bu yaşamın aynı zamanda bir bulmacanın önemli parçası olacağını gördüğümüz ana öykü dışında her bölüm polisiye bir olayı da çözüme kavuşturan dizi sezonun en çabuk sevilen yenisi oldu. 22 Eylül’de başlayan dizi beşinci bölümün ardından 22 bölüme uzayarak tam sezon onayını aldı. İkinci sezon onayına da garanti desek yeridir. Yaratıcılıkla zerre alakası olmayan dizi o kadar aşırı formüle ki izlemek zor. Mentalist de Patrick Jane tüm bu numaraları hapsız yapıyordu ve kadın bir ajanla çalışıyordu. Bu formülü birebir apartmanın mantığını hiç anlayabilmiş değilim. 


Minority Report
Philip K. Dick‘in 1956’da yayınlanan kısa öyküsünden uyarlanan filmden köklerini alan dizi, konuyu geleceğe taşıyarak bilim kurgu ile polisiyeyi bir arada sunuyor. Yeniden çevrim “Godzilla”nın senaristi Max Borenstein’in kotardığı uyarlamanın oyuncu kadrosunun başını çekenler de Stark Sands, Meagan Good, Nick Zano, Daniel London, Laura Regan, Li Jun Li, Zhane Hall, Wilmer Valderrama. Filmin bıraktığı yerin 11 yıl sonrasında geçen dizide yıl 2065. Suç öncesi programı kapatılmış, suçla mücadele için yeni yollar aranıyor. Gelecekte işlenecek suçları gören üçlüden Dash ile tanışıyoruz. Gördüklerini engelleyememekten rahatsız olan Dash, dedektif Lara’ya tiyo veriyor ve suç önleniyor. Bu arada ikizi Arthur ve kız kardeşleri Agatha ise yeni hayatlarına başlamışlar. Dash ve Lara ekip olarak suçla savaşırken kardeşlerin de programın yeniden başlatılma ihtimaline dair korkularını işleyerek ilerleyen dizi sıradan bir polisiye olarak köklerini aldığı filmin çok gerisinde. 21 Eylül’de yayına başlayan dizinin Fox ekranında işi de çok zor. Üçüncü bölümünden sonra sezonu 10 bölüme düşürüldükten sonra ikinci sezon onayını alması da mümkün değil gibi. “Person of Interest”in kötü bir kopyası olmaktan da öteye geçemeyen dizi sezonun hayal kırıklıklarından biri.


Modus
Son yıllarda yükselişe geçen İskandinav polisiyelerinin bu yıla düşen örneği köklerini de romandan alıyor. Sezonun en önemli dizisi olarak merakla beklenen dizi, Norveçli yazar Anne Holt’un 2010 yılında yayımlanan romanı “Frukta inte”den uyarlanmış. Dilimize hiç çevrilmeyen yazarın romanından uyarlamayı kotaranlarda türün usta isimleri Mai Brostrøm ve Peter Thorsboe. Proje aşamasında büyük ses getiren dizi altı ülkenin ortak yapımı olarak da dikkat çekiyor. Melinda Kinnaman, Henrik Norlén, Marek Oravec, Simon J. Berger, Esmeralda Struwe, Lily Wahlsten, Krister Henriksson, Cecilia Nilsson, Johan Widerberg ve  Ellen Mattsson’un başını çektiği oyuncu kadrosuyla 23 Eylül’de İsveç kanalı TV4’de başlayan dizi ilk bölümden beklentileri karşılıyor. Noel zamanı İsveç’teyiz. Bir adamın şenlikli bir gecede otelde bir kadını öldürmesine otistik bir kızla beraber tanık oluyoruz. Otistik kızın annesi psikolog ve suçlu profili uzmanı Inger olunca cinayet soruşturmasına dahil oluyor. Stockholm polis teşkilatı dedektifi Ingvar’la kolları sıvayan Inger’in cinayetlerin metodunu ve ortak noktalarını fark edince karşımızda bir seri katil olduğunu anlıyoruz ve olaylar büyüyor. Sadece bir seri katil dizisi olmaktan fazlasını sunan Modus, iyi bir iskandinav polisiyesi ne sunuyorsa hepsini barındırıyor. Dünyaya ve insana dair birçok konuyu işlerken, izleyicisini de kuş bakışı manzara ile ülkeye hapsediyor. Bu yılın en iyi dizisi olduğunu daha finalini görmeden söylemek mümkün. Türü sevenler ıskalamasın...


Quantico
11 Eylül sonrası ağırlığı olası benzer saldırıları işlemeye veren yapımcıların son atağı “düşman içimizde ama kim?” sorusunun cevabını arıyor. ABC’nin “terörizm gerilimi” olarak adlandırılan türdeki dizisinin yaratıcısı “Gossip Girl” ve “Smash”in senaristlerinden Joshua Safran. Priyanka Chopra, Josh Hopkins, Jake McLaughlin, Aunjanue Ellis, Yasmine Al Massri, Johanna Braddy, Tate Ellington, Graham Rogers ve Anabelle Acosta’nın başını çektiği oyuncu kadrosuysa tanıdık simaların resmi geçidi adeta. Amerika’da 11 Eylül’den sonra gerçekleşen en büyük terör saldırısının hemen sonrasındayız. Gözlerini olay yerinde açan Alex Parrish’le tanışıyoruz. FBI’ın araştırmasına dahil olmasıyla ilk soru geliyor: Saldırgan içimizden biri, ama hangisi? Önce Alex’ten yardım istenirken anlaşılıyor ki bu tamamen onu gözaltında tutmak için uydurulmuş bir senaryo. Tüm ipuçları onu işaret ediyor. Diğer yandan 9 ay öncesine FBI’ın eğitim merkezine dönüyoruz. Alex’in de dahil olduğu 50 kişilik ajan adayının Quantico’daki eğitim süreçlerini izlerken olası saldırgan tahminimiz için karakterleri de tanımaya başlıyoruz. İki farklı zamanda yaşananları paralel kurgu ile işleyerek ilerleyen dizi bir yandan Alex’in kaçışı ve kendini temize çıkarma çabasını işlerken diğer yandan eğitimleri sırasında yaşananları mercek altına alıyor. Saldırganın kimliği dışında bir çok sorunun cevabını arayarak ilerliyor. 27 Eylül’de çok iyi pilotla başlayan dizi ulusal kanallarda yayınlanan en iyi dizilerden biri olarak öne çıkmakta gecikmedi. Üçüncü bölümünün ardından tam sezon onayı alarak bölüm sayısı 22 olan dizinin ikinci sezon siparişi alması da neredeyse kesin gibi. Sezonun izlemeden geçilmemesi gereken dizilerinden...


Rosewood
Fox’un Miami’yi mesken tutan polisiyesi işinin ehli bir patoloji uzmanının hikayesi... Dizinin yaratıcısı “The Kill Point”, “Psych” ve “Dominion”un senaristlerinden Todd Harthan. Morris Chestnut, Jaina Lee Ortiz, Gabrielle Dennis, Anna Konkle, Domenick Lombardozzi ve Lorraine Toussaint da oyuncu kadrosunun başını çekenler. Farklı yaklaşımlarıyla alanının uzmanı karakterin etrafında dönen dizi izleyicisini Dr. Beaumont Rosewood, Jr.’ı sevmeye çağırıyor. Ülkenin en gelişmiş özel laboratuvarlarından birinin sahibi olarak, kendine has yöntemlerle ölü bedenlerden her şeyi öğrenen kahramanımız dedektif Annalise ile birlikte olayları çözüyor. Belirgin bir ana hikayesi olmasa da ölüme neden bu kadar kafayı taktığı başta olmak üzere kahramanımızı tanımaya başlıyoruz. 23 Eylül’de başlayan dizi çok iyi bir ilk bölüme sahip. Lakin çok itici ve suni bir karakter yaratılmış. Zorlama ve nabza şerbet yan öykülerle donatılarak seyirciyi çabucak alıştırma formülü ters tepiyor. Sizi bilmem ama uzun süredir bu kadar itici bir ana karakter görmedim. Dördüncü bölümünün ardından tam sezon onayı alarak bölüm sayısı 22 olan dizinin geleceği için şimdilik bir şey demek zor. 


Scream Queens
Tüm zamanların en iyi dizilerinden “Nip/Tuck”ın yaratıcısı Ryan Murphy’nin üçüncü hafif konsept denemesi kolejde yaşanan maskeli seri katil gerilimini komediyle yoğuruyor. Bir popüler kültür eleştirisi olarak da okunabilecek dizinin yaratıcıları “Glee”nin üçlüsü Ian Brennan, Brad Falchuk ve Murphy. Emma Roberts, Skyler Samuels, Lea Michele, Glen Powell, Diego Boneta, Abigail Breslin, Keke Palmer, Nasim Pedrad, Lucien Laviscount, Oliver Hudson, Billie Lourd ve Jamie Lee Curtis de oyuncu kadrosunun başını çekenler. Tanıtımları ve oyuncu kadrosuyla dikkat çekerek sezonun en çok merak edilen dizisi olan korku komedi, Wallace Üniversitesi’nin Kappa Kappa Tau adındaki kız kardeşliği kulübünde yaşananları işliyor. Tuhaf üniversitenin aynı tuhaflıktaki popüler kulübünde maskeli bir seri katil ortaya çıkar ve kısa sürede cinayetleri seriye bağlar. Sebebin 20 yıl önce kulüpte yaşanan bir olay olduğu düşünülmektedir ve o dönem yaşananların şahitlerinden biri de okulun dekanıdır. Saçma sapan testlerle alınan üyeler, beyin olmadan yaşayabilen insan formları ile dolu dizi bir yandan katili ararken diğer yandan her şeyle ince ince dalga geçiyor. 22 Eylül’de başlayan dizi birçok izleyicide hayal kırıklığı yaratmış olsa da son derece özgün. Orijinal karakterleri ve diyaloglarının yanı sıra tahmini zor bir işleyişle seyri de keyifli. Şimdilik geleceği belirsiz ama en azından sezonu tamamlayacağını tahmin etmek zor değil.


Supergirl
Çizgi roman karakterlerinin tv ekranı çıkarmasının şimdilik son örneği sevilen karakterin kuzeni oldu. Uzun süredir konuşulan ve beklenen proje nihayet gerçekleşti. İlk olarak 1959’da yan karakter olarak görünen Supergirl, 1969’da kendi serisine kavuşarak rüştünü ispat etmişti. Superman ile aynı özelliklere sahip ergen kız versiyonu diyebileceğimiz süper kızımız 1984 yılında filme de uyarlanmış ama iyi anılar bırakmamıştı. Aradan geçen zamana rağmen aynı kaderi televizyonda da görecek gibi. Hem de ilk bölümü aylar öncesinden internette yayınlanmasına rağmen. Ali Adler, Greg Berlanti ve Andrew Kreisberg’in kotardığı uyarlamanın oyuncu kadrosunun başını Melissa Benoist, Mehcad Brooks, Chyler Leigh, Jeremy Jordan, David Harewood ve Calista Flockhart çekiyor. Gezegeninin sonu gelirken kuzeninin yanına dünyaya gönderilen Kara, Danvers ailesinin yanında büyümüş. Güçlerini kullanmadan sıradan bir insan olarak sürdürdüğü yaşamı üvey kız kardeşinin de içinde olduğu uçağın düşmek üzere olduğunu öğrenmesiyle değişiyor. Süper güçlerini kullanarak uçağı kurtaran Kara, insanlığa yardım etmeyi sevince şehri Supergirl ile tanıştırıyor. Sürekli Superman ile bağ kurarak ilerleyen dizide süper kızımızın asıl işi de CatCo medya şirketinde asistanlık. Güçlerini dünyaya duyuran süper kızımızın beceriksizlikleri ve öğrenme süreciyle ilerleyen dizinin aksiyonu da kız kardeşinin de dahil olduğu dünya dışı yaratıklarla ilgilenen Normal-Dışı Operasyonlar Departmanı sayesinde oluyor. Sezonun en büyük hayal kırıklıklarından biri olan dizi yanlış seçimlerinin kurbanı... Benoist’in çok çıt kırıldım ve sıradan bir tip olmasıyla role hiç uymaması, dizinin aşırı derece hafif hatta çerezlik hali sayesinde inandırıcılıktan fersah fersah uzaklığı ile tipik superman klişelerini seyirciye boca etmesi tek bir bölümü izlemeyi bile imkansızlaştırıyor. 26 Ekim’de başlayan dizinin sezonu tamamlaması şimdilik zor görünüyor ama DC Comics’in kolay vazgeçmeyeceği de aşikar. 


The Bastard Executioner
“Sons of Anarchy”nin yaratıcısı Kurt Sutter’ın yeni dizisi 14. yüzyıl İngiltere'sinde geçen bir tarihi drama. Dönemin tuhaf inanışları ve şiddetinden beslenen dizi, eski bir şövalyenin her şeyini kaybettikten sonra intikam için bir cezalandırıcının yerine geçmesini anlatıyor. Neler bildiği ve nasıl bir plan yaptığını bilmediğimiz bir cadıdan da yardım alıyor. O intikam planları yaparken yerleştiği kalede de bir iktidar savaşı mevcut. Lee Jones, Stephen Moyer, Matthieu Charneau, Katey Sagal, Flora Spencer-Longhurst, Kurt Sutter, Sam Spruell ve Darren Evans’ın başını çektiği oyuncu kadrosu ile büyük merak uyandırmıştı. FX ekranlarında 15 Eylül’de başlayan dizi daha ilk bölümden hayal kırıklığı yaratmıştı. Jones’un role hiç uymaması, saçma bir senaryo ile çok amaçsız olması ve aşırı temposuzluğu yüzünden sezonun en kötüsü olmayı hak eden dizinin iptali de gecikmedi. Üstelik iptal kararı kanaldan değil “Kimsenin izlemediği bir dizi için yazmak istemiyorum” açıklamasıyla Kurt Sutter’dan geldi...


The Grinder
Fox'un dizi ile gerçek hayatı bir tutan karakterinin peşinden giden komedisinin yaratıcıları da sinema destekli isimler Andrew Mogel ve Jarrad Paul. Jonah Hill ile birlikte kotardıkları “Allen Gregory” ile hüsranı sonrası “The D Train” ile ilk film sınavını başarıyla geçen ikili yıla bir de “Bruce Almighty”nin devam filminin senaristi olarak duyurulma başarısını eklemiş durumda. Rob Lowe, Fred Savage, Mary Elizabeth Ellis, Natalie Morales, Hana Hayes, Connor Kalopsis ve William Devane de oyuncu kadrosunun başını çeken isimler. Sekiz sezon boyunca bir dizide avukatı canlandırmış Dean, dizinin finalinden sonra doğan boşluğu kardeşinin yanında değerlendirir. Evli ve iki çocuklu kardeşiyse gerçekten avukattır. Dizide canlandırdığı karakteri gerçek hayatta da uygulayabileceğini düşünen Dean, kardeşinin davalarına karışmaya başlayınca ortaya eğlence çıkar. Kardeşler arasındaki özgüven çatışmaları, davalarda favori replikler derken şen şakrak ilerleyen dizi hemen kendini sevdiriyor. 29 Eylül’de başlayan dizi üçüncü bölümünün ardından 22 bölümlük tam sezon onayını aldı. Vasatı aşıyorsa da tek numarasının tüm sezona yansıması kendini tekrar etmek olacak. 


The Last Kingdom
Sezonun senaryo anlamında en önemli projesi, Bernard Cornwell'in dokuz kitaplık serisi “The Saxon Stories / Savaş Lordu Yıllıkları”ndan uyarlama. BBC America ve BBC Two’da yayınlanan dizi sekiz bölümden oluşacak ilk sezonuyla tarihi drama açığını gideriyor. İngiltere’nin birleşik krallık olmaya doğru ilerleyen sürecini anlatan “Son Krallık” 9. Yüzyılda geçiyor. Serinin ilk iki kitabından kotaran Stephen Butchard. Alexander Dreymon, David Dawson, Tobias Santelmann, Emily Cox, Adrian Bower, Thomas W. Gabrielsson, Matthew MacFadyen ve Ian Hart oyuncu kadrosunun başını çekenler. M.S. 9 yy İngiltere’sindeyiz. Birçok krallığın Vikinglerin istilası altında… Sakson sancak beyi ile tanışıyoruz. Vikinglerin saldırısı altında büyük oğlu ölünce onun adını küçük oğluna veriyor. Böylece kahramanımız Uhtred ile tanışıyoruz. Uhtred bir İngiliz asilzadesi olsa da babasını öldüren Vikingler tarafından kaçırılır ve büyütülür. Büyünce onu büyütenleri bir başka Viking öldürür ve artık sakson Uhtred’in artık iki amacı vardır. Sakson olarak atalarının topraklarını geri almak, Viking olarak da onu büyüten ailenin intikamını almak. Bu planda Viking istilasına karşı koyarak son krallık adını alan Wessex ve büyük Alfred de yer alır. İleri görüşlü Kral Büyük Alfred’in arzusu krallıkları birleştirmektir. Cornwell'in tarihi gerçek kişilerle harmanladığı seri bir yandan savaş ve istilaya odaklanırken diğer yandan da politika, din ve kimlik gibi birçok kavramı işliyor. Senaryosunun çok iyi olduğunu belirtmeye gerek yok, iyi oyunculuklar ve yönetimle sezonun en iyilerinden biri. Tarihi drama arayanlar için biçilmiş kaftan.


The Player
Konusu ve ilk fragmanıyla yapılan tanıtımlarından itibaren sezonun en zayıf halkası olarak adlandırılan dizinin hafif aksiyon açığını giderme planı sadece Wesley Snipes özlemini gidermek isteyenleri sevindirebilmişti. Dizinin yaratıcıları John Fox ve John Rogers. “Dr. Ken” ile komedi sınavı veren Fox ile “Leverage”in yaratıcısı Rogers kendilerinden beklenmeyecek derecede ortaya karışık bir konu üreterek sadece aksiyonu gazlamayı hedeflemiş. Philip Winchester, Charity Wakefield, Damon Gupton ve Wesley Snipes da oyuncu kadrosunun çekirdeğini oluşturuyor. Las Vegas’tayız ve zenginlerin özel güvenliğini sağlayan eski ajan Alex Kane ile tanışıyoruz. Yeteneklerini sergilemesinin hemen ardından eski karısı ile geçirdiği gecenin sabahında hayatı değişiyor. Eşi ölmüş, yüzünü tam göremediği biri var ama delillere göre suçlu kendisi. Tam da bu zor anında devreye gizli bir organizasyon giriyor. Tüm kaynakları seferber ederek Las Vegas’ta oluşacak suçlar üzerine bahis oynayan bir zenginler topluluğu. “Kumarbazların bahis oynayacak birine ihtiyaçları var. Biz de bir oyuncu yarattık. Kaynakları ve yetenekleriyle insanlığın kötülüklerine karşı gelecek bir adam.” diyerek açıklanan oyunda insanların hayatı üzerine kumar oynanıyor. Bir patron ve bilgi paylaşımında bulunarak oyuncuya yardımcı olan dağıtımcı’nın teklifini kabul ediyor ve macera başlıyor. Her bölümde işlenen aksiyonun dışında Alex’in eşinin ölümünün perde arkasını araştırması da sürüyor. “Person of Interest”in kumar versiyonu olarak kötü bir senaryoya sahip dizi olayları çok kolay çözüyor ve heyecan yaratmaktan çok uzak. NBC’de 24 Eylül’de başlayan ve beklenen izleyici oranını yakalayamayan “The Player”ın önce bölüm sayısı 13’ten 9’a düşürüldü sonrasında da iptal kararı geldi.


The Romeo Section
CBC’nin sürpriz ajan dizisi sezonun en sessiz sedasız başlayanı... Yaratıcısı da seksenlerin ünlü dizileri “Airwolf” ve “MacGyver”a senarist olarak katkı vermiş bir isim olan Chris Haddock. Bizde bilinmese de yedi sezonu deviren “Da Vinci's Inquest”in yaratıcısı olarak da hatırlanan Haddock bol ödüllü iyi dizilerle iz bırakmış bir isim. Andrew Airlie, Jemmy Chen, Juan Riedinger, Stephanie Bennett, Eugene Lipinski ve Manny Jacinto’nun başını çektiği oyuncu kadrosunda tanıdık isimler yok ama zaten dizinin yıldızı onlar değil senaryo... Tam anlamıyla hikayenin ortasına dalarak başlayan dizi sorularla yoğrularak ilerliyor. Genel bir gerilim mevcutsa da neyin gerilimi olduğunu anlamak da mümkün değil. Profesör Wolfgang McGee ile tanışıyoruz. Casusların görevlendirilmesinden de sorumlu olan akademisyenimiz Kanada İstihbarat Birimi adına çalışıyor. Tek bir işle de uğraşmıyor. Uyuşturucu baronunun karısıyla ilişki yaşayan bir adamla çeteyi çökertmeye çalışırken, iltica etmek üzere saklanan bir uzakdoğulunun da peşinde. Bir çiçek gibi yavaş yavaş açan senaryosuyla gidişatı çok iyi olan dizi on bölümlük ilk sezonu için umut vaat ediyor. İkinci sezon onayını alması da hiç sürpriz olmaz. Daha fazla bilinmesi ve izlenmesi gerekenlerden biri... 


Truth Be Told
Bütün tanıtımlarını “People are Talking” adıyla yaptıktan sonra değişikliğe giderek kafaları karıştıran komedi bu dezavantajla geride başlayanlardan. NBC komedisinin yaratıcısı geçen yıl “Growing Up Fisher” ile hüsran yaşayan DJ Nash. Hangi diziye el atsa kurutan Nash’in yeni komedisinde oyuncu kadrosunun başını da Mark-Paul Gosselaar, Tone Bell, Vanessa Lachey ve Bresha Webb çekiyor. Biri beyaz biri siyah iki komşu çiftin arasında geçenlere odaklanan dizi, dostların yaşamlarında gözlemledikleri kavramlar üzerine çene çalmalarından komedi yaratmaya çalışıyor. Dadının porno yıldızı çıkması gibi ucuz yollara da başvuran komedi güldürmekten çok uzak. 16 Ekim’de vasat bir izlenme oranıyla başlayan dizi, altıncı bölümünün ardından 10 bölüme düşürülerek iptal edilmenin kıyılarında gezinmeye başladı. Kalan dört bölüm yayınlanmaya devam eder mi bilinmez ama ikinci sezonu göremeyeceği kesin gibi.


Wicked City
ABC’nin geçtiği dönem ve kült mekanları kullanmasıyla dikkat çekerek merakla beklenen draması sezonun kayıtlarına yılın faciası olarak geçti. Aslında kağıt üzerine hiç sorun görünmüyordu. Yazıp yönettiği “Feeling Minnesota” ile tanıdığımız “Brother's Keeper” ile vasat iş çıkarsa da “Get on Up”ın senaristlerinden biri olarak kendisini tekrar hatırlatan Steven Baigelman ilk dizisindeydi. Jeremy Sisto, Taissa Farmiga, Gabriel Luna, Jaime Ray Newman, Evan Ross, Ed Westwick, Anne Winters, Karolina Wydra ve Erika Christensen’in başını çektiği oyuncu kadrosu da çok sağlamdı. Konu da çok iyiydi. Los Angeles tarihinin en caf caflı döneminde gerçekleşen seri cinayetlere odaklanacaktık. 1982 yılında kendi ritüelleri olan bir katil kendisi gibi birini bulmuş ve kadını öldürmek yerine kendisine partner yapmıştı. Dedektiflerimiz de gayet iyiydi. Seri katil çiftimiz meşhur konser mekanlarından seçecekti kurbanlarını ama olmadı. 27 Ekim’de başlayan Salı dizisi kötü bir pilotla başlamanın faturasını üçüncü bölümünün hemen ardından iptal olarak ödedi.


You, Me and the Apocalypse
Amerikan-İngiliz ortak yapımı kıyamet komedisi insanlığın sonunu getirirken beş uyumsuzun birlikte çalışma zorunluluğuna odaklanıyor. “You, Me, and the End of the World” adıyla bilinen dizinin 10 bölümlük ilk sezonu 30 Eylül’de Sky 1’de başlarken, NBC’de ise sezon ortasında başlayacak. Dizinin yaratıcısı Iain Hollands iki sezonluk “Beaver Falls”dan sonra ikinci denemesinde. Rob Lowe, Jenna Fischer, Megan Mullally, Mathew Baynton, Joel Fry, Paterson Joseph, Gaia Scodellaro, Pauline Quirke, Fabian McCallum ve Kyle Soller da oyuncu kadrosunun başını çekenler. Birbirinden çatlak karakterlerle kıyameti evlere şenlik hale getiren dizi bizi asabi rahip, fazla kibar bankacı, mikrop fobili siber terörist, ölümden dönen bir çocuk, bakire rahibe ve bir Amerikan generali ile tanıştırıyor. Beklenmedik şekilde bir araya gelmek zorunda kalan kahramanlarımıza odaklanıyoruz... Dünyanın sonu gelmek üzere, herkes durumu kabullenmiş... Bu kaos ortamında yaşanacak tuhaflıklarınsa haddi hesabı yok gibi... Sezonun en iyi pilotlarından biriyle başlayan dizi İngiltere’de gereken ilgiyi fazlasıyla görerek şov yapıyor. Amerika yayınından sonra ek bölüm siparişi alarak uzaması yerinde olur. Farklı komedi arayanlar kaçırmasın...



+45 Anlayarak Hızlı Okuma Gözden Geçirilmiş Yeni Baskısıyla Raflarda

$
0
0
1.785.614 kişi, ÖSYM’nin yaptığı sınavlarda son soruyu göremedi. Sınavlarda görevlinin size “Ekstradan 45 dakikanız var,” dediğini düşleyin. Ya da… +45 Anlayarak Hızlı Okuma ile düşlemeyin, gerçek olsun.

+45 Anlayarak Hızlı Okuma gözden geçirilmiş yeni baskısıyla Hyperion’dan raflarda…

“2014 YGS ve LYS’de bana başarıyı, bilgi birikimi ve kriz yönetiminin yanında zamanı etkili kullanmam getirdi. Siz de zamanla yarıştığınız bu maratonda daha önde gitmek istiyorsanız +45'in doğru teknikleriyle okumanızı hızlandırın. Unutmayın; hızlı okumak, dikkatsiz okumak değil bilinçli okumaktır.”
Özgür Can Eren 
(2014 LYS TÜRKİYE BİRİNCİSİ)

“+45 eğitimi ile kazandığın tıp fakültesinde okumaktayım. Aslında eğitimin en başında yararlı olmayacağına inanmıştım. Ancak egzersizleri yaparak inanılmaz şekilde hızlandım. Her şey için teşekkürler +45.”
Cenk Gacamer
(CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ÖĞRENCİSİ)

Yazan: Serkan Aydın
Yayın Markası: HYPERION
Türü: Kişisel gelişim
İlk Baskı: Kasım 2015
Sayfa: 272
Fiyatı: 24 TL

Yeraltı : Saklandığın Derinlikler Mezarın Olabilir!

$
0
0
Sarah Lotz ve Louis Greenberg’den yüksek tempolu, etkileyici bir gerilim romanı: “Yeraltı” Altın Kitaplar etiketiyle raflarda.

Tüm dünyada çok konuşulan, Türkiye’de de büyük ilgi gören “Üç” romanının yazarı Sarah Lotz bu kez Louis Greenberg ile birlikte “Yeraltı” adlı gerilim romanını kaleme aldı.  
S. L. Grey adını kullanan ikilinin yüksek tempolu, keskin dönemeçlerle dolu, etkileyici romanını soluksuz okuyacaksınız.

Şeytan, ruhuma sızmanın bir yolunu arıyor!
Dünyanın birçok bölgesini kasıp kavuran öldürücü bir grip virüsü ABD’nin kapılarına dayanmıştır. Kıyametin zaten bir gün gelip kendilerini bulacağını düşünen zengin ve paranoyak bir grup aile, çok önceden satın aldıkları “güvenli” limanlarına ulaşmıştır. Dış dünyayla hiçbir bağı olmayan, virüs, deprem ya da nükleer sızıntıya karşı korunaklı bu yer, toprağın metrelerce altında, lüks ve konforlu dairelerden oluşan “Özel Yer” adında bir sığınaktır.

Kapılar kilitlenir, yeraltında yaşam başlar; fakat birkaç gün sonra içlerinden birinin cesedi bulunur.
Yoksa hayatta kalmak adına en büyük tehdit aslında yeryüzünde değil de yeraltında mıdır?

Yeraltı yüksek tempolu, keskin dönemeçlerle dolu, etkileyici bir gerilim romanı.

Louis Greenberg ve Sarah Lotz, bu kitap için yaptıkları işbirliğinde S. L. Grey adını kullanmışlardır. Cape Town’da yaşayan Sarah hem romancı hem de senaryo yazarıdır. Ayrıca Die Hard-Zombie adlı bilgisayar oyununun tutkunudur. Cinayet ve gerilim romanları yazarı olan Sarah Lotz, kızı Savannah Lotz ile birlikte gençler için yazdığı Deadland roman dizisinde Lily Haine adını kullanmaktadır.

Johannesberg’da yaşayan Louis ise editör ve yazardır. Birkaç yıl süreyle bir kitabevi işletmiştir. Ayrıca vampir edebiyatı üzerine yüksek lisans ile kıyamet sonrası bilim-kurgu edebiyatı üzerine doktora yapmıştır.

Yeraltı / S. L. Grey
Orijinal Adı: Under Ground
Çevirmen: Mehmet Gürsel
Roman / Korku-Gerilim
Sayfa Sayısı: 336 sayfa
Fiyatı: 20.00 TL


Kardeşimin Mezarı : Hayaletlerinle Yüzleşmezsen Onları Gömemezsin

$
0
0
Polisiye gerilim adına geçtiğimiz ayın en ilgi çekici romanı Altın Kitaplar etiketiyle yayınlanırken, Uluslararası Gerilim Yazarları Derneği tarafından 2015’in en iyi gerilim yazarı seçilen ve gerilim romanı dalında da Nancy Pearl Ödülü’nü de alan bir yazarla tanıştırıyor bizleri. Robert Dugoni ilk kez Türkçede. 2006’da yayımlanan ilk romanı “The Jury Master” aynı zamanda beş kitaplık David Sloane serisinin de başlangıcı olmuş. Genç John Grisham olarak tanınan yazarın her kitabı çok satanlar listelerine girmiş ve birçok dile çevrilerek dünyada yirmiden fazla ülkede yayınlanmış. 2014 Kasım’ındaysa yeni bir karakter yaratarak selamlamış okurlarını: Cinayet masası dedektifi Tracy Crosswhite. Seriyi de karakterine özel bir vaka ile başlatmış. 2015’in en iyi gerilim romanı olarak gösterilen “My Sister's Grave”, Amazon, New York Times ve Wall Street Journal’da aylarca en çok satanlar listesinde yer aldıktan sonra nihayet raflarda yerini aldı.

Tracy Crosswhite ile tanışıyoruz. Hayatını allak bullak eden bir olay yaşamış ve orda takılmış kalmış. Saplantılı olduğu dava dosyası hep soru işaretiyle dolu olan bir kayıp vakası. Kız kardeşi Sarah kaybolmuş ve cesedi bulunamamış. Net bir delil olmadan yakalanan bir adam da suçlu bulunarak cezasını çekmek üzere hapse mahkum edilmiş. Dava dosyasının soru işaretlerini takıntı eden Tracy, bu uğurda öğretmenliğini de bırakarak polis akademisinde almış soluğu. Cinayet masası dedektifi olmuş. Hep yarım kalması, insanlarla olan ilişkileri de bu hesaplaşamadığı olaya dayanıyor. “Kardeşimin Mezarı” eski defterleri yeniden açıyor ve Sarah’ın cesedinin ortaya çıkmasıyla soruşturmayı tazeliyor.

Tracy ile bir cinayet soruşturması üzerinde merkezde çalışırken tanıştırıyor okurunu Dugoni. Kısa tanışmanın ardından hiç vakit kaybetmeden iki avcının bir cesedin kalıntılarını bulması haberiyle fitili ateşliyor. 20 yıl öncesine gidiyoruz hemen, o kritik geceye. 1993 Washington Eyaleti Kırma Horozlu Atıcılık Şampiyonunu belirlemek için iki gündür devam eden yarışmanın son günündeyiz. 22 yaşındaki Tracy ile dört yaş küçüğü Sarah şampiyonluğun en önemli iki adayı. Yarışma sonrası Tracy sevgilisiyle kutlamaya giderken, Sarah eve yalnız dönmek üzere yola koyuluyor. Ama bir daha kendisinden haber alınamıyor. Yazarın hayali kasabası Cedar Grove ile de böylece tanışmış oluyoruz. Ceset kalıntılarının teşhisiyle birlikte hem bugünü hem de geçmişi paralel kurgu ile anlatan yazar, okurunu daha ilk sayfalardan itibaren romana hapsediyor. Kasabanın önde gelen ailelerinden Crosswhite’ların küçük kızı Sarah, herkesi korkutmakla ve şakalarıyla kasabanın neşe kaynağı. Başına gelenlerin kasabada yarattığı etkiler de romanın bir parçası.

Dugoni’nin ne kadar iyi bir yazar olduğu daha romanın yarısına gelmeden anlaşılıyor. Gerekli atmosferi ustalıkla kurarken, hikayenin tüm bileşenlerini de sıralayarak okuruna adeta nefes aldırmadan ilerliyor. Kasaba hayali olabilir ama gerçekliğinden şüphe etmemenizi sağlıyor. Sarah’ı tanıdıkça iç burkan bir hüzünle ilerlenen finalin de doyumsuz olduğunu ekleyeyim. Günümüz çoksatar polisiyesi standartlarının bir kaç adım ötesinde bir roman. Tracy’nin inanmadığı deliller sayesinde davanın yeniden görülme safhası bir solukta finale gelmenizi sağlıyor. John Grisham’ın varisi ünvanını neden aldığını gösterdiği roman, mahkeme safhasında hem geçmişi hem bugünü anlatırken öyle bir tempo kazanıyor ki kendinizi Tracy’nin yerinde buluyorsunuz. 360 sayfalık romanı elden düşürmek de neredeyse imkansız hale geliyor. Bir solukta bitiyor.

“Kardeşimin Mezarı” yüksek temposuyla daha ilk sayfalarından okurunu esir alan bir roman. Müthiş kurgusu ile tek solukta finale yürümeden rahat bırakmayacak bir gerilim. Polisiye gerilim sevenler ile iyi adli gerilimi özleyenler için biçilmiş kaftan. 

Kardeşimin Mezarı / Robert Dugoni
Orijinal Adı: My Sister’s Grave
Çevirmen: Esat Ören
Dizi Adı / Türü: Polisiye Roman
368 sayfa
24.00 TL


Sarnıç Atölye Aralık Ayında Yepyeni Atölyelerle Geliyor!

$
0
0
Geçtiğimiz yıl Faruk Duman, Cem Kalender, Irmak Zileli ve Onur Caymaz’lı kadrosuyla dikkat çeken Sarnıç Atölye, kategorilerini arttırarak yoluna devam ediyor. Edebiyatın yanına sinema ve sporu da ekleyen Sarnıç Atölye’de yeni dönemde kimler yok ki! “Kader”in Bekir’i olarak tanıdığımız, “Ezel” dizisinde Ramiz Dayı’nın gençliğini oynayarak halkın kalbinde taht kuran Ufuk Bayraktar, oyunculuk atölyesinde genç oyuncular ve oyuncu adaylarıyla deneyimlerini paylaşacak. Geçtiğimiz yıl 21. Adana Uluslararası Altın Koza Film Festivali ve 5. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü kazanan “Toz Ruhu”nun yönetmeni Nesimi Yetik, yönetmenlik atölyesinde yeni sinemacılara yol gösterecek. 

Spor Medyası ve Yazarlığı’nda Uğur Karakullukçu, Senaryo Atölyesi’nde Barış Erdoğan, Film Kurgusu Atölyesi’nde deneyimli kurgucu Orhan Örsman ve Felsefe Atölyesi’nde Prof. Nami Başer yeni dönemde Sarnıç Atölye’de olacaklar. Ayrıca Onur Caymaz’ın çok sevilen Yaratıcı Okurluk atölyesi de 13 Aralık’ta başlayacak. Yeni dönemin başvuruları 30 Kasım tarihine kadar sürecek… 

İletişim:
Telefon: 0535 404 51 08 - 02164502029
Adres:  Mürver Çiçeği Sokak Fikri Erkmen Apt. No: 10/A Daire: 4 Rasimpaşa/Kadıköy 
Mail: sarnicatolye@gmail.com 
Twitter: @sarnicatolye


NTV Yayınları’ndan Yeni Kitap: Matematik Budur!

$
0
0
İnsanların sayı saymaya başladığı günden beri, rakamlar sayesinde büyük bir ilerleme kaydedildi. Bugün, matematik olmasa modern bir yaşam sürdürmek imkânsız hale gelir. Ders çalışıp ödev yapmak, bir yere hangi yoldan gidileceğini kestirmek, dahası ev ve yollar yapıp hava durumunu tahmin etmek ve müzik bestelemek: Sürdürdüğü bütün bu etkinliklerde insana matematik eşlik ediyor. Hatta bitkiler bile bazı matematik kurallarına göre büyüyor, boy veriyor. İnsanın “Doğa matematiği bizden daha önce keşfetmiş” diyesi geliyor!

Matematik Budur sayesinde, tutku dolu bir evreni keşfederek “matematiğin” çoğu kez “oyun” saydığı (Einstein böyle derdi) sorunları alt edeceksiniz.

Yazar: Carina Lourant - Florence  Pinaud
Çevirmen: Alev Er
Tür: Matematik
Yayın Tarihi: Kasım 2015
Sayfa: 108 syf
Fiyat: 22 TL              


Kuzgun ve Sırma : Yazgıları Düş Gücünde Saklı

$
0
0
Bir bibliyofilseniz kitaplarınızı görenlerin tepkileri bellidir. Büyükler iç çekerek özenir ve varsa okuma kaygılarını dillendirir. En güzel tepkiyi ise küçükler verir. Hiç alışık olmadıkları bir yığın arasına dalmanın şaşkınlığını anlamlandırmaya çalışırlar. Çevrelerinde kitap okuyan yoksa daha da ilginçleşir bakışları. Ve çoğunlukla da özenirler. Kitap okuma alışkanlığı ve sevgisinin yeni nesile aktarılmasında en önemli paylardan biri de bu özenleridir. Bu yüzden her kitaplıkta mutlaka çocuk kitaplarının da bulunması gerektiğini düşünenlerdenim. O hevesi yeşertmek için güzel kitaplar o raflarda olmalı. Eve gelen çocukların soluğu kitaplığımın önünde almasını da seviyorum bu yüzden. Her gelişlerinde saymaya girişmeleri, kapaklarını incelemeleri gibi eğlenceler yaratmalarının yanı sıra okumak da istiyorlar. İşte tam bu sırada güzel bir kitaba ihtiyacınız var. Öyle bir kitaptan bahsedip tavsiye edeceğim. “Kuzgun ve Sırma” tam da öyle bir anda duyulan tüm ihtiyacı karşılamakla kalmıyor, keyifli bir sohbet imkanı da sağlıyor.

Yayımlanmış sekseni aşkın kitabı ve ödülleriyle usta yazar Ayla Çınaroğlu’nun kitabı “Kuzgun ve Sırma” Kasım ayında yapmıştı ikinci baskısını. Mustafa Delioğlu’nun resimlediği kitap, iki benzemez karakterin yollarının kesişmesine dair masal tadında kısa bir öykü. Dört bölümden oluşuyor. İlk bölümde Sırma’yı tanıyoruz. Koca kız olmuş ama tembellikte üstüne yok. Arkasını toplamaktan yorulan üvey annesi çok şikayetçi bu durumdan. İkinci bölümde ise Kuzgun’u tanıyoruz. Köye sonradan gelmiş ve dükkan açmış ama sorunlar yaratmış, yaşatmış. Dışlanmasının ardından ormanda yaşamaya başlamış. Deli Kuzgun adıyla anılır olmuş. Çınaroğlu iki karakteri de tanıtırken ekliyor, kimse tamamen iyi ya da kötü olamaz. “Kuzgun ve Sırma” ile masal tadında bir karşılaşma yaşıyor kahramanlarımız. Son bölüm “Sonrası” ise kitabın en güzel yanı... “Yok, yok, benden bu kadar... Sonrasını, daha da fazlasını anlatacak değilim” diyor yazar, karşılaşma sonrası oluşan tüm ihtimalleri okurlarına bırakıyor. En zevkli kısım da böylece ortaya çıkıyor. Kitabı bir çocukla okuyorsanız beraber harika zaman geçiriyorsunuz. Ben öyle yaptım...

Geçtiğimiz hafta Teyzemin torunları bizdeydi. Üç torundan ikizler sülalenin gözbebeği, ablaları da biraz onların gölgesinde kalmaktan muzdarip olsa da büyümenin sorumluluk almanın eşiğinde. Her zaman olduğu gibi soluğu yine kitaplığın önünde aldılar. Son gördüklerinden sonra yeni eklenenleri bulma oyunu oynadık yine. Zorlanmadan yenileri buldular. Sonra da ne okuyalım diye düşününce “Kuzgun ve Sırma” da karar kıldık. Hevesle okurken, tam en heyecanlı yerinde, eğlencenin başlayacağı yerde bitmesiyle düş kırıklığına uğradılar önce. “E o zaman biz getirelim devamını” deyince parladı gözleri. O zaman dikkat etmemiz gerekiyormuş. Tekrar okumamız lazımmış. Üçüncü okumadan sonra aldılar sözü. Herkes kendi fikrini söyledi ve kendi sonunu yazdı. Tahmin edilebileceği gibi üçü de farklı sonlar yazdı. İkizler olabildiğince gerçeküstü takılarak yeni kahramanlar eklerken, ablaları kısaca ayırdı ikiliyi. Hikayeden yola çıkarak o kadar çok şey konuştuk ki buraya sığdırmam zor. Hayal güçleriyle yeniden inşa ettikleri öykünün sonsuz ihtimali var. Bunun farkına varınca arkadaşlarıyla da okurlarsa neler olacağının heyecanı sardı içlerini. Çok sevindikleri hediye kitapları ellerinde düşler kurarak gittiler. 

“Kuzgun ve Sırma”nın yazgılarını çocukların düş gücü belirliyor. Her çocuğun zihnini açacak ve düş gücünü harekete geçirtecek şahane bir kitap. Öğretmenler için de önemli bir kaynak. Kendinize bir iyilik yaparak alın ve çocuğunuzla birlikte okuyarak o ihtimallere gömülün.



Vizyona Giren Filmler : 27 Kasım

$
0
0
İkisi yerli beş filmin vizyona girdiği haftaya damgayı yönetmenler vuruyor. Steven Spielberg’in Tom Hanks’li soğuk savaş draması “Casuslar Köprüsü”, Yeşilçam'ın Sultan'ı Türkan Şoray’ın “Uzaklarda Arama”sı ve Müjdat Gezen'in hicvi “Diktatör Adolf Hitler'in Hayatının Esrarengiz Yönleri” haftanın öne çıkanları. R.L. Stine’in ünlü serisinin uyarlaması “Goosebumps: Canavarlar Firarda” da maksimum eğlence vaadiyle ilgi çekiyor. Sundance Film Festivali'nde Jüri Büyük Ödülü kazanan “Sakin Batı” ise vizyona hayli geç girmişse de haftanın en iyisi ve kaçırılmaması gerekeni.


Goosebumps: Canavarlar Firarda / Goosebumps
Yönetmen: Rob Letterman
Oyuncular: Jack Black, Halston Sage, Odeya Rush, Dylan Minnette, Ken Marino
Konu: Büyük şehirden Küçük bir kasabaya taşındığı için mutsuz olan delikanlı Zach Cooper, taşındıkları evin tam yanındaki evde yaşayan güzel kız Hannah ile karşılaşıp, Champ ile de kısa sürede arkadaş olduklarında yeni hayatı için umutlanır. Ama her umut ışığını peşinde dolaşan bir de bulut vardır; Zach Hannah’nın gizemli babasının, Goosebumps kitaplarının yazarı, R.L. Stine olduğunu öğrendiğinde, bunu bir kez daha anlar. Zach, yan evdeki komşularını daha iyi tanıdıkça Stine’nın korkunç bir sırrı olduğunu da öğrenir; Stine’ın kitaplarını ünlü yapan yaratıklar gerçektir ve Stine onları kitaplarında kilitli tutarak okurlarını korumaktadır. Stine’ın yaratıkları kazara serbest kaldıklarında, Zach’in hayatı da garipleşecektir. Macera dolu çılgın bir gecede, Zach, Hannah, Champ ve Stine’ın takım olarak bu hayal ürünü yaratıkları ait oldukları kitaplara geri göndermeleri ve kasabayı kurtarmaları gerekecektir.
İyi bir fikrin sinemaya yansıması çok etkileyici değil ama ne bekleniyorsa hepsini karşılıyor. Keyifli seyir garanti, devam filmlerinin de kapısını açacağı aşikar.


Casuslar Köprüsü / Bridge of Spies
Yönetmen: Steven Spielberg
Oyuncular: Tom Hanks, Austin Stowell, Amy Ryan, Mark Rylance
Konu: 1950 yıllarında soğuk savaşın henüz başlarında, Birleşik Devletler ile Sovyetler Birliği arasındaki tansiyon yükselmeye başlamıştır. Bunun üzerine FBI, New York’ta yaşayan bir Sovyet ajanı olan Rudolf Abel’i tutuklar. Rusya’ya gizli kodlu mesajlar atmaktan suçlanan Abel ülkesine iadesini ister fakat FBI uzlaşmaya sıcak bakmaz ve federal hapishanede mahkemesini beklemesine karar verir. Hükümet, Abel’i savunması için bağımsız bir avukat atanmasına karar verir ve Brooklyn’de bir sigorta avukatı olan James Donovan’a teklif götürür. Nuremberg davalarında savcılık görevi yapmış olmasına rağmen Donovan, bu büyüklükteki davalarda çok tecrübesiz olduğunu düşündüğü için, davayı üstlenmeye pek de istekli değildir. Ayrıca savunulması istenilmeyen birine avukatlık yapmak onu toplumda tanınır hale getirecek ve kendisini, hatta ailesini potansiyel bir tehlike altına sokacaktır.
Spielberg’in savaş döneminden film çıkarma hastalığı arada bir nüksediyor ve ortaya izlenebilir ama beklentilerin altında bir vasat çıkıyor. Kötü film değil evet ama ustadan daha fazlasını beklerken oyalanıyor gibiyiz. Amerika’dan Doğu Almanya’ya geçerken kopmasa ve ikinci bir film izliyormuş hissiyle heyecanı öldürmese en azından sıkılmadan izleyebilirdik…


Uzaklarda Arama
Yönetmen: Türkan Şoray
Oyuncular: Mustafa Uğurlu, Fırat Tanış, Mehtap Bayri, Ekin Türkmen, Kaan Urgancıoğlu
Konu: Film, şehir merkezindeki pavyonun yakınlardaki küçük bir kasabaya taşınma emrinin çıkmasıyla başlayan olaylar zincirini mizahi bir dille ele alır. Bu karmaşık ortam içinde kasabalının da şahit olacağı tutkulu, imkansız bir aşk yaşanır. Birbirinden çok farklı insanların dünyalarının kesişmesinden doğan trajikomik bu hikayeyi 9 yaşındaki Yusuf’tan dinleriz.


Diktatör Adolf Hitler'in Hayatının Esrarengiz Yönleri
Yönetmen: Müjdat Gezen
Oyuncular: Müjdat Gezen, Aysun Ergin, Cengiz Gezgin, Mustafa Barış Taşkın
Konu: 50 Yıllık Yeşilçam Emekçisi Muammer Çetintaş 385 filmde reji asistanlığı yapmış fazla yeteneği olmayan bir sinemacıdır. Hayattaki en büyük ideali yönetmenlik ve yapımcılıktır. Senaryosunu yazdığı hikâyeyi çekebilmek için babadan kalma evini ipotek ettirir. Sigaradan dolayı akciğerlerini alkolden dolayı da karaciğerini kaybetmek üzeredir. Karısı ve oğlu onu terk ederek yıllar önce Almanya’ya yerleşmişlerdir. Muammer Almanya’ya gidip gelirken Hitler’in hayatıyla ilgilenir ve onu sinemaya aktarmaya karar verir. Sonunda filmi bitirir. Amerikalı alternatif çekimlerle uğraşan bir firma filmi satın alır. Film dünyanın en kötü filmleri arasında bir numara seçilir. Yaşamı boyunca içe dönük ve yalnız yaşayan Muammer iyice hastalanır. Yurt dışındaki oğlu sinema akademisini bitirmiştir. Babasını son bir kez görmeye gelir. Bir sabah uyandığımızda Muammer Çetintaş artık dünyadan ayrılmıştır.


Sakin Batı / Slow West
Yönetmen: John Maclean
Oyuncular: Michael Fassbender, Kodi Smit-McPhee, Ben Mendelsohn, Caren Pistorious
Konu: Varlıklı bir İskoç aileden gelen 17 yaşındaki Jay, bir kaza sonucu İskoçya’yı terk etmek zorunda kalan sevdiği kadın Rose’un peşinden Vahşi Batı’ya yola çıkar. Suçun yasa haline geldiği Vahşi Batı’da amacını tek başına gerçekleştiremeyeceğini kısa sürede anlar ve gizemli kovboy Silas’ın onu hedefine ulaştırmasına razı olur. Yolculuk boyunca karşılaştığı şiddet, dalavere ve türlü türlü tehlike ona, Amerika’nın masum insanlara göre olmadığını gösterir.
Başka bir yönetmen çekse belki itiraz ederdik hatta Western’i kurcalamak sana mı kaldı derdik ama Maclean ilk filminde teoride ne düşündüyse pratiğe geçirdiğini göstererek iyi iş çıkarmış. Temposunun ağırlığı genel izleyiciyi soğutabilir ama derdini anlatan güzel bir film.


Begüm Tarako'dan Yeni Albüm: 7

$
0
0
Begüm Tarako,  Aralık 2012’de yayınladığı  ‘Aklımın Oyunları’ isimli ilk albümünün ardından ‘7’ ile müzik yolculuğuna devam ediyor.

27 Kasım 2015’te DMC etiketiyle paylaşılan çalışma, her alandaki içeriğin ve içerikteki derinlik duygusunun önemsizleştiği günümüzde, akışın aksine, birkaç yan daldan beslenen zengin bir kurguyla karşımıza çıkıyor.

Albüm;
‘İnsanın alacası’ ekseninde ilerleyerek, içsel bir arayışı ve hesaplaşmayı irdeleyen ‘7’ yazı, yazılardan doğan şarkı sözleri, tümünün görsel yansımaları niteliğindeki illüstrasyonlar paralelinde birer “soundtrack” olma özelliği taşıyan, post-rock ve indie etkilenimli müzik örgüsüyle, dinleyicisini, şarkıların alt –belki de üst- anlamlarıyla sarmalayarak kendi hayal dünyasını paylaşmaya davet ediyor.

Yapısıyla farklı bir deneyim sunmayı amaçlayan ‘7’ aynı zamanda, şarkıların formlara uyma çabasıyla seyreltilen yaratım süreçlerini keşfetme olanağı sağlarken, ‘sessiz’ cümlelerin seslerini aktaran bir dinleti niteliğinde.

Prodüktörlüğünü ve proje tasarımını Begüm Tarako’nun üstlendiği albümde müzisyene;

Burak Irmak (analog synthesizer), Bülent Şenkul (elektrik gitar), Kadir Keskin (bas) ve Nedim Ruacan (davul) eşlik ediyor.

Editörlüğünü Serkan Murat Kırıkcı’nın yaptığı ‘7’ nin hikaye kitabının, kapak ve tema illüstrasyon çalışmaları ise Merve Özyılmaz’a ait.


Şarkılar
1- Alaca                                               Söz & Müzik: Begüm Tarako
2- Suretler                                            Söz & Müzik: Begüm Tarako
3- Yer Kuşakları                                  Söz & Müzik: Begüm Tarako
4- Celse                                                Söz & Müzik: Begüm Tarako
5- Dem                                                 Söz & Müzik: Tolga Özoğlu & Begüm Tarako
6- Eşik                                                  Söz & Müzik: Begüm Tarako
7- Uçsuz Tango (Enstrümantal)           Müzik: Begüm Tarako

Kayıt: Deneyevi
Sound Engineer: Başar Ünder
Mix: Emre Nişancı
Mastering: Çağlar Türkmen


Spotify'den dinleyebilirsiniz...
https://play.spotify.com/album/6wvAi14SZBIWz12qTVwg3Z


Usta Kalem Tülin Dursun’dan Çarpıcı Öyküler: Yılgın

$
0
0
Yazar Tülin Dursun, “Soma’ya Ağıt” alt başlığıyla bir araya getirdiği öykülerini “Yılgın” adını verdiği yeni kitabında topladı. Dursun, yaşamdan süzdüğü çarpıcı öykülerinde günlük hayatın ayrıntılarını sade ve güçlü bir dille okuruna sunuyor. “Yılgın”, hepimizin yaşadığı acıları, büyük insanlığın günlük yaşamını yazılı kültüre geçiren önemli bir kitap. Kitabın arka kapak yazısında okuruna şu cümlelerle sesleniliyor:

Ne zor öğreniyoruz yaşamayı. Hayatımızın son anına kadar, yani son nefesimiz bedenimizi terk edinceye kadar da öğreniriz. Sahnenin en iyi oyuncusunun kendimiz olduğunu sanarak yaşarız. Başkalarının sergiledikleri oyuna duyarsız kalırız. Kendi ezberimizi unuttuğumuzda yardımcı arar gözlerimiz. Alaylı bakan seyirciye asla tahammülümüz yoktur. Hayat oyuncularının yanlışlarından, başlarına gelen kötü sahnelerden ders çıkarmak yerine acıma duygularımızla yaklaşırız yanlarına. Çabuk unuturuz.

-Hangimizin alnında geleceği yazılı? Hangimiz iyi, hangimiz kötü?
-Hangimizin gözlerinden dışavurumlarımız okunur? Hangimizin hayatı daha iyi?
-Bizi farklı kılan ne?
-Doğumumuz mu, ölümümüz mü? Yalnızca ikisi arasında kalan yaşam biçimimiz değil mi?
-Hangimiz ailemizi, adımızı seçme özgürlüğüne sahibiz?
-Umarsızlık, umutsuzluk hangimizi hayata küstürmez, yorgun düşürmez?
-Her birimiz kendi dertlerimizle yorgunuz.
-Yılgınız işte!


“Yılgın”, Tülin Dursun, Öykü, Yitik Ülke Yayınları, 190 sf., Kasım 2015, 16 TL


Bridge of Spies : Savaş Soğuk, Hukuk Üstün

$
0
0
Birkaç hafta sonra geride bırakacağımız 2015 senesinde özellikle ana akım sinemada yıl içinde ciddi anlamda heyecan yaratacak bir gelişme olmadığını söylemek mümkün. Son olarak Ridley Scott'un, politik jargonla ifade etmek gerekirse "NASA ile tam bir iş birliği içerisinde!" kotardığı "The Martian", yüksek teknolojinin hakim olduğu "uzay serüvenlerine" aşina olmaya başladığımızdan olsa gerek, beğenilmekle birlikte büyük bir sansasyon yaratamamıştı. Bu hafta salonlarımıza gelen, Steven Spielberg'ün, daha önce "Saving Private Ryan" başta olmak üzere dişe dokunur birlikteliklere imza attığı Tom Hanks'i baş role yerleştirdiği "Bridge of Spies", biraz da bu birliktelik sebebiyle haftanın dikkat çekenlerinden olmayı başardı.

Ticari zekası öne çıkarılsa da, yaptığı röportajlardan da anlaşıldığı üzere Steven Spielberg sinemayı gerçekten seven bir adam. İmza attığı filmlerde, her şeyden önce seyirci için bir şeyler yaptığının idrakinde oluyor. Hikaye anlatımındaki ustalığının yanı sıra politik içerikli filmlerinde "çaktırmadan" taraflı olabiliyor.

"Bridge of Spies"ı gidişat açısından ikiye ayırmak mümkün. 1950'lerin sonunda, Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki soğuk savaş had safhadayken, Amerikan halkı asla gerçekleşmeyecek bir nükleer savaş nedeniyle bir kara propagandaya maruz bırakılıp, her an istim üzerinde yaşarken iki ülke istihbarat teşkilatları da casus avındalar. Amerka'da Sovyet casusu olduğu suçlamasıyla yakalanan Rudolf Abel'ı ( Mark Rylance ) savunma görevi, bir büroda çalışan sigorta avukatı James Donovon'a ( Tom Hanks ) nasip oluyor. James başlarda görev için gönüllü olmasa da davaya müdahil oluyor. Müvekkiliyle empati kurup davadaki hukuksuzlukların üzerine gitmeye başlıyor. İşin aslı, tamamında dava ve temyiz sürecine odaklansa, Türkiye'de izlenmesi elzem bir film olarak niteleyeceğiz "Bridge of Spies"ı. James, müvekkilinin yargılanmadan suçlu ilan edilmesine karşı çıkıyor. "Hukukun üstünlüğü"nü anlatmaya, Anayasa'nın temel alınmasının ehemmiyetini duyurmaya, adil yargılanma hakkını savunmaya, şartlar ne olursa olsun kanunların uygulamasının önemini anlatmaya çalışıyor. Ülkenin en nefret edilen adamı olması pahasına, tehditlere ve maruz kaldığı saldırılara rağmen yılmıyor ve davanın en başında en iyi ihtimal olarak görülen hapis cezasını temyize götürmek istiyor. Kısacası ülkemizde son dönemde hukukla ilgili tartışılan, konuşulan ne kadar kavram varsa gündemine alıyor "Bridge of Spies". Sırf bu yanıyla dahi, sonuçta ticari bir sinema örneği olsa da yerli seyirci için farklı bir gözle olaylara bakma imkanı sunuyor. Bu açıdan, ilk kez karşılaştığımız bir içeriği bulunmasa da Steven Spelberg'ün ikna gücünü de göz önünde bulundurarak, sadece bu haftanın değil son ayların en dikkat çekici yapıtı olabilir, duyarlı izleyicinin gözünde.

Ancak hikaye temyiz sürecinde ilerlerken, bu anlatıya paralel olarak işleyen yan öyküde bir Amerikan pilotu Sovyetlere esir düşüyor. Sovyet tarafı alenen bir pazarlık sürecine girmek istemeyip araya aracı sokmak isteyince, CIA de bu arabuluculuk görevi için James'e teklif götürüyor. Bundan sonra, yine politik jargonla ifade edersek "eksen kayması" yaşayan filmin havası da birden değişiveriyor ve bana göre ciddi biçimde irtifa kaybediyor. Söylemeden geçmeyelim, gerilim dozu hatırı sayılır dozajda yükselip pek çok anıyla insanı diken üstünde tutarak zor bir iş beceriyor ama Spielberg'ün yumuşak karnı bir kez daha kendini gösteriyor ve politik açıdan fazla taraflı bir tablo çıkıveriyor ortaya. Kapkara bir Komünizm betimlemesi eşliğinde Sovyet Rusya ve Doğu Almanya'nın insan hakları ihlallerini izlerken, bu arada James'in hiçbir tereddüt yaşamadan kendisini arabuluculuk için ortaya atması ve sonrasında yaşananlar, ikna edicilikten uzak ve aceleye gelmiş bir havada yaşanıyor. Hele ki finale doğru bir Hollywood yapımında olduğumuz, fazla klişeleşmiş sahnelerin arka arkaya sıralanmasıyla yüzümüze çarpıyor. Netice olarak neredeyse her Steven Spielberg filmi gibi görsel işçiliği ve oyuncu performansları üst düzeyde olan "Bridge of Spies" kimi kusurlarına rağmen şans verilebilecek bir seyirlik olarak vizyondaki yerini alıyor, şimdiden Oscar yarışında adının geçeceğini de söylemek mümkün.

Baş rolde yer alan Tom Hanks'e Rudolf Abel karakteriyle etkileyici bir performans sergileyen Mark Rylance, Amy Ryan, "Breaking Bad"ten hatırlayabileceğimiz Jesse Plemons ve Sebastian Koch eşlik ediyor. Senaryoda Matt Charman'ın yanı sıra Coen Kardeşler'in imzasının olduğunu, son bir not olarak ekleyelim.

Konuk Yazar: Nuri Çınarlı  

Dost sitelerimizden Polisiye Durumlar'a teşekkürler... 
Nuri Çınarlı'nun diğer film kritiklerini okumak için tıklayın...


Lost in the Sun : Sırlar ve Hatalar

$
0
0
“Bazı insanlar tüm hatalarını görebilirler. Onları omuzunda taşıdığın şekilde yüzünde göster. Hayatım boyunca birçok hata yaptım ve benim hatalarımdı. Hiç kimsenin değil. Benim.  Yaşlandıkça, tüm bu hatalar kendi içinde yığılmaya başlar. Pişmanlıklar, suçlama. Mideni rahatsız etmeye başlar. Sorun şudur ki, kendimle ilgili değiştiremeyeceğim şeyler vardır.” diyerek hatalarını kabullenmiş bir adam ve annesini yeni kaybetmiş bir çocuk... Birlikte yollara düşerse ne olur? Yeni hatalara gebe midir bu yolculuk? 2015 yapımı Amerikan işi “Lost in the Sun” bu ihtimallerle direksiyon başına geçen ikilinin yol macerasını anlatıyor.

İki kısa filmin ardından televizyon dizileri ve filmleriyle geçen yıllarından sonra Trey Nelson yazıp yönettiği ilk kurmaca filminde. İlk uzun metraj sınavını 2009’da tv dökümanteri “Stealing Lincoln's Body” ile veren Nelson, dökümanterlerin ardından 2015’e iki kurmaca sığdırmış. Tv filmi “Love Bites”in Haziran’da yayımlanmasının ardından Kasım ayında sinema salonlarına sıçramayı yaptığı film “Lost in the Sun”... Haliyle daha fazla izleyiciye ulaşabileceği ilk önemli sınavında... Josh Duhamel, Josh Wiggins, Lynn Collins ve Emma Fuhrmann’ın başını çektiği oyuncu kadrosuyla çalışan Nelson, Amerikan kırsalını da başrollerden birine oturtmayı ihmal etmemiş.

Dram ile gerilimi bir arada sunan film açılışını sakince yapıyor. Bir benzinlikteyiz... John markette alışverişte, Louis de dışarıda pompanın başında. Kasiyer ikiliyi tanıyor ve 911’i aradıktan sonra tüfeğine sarılarak sesleniyor: “Sizi tanıdım. Siz onlarsınız.” Bu girişin ardından John ve Louis’in hikayesi için bir hafta öncesine dönüyoruz. Bir cenazeevine... Louis ile tanışıyoruz. Annesi ölmüş, ülkenin öbür ucuna dedesi ve ninesinin yanına otobüsle yola çıkmak üzere... Devreye John giriyor ve annesini tanıdığını söyleyerek arabayla götürmeyi teklif ediyor. Böylece yolculuk başlıyor... Bu yolculuğun menüsünde de baba figüründen, birlikte işlenen suçlara, nasıl adam olunurdan hatalara birçok konu bulunuyor.

Senaryosunu iyi formüle eden Nelson, hikayesine ağırlık vermeyi tercih etmiş. John ve Louis arasındaki bağı çabucak kuran yönetmen sakin bir anlatımı tercih ediyor. Müziklerden aldığı güçle de gerilimi eklemiş. Filme gereken tempoyu ve gerilimi kazandıran müzikler Daniel Hart imzalı ve başarılı. Yol filminin gerektirdiği ruha uygun manzaraları da görüntü yönetmeni Robert Barocci yaratınca ortaya sorunsuz bir film çıkmış. İzleyiciye sadece ikiliyi takip etmek kalıyor. Kırsaldaki yalnızlıkları, fazla konuşmadan anlaşabilmeleri dışında yan öyküler de mevcut ama çok fazla yer tutmuyor bütünde. Zira John’un sırlarını öğrenmek için henüz hazır değiliz. Tahmin edilebilir olsa da tatmin edici cevaplarla finaline yürüyen senaryo hiçbir sarkmaya ve tempo düşüklüğüne de izin vermeyince bildik konusuna ve işleyişine rağmen kendini izletmeyi başarıyor Lost in the Sun.

Duhamel ve Wiggins’in arasındaki uyum sayesinde iyi oyunculuklarla süslü sakin bir yol hikayesi Lost in the Sun. Hata üstüne hata yapmanın pişmanlığı ve sırlarla dolu 95 dakikalık yolculuk, iyi sinematografisi ve müziklerinin de etkisiyle izleyicisine derli toplu bir hikaye anlatmak üzere bekliyor.


Viewing all 3916 articles
Browse latest View live