Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3916 articles
Browse latest View live

Burç Doğu'dan Yeni Öyküler : Mine'nin Masasındaki Çikolatalar

$
0
0
Bir gün içerisinde dünyanın sonunun geleceğine inanan bir ofis çalışanı, bütün şehri futbolcu olduğuna inandıran bir afacan, poposunu insanların alınlarına dayamaktan keyif alan bitirim bir kedi, kendini aniden bestseller sözleşmesi imzalarken bulan bir McDonald's kasiyeri ve daha fazlası...

Geç Kalmışlar Mangası'nın yazarı Burç Doğu, bu kez burukça mutlu, boşvermiş ama umutlu, absürd ve incelikli bir öykü kitabı ile okurlarına ulaşıyor.

Makina Elemanları hocamız -dersini üçüncü kez alıyorum- bir keresinde bütün sınıf içinde bana bakıp gözlerini ayırmadan, "Hepinizin mühendis olmasına lüzum yok," demişti. "Sistem çoğunuzu yanlış yönlendiriyor."

Vay canına... Otuz yıldır aynı ders notlarını anlatıp duran bir yardımcı doçent bile beni görünce idealist kesiliyordu. Durumumun vahametine buradan paha biçilebilirdi. Parmak kaldırıp, "Sayın Hocam," dedim. "Hakkımızdaki bu değerli fikrinizi belirtmek için biraz geç kalmadınız mı?"

Cevap vermeye tenezzül etmeden tahtaya döndü ve karalamaya devam etti. O sene dersi ikinciye alıyordum, bu sene üçüncüye, seneye de dördüncüye olacak. Mühendisliğe basit matematik hesaplarını yapacak kadar hâkimim. 

Mine'nin Masasındaki Çikolatalar, Burç Doğu, Öykü, Ağustos 2015, 102 sf. , 12 TL



Gazeteci Yazar Haluk Şahin'den Toplu Şiirler : Uçuşur Ege Rüzgârında

$
0
0
Daha önce, yine Yitik Ülke Yayınları'nca “Büyüyor Üzümler Bağlarda” adlı haiku tarzı şiirleri yayımlanan Haluk Şahin'in bu kitabı üç bölümden oluşuyor. En başta hiçbir yerde yayımlanmamış son şiirleri var. İkinci ve üçüncü bölümler ise daha önce yayımlanıp tükenmiş Dedim ki Poyraza ve Adada Bir Yaz Günü adlı kitaplarındaki şiirlerden oluşmakta. Tüm bu şiirleri buluşturan öğe, coğrafya. Daha doğrusu Limni'si, Midilli'si, Gökçeada'sı, Troya'sı ile Kuzey Ege. Ve tabii, şairin çeyrek yüzyıldır kendisine ortak mesken tuttuğu Bozcaada. Şahin'in burada topladığı şiirleri de bir coğrafyaya sadakati ve derin pastoralizmi ile şiirimizde benzersiz bir yere sahip. Ege'nin sesini, Bozcaada'nın derin izlerini bir araya toplayan “Uçuşur Ege Rüzgârında”, şiir okuru için yeni ve güçlü bir toplam. Kitap Yitik Ülke Yayınları'nca yayımlandı. 

“Uçuşur Ege Rüzgârında”, Haluk Şahin, Yitik Ülke Yayınları, şiir, Ağustos 2015, 205 sf. 18 TL


Vizyona Giren Filmler : 28 Ağustos

$
0
0
Biri yerli sekiz filmin vizyona girdiği hafta sinemaseverleri yaz sezonunun rehavetinden kurtaracak örneklerle dolu... Yerli komedi “En Güzeli”, aynı adlı ajan dizisinden uyarlanan “Kod Adı: U.N.C.L.E.”, siyasi çatışmaların ortasında kalan ailenin kabusu “Kaçış Yok” ve künyesiyle dikkat çeken “American Ultra” haftanın gözdeleri... Zac Efron’lu “Aşkın Ritmi”, Isla Fisher’li gerilim “Geçmişin Laneti” ve Beach Boys efsanesinin yaratıcılarından Brian Wilson’un öyküsü “Aşk ve Merhamet” de diğer seçenekler... Korku filmleri festivallerinin gözbebeği olarak yıla damga vuran “Şeytanın Gözleri” ise sadece bu haftanın değil yılın en iyilerinden biri ve türün fanatiklerinin kaçırılmaması gereken bir şölen...


En Güzeli
Yönetmen: Mustafa Uğur Yağcıoğlu
Oyuncular: Erkan Can, Mehmet Özgür, Osman Karagöz, Cem Kılıç
Konu: Şafak, Doğan ve Güneş asker arkadaşıdır . Doğan ve Güneş Şafak’a göre daha fırlama ama bir o kadar da aylak tiplerdir. Şafak ise sessiz ve sadık bir karakterdir. Şafak´ın Şef isimli bir abisi vardır ve bu üç arkadaşın Şef´in yanına gitmesi ile hayatları bir anda değişir.


Kod Adı: U.N.C.L.E. / The Man From U.N.C.L.E.
Yönetmen: Guy Ritchie
Oyuncular: Henry Cavill, Armie Hammer, Alicia Vikander, Hugh Grant
Konu: 1960’ların soğuk savaş ortamında geçen film, CIA ajanı Solo ve KGB ajanı Kuryakin’e odaklanıyor. Hep karşı karşıya çarpışmış olan bu iki isim, uluslararası bir suç örgütünü çökertmek için takım olarak çalışmak zorunda kalırlar. İkilinin elindeki tek ipucu, suç örgütüne ulaşmak için bulmaları gereken Alman bir bilima damının kızıdır. Böylece dünyayı bir felâketten kurtarmak için zamanla yarışmaya başlarlar.
Üst üste gösterime girdikleri için casus filmlerinin albenisi pek kalmadığını en başta kabul edelim. Senaryosunun basitliği ve tahmin edilebilirliğini de ekleyelim. Geriye kalanla eğlendirmeyi mümkün kılmak da Ritchie’nin işi ve başarmış...  


Kaçış Yok / No Escape
Yönetmen: John Erick Dowdle
Oyuncular: Owen Wilson, Lake Bell, Sterling Jerins, Claire Geare, Pierce Brosnan
Konu: Amerikalı bir iş adamı ve su mühendisi olan Jack Dwyer’ın ailesiyle birlikte Güneydoğu Asya’ya yerleşmesinin ardından siyasi çatışmalar ve halk ayaklanması gelir. Ayaklanmanın sebebi ülkedeki su dağıtımını Amerikalı şirketin almasıdır. Jack Dwyer, eşi ve çocuklarıyla birlikte uçakta gelirken yeni tanıştıkları, gizemli bir adamın da yardımıyla önce şehirden, sonra ülkeden kaçmanın yollarını ararlar.


Geçmişin Laneti / Visions
Yönetmen: Kevin Greutert
Oyuncular: Isla Fisher, Anson Mount, Gillian Jacobs, Jim Parsons
Konu: Geçirdikleri trafik kazası sonucunda küçük bir çocuğun ölümüne sebep olan Eveleigh ve David çifti, yaşadıkları travmanın etkilerini üzerinden atmak için küçük bir kasabaya yerleşir. Eveleigh, bir süre sonra evin etrafında korkutucu sesler duymaya başlar. Kasabada yaşayanların anlattıkları ile onu dehşete sürükleyen ipuçlarını birleştirerek bir cevap bulmaya çalışan Eveleigh, ölümcül bir labirente sürüklendiğinin farkında değildir.


American Ultra
Yönetmen: Nima Nourizadeh
Oyuncular: Jesse Eisenberg, Kristen Stewart, Connie Britton, Walton Goggins
Konu: Mike ile sevgilisi Phoebe küçük bir kasabada son derece sakin bir hayat sürerken sıkıcı buldukları hayatları olağanüstü bir macerayla şenlenecektir. Çift her şeye rağmen hayatlarından memnundur, hatta Mike yakın zamanda sevgilisine evlilik teklifinde bulunmayı planlamaktadır. Ancak Mike’ı tanıyan kimsenin bilmediği bir sır her şeyi altüst edecektir: Mike esasında hükümet için çalışan bir gizli ajandır.
Fragmanında nasıl görünüyorsa tam da öyle bir film... İyi yazılmış, yönetilmiş ve oynanmış... Temposu eksilmeyen, aksiyonu ve eğlencesi bol bir kaçıklık!


Aşkın Ritmi / We Are Your Friends
Yönetmen: Max Joseph
Oyuncular: Zac Efron, Emily Ratajkowski, Wes Bentley, Shiloh Fernandez
Konu: Hollywood’da geçen film, büyük bir yıldız olmak isteyen 23 yaşındaki yakışıklı DJ Cole’un hikâyesini konu alıyor. Cole’un hayatı, DJ James ile tanışmasıyla karmaşık bir hal alır. Çünkü Cole, James’in güzel kız arkadaşına aşık olmaya başlar. Yasak ilişkisinin derinleşmesi ve arkadaşlarıyla arasının eskisi gibi olmaması Cole’u aşk, dostluk, sadakat ve gelecek arasında seçim yapmaya zorlayacaktır.


Aşk ve Merhamet / Love & Mercy
Yönetmen: Bill Pohlad
Oyuncular: Elizabeth Banks, John Cusack, Paul Giamatti, Paul Dano
Konu: Film, Beach Boys grubunun kurucularından olan şarkıcı ve söz yazarı Brian Wilson’un hayatının 30 yılından fazlasını anlatıyor ve Wilson’un başa çıkmaya çalıştığı akıl hastalığı ve ilaç bağımlılığını gün yüzüne çıkarıyor, terapisti Eugene Landy gözetimi altında geçirdiği yılları ve Melinda Ledbetter ile yaşadığı kurtarıcı ilişkisini gözler önüne seriyor.
Efsane grubun öyküsünü bildiğimiz adamı beyazperdeye de aynı ışıkla yansımış. Bir karakteri iki oyuncunun bu kadar iyi canlandırdığı filme uzun zamandır denk gelmemiştik. Şöhret ve paranın avantajıyla çok trajik bir öykü olmadığı için vasatlarda seyreden bir film olmaktan kurtulamıyor. Kurtarıcı olarak müziğe daha fazla sarılmama tercihi de pahalıya patlamış... Böyle önemli müzisyenlerin filmlerinin müziğe de doyurması şart...


Şeytanın Gözleri / Starry Eyes
Yönetmenler: Kevin Kölsch ile Dennis Widmyer
Oyuncular: Alex Essoe, Amanda Fuller, Fabianne Therese, Noah Segan
Konu: Hollywood’un hırs ve rekabet dolu dünyasında genç ve hevesli bir oyuncu olan Sarah iyi bir rol kapıp başarılı bir film yıldızı olmak için eline gelen her fırsatı değerlendirmektedir. Bir gün karşısına çıkan gizemli bir film yapımcısı ile bir anlaşma yapar. Bu anlaşmanın ardından Sarah kendisini hem gizli bir Hollywood tarikatının hem de geri dönüşü olmayan, esrarengiz, acılı ve lanetli bir yolculuğun içinde bulur.
Lynch ve Cronenberg'in buluşması nitelemesi boşuna değil... Yılın en iyi korku/gerilim filmi olarak türün fanatiklerine şölen yaşatmak üzere vizyonda... Yaz sezonunu şahane bir filmle kapatma fırsatını kaçırmayın...



Kırmızı Kedi’den Çocuklara Eylül Yenileri

$
0
0
Kırmızı Kedi Eylül’de de çocuklara eğlenceli maceralarla bilgi sunmaya devam ediyor. Nazlı Deniz Güler’in “D’nin Mektupları”, Cihan Demirci’nin yeni serisi “Çocuklar için Fıkralar”ın ilk kitabı “Gülmesini Bilen Çocuk” ile Nuray ve Alper Uygur’un “Meraklı Minikler İçin Evren Rehberi” serisinin ikinci kitabı “Karanlıktan Korkma” 1 Eylül’den itibaren raflarda yerini alıyor.


D’nin MEKTUPLARI / Nazlı Deniz Güler
Nazlı Deniz Güler’in kendi sözlüğünü yazan serisi Mart ayında “B’nin Kelimeleri” ile başlamıştı. Seri ikinci kitap “D’nin Mektupları” ile sürüyor.

Zeze çok mutsuz. 
O kadar mutsuz ki, canı yataktan çıkmak, en sevdiği reçelden yemek ve hatta hangi tokayı takacağını düşünmek bile istemiyor. 
Neden mi? 
Çünkü en yakın arkadaşı olan anneannesi bir yolculuğa çıktı. İşte Zeze bu yüzden kendini çok ama çok yalnız hissediyor. 
Sonra birden “D” adında birinden gizemli mektuplar almaya başlıyor ve her gün aynı şeyi düşünüp duruyor: “Peki ama kim bu D?”
Dizisi : Kırmızı Kedi / Çocuk
Yazan : Nazlı Deniz Güler
Resimleyen : Oğuz Emir
Sayfa : 68
Fiyatı : 8 TL


GÜLMESİNİ BİLEN ÇOCUK  (Çocuklar İçin Fıkralar Dizisi -1) / Cihan Demirci
Cihan Demirci “Hınzır Can” serisi ve “Zirzop Masallar”dan sonra yeni serisi “Çocuklar için Fıkralar”ın ilk kitabı “Gülmesini Bilen Çocuk”la raflarda…

Fıkra, en eski mizah türüdür. Kısa ve öz bir anlatımı vardır. Sözünü çok uzatmadan kısacık bir hikâye gibi çıkar karşınıza, sizi bazen gülümsetir, bazen düşündürür, bazen de neşelendirir. 

Genç okurlarımızın çok iyi tanıdığı Cihan Demirci, bu kez birbirinden eğlenceli, özgün fıkralardan oluşan “Çocuklar İçin Fıkralar” dizisinin ilk kitabı Gülmesini Bilen Çocuk’la karşınızda. 

Bu kitaptaki fıkraların hepsi “Cihan Demirci Mizah Tesisleri”nin ürünüdür. Sevgili çocuklar; Cihan Demirci, sizleri bu kitapla neşeli, mizah dolu bir yolculuğa davet ediyor. Bu fıkraları yediden yetmişe, küçük ve büyük bütün çocuklar keyifle okuyabilir!
Dizisi : Kırmızı Kedi  / Çocuk
Yazan : Cihan Demirci
Resimleyen : Cihan Demirci
Sayfa : 64
Fiyatı : 7 TL


Meraklı Minikler İçin Evren Rehberi – 2 / KARANLIKTAN KORKMA
Nuray ve Alper Uygur’un Haziran ayında yayımlanan “Dönüyor” ile başlayan “Meraklı Minikler İçin Evren Rehberi” serisi ikinci kitap “Karanlıktan Korkma” ile sürüyor.

Bu kitabı, çocuklar karanlıktaki ışığı görsün, ürkecek bir şey olmadığını anlasın diye hazırladık. Geceleyin hayata devam eden doğayı, gökyüzünün sunduğu güzellikleri, parıldayan yıldızları ve ötesini keşfedip bilgilensin. Yıldızların ışığıyla güvenle uykuya dalsın...

Karanlıktan sakın korkmayın! 

Çünkü karanlıkta yıldızlar, Ay, gezegenler ve gece açan çiçekler var ve hepsinin açıklaması minik okurların anlayabileceği şekilde bu küçük kitapta yer alıyor!
Dizisi : Kırmızı Kedi / Çocuk
Yazan : Nuray ve Alper Uygur
Sayfa : 56
Fiyatı : 14 TL


Lila & Eve : Bilgelik Yolunda

$
0
0
Çocuğunu kaybetmek ne kadar büyük acıysa, polisin olayı önemsemeyip katilleri aramaya hiç niyetlenmemesi daha büyük bir acıdır. Zaten ölümü kabullenemeyen ebeveyn sorumlular bulunmadıkça yaşama bile zor tutunur hale gelir. Tanrıya sığınıp dualar etmek de pek kar etmeyince intikam için hareket geçme ihtimali belirir. Bu ihtimali yüksek sesle dillendirmekle kalmayan gerçekleştirmek üzere harekete geçen bir kadının öyküsü “Lila & Eve”, 2015 yapımı Amerikan işi oyuncu kadrosuyla dikkati çekenlerden…

Bir ilk film “Lila & Eve”, Pat Gilfillan’ın ilk senaryosu… Yönetmen koltuğundaysa siyahilerin ağırlıklı olduğu filmlerle Charles Stone III oturuyor. 2002’de spor filmi “Drumline” ve suç aksiyonu “Paid in Full” ile iki filmle başlangıç yapan yönetmen iki yıl sonra “Mr 3000” sayesinde adını duyurmuş ve sevilen isimlerden biri olmuştu. 11 yıl sonra setlere dönen yönetmen iki önemli oyuncu ile çalışma fırsatı bulmuş. Filmin bu kadar ilgi çekmesini de sağlayan Viola Davis ve Jennifer Lopez’e Shea Whigham, Julius Tennon, Lisa Maffia, Chris Chalk, Andre Royo ve Yolonda Ross eşlik ediyor.

İyi bir kurguyla açılışını yapan film oğlunu kaybetmiş Lila’nın çaresizliğiyle yapıyor açılışını… Kaybının acısını atlatamamış çareyi tanrıya yakarmakta ve ilaçlara sığınmakta bulmuş gibi görünüyor ama pek faydası olmamış. İki oğullu dul anne kapatmış kendini odaya, kalan oğluna ilgisini de yitirmiş… Polisin olayı araştırmamasından ve katili bulmak için hiç çaba göstermemesinden de dertli. Tek rahatladığı yer, onun gibi çocuklarını kaybetmiş kadınlardan oluşan destek grubu… Orada tanıştığı Eve ile araştırmaya girişiyor… Oğul Stephon’un öldürüldüğü yerin tam da uyuşturucu çetesinin satış köşelerinden biri olmasıyla araştırma belalı ve el tetikte olmak gerek…

Kişisel intikam filmlerinin tüm şablonunu kullanan film klişeleri de kullanan bir işleyişe sahip. Öncüllerinden tek farkı silaha sarılanın iki kadın olması ve ağır bir kasvet havası… Lila’nın çaresizliğini vurgulamak için tamamen karanlığa boğulmuş görüntüler kullanan Wyatt Garfield iyi iş çıkarmış. Davis de iyi kurulan atmosfere performansıyla çok iyi katkı vermiş. Lakin filmin bir iki dua ve yakarışla çeşitlendirmeye çalıştığı zayıf senaryosu sözde sürpriz finale bel bağlamış. Spoiler vermeyeyim ama Eve’in filme herhangi bir katkısı olmadığı gibi fazlalık aynı zamanda. Lila intikamına tek başına girişebilir ve öldürdükçe karakterindeki değişimleri hep birlikte fark edebilirdik. Onun yerine gereksiz bir ekip çalışmasına girişmeyi tercih etmek ve hikayenin sonunda izleyiciyi şaşırtmayı planlamak ters tepmiş. Yan hikayeleri ve detayları da hiç kullanamayınca dağılıp ikinci yarıda iyice tuhaflaşıyor. “Bir oda dolusu yaslı anne” diye tanımladığı destek grubunu ve polisleri olay örgüsüne dahil etmekte zorlanırken üstüne bir de Lila’ya ilgili bir erkeğin çıkmasıyla dağılan senaryo intikam öyküsüne yeterince odaklanamıyor böylece… Seyirci olarak bir türlü bize geçmiyor Lila’nın hırsı. Tetiği çekip çekmemesini hiç önemsemez hale geliyoruz. Davis’in tüm çabasına rağmen seyircisine hiçbir şey hissettirmeyi başaramayan film sıkıcı ve kasvetli halde ilerliyor finaline…

Prömiyerini Ocak ayında Sundance Film Festival’inde yapan film gösterime girebilmek için Temmuz ayına dek beklemişse de sadece bir iki salon bulabilmiş kendisine. Haliyle yaşanan hüsrandan sonra internet üzerinden seyircisine kavuşmuş ama kimseyi memnun edebilmiş de değil. Dini bütün kadının silaha sarılarak oğlunun intikamını aramaya öyküsü iyi oyuncularına rağmen etkisiz bir klişe olarak uzak durulması gereken 94 dakikalık bir işkence… 


Necib Mahfuz’un “Düğün Evi” Yeniden Raflarda

$
0
0
Ortadoğu'nun Balzac'ı olarak tanıdığımız Necib Mahfuz’un 1981’de yayımlanan romanı “Afrah al-qubba”, “Düğün Evi” adıyla yeniden raflarda. Kırmızı Kedi’nin Mahfuz külliyatının şimdilik son romanı 3 Eylül’de raflarda yerini alıyor.

Nobel Edebiyat Ödüllü Mısırlı Necib Mahfuz’un okuruna “herkesin gerçeği kendine” dedirttiği “Düğün Evi”, yazarın toplumsal konularla ahlaki ikilemleri ustalıkla ele aldığı ve kişisel hikâyelerin eşsizliğini bir kez daha vurguladığı bir roman.

Kahire’de bir tiyatroda, genç yazar Abbas Yunus’un Düğün Evi adlı oyunu sahnelenmektedir. Abbas’ın aile sırlarını ortaya döktüğü oyun büyük başarı kazanır. Ancak oyunda tartışmalı birçok bölüm vardır: 

Abbas’ın anlattıklarının ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgudur? Abbas gerçekleri yağmalayan yeteneksiz bir yazar mıdır, yoksa hayal gücünü ustaca kullanmayı başarmış mıdır?

“Nobel Ödüllü yazarın romanı, her bölümü farklı bir karaktere anlattıran Faulknervari mekanizmayı kullanıyor. Dört anlatı da Kahire yaşamının gündelik ayrıntılarıyla bilinç akışı monologların ustalıklı bir karışımı.” 
Publishers Weekly

Dizisi : Dünya Edebiyatı 
Türü : Roman
Özgün Adı : Afrah al-qubba  
Yazan : Necib Mahfuz
Çeviren : Aslı Çıngıl
Sayfa : 140 
Fiyatı : 12 TL 



Redeemer : Bağışlanma İhtiyacı

$
0
0
Seksenli yılların aksiyon yıldızları halen film çevirmeye devam ederken en büyük açık yenilerinin yerlerini alamaması. Bu açığı kapatmak için lanse edilen isimlerin uluslararası star haline gelememesiyle oluşan krizi gidermek için yapılan filmlerin şimdilik sonuncusu Şili’den gelmiş: Marko Zaror... Dövüş sanatları ustası olarak lanse edilen Zaror, Amerikan ortaklığı “Redeemer” ile uyuşturucu karteline savaş açarak yıldızını parlatmaya çalışıyor.

Öyle ahım şahım olmasa da senaryo beş kişilik bir grupça üretilmiş. Gina Aguad, Sanz Andrea, Diego Ayala ve Guillermo Prieto ilk senaryolarına imza atarken, beşinci isim aynı zamanda yönetmen koltuğunda da oturan Ernesto Díaz Espinoza... 2006’da ilk uzun metrajı “Kiltro” ile aksiyon ve komediyi harmanlayarak türün fanatiklerince internet aleminde dikkat çeken Espinoza, bu ilgiyi “Mirageman” ve “Mandrill” ile karşılıksız bırakmayınca 2012’de korku kolektifi “The ABCs of Death”e kapağı da atmıştı. Aynı yıl kadın kahramanının eline silah tutuşturarak “Tráiganme la cabeza de la mujer metralleta”ya imza atarken seksi bir eğlence sunmuştu. Espinoza bu kez daha ciddi takılmak ve karizmanın şovun parlatıcısı olmak üzere oturmuş yönetmen koltuğuna. 1998’de başladığı macerada dönüm noktasını 2010 yılında “Undisputed III: Redemption” ile yaşayan Marko Zaror, üç yıl sonra “Machete Kills” sayesinde iyice tanınır hale gelmişti. Üzerine kurulu filmle tüm becerilerini sergileyerek adını sağlamlaştırma planında eksiklerini tamamlamak da yer alıyor. Daha karizmatik görünmeli, dramatik sahnelerde daha iyi oyun vermek, olası gönül ilişkisinde karşı cinsle uyum bu menünün parçası. Noah Segan, Loreto Aravena, José Luís Mósca, Smirnow Boris, Otilio Castro, Mauricio Diocares ve Nuñez Nelson bu menüde Zaror’a yardım eden oyuncu kadrosunu oluşturuyor.

Redeemer, Pardo’nun hikayesi... Kendini affedemediği bir olay yüzünden dine kafayı takmış ve ritüllerle öldürdükçe günahını hafifletmeye çalışan bir adam. Vücudundaki dövmeler, dini motiflerden oluşan takıları ve sürekli kilise ziyaretleri sebebiyle adı mesih olarak anılan bir adam. Bir yandan geçmişi kesik kesik hatırlarken puzzle sunan film diğer yandan zincirleme bir olayla çabucak uyuşturucu karteline karşı durmasını sağlayarak aksiyonu hazırlıyor ve akıp gidiyor.

En başta belirtelim saf bir dövüş filmi... Kötüler çok kötü, iyiler zayıf, gariban ve çaresiz... Aksiyonu başlattığında dur durak bilmeden akıyor ve kendini izletebiliyor. Espinoza’nın tüm derdi Zaror’u parlatmak ve piyasaya yeni yıldız adayı olarak lanse etme tercihi filmin önündeki tek büyük engel. Hikayesini düz bir anlatım yerine karışık kurgu ile anlatma yanlışı zaten basit öykünün önemini de yitirmesini sağlıyor. Pardo’nun neden bu hale geldiğini anlamamız da şart değil. Zaten yeterince etkili bir kaçık portresi varken sebepleri anlatmak hayli gereksiz olmuş. Eline silah aldığında attığını vuran, yakın dövüş söz konusu olduğunda da darbe almadan herkesi deviren bir adam Pardo. Kötüler de saf kötü olunca seyircinin de arkasından iteceği, destek olacağı ve her galibiyetine alkış tutacağı bir adam. 

Renk paleti ve müzikleri de gayet iyi olan filmin en büyük problemi klip estetiğine göz kırparak sürekli açı değiştirmesi. Tam da dövüş sahnelerinden ortaya çıkan bu peş peşe açı ve sahne değişimleri neredeyse bıktırıcı düzeyde. Tek kameranın takibiyle dövüş daha akıcı olabilecekken, farklı kamera açıları ve yüzlere yakın planlarla dövüş sahneleri sürekli bölük pörçük ve akıcılıktan çok uzak. Olmazsa olmaz ağır çekim hareketleri de ekleyince ortaya tuhaf bir bileşim çıkıyor ve bir türlü dövüşün tadı çıkmıyor. Espinoza’nın giriştiği stil denemeleri pahalıya patlıyor. 

Türün hayranlarına Marko Zaror’u lanse eden Şili Amerika ortak yapımı “Redeem”, eksikleri ve fazlalıklarına rağmen saf dövüş filmi arayanları tatmin edebilecek 88 dakika sunuyor...


İletişim Yayınları’ndan Eylül Yenileri

$
0
0
İletişim Yayınları Eylül ayını beş kitapla karşılıyor. Türk Edebiyatının iki önemli yazarının kitabı okurla buluşurken anı, araştırma ve bugünün kitapları dizisinin yeni kitapları da ülkenin dünü ve bugününe ışık tutuyor. Hakan Bıçakçı’nın yeni öyküleri “Hikâyede Büyük Boşluklar Var” ve Gamze Güller’in “En Çok Onu Sevdim”i ayın en önemli kitapları. Ufuk Bektaş Karakaya’nın göçmenlerin deneyimleri ve izlenimlerini aktardığı “Bitmeyen Sürgün” anı dizisinin, Hasan Aksakal’ın romantizmi mercek altına aldığı “Türk Politik Kültüründe Romantizm” araştırma-inceleme dizisinin, Alev Karaduman’ın Kürtçe ve Kürt kimliği algısına dair “Anlıyorum Ama Konuşamıyorum” da bugünün kitapları dizisinin yeni kitapları olarak okurla buluşuyor… Beş kitabın da çıkış tarihi 4 Eylül…


Hikâyede Büyük Boşluklar Var / Hakan Bıçakcı
Romanları ve öyküleriyle kendine has bir dil kurmayı başaran yazar Hakan Bıçakcı’nın yeni kitabı Hikâyede Büyük Boşluklar Var, İletişim Yayınları’ndan çıktı. Günlük hayatın akışı içinde sıradışı olanı yakalayan Bıçakcı, öykülerinde hatıralarımızdan yola çıkarak takıntılarımızı, paniklemelerimizi, suçluluk hissimizi mercek altına alıyor. Hikâyede Büyük Boşluklar Var, kafasının karışmasından hoşlanan okurlar için…

"Gözlerimi açtığımda yataktaydım. Ancak bu benim yatağım değildi. Yumuşacık, açık renk yorganın ortasına gömülmüştüm. Tepemde bembeyaz ışıklar vardı. Gözlerim acıyla kamaştı. Bakışlarımı spotların kör edici beyazlığından kurtarıp sağıma baktım. Alışveriş yapan müşteriler... Soluma baktım. Yine alışveriş yapanlar... Büyük bir mağazanın orta yerindeydim. Teşhir amaçlı sergilenen iki kişilik yataklardan birinin üzerinde... Ürün kataloğuna sızıp karşıma çıkan ilk mobilyaya uzanıvermişim gibi. Sahipsiz, satılık bir döşekteydim." 

Hakan Bıçakcı, gezinen, bir görünüp bir kaybolan insanları anlatıyor, fısıl fısıl konuşuyorlar. Küçük takıntıları, manasız paniklemeleri, yenilgileri, gelip geçenleri resmediyor. Tuhaf suçlulukları, belki de Sartre okuyan kızı, genişleyen gökyüzünü, köprü trafiğini, beyaz masa örtülerini, baş ağrısını, tesadüfleri, uğultuları, İstanbul’u, metroyu…

Hikâyede Büyük Boşluklar Var, kafa karıştırıcı, hatıra didikleyen Bıçakcı hikâyeleri… Hayaller Paris, Gerçekler Eminönü… 
Türkçe Edebiyat, 179 sayfa, 15,00 TL


En Çok Onu Sevdim / Gamze Güller 
Orhan Kemal Öykü Ödülü sahibi yazar Gamze Güller, İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı En Çok Onu Sevdim ile marazi bir aşkı anlatıyor. Alışıldığın aksine, bir insanın bir insana olan aşkı değil anlatılan… İçinde yaşadığı eve âşık olan ve hatıralarını geride bırakmayı reddeden kadın karakteriyle sıradışı bir konuyu işleyen yazar, eşyalara da farklı bir gözle bakmanıza sebep olacak.

Mutlu olmak için, rahatlamak için, kafasını dağıtmak için başkalarına gerek yoktu artık. Yalnız hissetmemek için gelir gelmez televizyonu açmasına gerek yoktu. Evde bir ses olsun diye müziği açmasına gerek yoktu. Ev vardı artık. Onun sesleri, onun dokunuşu, onun dinginliği vardı. “Mete de var tabii,” diye düşündü kendinden utanarak. Yalnız değildi artık. Sırf bu yüzden mutluydu elbette. Bu mutluluğu başkalarıyla paylaşmaktan korkmaması gerekiyordu. Her şey yolunda gidecekti. O zaman neden bu kadar huzursuzdu? Evle aralarına kim girebilirdi ki?

Binalar yıkılırken, her şey hızla un ufak olurken, iğde ağaçları, atkestaneleri, hatıralar kaybolurken… Asuman bir şeyi fark ediyor. Göğsünde evin homurtusu, zamanın iniltisi… Eski resimler, Neylan Hanım’ın mavi koltuğu ve ilaçlanması gereken böcekler… Asuman, evle göz göze geliyor. Ev ona bakıyor…

Gamze Güller, tıklım tıklım metropolde bir nişi aralıyor, direnen ve hatırası kalan…
Türkçe Edebiyat, 131 sayfa, 13,00 TL


Bitmeyen Sürgün / Ufuk Bektaş Karakaya
‘80 Darbesi sonrasında siyasi mülteci olarak hayatına devam eden Ufuk Bektaş Karakaya’nın anılarından oluşan Bitmeyen Sürgün, İletişim Yayınları’ndan çıktı. Avrupa’da sürgün geçen yıllarında insan hakları çalışmalarına devam eden Karakaya, sol hareket içindeki ayrışma ve kavgalardan başlayarak Türkiye’nin siyasi haritasına dair önemli çıkarımlarda bulunuyor. Türkiye’den Venezuela’ya uzanan bir hesaplaşma ve yakın tarih panoraması…

“Oysa toplumun politik güçlerinden önemli bir bölümü, biz istemesek de Avrupa’ya çıkmışlardı. Onların derli toplu bir hale getirilip yeniden örgütlendirilmesi önemli bir görevdi. Ama o böyle bakmayıp, yurtdışında bulunan herkesi ‘mücadele kaçkını, korkaklar, yılgın ve yorgunlar, mülteciler’ şeklinde eleştiriyor, düpedüz aşağılıyordu. (…) Bu düşünceleri faşizme karşı mücadelede arkasına bakmadan kaçan, daha ilk günlerde tek kurşun patlatmadan geri çekilip, mücadeleyi tasfiye ederek, paçasını kurtarmaya çalışan tasfiyeci parti, örgüt, kişi ve çevrelere getirdiğimiz eleştirilerden alıyordu.”

Bektaş Karakaya, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası Avrupa’da siyasi mülteci olan sosyalistlerin hikâyesini anlatıyor. Sürgünlüğün yoksunluklarını geri planda bırakan örgütsel sekterlikler ve genel olarak sol içi bağnazlıklarla hesaplaşıyor. Sadece siyasi konulara değil, hayatın her alanına etki eden bir sorun olarak…

Mülteciler arasındaki siyasi faaliyeti ve Türkiyeli sosyalist hareketlerin Avrupa’daki örgütlenme çalışmalarını da buluyoruz kitapta. Her şeye rağmen, her şartta, bulunduğu her yerde bir şeyler yapmaya çalışma iradesinin bir örneğini görüyoruz. Sadece Türkiyeli göçmenler arası etkinlikleri değil, ekonomik küreselleşme karşıtı harekete ve Venezuela’ya dair canlı deneyimlerini, izlenimlerini de aktarıyor Karakaya.
Anı Dizisi, 276 sayfa, 21,80 TL


Türk Politik Kültüründe Romantizm / Hasan Aksakal
Hasan Aksakal’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan araştırması Türk Politik Kültüründe Romantizm, Nâmık Kemal’in eserlerinden başlayarak politik kültürümüzde yer edinen romantizmi mercek altına alıyor. Dinin önemini kaybetmesiyle yükselişe geçen “kutsal devlet-millet-vatan” üçlemesinin hem milliyetçi akımlarla hem de İslâmî muhafazakâr kanatla olan ilişkisine dikkat çeken bu çalışma, politik tarihe meraklı okurlara olduğu kadar, modernleşme kavramının sorunlu yapısını Türkiye örneğinde okumak isteyenlere de hitap edecek.

Hasan Aksakal bu kitapta, Türk politik kültüründe Romantizmin ne denli merkezî ve kritik bir yer tuttuğunu inceliyor. Siyasal düşünde romantizm, gözle görülür, elle tutulur dünyanın ötesine geçen metafizik-idealist değer ve güçlere atıfta bulunur. Romantikler, sekülerleşirken büyüsü bozulan dünyayı yeniden büyülemeye çalışırlarken, hakikati bir efsaneye dönüştürürler. Muhafazakâr ve milliyetçi kesimde heyecanla sahiplenilen “milli ruh” ve “otantik kültür” arayışı, milli kültürü evrensel medeniyetten çok daha öncelikli kılar.

Kutsal devlet-millet-vatan teslisini, dil-tarih-coğrafya üçlüsüne bakışta yatan efsanevi ve irrasyonel tavırla birleştiren Milli Romantizm, Türkiye’de esas olarak edebiyatta gücünü gösterdi. Aksakal, modern Türk düşüncesinin en önemli temsilcilerinin ancak romantikleştirici etki uyandırabildikleri ölçüde sevilen, sayılan, hatta ikonlaştırılan birer edebiyatçı, tarihçi, politikacı veya şair olduğuna işaret ediyor.

Türkiye’de Nâmık Kemal ve Ziya Gökalp’in ön plana çıktığı ve bazen milliyetçi, bazen muhafazakâr, bazen de İslâmî yönü ağır basan bu “milli romantik duyuş”un, Kemalist, halkçı ve devrimci versiyonlarını da içeren genel karakteri üzerine ışık tutuyor.

Romantik halkçılıktan romantik tarihçiliğe ve oradan da günümüzdeki romantik stratejik derinliklere uzanan, Şarkiyatçılık karşısında Garbiyatçı öfkeyi ön plana çıkaran bu siyasal düşünü anlamak için rehber niteliğinde bir araştırma.
Araştırma-İnceleme Dizisi, 312 sayfa, 23,80 TL


Anlıyorum Ama Konuşamıyorum / Alev Karaduman
Alev Karaduman’ın Kürtçe ve Kürt kimliği algısı üzerine hazırladığı kitabı Anlıyorum Ama Konuşamıyorum, İletişim Yayınları’ndan çıktı. Büyük şehirlerde büyüyen ve sahip oldukları Kürt kimliği yüzünden hem “Türkler” hem de “gerçek Kürtler” tarafından yargılanan gençlerle yaptığı görüşmeleri derleyen Karaduman, kimlik algısının ne kadar değişken olduğuna dikkat çekiyor. Gerçek tecrübelerin trajikomik, öfkelendirici, öğretici etkilerinin ışığında; Türkiye’yi daha iyi anlamayı sağlayacak bir çalışma…

“ ‘Aaa sen Kürt müsün, Kürtlere hiç benzemiyorsun’lar başladı. Neden? Güzelim diye mi? Kaşlarımı falan alıyorum diye mi? Nasıl olmam gerekiyor ki… Bir gün kantinde bir çocuk ‘Tuncelili misin hakikaten?’ deyip eliyle makineli tüfek kullanır gibi ‘dşın dşın’ sesleri çıkartmıştı.”

“Babam Türk olduğu için bizim evde Kürtçe hiç konuşulmadı, kiminle konuşacaktı ki annem? O yüzden benim için Kürtçe gizli saklının dili biraz. (…) onlar her Kürtçe konuştuğunda benim kulağım üç kere fazla kabarıyordu.”

“Çoğu kez amcalar, teyzeler ‘Hadi oradan, neren Kürt senin? Böyle Türkçe konuşan, böyle giyinip kuşanan Kürt mü olur?’ diyorlardı. Kaşımın gözümün karalığını kullanıyordum en son silah olarak, ‘Bizim oraların kızıyım vallaha!’ diyordum.”

“Batı”da, büyük şehir ortamında büyüyen Kürt gençlerin kimliklerini keşfetme hikâyeleri… Kâh “Türkler” tarafından, kâh “gerçek Kürtler” tarafından yadırganarak… Kendilerini türlü türlü eksikli hissedip, bir yandan da her şeye eleştirel bakarak… Kâh hüzünlü, kâh eğlenceli, kâh içine kapanmaya iten, öfkelendiren, kâh öğretici, olgunlaştırıcı bir kendini bulma tecrübesi… Alev Karaduman, birçok hikâyeyi, gözlemlerine ve kendi arayışına katarak, heyecanla, hevesle anlatıyor.
Gülten Kaya’nın önsözüyle…
Bugünün Kitapları, 287 sayfa, 22,50 TL



Alakarga’dan İlk Aşkın Ürpertici Cazibesi

$
0
0
Amerikan edebiyatının yaşayan efsanesi Joyce Carol Oates, edebiyat yaşamı boyunca iki ana çizgi üzerinde üretti yapıtlarını; gizemin, doğaüstünün araştırılması ve çağdaş toplumun eleştirisi... İlk Aşk, çok uzun bir süreden beri Nobel adayları arasında bulunan yazarın gençlik yapıtlarından biri. 

"Gotik Bir Hikâye" alt başlığını taşıyan bu kısa romanın anlatıcısı, küçük bir kasabada, kısıtlı bir çevrede yaşayan on beş yaşında bir kız. Bir talihsizlik eseri (ya da aşkın gerçek anlamına uygun düşmesi bakımından bir şans olarak) genç kız, kara yılanlarla aşkı peş peşe tanır. Cinsel tutkuların keşfi böylece doğanın, coğrafyanın bilgisine karışmaya başlar. 

İlk Aşk, sağlam kurgusu, güçlü etkisi ve olağanüstü anlatımıyla küçük bir başyapıt. Yayınlamaktan heyecan duyduğumuz unutulmaz bir uzun öykü...

Yayınevi: alakarga
Yazar: Joyce Carol Oates
Çeviren: Erhan Sunar
1.Basım: Eylül 2015
Sayfa: 80
Fiyat: 10 TL


Sharon Moalem’den Çığır Açan Kitap : Genler Unutmaz

$
0
0
Kitapları ile çığır açan, çok satar listelerinin de gediklisi olan doktor Sharon Moalem’in geçen yıl yayımlanan ve büyük yankı uyandıran kitabı “Inheritance: How Our Genes Change Our Lives and Our Lives Change Our Genes”, “Genler Unutmaz” adıyla dilimize kazandırıldı. “Genler Hayatımızı Nasıl Değiştirir, Hayatımız Genlerimizi Nasıl Etkiler?” alt başlıklı kitap NTV Yayınları’ndan raflarda...

New York Times en çok satanlar listesinde yer alan yazar ve ödüllü doktor Sharon Moalem, genetikte çığır açan buluşların hem dünyaya hem de hayatımıza bakış açısını nasıl kökten değiştirdiğini gösteriyor.

Geleneksel anlayışa göre, genetik kaderimiz henüz doğmadan önce yazılmıştır. Fakat Dr. Moalem’in çığır açan kitabı, insan genomunun dokuzuncu sınıftaki biyoloji öğretmeninizin hayal edemeyeceği kadar akışkan ve büyüleyici olduğunu gösteriyor. Dr. Moalem, bizi birbirinden eşsiz ve anlaşılması güç hastalarının başucuna götürerek, nadir genetik hastalıkların beden ve ruh sağlığımız hakkında neler öğretebileceğini ustalıkla sergiliyor. 

Bu yenilikçi kitapta, Dr. Moalem bilim ve tıp dünyasına yönelik geniş kapsamlı ve eğlenceli disiplinlerarası yaklaşımını sergileyerek sanat, tarih, süper kahramanlar, seks işçileri ve spor yıldızlarının yardımıyla hayatımızın genlerimiz ve genlerimizin hayatımız üzerindeki etkisini nasıl anladığımızı açıklıyor. GENLER UNUTMAZ; genlerinize, sağlığınıza ve hayatınıza bakış açınızı derinden değiştirecek.

Tıp doktoru ve doktora sahibi SHARON MOALEM, ödüllü bir bilimci ve hekim olmasının yanı sıra New York Times’ın en çok satanlar listesindeki Survival of the Sickest (Yaşamın İnanılmazları) ve How Sex Works (Sevişen Beden) kitaplarının yazarıdır. Biyoteknoloji ve insan sağlığı ile ilgili buluşları 19 patentle ödüllendirilen Moalem, aynı zamanda iki biyoteknoloji şirketinin kurucu ortaklarındandır. Dr. Moalem ve araştırması; New York Times, TIME, New Scientist, The Daily Show with Jon Stewart, Today ve CNN’de yayınlanmıştır.

Yazar: Sharon Moalem
Çevirmen: Ezgi Başer
Tür: Bilim, Biyoloji, Genetik
Yayın Tarihi: Ağustos 2015
Sayfa : 256 Sayfa
Fiyat : 20 TL                       


Proxy : Kabus Gönüllüleri

$
0
0
İyice hızlanan dünyada dört duvar yalnızlığa teslim olan her ruh, tutunacak bir dal arar kendisine. Aynı yollardan geçmiş benzerini bulmak ister. Birbirlerine travmalarını anlatacak ve yaşadıkları kabuslar ikisini de birden saracaktır. Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri olarak fark gözetmeden klişeleştirdiğimiz olayları yaşayanlar için özel bir durum yoktur hiçbir zaman. Bir ayrıcalıkları yoktur. O yığının, süre gelen döngünün bir parçasıdırlar. Yaşanan olay sonrası gelen tepkiler ve olursa kendilerini ziyaret eden yardım görevlileri de bu durumun altını çizer. Başka biri onun yerini aldığında unutulacaktır. 2013 yapımı “Proxy” o deneyimleri yaşayanlara daha yakından bakıyor ve iki kadının yollarını kesiştirerek diken üstünde bir gerilim yaratıyor.

“Proxy” bizi yeni bir yönetmenle tanıştırıyor. Dördüncü filmi olmasına rağmen adını duymadığımız, filmlerini izlemediğimiz bir isim Zack Parker. 2001’de yazıp yönettiği kısa metrajlı mistik gerilim “Deception” ile başlayan Parker, beş yıl sonra ilk uzun metrajı “Inexchange”i de aynı türde kurmuş. Bir yıl sonra bu kez “Quench” ile gotik bir drama kurmuş ve iyi bir yönetmenin gelişinin habercisi olarak değerlendirilen film New York Uluslararası Bağımsız Film ve Video Festivalinde ödülle de taçlanmış. 2011’de “Scalene” ile türleri harmanlayarak kendi dilini bulmuş ve ilk olgunluk örneğini de vermiş. Hitchcockian gerilimi ile dikkat çeken ve yine ödüllerle taçlanan yönetmen iki yıl sonra “Proxy” ile ustalığa doğru geçiş yaptığını gösteriyor. Senaryoyu Kevin Donner ile kotarmış, kadroyu da Alexia Rasmussen, Alexa Havins, Kristina Klebe ve Joe Swanberg’in başını çektiği isimlerden kurmuş. Dikkat çeken müzikleri de The Newton Brothers imzalı.

Dört karakter üzerinden anlatıyor hikayesini Proxy… İkisi direkt, ikisi dolaylı olarak parçaları tamamlıyorlar. Önce Esther ile tanışıyoruz… Doğumuna iki hafta kalmış bebeğinin ultrasonunda. Umursayan kimsesi olmayan yalnız kadının sperm bankası aracılığıyla beklediği umut ve yeni başlangıç heyecanı, doktor çıkışı uğradığı saldırıyla alt üst oluyor. Bebeğini kaybeden Esther için çözümü de sistem öneriyor. Teselliyi kendisi gibi çocuklarını kaybetmiş kadınlardan oluşan destek grubunda bulması salık veriliyor. Bu sayede Melanie ile tanışıyoruz. O da yalnız, o da çocuğu ve kocasını kaybetmiş. Üstesinden gelememiş ama yakın davranarak rahatlatıyor, umut veriyor. Böylece başlayan arkadaşlık bambaşka sonuçlar doğuruyor…

Spoiler vermeden anlatılmayacak bir konuya sahip “Proxy”. Her dakikası başka bir olaya ve sürprize gebe… Tahmini çok zor bir senaryo ve işleyişle seyircisini bambaşka bir atmosfere sokarak teslim alıyor Parker. Her sahnede ince fırça darbeleriyle hiç acele etmeden yapıyor resmini. Genel izleyici için seyri zor ve temposuz bir film ama sinefiller için tam bir şölen. Hitchcockian gerilimin üzerine David Lych filmlerinin atmosferi de sinmiş. Göstereceği şeyleri de özenle seçmiş Parker. Yeri geliyor kapalı kapının ardındaki sesi kullanıyor, yeri geliyor küçük detaylarla izleyicisine tamamlayacak bulmaca veriyor. Kilit sahnesinde kan göstermekten çekinmeyip bolca boca ederken, müziği de harika kullanarak yarattığı şiddet estetiği ile iz bırakıyor.

Mutsuz iki kadının acılarını ortaklaşa eritmek üzere kurduğu arkadaşlıktan yola çıkan film, insanların boşlukta nelere tutunduğunun hikayesi… Destek gruplarına, çocuklarını kaybeden ailelerin şaşkınlığına, ruh hallerindeki keskin değişimlere ve bu süreçteki kaybolmalara dair çarpıcı bir hikaye. Bu kabusu herkese gösterme merakının nerelere vardığının eleştirisi aynı zamanda. İyi yazılmış, iyi oynanmış ve yönetilmiş “Proxy”, keşifçisini bekleyen bir hazine…


* SinemaTerspektif dergisinin 8. sayısında (Ağustos 2015) yayımlanmıştır.



Hayykitap Çocuk'tan Yeni Bir Macera: Usta İle Ayı

$
0
0
Ormanın ortasında yaşayan yaşlı bir adam, koca ormanda arkadaşsız kalan bir ayı. 
Ve bir ilan:
Usta öğretmenden özel ders. Usta yalnızca bir öğrenci kabul ediyor. Tam pansiyon. Uygun koşullar. Yeni kurs başlamak üzere. Şahsen başvurun.

Ayı ilana başvurunca, Usta onu eğitmek gibi zorlu bir işe girişmekten dolayı heyecan duyar. Tabii başına geleceklerden habersizdir. Örneğin aşçılık dersinde Ayı’dan ateşe su koymasını ister. Sonuç, koca bir cosssssss. Ayı’ya çaydanlık kullanması gerektiğini söyleyen olmamıştır ki! 

İskambil oyunu, ilkyardım, yemek yapma, tekne kullanma dersleri, hepsi birbirinden şenlikli geçer. Bakalım Ayı kursu başarıyla tamamlayıp o çok istediği diplomaya kavuşabilecek midir?

Bir insan ile bir ayı aynı evde yaşayabilir mi? Peki birlikte yemek yapabilir mi? Peki ya iskambil oynayabilir, balık tutabilir mi? Neden olmasın. John Yeoman’ın yazıp ünlü sanatçı Quentin Blake’in resimlediği bu sıcacık hikâye, bir ayı ile bir insan arasında sıradışı bir dostluk yeşertiyor. Ayı, ormandaki hayvanları sakarlığı ve düşüncesizliğiyle bezdirmiş. Usta ise insanlardan uzakta, yalnız başına yaşamayı seçmiş. İkisinin yolları beklenmedik şekilde kesişince; önce Usta’nın evini paylaşıyor, sonra kurstaki dersler sayesinde eğlenceli, komik maceralar yaşıyor, sonuçta da birbirlerinden vazgeçemeyen iki arkadaşa dönüşüyorlar. 

Ayı kursu başarıyla tamamlayabiliyor mu peki? Okuyup görmek gerek. Bu komik ikilinin düştüğü durumlara çok gülecek, zorlu işlerin altından kalktıklarında onlarla birlikte sevineceksiniz.

John Yeoman kimdir?
Cambridge’de İngilizce okuyan John Yeoman, yirmi altı yıl öğretmenlik yaptı. Otuzdan fazla çocuk kitabı yazmış, bunların hemen hepsini Quentin Blake resimlemiştir. Yeoman okumayı, klasik müziği ve tiyatroyu çok sever.

Quentin Blake kimdir?
1932 Londra doğumlu Quentin Blake, İngilizce ve öğretmenlik eğitimlerinin ardından çizer olmayı seçmiştir. Usta sanatçı, kendi yazdığı kitapların yanı sıra, Roald Dahl da dahil olmak üzere 80’den fazla yazarın 300’e yakın kitabını resimlemiştir. Çok ödüllü Blake, 2002 Hans Christian Andersen Ödülü’nün de sahibidir.

Usta ile Ayı
Yazan: John Yeoman
Resimleyen: Quentin Blake
İngilizceden çeviren: Sumru Ağıryürüyen
Yayınevi: Hayykitap - 315
Kategori: Yaşasın Çocuklar - 57
Sayfa sayısı: 136
Birinci baskı: Ağustos 2015
Fiyatı: 12 TL


Kar Tanesinin Ürpertici Hikâyesi : Kar Kadar Beyaz

$
0
0
Kısa sürede pek çok ülkede fenomen haline gelen, genç yazar Salla Simukka’nın eşsiz gerilim dizisi Pamuk Prenses Üçlemesinin ikinci kitabı Kar Kadar Beyaz, raflardaki yerini aldı!

Serinin ilk kitabı Kan Kadar Kırmızı ile çok konuşulan yazar, ikinci kitap Kar Kadar Beyaz ile de adından çok söz ettireceğe benziyor. 

Efsaneleri Yalnızca Ölüm Yaratabilir!
Lumikki Andersson yaşadığı korkunç olayları unutmak ve şehirden uzaklaşmak için tatile çıkar. Kırmızı kiremitli çatıların güneşte pırıl pırıl parladığı Prag’a gider. 

Ancak her turistin yaptığı gibi şehrin keyfini çıkarmaya çalışırken takip edildiğini fark eder. Hem de tıpkı kendisi gibi İsveççe konuşan kahverengi saçlı bir kız tarafından... Genç kız bir gün Lumikki’nin karşısına dikilir ve kız kardeşi olduğunu iddia eder. 

Bu sözler Lumikki’yi korkuturken aynı zamanda içindeki macera tutkusunu körükler. Ve kendisini Prag sokaklarında bir katilden kaçarken bulur.

“Buz gibi, narin, sert, siyah ve kar tanesinin ürpertici hikâyesi…”
Kirkus Reviews

“Simukka, on yedi yaşında güçlü, bir o kadar da zeki bir kadın kahraman yaratmış… Pamuk Prenses Üçlemesi hayranları hayal kırıklığına uğramayacak.” 
Publishers Weekly

Yeni Tanışanlar için Salla Simukka
1981 yılında Finlandiya’da doğmuştur. 2013 yılında Without a Trace adlı eseri “En İyi Gençlik Romanı” seçilmiş ve Topelius Ödülü’nü kazanmıştır. Elsewhere adlı romanı yine 2013 yılında Finlandiya Ödülü’ne layık görülmüştür. Kan Kadar Kırmızı, Kar Kadar Beyaz ve Abanoz Kadar Siyah adlı romanlardan oluşan Pamuk Prenses Üçlemesi, eleştirmenler tarafından gerilim türünün çağdaş başyapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir. Üçlemenin ilk kitabı olan Kan Kadar Kırmızı bugüne dek 47 ülkede yayımlanmıştır.

Kar Kadar Beyaz / Salla Simukka
Orijinal Adı: Valkea Kuin Lumi
Çevirmen: Doğanay Banu Pinter
Dizi Adı / Türü: Pamuk Prenses Üçlemesi / Roman
208 sayfa
Fiyatı: 14.00 TL


The 100 Serisi Tamamlanıyor : Eve Dönüş

$
0
0
Yayımlandığı Eylül 2013’den bu yana büyük ilgi görerek kısa sürede fenomene dönüşen ve dizi uyarlamasıyla iki sezonu deviren pos-apocalyptic seri “The 100”ün üçüncü kitabı bu ay çıkıyor ve üçleme tamamlanıyor.

Eylül 2014’de çıkan ilk kitapla ülkemizde de yoğun ilgi gören serinin ikinci kitabı da “21. Gün” adıyla dilimize kazandırılmış ve GO! Kitap etiketiyle Mart ayında raflarda yerini almıştı. Aynı ay çıkan “Homecoming” için de serinin hayranlarını fazla bekletmeyen GO! Kitap “Eve Dönüş” adıyla bu ay üçlemenin tamamlanacağını müjdeleyerek, kapak görselini de paylaştı... 

100 ekibi Dünya’ya inişlerinden haftalar sonra nihayet bir düzen kurmayı başarmıştır ama Kolonicileri taşıyan yeni iniş gemilerinin Dünya’ya gelmesiyle birlikte, hassas dengeler yavaş yavaş bozulmaya başlayacaktır.

Dünya’ya acil iniş yapan Koloniciler arasındaki GLASS yeni bir başlangıç umuduyla geldiği bu gezegende, hayallerindekinden çok farklı gerçeklerle karşı karşıya kalacaktır. Yaralı Koloniciler için canla başla çalışan CLARKE’ın aklında tek bir şey vardır: Dünya’da bir yerde yaşama ihtimali olan anne ve babasını bulmak. Wells, Yardımcı Şansölye ve muhafızlarının gelişiyle sarsılan otoritesini korumaya çalışırken Bellamy geride bıraktığını sandığı suçuyla yüzleşmekle kaçıp gitmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. 100 ekibi ya Dünya’da buldukları özgürlükleri için mücadele edecek ya da sahip oldukları her şeyi ve sevdikleri herkesi kaybedecektir.

Eser Adı : EVE DÖNÜŞ
Yazar : Kass Morgan
Yayınevi : GO!
Çeviren : Selen Ak
1. Baskı / Eylül 2015
328 Sayfa
Etiket Fiyatı : 17.00 TL


İletişim Yayınları’ndan Sanat Hayat Dizisi'ne Özel Bir Derleme: Aforizmalar

$
0
0
Sanatın hayatla ilişkisi, baştan beri bütün büyük düşünürleri, sanatçıları ve edebiyatçıları meşgul etmiştir. Sanat hayatla bir midir? Yoksa bunlar birbirlerine karşıt mıdır? İletişim Yayınevi, 11 Eylül günü çıkacak olan Bir Muamma: Sanat Hayat - Aforizmalar kitabında, bu sorulara cevap arayan sözlerden bir seçki sunuyor. Ali Artun'un bir araya getirdiği beş yüzden fazla pasaj, iki bin yıllık bir düşünce ve sanat tarihine yayılıyor. Kitabın bir başı veya sonu yok. Okurlar her açtıklarında keyiflerince karıştırabilir, istedikleri yeri seçip okuyabilir ve sanat-hayat muammasının gizlerine dalabilirler. 

En nihayetinde sanat hayatla, hayat da sanatla anlamlandırılır. Hem birbirlerinin varlığını belirler hem birbirlerini tehdit ederler. Sanat ve hayat, kimi zaman özdeş, kimi zaman karşıt sayılırlar. Baştan beri sanatçılar ve filozoflar bu diyalektiği aşabileceklerini, bu ikiliğe son verebileceklerini hayal etmişlerdir. Ama nafile...

Bu kitap bir sanat-hayat aforizmaları seçkisi. Bir başı veya sonu yok. Her açtığınızda keyfinizce karıştırabilir, istediğiniz yerini seçip okuyabilirsiniz. Sanat-hayat muammasının kendinize özgü gizlerine dalabilirsiniz. 

Sanat ve hayat birdir (Tzara). 
Hayat, sanatın ta kendisidir (Maleviç). 
Sanat hayatın kendisidir ama hayata karşıt bir hayatın (Derrida). Bir tek hayat vardır, o da sanattır (Nietzsche). 
Sanat hayatın yaratılmasıdır (Puni). 
Sanat hayatın ikamesidir (Pessoa). 
En yüce sanat, hayatın sanatıdır (Tolstoy).
Hayat sanatın ötekisidir (Loos). 
Sanat, hayat olmayan, hayatı bir şekilde yıkan, hayata karşı çıkan birşey üretir (Simmel). 
Sanat hayatı açıklayamaz (Bachelard). 
Sanat hayat karşıtlığı çözümsüzdür (Octavio Paz). 
Bu karşıtlığı devrimci eylem yıkacaktır (Debord). 
Sanat hayata karşı bir öfkedir (Bataille).
Hayatın çektirdiği azabın yegâne tedavisi sanattır (Schopenhauer). 
Sefil ve alçaltıcı olan hayatın tek sırrı sanattır (Oscar Wilde). 
Hayat sanatın yalanlarından arındırılamaz (Bataille).
Sanat en basit ifadesi olan aşka çevrilmelidir... Aşk, her insanı hayatla kaynaştıran yegâne düşüncedir (Breton). 
Tanrı insana bir sanat eseri şeklinde hayat verir. İncil şöyle yazıyor: "Ve Rab Allah, yerin toprağından insanı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve insan yaşayan can oldu". 

Bir Muamma: Sanat Hayat (Aforizmalar)
Derleyen: Ali Artun
Sanat Hayat Dizisi, 358 sayfa, 26,30 TL





Enis Batur’un Şiirleri Tek Çatı Altında Toplanmaya Devam Ediyor : Tuğralar Perişey

$
0
0
Türk edebiyatının en üretken isimlerinden şair- yazar Enis Batur’un şiirleri tek çatı altında toplanmaya devam ediyor. Lirik şiirlerinin ilk olarak yer aldığı “Tuğralar” ve 1993 yılında Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü kazanan “Perişey” Kırmızı Kedi’den tek ciltte raflarda yerini alıyor.

15 Haziran 2015 itibariyle Kırmızı Kedi’nin yeni proje ve dizilerinde ‘danışman / dizi sorumlusu’ olarak görev almasıyla başlayan süreçte Batur’un şiirlerine de derli toplu ulaşma şansımız doğmuştu. Mart ayında yayımlanan “A Cappella” ile yeni lirik şiirlerini okura sunan Batur’un üç ciltlik “Doğu – Batı Dîvanı” da mayıs ayında tek ciltte toplanmıştı. “Tuğralar Perişey” ile birlikte daha yıl bitmeden kısa süre içinde üç Enis Batur kitabına kavuşmuş olduk. Devamının da “Yanık Dîvan”la geleceğinin müjdesini de almıştık.

Enis Batur’un ilk baskısını 1985’de yapan “Lirik Şiirler 1973-1984” alt başlıklı kitabı “Tuğralar”ı deyince Cemal Süreya’nın yorumunu anmamak imkansız… "Enis Batur'un Tuğralar'ına bakıyorum. Enis benim çok değer verdiğim bir yazar. Ne yazsa merakla eğilirim. Şiirine tam alıştım diyemem. Yine de çok değişik bir çalışma içinde. Kimseye benzemiyor. Bence önemlidir bu. Dili yazı olarak görmeyi seviyor. Ve yazıyı sonsuz büyütmek istiyor. Her zamanki gibi ilginç ve derin. Kendi payıma, ben çok şey öğrenmişimdir Enis Batur'un yazdıklarından." (Cemal Süreya, Günlük, 1985)

İlk baskısını 1992’de yapan “Şiirler 1985 – 1992” alt başlıklı Perişey de 1993 Cemal Süreya Şiir Ödülü sahibi olmuştu. Onu da Melih Cevdet Anday’ın sözüyle analım… “Bütün yazdıklarını ta baştan beri dikkatle izlediğim Enis Batur'un şairliğinde bir yalvaçlık, bir ermişlik bulmuşumdur hep. Dizelerinin gizemli havasından mı, yoksa kendini karşısına almasından, nesnelerin gizini araştırmasından mı, kesin olarak söyleyemeyeceğim. Hangi iyi şiirde yalvaçlık yoktur ki! Enis Batur, denemeleri ile şiirini omuz omuza yürütmekle, sanıyorum, ikisi için de başarılı bir bağımsızlık savaşı yürütüyor ve düzyazının hakkını düzyazıya, şiirin hakkını şiire veriyor."

Bu iki alıntıdan sonra hazır Kırmızı Kedi şiirleri toplu ciltlerle yayımlıyorken Enis Batur şiirlerinin peşine düşmemek, kitapları almamak olmaz…


TUĞRALAR PERİŞEY
Lirik Şiirler 1973 - 1992

Benim geceyi söndüren
sonsuz parmaklı büyücü,
bulutların arasından şehre
güneşi dağıtan benim.
Sabahın mor kıvılcımı,
piyanodaki son at,
dalga ve dalgakıran benim.
Mektup benim, zarf ben,
benim yelkene dolan hava,
yelken, yelkende parçalanan
martı ve hallaç benim.
Benim bu ayna, bu sûret –
Bu yüz: Benim.

Dizisi : Türk Edebiyatı 
Türü : Şiir
Yazan : Enis Batur
Sayfa : 316 
Fiyatı : 25 TL


Eski Yunan’dan Bir Kadının Hikâyesi : Çatal Dil

$
0
0
Nobel Ödüllü yazar William Golding’in son romanı “Çatal Dil” Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Modern Klasikler Dizisi’nden çıktı.

İngiliz yazar William Golding, her ne kadar “bugünün dünyasında insanlık durumunu aydınlatan” romanlarıyla Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülse de, son romanı Çatal Dil’de bizi eski Yunan dünyasına götürür. MÖ birinci yüzyılda, Romalıların Yunan şehirlerini ele geçirmek üzere olduğu bir sırada, zenginliğini ve nüfuzunu yitirmekte olan kutsal Delphi şehrinde Apollon adına kehanette bulunmak üzere Pythia olarak seçilen bir genç kızın hikâyesini anlatır. 

Arieka adlı bu genç kız, Apollon’un yeryüzündeki sesi olarak, tanrının hizmetinde geçirdiği yıllar boyunca Delphi’nin çöküşüne ilk elden tanıklık edecektir. Yaşlılığında geçmişe dönerek, sevgisiz bir ailede geçen çocukluğunu, psişik güçlere sahip bir bakire olarak Yüksek Rahip İonides tarafından Delphi’de üstleneceği rol için seçilişini, tanrılara karşı ikircikli tavrını ve hayatının bilicilikle geçen altmış yılını gözden geçirir.

Bu son romanını tamamlayamadan yaşama veda eden Golding, Çatal Dil’de bizi mazlum ama bağımsız ve olağanüstü sahici bir kadın karakterle tanıştırırken, eski Yunan dünyasını da capcanlı bir atmosfere büründürür.

William Golding (1911-1993): 1983’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Golding, Cornwall’da dünyaya geldi. Marlborough Grammar School’da ve Oxford’daki Brasenose College’da eğitim gördü. 1940’ta İngiliz Kraliyet Deniz Kuvvetleri’ne katıldı. Alman savaş gemisi Bismarck’ın batırıldığı harekâtta bulundu. İlk romanı Lord of the Flies (Sineklerin Tanrısı) birkaç yayıncı tarafından reddedildikten sonra 1954’te yayımlandı. Büyük ilgi gören roman 35 dile çevrildi. Rites of Passage (1980) adlı romanıyla Booker Ödülü’nü kazanan yazarın diğer önemli yapıtları arasında The Inheritors (1955), Pincher Martin (1956), Free Fall (1959), The Spire (1964; Kule), Darkness Visible (1979), A Moving Target (1982) ve The Paper Men (1983) sayılabilir.

Çatal Dil / William Golding
Orjinal isim: The Double Tongue
Çeviri: Efe Çakmak
Modern Klasikler
184 Sayfa
14 TL


Metin Altıok'un Poetikası Genişletilmiş Baskısıyla Yeniden Raflarda : Şiirin İlk Atlası

$
0
0
Türk şiirinin eşsiz kalemlerinden Metin Altıok’un otuz yıllık şiir serüveninde şiirle kurduğu doğrudan ilişkiye dayanarak kaleme aldığı yazılarından oluşan kitabı “Şiirin İlk Atlası” genişletilmiş baskısıyla yeniden raflarda.

Metin Altıok’un şiirde anlam, bilgi, öz-biçim, evrensellik, zaman, görsellik gibi şiirin kuramsal yanına eğilen yazılarının yanı sıra şairlerin yaşamına ve içsel dünyalarına da eğilen yazılarından oluşan kitabı ilk baskısını 1992’de Promete yayınlarında yapmış ve 2003’de YKY’den yapılan baskı gazete ve dergilerde kalan yazılarının da eklenmesiyle genişlemişti. Altıok’un kültür alanındaki eleştirilerini içeren “Şiirin İlk Atlası”nın Kırmızı Kedi baskısı, gazete ve dergilerde kalan yazıları, tiyatro oyunları ve daha önce yayımlanmamış şiirleri de eklenerek genişletilmiş ve son şeklini almış.

Şiire bakışını ve şiirle ilgili düşüncelerini örneklerle anlattığı kitabında okuruna da “Orta ve Büyük Atlas’ları inanıyorum ki sizler yazacaksınız” diyen Altıok, önsözünde de şöyle sesleniyor: “Sevgili okurum; bu kitapta yer alan yazılar benim otuz yıllık şiir serüvenimde şiirle kurduğum doğrudan ilişkiye dayanmaktadır. Yani bu yazıların kaynağı doğrudan doğruya şiirdir. Öne sürdüğüm görüşler şiirlerden çıkarılmıştır. Şiiri öğrenmenin bana göre biricik yolu şiirle yatıp kalkmaktan, şiirle hesaplaşmaktan geçer. Bunun bir başka yolu da yoktur. Şiir bilgisini şiirin dışında aramak, birtakım estetik araştırmalardan yola çıkmak safdillikten başka bir şey değildir. Şiiri bilmek isteyene şiirden başka kaynak yoktur. Yalnız şurası unutulmamalıdır ki; bu kaynak da insana net değişmez bilgiler vermez. Ancak bazı perdeleri aralar ve bazı doğrulan sezdirmekle yetinir. Bu durum şiirin kendisi için geçerli bilgilerden bağımsız kaldığını gösterir. Yani şiir için söylenenler çoğu kez şiiri bağlamaz. Başka bir deyişle bazı şairler için geçerli olurken, bazıları için hiçbir anlam ifade etmeyebilir.

Şiir bilgisinin en önemli özelliği bu bilginin genel bir bilgi olmamasıdır. Çünkü şiir devingen ve değişken, her seferinde tek ve özgün olan çok özel bir varoluş biçimine sahiptir. Bu özellik başka şairlerin şiirleri için olduğu kadar aynı şairin şiirleri için de geçerlidir. Şiirle her karşılaşmamız bir öncekinden farklı, yeni bir karşılaşmadır. Bunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak ve şiire önyargısız yaklaşmak gerekir. Yapılması gereken en doğru şey şiir karşısında önceki bilgilerimizi bir ihtiyat olarak askıya almak olmalıdır. Çünkü şiir kendi bilgisini yine kendi eskiten organik bir yapıdır. Onun bu özelliği insanı elinde uygunsuz bir anahtarla kapı önünde bırakmaya hazırdır.

Bunun için şiir bilgisine dört elle sarılmak ve onu değişmez kesin bir bilgi gibi korumak da doğru değildir. Yapılacak şey hazır reçetelerden kaçınmak, doğrudan şiire başvurmak, şiirle birebir ilişkiye girmektir. Elbet bu ilişkide kişiye düşen şiirin tek ve özel olduğunu akıldan çıkarmamaktır.” Altıok’un poetikasına genişletilmiş baskıyla kavuşmak güzel olacak diyerek pası bültene atayım... 

Türk şiirinin hüzzam sesi Metin Altıok, kim bilir kaç kez şiirlerini yazdı ölümün?

2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde çıkartılan yangında yaşamını yitiren 36 kişiden biri olmadan önce yazdığı son yazısı “Kendini Ödemek”te yaşamın verimliliğinden yararlanan her insanın üretime katılmasının ve kendini ödemeye zorunlu olduğunun yine altını çizdi. 

“Şunu hemen belirteyim ki birey açısından, insanın kendine yabancılaşmasının en etkin panzehiri, elden geldiğince üretken olmanın yanı sıra ‘okumak’tır. Aslına bakarsanız okumak da bir çeşit duygu ve düşünce üretimidir.”

Şiirin İlk Atlası
Dizisi : Türk Edebiyatı 
Yazan : Metin Altıok
Sayfa : 168 
Fiyatı : 14 TL


Sel Yayıncılık'tan Eylül Yenileri

$
0
0
Sel Yayıncılık Eylül ayını beş yeni kitapla karşılıyor. Hepsi birbirinden ilgi çekici kitaplar yine... Elias Canetti serisinin altıncı kitabı, yeniden baskı yapmasını merakla beklediğimiz “Marakeş’te Sesler” ve Alman yeraltı edebiyatının en önemli öncülerinden biri olarak kabul edilen Jörg Fauser’in “Hammadde”si ayın yeni romanları. Dünya Edebiyatının en özgün ve aykırı kalemlerinden Will Self’in ortak noktada buluşan dört öykülük “Ciğer”ini şimdiden yılın okunması gereken kitapları arasına yazalım. “Hayat Okulu Kitapları” serisi “Kierkegaard’ın Hayat Dersleri” ile sürerken, gayri resmi bir İstanbul tarihini kayıt altına alan Fikret Adil kitaplığı da “İntermezzo” ile sürüyor... 


MARAKEŞ’TE SESLER *  Elias Canetti
Develer, eşekler, dilenciler, çarşılar, türbeler, keşmekeş dolu gündelik hayat… 
Başka bir coğrafyanın, kendine has ritmiyle devinen kadim Marakeş’ini anlamaya çalışan, Batılı deneyimlerle mukayese eden, sözlü bir kültürün derinliklerini kavrama çabasındaki meraklı, eleştirel bir zihin. Elias Canetti, Müslüman Arap bir şehirde yaşadıklarını edebi ustalığının hakkını veren bir renklilikle ve canlılıkla aktarırken okuru da sokak sokak, meydan meydan peşinden sürüklüyor. Yadırgama ile kozmopolitliğin kabullenici tavrının iç içe geçtiği bu anlatıda, modern insanın kadim değişmezlik karşısındaki çelişkilerinin ve hayretle karışık hayranlığının izini sürmek mümkün.

ELIAS CANETTI, (Rusçuk, 1905 – Zürih, 1994) İspanya’dan göç eden Sefarad Yahudisi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Öğrenimini Zürih ve Frankfurt’ta tamamladıktan sonra Viyana’ya dönüp Doğa Bilimleri ve Felsefe bölümlerinde doktora yaptı. Ardından, yazarlığa yöneldi ve 26 yaşında başyapıtı sayılan Körleşme’yi kaleme aldı. Kitlelerin psikolojisini ona yabancı birinin bakış açısından anlatan roman, dönemin Nazi Almanyası’nda yasaklandı ve ancak 1960’lardan sonra geniş kitleler tarafından keşfedilebildi. Canetti, 1938’de Avusturya’nın ilhakından sonra Londra’ya, ardından Zürih’e taşındı. İkinci Dünya Savaşı dahil tarihin en büyük kitlesel eylemlerine tanıklık etmiş olması onu kitle ve iktidar ilişkileri üzerine düşünmeye ve yazmaya yöneltti. Bu düşüncelerinin sonucu olarak 1960’ta Kitle ve İktidar isimli incelemesini tamamladı. Çocukluk ve gençlik yıllarına ve daha sonraki yaşamının bir bölümüne dair anılarını Kurtarılmış Dil, Kulaktaki Meşale ve Gözlerin Oyunu adlı üç kitapta anlattı. 1981’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Ömrünün büyük bir kısmını İngiltere’de geçirdi. Eserlerini Almanca kaleme aldı.

Canetti’nin Körleşme (çev. Ahmet Cemal, 2015), Soylu Sınıfın Sonbaharı: İngiltere Yılları (çev. Veysel Atayman, 2010), Hayvanlar Üzerine (çev. Levent Konca, 2014), İnsanın Taşrası (çev. Ahmet Cemal, 2015), Saatin Gizli Yüreği (çev. Ahmet Cemal, 2015) adlı eserleri yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır. Yazarın diğer eserleri de yayın programımızdadır.
Çağdaş Dünya Edebiyatı/ Deneme
Özgün Adı: The Die Stimmen von Marrakesch
Türkçesi: Kamuran Şipal
116 sayfa, 12 TL


HAMMADDE * Jörg Fauser
Junky’lere ev sahipliği yapan ucuz otel odaları, sabahçı kahveleriyle Cağaloğlu; gitar çalan hippileri, dünyanın herhangi bir yerinde satmak için mal arayan ve bağlantı kovalayan uyuşturucu tacirleri, Avrupa turuna çıkmış savaş karşıtlarıyla Sultanahmet; kahvehanelerinde ağızlarından salyalar akarak torbacı bekleyen afyon bağımlıları, oto hırsızları, dolandırıcıları, gaspçıları ve sokaklarda kimliği belirsiz ölüleriyle Tophane... İşgal evleri, komünleri, öğrenci örgütleriyle Berlin; göçmen işçileri, meyhaneleri dolduran mutsuz müdavimleriyle Frankfurt...

Bugün Alman yeraltı edebiyatının en önemli temsilcilerinden sayılan Jörg Fauser, dünyanın dört bir yanından gelmiş Beatnikleri ve kolera salgınıyla başka bir İstanbul ile Baader-Meinhof’un yüreklerde devrim ateşini yakmaya başladığı Almanya arasında salınan otobiyografik bir kendini gerçekleştirme mücadelesi anlatıyor. Var olmanın belki de ancak yazmakla, yazdıklarını yayınlatabilmekle mümkün olduğu bu mücadele, elbette o gün de farklı seslere kapılarını kapatan kültür-sanat camiasının yüksek duvarları tarafından sekteye uğratılmışsa da, elinizde tuttuğunuz Hammadde, Fauser’in bu mücadeleyi kazandığının en somut kanıtı.

JÖRG FAUSER, 1944 yılında Frankfurt am Main’da doğdu. Gazeteci, yazar, çevirmen, vicdani retçi ve (ex-)junky Fauser, üniversite öğrenimini yarım bıraktıktan sonra uzun bir süre İstanbul ve Londra’da yaşadı. 1974 yılında yazarlıktan geçinmeye başlayana dek, havaalanında bagaj işçiliği ve gece bekçiliği gibi çeşitli işlerde çalıştı. Birçok roman, öykü ve şiire imza attı. 1987 yılında Münih yakınlarında bir trafik kazasında ölmesi, çeşitli spekülasyonlara yol açtı. Fauser bugün, Alman yeraltı edebiyatının en önemli öncülerinden biri olarak kabul ediliyor.
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Roman
Özgün Adı: Rohstoff
Türkçesi: Levent Konca 
287 sayfa, 20 TL


CİĞER
DÖRT LOBLU YÜZEY ANATOMİSİNE SAHİP HAYALİ BİR ORGAN * Will Self 
Çağdaş İngiliz edebiyatının aykırı kalemi, farklı üslubuyla kendi yolunu açan ödüllü yazar Will Self’in bu dört öyküsünün ortak noktası, farklı hastalık ve çöküş halleriyle iç organlarımızın en büyüğü olan karaciğer. 

Duygusal açıdan tükenmiş, hepsi de siroz adayı müdavimleriyle yalnızca üyelere açık bir Soho barı; hissizlik ve sıradanlık içindeki yaşamını bir an önce bitirmek adına ötenazi için Zürih’e giden ölümcül kanser hastasının hayatında gelişen beklenmedik olaylar; herkese her şeyi satabilecek yetenekteki “hayranlık verici derecede başarılı” reklamcı Prometheus’un, ünlü girişimci Zeus ve güzeller güzeli kızı Athena’yla yolunun kesişmesi; kokain, eroin ve Peter Sellers’ın unutulmaz filmi Parti’nin iç içe geçtiği bir kaybedenler dünyası... Hepsi Will Self’in kıvrak zekası, dil ve betimleme yeteneğiyle birleştirerek yarattığı tuhaf dünyasında buluşuyor. 

WILL SELF, 26 Eylül 1961 tarihinde Londra’da doğdu. Oxford’da felsefe ve siyaset okumasına rağmen, yazarlık kariyerinden önce uzun süre temizlik işçiliğinden telefonla satışa çok farklı işlerde çalıştı. Self, roman ve öykülerinin yanı sıra çeşitli gazetelerde eleştiri ve köşe yazarlığı, televizyon programlarında yorumculuk da yapıyor. Kuzey Londra’da yetişmesine rağmen annesi Amerikalı olan ve yaşamının bir bölümünü Amerika’da geçiren yazar, kitaplarında hem Londra hem de Amerika sokaklarından farklı karakterleri anlatma becerisi, keskin bir gözlem yeteneği, betimleme zenginliği ve geniş hayalgücüyle birlikte, farklı çevrelerin argosunu yansıtması ve dile hakimiyetiyle de dikkat çekiyor. Edebiyatın sıradışı yazarları arasında sayılan Self‘in öykü seçkisi Sert Çocuklara Sert Oyuncuklar (çev. Süha Sertabiboğlu, 2012) ve yine 2012 The Man Booker ödülünün en güçlü adaylarından olan Şemsiye (çev. Sıla Okur, 2014) adlı romanı yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır.
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Öykü
Özgün Adı: Liver - A Fictional Organ With a Surface Anatomy of Four Lobes
Türkçesi: Sıla Okur
254 sayfa, 18 TL


KIERKEGAARD’DAN HAYAT DERSLERİ * Robert Ferguson
Ünlü filozof, ilahiyatçı ve eleştirmen Kierkegaard, eserlerinde bireyin hayatını merkeze almış ve pek çoklarınca ilk varoluşçu filozof olarak kabul edilmiştir. Kaygı, etik, maneviyat gibi konulardaki özgün fikirleriyle tanınan Kierkegaard, bir yol arayışı içinde olanlar için sıradışı bir rehber olma niteliğini uzun zamandır korumaktadır. Hayat Dersleri’nde önemli eserlerinden bazılarına göz atma fırsatını bulacak okurlar için Kierkegaard’ın sorgulayıcı ve kışkırtıcı düşüncelerinin bir ilham kaynağı olacağını umuyoruz. 

Alain de Botton öncülüğünde “gündelik yaşam için parlak fikirler” sloganıyla yola çıkmış The School of Life (Hayat Okulu) ve yine onun editörlüğünde hazırlanan “Hayat Dersleri” kitapları, büyük bir düşünürü ele alarak gündelik çıkmazlarımıza cevap olabilecek düşüncelerinin altını çiziyor. Geçmişten gelen bu bilge sesler bizler için hayatı dönüştürücü esin kaynakları olabilir. 

ROBERT FERGUSON, tarihçi ve yazar. Viking tarihi üzerine Hammer and the Cross aslı kitabın yazarıdır; aynı zamanda Henrik Ibsen ve Knut Hamsun’un biyografilerini kaleme almıştır. Ferguson ayrıca Norveççe iki roman da yayımlamış ödüllü bir oyun yazarıdır
Hayat Okulu Kitapları / Deneme
Özgün Adı: Life Lessons From Kierkegaard
Türkçesi: Elif Ersavcı
135 sayfa, 12 TL


INTERMEZZO (BOHEM HAYATI) * Fikret Adil
Sofralar, sohbetler, gazinolar, kumpanyalar, barlar, hususiler... Tiyatro, resim, şiir, sergiler, açılışlar ve davetlerle dolu gündelik hayat. Fikret Adil bugün artık çok uzaklarda kalan bohem bir İstanbul’u Asmalımescit 74’ün ardından nüktedanlığı elden bırakmaksızın anlatmaya devam ediyor. 

Yahudi bir işadamının kızı ile Yunan bir tiyatrocunun kavuşmak için çareyi Atina’ya kaçmakta bulması etrafında şekillenen anlatı, hem İstanbul tarihine hem de döneme ilişkin birçok ayrıntıyı barındırıyor. Glorya Sineması’ndan Maksim’e, Casa d’Italia’dan Büyük Britanya Oteli’ne, Beyoğlu’ndan Atina’ya uzanan bu aşk hikayesine Baudelaire şiirleri kadar, Arif Dino gibi dönemin önemli isimleri de eşlik ediyor. 

FİKRET ADİL, (1901-1973) İstanbul’un bohem hayatını konu alan birçok kitap kaleme almıştır. Yayımladığımız Asmalımescit 74 (2015), bunların ilkidir. Avare Gençlik, Gardenbar Geceleri ve Beyaz Yollar Mavi Deniz de yayın programımızdadır.
Çağdaş Türk Edebiyatı/ Deneme 
100 sayfa, 12 TL


Vizyona Giren Filmler : 4 Eylül

$
0
0
Üçü yerli yedi filmin vizyona girdiği hafta eğlence ve komedi ağırlıklı... Çizgi roman uyarlaması “Robinson Crusoe & Cuma”, “Çılgın Hırsız”ın sevimli yardımcılarının solosu “Minyonlar”, direksiyon aksiyonu “Taşıyıcı: Son Hız” haftanın öne çıkanları... Genç Kafa ekibinin ilk filmi “Piyasadan Büyük Alacağımız Var”, yerli dram “Karayel Poyraz” ve korku gerilim “Şeytanın Gecesi” de diğer alternatifler... Hacker avı “Ben Kimim?” ise haftanın en iyisi ve kaçırılmaması gerekeni...


Robinson Crusoe & Cuma
Yönetmen: Gürcan Yurt
Oyuncular: Serhat Kılıç, John Nyambi, Beyti Engin, Damla Debre
Konu: Issız adadaki Robinson Crusoe ve Cuma, ada sahiline yanaşan bir gemi görürler. Bu gemiden Viktor isminde bir adam iner. Viktor, gemisine doldurduğu hayvanlarıyla yaşayabileceği yeni bir dünyanın arayışına girmiştir. Üstelik bu adaya yalnız da gelmemiştir. Biri öz, biri evlatlık iki güzel kızı da onunla birlikte bu seyahate çıkmışlardır. Robinson ve Cuma bu konuklarını memnuniyetle adalarına kabul ederler ve yaşamları renklenir.


Taşıyıcı: Son Hız / The Transporter: Refueled
Yönetmen: Camille Delamarre
Oyuncular: Ed Skrein, Loan Chabanol, Ray Stevenson, Gabriella Wright
Konu: Frank Martin, Fransa’nın güneyinde yaşamakta ve sadece bazı çok gizli teslimatlarla ilgilenmektedir. Ancak yaptığı son teslimat başına büyük iş açacaktır. 3 güzel kadına şoförlük yaptıktan sonra, onu ziyarete gelmiş babasının Rus mafyası tarafından kaçırıldığını öğrenir. Babasını kurtarabilmek için Anna önderliğindeki kadınlarla tehlikeli bir işbirliğine girişir.
Dördüncü filme dayanacak kadar malzemesi yok ama inatla sürmesi hayli ilginç... Fragmanı da hiç umut vermiyor, ilk tepkiler de hiç olumlu değil... Yine de siz bilirsiniz tabi...


Piyasadan Büyük Alacağımız Var
Yönetmen: Ekin Akçay
Oyuncular: İzzet Başlak, Ali Yiğit San, Rabia Tutal, Ali Rıza Kara
Konu: Üç arkadaş Tarık, Kadir ve Ediz, tiyatrocu Savaş Usta’nın babadan kalma tiyatro salonunda oyunlar sergilemektedirler. Tiyatronun organizatörü Sadri oldukça başarısız biri olduğundan bir türlü oyunlara seyirci gelmemektedir. Çaresizlik içindeki gençlere bir gün arkadaşları Yönetmen Ertem tarafından teklif gelir. Bir dizi projesi hazırlayacaklar ve televizyon kanallarına satacaklardır.


Minyonlar / Minions
Yönetmenler: Pierre Coffin ile Kyle Balda
Konu: Tek hücreli sarı organizmalar olarak doğan Minyonlar her zaman efendilerin en çılgınına hizmet ederler. Efendilerini elde tutma konusunda sürekli başarısız olan Minyonlar hizmet edecekleri kimseleri kalmayınca büyük bir depresyona girerler. Ama Kevin adlı minyonun bir planı vardır. Genç asi Stuart ve sevimli minik Bob ile birlikte kardeşlerinin izinden gideceği kötü bir patron bulmak üzere işe koyulacaklardır.
Beklentilerin altında ve yaratıcılıktan çok uzak ama yine de bunlar eğlendirmesine engel olmuyor... 


Karayel Poyraz
Yönetmen: Levent İnanır
Oyuncular: Emre Gülcan, Numan Çakır, Buket Gümüş, Hikmet Karagöz, Yüksel Arıcı
Konu: Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nin müzik bölümünde okuyan Emre ve Birtan’ın bir müzik grubu vardır. Bu grubun adı Nazar saz ekibidir. Nazar saz ekibi Samsun’da kafeteryalarda, barlarda ve hatta düğünlerde müzik yapmaktadır. Ekstraya gittikleri tüm müzik aletleri okulun malıdır. Düğünde dayak yedikleri yetmemiş gibi müzik aletleri de parçalanmıştır.


Şeytanın Gecesi / Exeter
Yönetmen: Marcus Nispel
Oyuncular: Kelly Blatz, Brittany Curran, Brett Dier, Gage Golightly
Konu: Bir grup genç, terkedilmiş bir akıl hastanesinde şehirden ve polislerden uzak bir parti düzenler. Gece boyunca her şey yolunda gider fakat sabaha karşı eğlenmek için ruh çağırma seansı düzenleyen grup başına büyük bir bela alır. Gizemli bir güç, içlerinden birinin vücudunu ele geçirir ve kolay kolay bir yere gitmeye niyeti yoktur. İlk başta eğlenceli görünen parti planı, zaman ilerledikçe gençler için kanlı, korkutucu bir kabusa dönüşür.
Konusu bizi neyin beklediğini zaten gösteriyor... Özellikle yerli korkularla iyice bıkar hale geldiğimiz konuda hayli vasat bir film... Yaz boyu salonları boşuna işgal eden korku filmlerinden bir farkı yok.


Ben Kimim? / Who am I
Yönetmen: Baran bo Odar
Oyuncular: Tom Schilling, Elyas M’Barek, Wotan Wilke Möhring, Antoine Monot Jr.
Konu: Ben Kimim?, dünyanın en çok aranan hacker’ı haline gelen bir bilgisayar dehasının macerasını anlatıyor. 25 yaşında bir bilgisayar korsanı olan Benjamin, karizmatik hacker Max’in dikkatini çeker ve onun Clay adlı hacker grubuna katılır. Clay öyle iyi işler ki, Alman Gizli Servisi peşlerine düşer. Bunlar yetmiyormuş gibi karanlık bir hacker grubu da onları tehlikeli bir rakip olarak görecek ve peşlerine düşecektir.
Haftanın en kayda değer filmi ve hacker meselesine dair yapılmış açık ara en iyi film. Lakin meselesi, göndermeleri ve atmosferi bakımından filme bilet kestirmek insanda ilginç bir hissiyat uyandırıyor. Sanki korsan alemde izlense daha iyi olur gibi... 



Viewing all 3916 articles
Browse latest View live