Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3916 articles
Browse latest View live

Necib Mahfuz’dan Öyküler : Zaman ve Mekan

$
0
0
Hayatın içindeki sıradan insanlar üzerinden büyük olayları anlatan realist yazar Necib Mahfuz’un 1991’de “The Time and The Place” adıyla kitaplaşan öyküleri “Zaman ve Mekan” adıyla artık Türkçe’de ve Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle raflarda...

2006'da kaybettiğimiz büyük usta, her yazdığı okunması gerekenlerden... Özellikle geçen ay çıkan "Karnak Kafe" ve "Hırsız ve Köpekler" ile Kahire üçlemesini yeri gelmişken şiddetle tavsiye ediyorum bir kez daha... 

Mısır edebiyatının gözbebeği Necib Mahfuz bu kitaptaki öykülerinde okuru Kahire sokaklarında ve zihnin labirentlerinde dolaştırıyor… Farklı dönemlerde yazdığı 20 öyküsüyle, Nobelli bir ustanın serencamı, Mısır toplumunun fantazması…

Mısır edebiyatının gözbebeği Necib Mahfuz, toplumun yansımasını yazarın imgelemiyle birleştirdiği romanlarıyla olduğu kadar kısa öyküleriyle de sadece okurlarına değil nice yazara da ilham vermiştir. Kimi zaman Kafka’yı kimi zaman Proust’u –ve hatta Cortázar’ı ya da Camus’yü– hatırlatan zihin labirentlerinde okuru dolaştırdığı öykülerinde, gündelik yaşamın dertleriyle boğuşan sıradan insanların hatıralarında, hayallerinde, arzularında, seraplarında ve esrikliklerinde yaşadıklarını dile getirir Necib Mahfuz. Zaman ve Mekân, bu iki kavramın kısacık bir öykü boyunca ne kadar maharetle değişebileceğini kanıtlayan yirmi öyküsüyle, bir edebiyat ustasının serencamı ve Mısır toplumsal yaşamının bir kesiti.

“Öykülerin çoğunda Kahire’nin alt tabakası ve karanlık sokaklarının ölüm tarafından kovalanan sakinleri ele alınıyor. Bazıları zamanın geçişini vurgulamak için kısa tutulmuş gerçekçi meseller, diğerlerindeyse Kafkaesk ya da Borgesvari meselcilik öne çıkıyor.” Kirkus


Dizisi : Dünya Edebiyatı 
Türü : Öykü
Özgün Adı : The Time and The Place
Yazan : Necib Mahfuz
Çeviren : Ayça Çınaroğlu
Sayfa : 180
Fiyatı : 15 TL


Doğan Avcıoğlu'nun Çığır Açan Araştırması “Türkiye'nin Düzeni” Ciltli Yeni Baskısıyla Raflarda

$
0
0
Doğan Avcıoğlu’nun yayımlandığı 1968 yılından itibaren klasikleşen ve ülke üzerine cümle kuracak herkesin okuması gereken başucu kaynağı olarak kabul edilen araştırma kitabı “Türkiye'nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın)” nihayet yeniden raflarda. 

Gördüğü ilgi kadar eleştiri de alan “Türkiye'nin Düzeni”, siyasi etkisinin yanı sıra Türkiye'nin sosyoekonomik yapısı ve tarihi üzerine araştırmaların yaygınlaşmasında çığır açıcı bir rol oynamış ve 1969’da Yunus Nadi Ödülünün de sahibi olmuş. Babamın elinde en çok gördüğüm ve uzun süre elinden düşürmediği kitap olarak bilirim iki ciltlik kitabı. Salondaki kütüphanenin baş köşesinde durur ve her gelen illaki kurcalardı. Okumam için iyice büyümemin gerektiği kitaptı. Okuduğumda da ülkeyi artık eskisi gibi görmüyordum... Yeri gelmişken hatırlatayım gazeteci-yazar Avcıoğlu’nun altı ciltlik “Türklerin Tarihi” ve dört ciltlik “Milli Kurtuluş Tarihi” de okunması gereken başucu kitaplarından...

Uzun süredir beklenen kitabın özel baskıyla ciltli olarak sunulması da çok güzel... Keşke bu özel ciltli baskılar özel olmaktan çıkıp standart haline gelse...

Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni’nde “Türkiye neden kalkınamadı ve nasıl kalkınır... Bu düzen nedir ve nasıl değişir?” sorularına yanıtlar veriyor. Dört ana başlık altında, üzerinde yaşadığımız toprakların ekonomi-politiğini ortaya koyan bu dev eserin ilk basımı 1968 yılında yapılmıştı. Yunus Nadi Ödülü’ne değer görülen Türkiye’nin Düzeni, benzersiz ve henüz aşılmamış bir çalışma. Uğur Mumcu’nun deyimiyle, yaşamı boyunca “Tek kişilik üniversite” gibi çalışan bir bilim insanı var karşımızda. Elinizdeki kitap, bunun kanıtı. Avcıoğlu, Osmanlı’nın tahlilini yaptıktan sonra ekonomik ve sosyal elverişliliğe karşın kapitalizmin Anadolu’da neden gelişemediğini ayrıntılarıyla inceliyor. Emperyalizmin boyunduruğuna giren bir ülkedeki reform ve devrim girişimlerini, Kurtuluş Savaşı’nı, devletçilik uygulamalarını, işbirlikçi kapitalizm ve irticayı, 450 yıllık serüvenin içinde anlatıyor.

"Kemalizmin ‘Bağımsızlık’ ve ‘Çağdaş Uygarlık’ diye özetleyebileceğimiz iki büyük ülküsünü gerçekleştirme yolunda en büyük engeli bugünkü düzen teşkil etmektedir. Türkiyemizin 20-25 yıl içinde kalkınıp çağdaş uygarlığa ulaşmasının temel şartı, yürürlükteki düzenin değiştirilmesidir." DOĞAN AVCIOĞLU

Dizisi : Araştırma / İnceleme
Yazan : Doğan Avcıoğlu
Sayfa : 800
Fiyatı : 60 TL


When Animals Dream : Büyüme Sancıları

$
0
0
Her yanımızı fantastik yaratıklar ve doğaüstü kahramanların allanıp pullandığı maceralar sarmışken nihayet nefes alma fırsatı Danimarka’dan geldi... Özellikle edebiyat dünyasının başını çektiği kurt adam ve vampirleri çağdaşlaştırma harekatına daha derinden katılan 2104 yapımı “Når Dyrene Drømmer” ya da uluslararası adıyla “When Animals Dream”, bizde “Hayvan Düşü” adıyla vizyonda...

Dogma akımından nasibini almış ve Lars Von Trier’le birlikte çalışmış Jonas Alexander Arnby ilk uzun metraj denemesinde. Filmin konusunda da üç ismin imzası var: Arnby, hayranı olduğumuz “Reconstruction” ve “Allegro”nun yönetmeni Christoffer Boe ile senaryoyu da kotaran Rasmus Birch... “Umarım insanlar bunun aksiyon yüklü bir korku filmi olmadığını anlar. Bir neslin portresi, bir karakterin tasviri.” diyerek özetliyor her şeyi Arnby. Kurt adam filmi beklentisinde olanları önceden uyarıyor. Bir büyüme öyküsü bu, daha doğrusu genç bir kızın büyüme öyküsünden bir kesit... Ergenliğin ilk adımlarına dair metaforik bir anlatım...

Danimarka’da küçük bir balıkçı kasabasındayız... Babası ve hasta annesiyle yaşayan genç kızımız Marie ile tanışıyoruz... İlk sahnesinden itibaren tüm gözler onun üzerinde. Doktorun onu etraflıca muayene etmesiyle başlıyoruz ve o muayene hiç bitmiyor. Balık fabrikasında çalışmasıyla başlayan süreci gerilim tonundan çok uzakta bir büyüme öyküsü olarak anlatan Arnby, hiç acele etmeden ilmek ilmek örüyor filmi. Odaktan çıkaracak hiç bir yan yola sapmıyor, seyirciye de sadece bilmesi gerekenleri veriyor.

Annesinin bilinmeyen hastalığı, kasabalıların tuhaf tedirginliği, başka hiçbir akranı kadını görmeyişimizle desteklenen öykünün ön planında da kurt adama dönüşme kesitleri var. Küçük bir bölgedeki kıllanmayla başlayan değişimin yansımaları da büyüme ile aynı. Doktorun da “dengesiz ve sinirli bir dönemden geçecek” diyerek açıkladığı yan etkiler her ruh için geçerli ne de olsa. Marie’nin flörtleşmelesine gösterilen tepkiler, soyunma odasında yapılan şakalar gibi detaylarla işlenen baskıcı ortamı da çok iyi yansıtıyor ve tepkisini tehdidi gören bireyin özgürlük arayışıyla gösteriyor “Hayvan Düşü”... Fiziki değişimin aslında ruhundaki değişim olduğuna dair uzun bir alt metin okuması yapma fırsatı veren muhteşem 84 dakika kurt adam metaforunu da allayıp pullamadan sadece basit bir kılıf olarak kullanıyor ve bu konuda da alkışlık bir iş çıkarıyor. 

Başına ne geldiğini tam olarak bilemese de tahmin eden Marie’nin baskıcı ve dindar toplumun baskısı altında kurt adam kimliğine hiç şaşırmaması ve sahip çıkması da filmin kıssadan hissesi... Söylendiği gibi rahatsız edici değil... İlk gösterimini Cannes’da yapan film kısa sürede festival gözdesi olmuş ve ödüllerle taçlanmıştı. Yılın en kayda değer yapımları arasında gösterilen filmin festival maratonu da halen devam ediyor.

İnsanoğlu ne zaman baskı görse çığrından çıkıyor, içindeki hayvanı salıyor... Özellikle de topluma büyüdüğünü kabul ettirme döneminde daha büyük bir mücadelenin içinde buluyor kendini... Erkek için her şey çok daha kolayken, kadın her daim kendisine dayatılan rolün dışına çıkmak için bir çok engeli aşmak zorunda... Kadının içindeki kurdu terbiye etmek yerine salması çok afili bir feminist duruş oluyor... Bu duruşun sinema perdesine kurt adama dönüşme metaforuyla yansımasıysa müthiş bir ziyafet... 


Pena Yayınları’ndan One Direction Hayranlarına Müthiş Bir Roman : One Love One Direction

$
0
0
Dünyanın en popüler müzik grubu One Direction hayallerinize kaç defa girdi? Peki bir gün bu hayalleriniz gerçek olursa? Barbara Beckam’ın Pena’dan çıkan yeni romanı “One Love. One Direction”da yaz tatili var, gerçekleşen hayaller var, heyecan ve aşk var. Bir de One Direction var. Daha ne olsun?

Sonunda yaz geldi! Güneş, deniz ve tatil! Tek sorun, herkes eğlenirken Megan’ın yeni işi yüzünden dört duvar arasında kalması... One Direction grubundan biri kapısını çalsa her şey nasıl da değişir, değil mi? Megan, 80 ve 90’ların müziklerini dinleyen arkadaşı Mapy’den farklı olarak sıkı bir One Direction hayranı. Harry, Liam, Louis, Niall ve Zayn’in yeni albümlerini size çok yakın bir yerde hazırladıklarını ve aranızda dolaştıklarını bir düşünsenize! Şurası çok açık: Hayatınız bir daha eskisi gibi olmaz! 

One Direction aşkı bambaşka
Şarkıları listelerden inmeyen, tüm dünyada gençleri – özellikle de genç kızları – çılgına çeviren, çıkış yaptıkları 2010 yılından bu yana milyonlarca hayran kazanan One Direction fırtınasına yazar Barbara Beckam da kapılıyor. Pena Yayınları’ndan çıkan “One Love. One Direction”, romanında gruba hayran olan bir genç kızın, birdenbire karşısında grubun üyelerini bulmasını ve hayatının tamamen değişmesi anlatılıyor. 

Gerçekleşen hayaller
Her gencin hayranı olduğu bir star vardır ve bir gün onunla karşılaşmayı hayal eder. Barbara Beckam bunu çok iyi biliyor ve kitabını “Hey hayal bir dilektir ve bir gün gerçekleşebilir” mottosuyla yazıyor. Gençlerin diliyle, gençlere göre kıpır kıpır, heyecanlı ve çok keyifli bir yaz romanı sunuyor.

“One Love. One Direction” grubun hayranlarının kaçırmaması gereken bir roman!

Barbara Beckam Hakkında:
Barbara Beckam gençlerin dünyasına bayılıyor. Profesyonel sorumluluklarına rağmen, her zaman çocuklarına, büyük hayranı olan kız kardeşine ve on üç yaşındaki yeğenine zaman ayırıyor. Bu, onun gibi ciddi bir anne ve eşi, One Direction grubunun ateşli hayranlarının dünyasına kolaylıkla taşıyor.

Eser Adı : One Love. One Direction
Yazar Adı : Barbara Beckam
Çeviren : Nazan Tezcan
Türü : Gençlik/Edebiyat
Sayfa Sayısı : 272
Etiket Fiyatı : 19,00 TL
Yayınevi : PENA Yayınları

Gündüz Öğüt’ün Fantastik Kült Romanı “Nehrin İki Yakası” Yitik Ülke’den Raflarda

$
0
0
Gündüz Öğüt’ün okurunu değişime çağırdığı fantastik romanı “Nehrin İki Yakası”, Yitik Ülke Yayınları etiketiyle yeniden raflarda.

Yayımlandığı yıl şiirsel dili ve sürükleyiciliği ile okurun ilgisini çeken roman kısa sürede kült olarak kabul edilmişti. Uzun süredir raflarda olmayan romanın yeni baskısı Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlandı. Fantastik edebiyat literatüründe eşine az rastlanacak bir roman “Nehrin İki Yakası”. Gündüz Öğüt’ün yarattığı karakter ve mekânlar Remzi San’ın çizimleriyle görsel bir şölene dönüşüyor. Okuru ilk satırlarından itibaren içine alan ve fantazya diyarlarında inanılmaz bir yolculuğa çıkaran bir başyapıt. Başkaları adına daima ilk ve son sözü söyleme iddiasında olanlara yönelik bir başkaldırı destanı.

Kurallar ve yasaklar… Gücü elinde tutanlar bilirler ki, bir kişi nehrin karşı kıyısına geçmeyi başarırsa, bunun arkası gelir. İnsanlık var oldukça her çağda, her yaşta, her anda aşılması gereken nehirler olmuştur, olacaktır…

Ne mutlu nehrin karşı kıyısına ulaşma kararlılığında olanlara…
“Nehrin İki Yakası”, gerçekleri arayan cesur özgürlük savaşçılarının romanıdır.
Ancak uçurumdan düştükten sonra kanatlarının var olduğunu fark edenlere adanmıştır.

"...İnsanların ince ince akan pınarların haşmetli ırmakları oluşturduğuna inanmak istememesi, gecenin koyuluğunda birkaç saat sonra ışığın her yeri aydınlatabileceğini düşünmemesi, esaretin, zulmün, yalanın ve ıstırapların sonsuza kadar süreceğini zannetmesi bile umudun yok olmasını sağlayamamıştır.

Kara hindiba tüylerinin rüzgara teslim olarak tohumlarını uygun yerlere taşıması, leyleklerin güney rüzgarlarına kendilerini endişesizce koyverip yuva topraklarına ulaşmaları, tırtılların muhteşem kelebekler haline gelmeleri nasıl kaçınılmazsa, insanların da ana yolda birleşmesini engellemeye sonsuz evrende hiçbir şeyin gücü yetmeyecektir.

Yüzeydeki tüm çalkantılara rağmen varlıklarının derinliklerindeki güven, kararlılık ve cesaret yüreklerdeki umut tohumlarını yeniden çimlendirecektir. Her insan evrenin kozmik bir kalemi gibidir. Varlığımızın derin kökleri evrenin bütünsel nabzıyla birlikte atar. Onun ritmini hissedin ve sezin. Yol size gelmeyecek... siz yolu bulacaksınız. Yol nerede dersen, yol her yerde... Yeter ki görebilecek şekilde bak..."

Nehrin İki Yakası, Gündüz Öğüt, roman, Yitik Ülke Yayınları, Nisan 2015, 20 TL
  

Postiga Yayınlarından Nisan Yenileri

$
0
0
İzmir Kitap Fuarı için hazırlıklarına son hızla devam eden Postiga Yayınları, Nisan ayını bahara yakışır cinsten rengarenk geçirecek kitaplarla karşılıyor. Burçin Çelik’ten “30 Yaşındaysanız Hayat Gerçekten Zor”, R. Gaye Önel’den “Ateşli Kanatlar” serisinin ilk kitabı “Hilekâr”, Nil Sefa Öneş’den “Radin Efsanesi” ve Aynil Beylik Değişmez’den “Rüzgar Çanı” ilk olarak İzmir Fuarı'nda okuruyla buluşmaya hazırlanan kitaplar...


30 Yaşındaysanız Hayat Gerçekten Zor / Burçin Çelik
Çok okunan “Beni Yarına Bırakma”nın yazarından...
Yirminin coşkusu, yirmi ikinin neşesi, yirmi yedinin sempatisi… Ama otuz! Otuz yani… Hani otuzdan sonrasıydı çabucak geçen, ben yirmilerin nasıl geçtiğini anlayamadım ki daha! Tüm hemcinslerim yaşıyor mu bu buhranı, yoksa yalnız ben miyim dehşete kapılan? Daha otuz yaşımın güzelliğine adapte olamadan hayatın benim için sürprizler hazırladığından haberim yoktu tabi… Ah, seslerinizi duyar gibiyim; ne mi oldu? Çok sevgili odun kocam olaylara dâhil oldu desem bir şeyler çağrışır mı acaba? Peki ya, yardımcı kadın oyuncu rolünü çakma bir sarışına vermiş desem, şimdi yandı mı ampuller!

Durun durun, paniğe mahal yok!

Hikâyesi tam da aldatıldığı noktada başlayan bir kadın düşünün. Hovardalığın sınırlarında ısrarla gezinen kocasını bir çırpıda boşayan; hamur açarak kendine antidepresan tedavisi uygulayan; otuzunda, bıraktığı okuluna dönecek kadar gözü kara; az biraz çatlak; iç sesinin çenesi düşük mü düşük bir Havva kızı…

Düşündünüz mü? Kim mi o? Bendeniz Nazlı!

Tam bu noktada hayallerinizin vücut bulmuş hali olan bir hoca düşünün. O ki; okulda hoca, kızına baba, banaysa kocaman bir çikolatalı pasta! Ya da yok yok, onu düşünmeyin! O kısım bana kalsın. Laf aramızda ben kıskanç bir kadınım! Siz bunun yerine büyümüş de küçülüvermiş, lafı cebinde, elleri belinde, mini minnacık bir Peri kızı ekleyiverin bu hikâyeye. Tadımızdan yenmez olduk değil mi! Bence de!

Gerisi… Gerisi sayfalarda! Hadi kulak kabartın da bir parça dertleşiverelim!
360 Sayfa, 20 TL


Hilekâr (Ateşli Kanatlar Serisi 1) /  R. Gaye Önel
Şeytana Aşık Olmak mı? Daha neler!

“O kız bir avcı. Minik, hırçın, şeytanı bile baştan çıkarabilen bir baş belası. Ondan kurtulmalıyım, bu taş kalbimde bir ateş yanmadan onu yok etmeliyim. Ağabeyimin yaptığı hatayı yapmayacağım. Hiçbir dişi için değmez. Sıradaki veliaht benim ve kral olacağım.”  Aidanhell

“Aidanhell kana susamış kaçığın teki. O kadar karanlık bir ruhu var ki onu durmadan tekmelemek istiyorum. Onunla beraber olduğum her saniye cehenneme bir adım daha yaklaşıyorum. Ama yine de ondan korkmuyorum Ben... Sanırım... Ona alışıyorum. Bu vazgeçemeyeceğim kadar yakıcı bir ateş. Şeytanımın derin kahverengi gözlerinde bazen kurtuluşumu görüyorum. Ama biliyorum, gerçeği öğrendiğinde beni affetmeyecek. Kim bir hilekârı affedebilir ki?” Cassie
352 Sayfa, 20 TL


Radin Efsanesi / Nil Sefa Öneş
İki farklı hayatın, iki farklı insanıydı Ceylin ve Radin. Ceylin, varlıklı ve inançsız bir ailenin kızı, Radin ise mütevazi hayatların erdemli adamıydı. Onları önce rüyalar birleştirdi. Henüz hayali kurulmadık sabahlara uyandılar. Dramatik hayatların acı çekeniydi ikisi de. İç acılarının toplamında birleşeceklerdi bir gün... Çok sonraları fark etseler de, aslında kaderleri doğdukları gün ortak yazılmıştı. İkisi de nasıl büyük bir aşk yaşayacaklarını bilmeden ve farkında olmadan birbirlerine yürüyorlardı. Ve bir gün masallar adamı, Radin gün yüzüne çıktı. Enkaz altındaki Ceylin'e seslendi; "Sesimi duyan var mı?" "Buradayım," dedi Ceylin. Uzattı adam elini kadına. Kadın uzun süredir kaldığı göçüğün altından çıktı ve o parlak ışığı gördü. Sonra da karanlık sırların büyük nehirlerinden sızıp, birbirlerine döküldüler. Ceylin, nihavent makama yürürken, sonradan inandığı kadere karşı güçlükle durabilecek, Radin'e kutsal bir aşkla bağlanacak ve baba olarak seçtiği Adem'i de hisler aynasında görebilecekti.

"Yağmur, toprağı çok sevdi. Bu yüzden her damlasını toprağa gizlemek istedi. Lakin arada bulut vardı ve bulut da yağmuru sevdi; ama yağmurun, toprağa kavuşması için bulutdan ayrılması gerekiyordu. Ve öyle de oldu...

Yağmur, bulutlardan ayrılıp, toprağa düştü.

İşte bu yüzden güzel, yağmurdan sonraki toprak kokusu."
200 Sayfa, 16 TL


Rüzgar Çanı / Aynil Beylik Değişmez
Geçirdiği hastalığının yanı sıra terk edilmenin üzüntüsünü İstanbul’da bırakarak, hayalini kurduğu pastaneyi açmak için Urla’ya gelen Berna’yı, sevdiği ve başarılı olduğu mimarlık mesleğini bırakmayı göze alan kardeşi Nil yalnız bırakmamıştı. Nil’in aşkı bulduğu bu şirin belde, Berna’ya da cömert davranıp geçmişin izlerini silecek miydi? Rüzgar çanının sakin ve huzur veren sesiyle birlikte pastaneye girdiği gibi, Berna’nın kalbine de yerleşen Demir, genç kızı  ‘Her işte bir hayır vardır. Sakın isyan etme. Her kapanan kapı, yeni bir ışığa yol almak üzere tekrar açılır,’ sözüne inandırabilecek miydi? İki gencin yoğun duygularla yaşadığı aşk günden güne alevlenirken, Berna’nın içini kemiren, sevdiği erkeğe açıklayamadığı sırrı neydi?  Peki, genç kız sevdiği erkeğin geçmişi hakkında ne biliyordu?

Bu kitap geçmişte yaşadıkları acıları unutmak isteyen iki gencin yaşadığı tutkulu aşkın yanı sıra, size umudu ve hayalleri tüketmeden yaşama dört elle sarılmanın ne kadar önemli olduğunu ve hayatın umutsuzluklarla, pişmanlıklarla harcanamayacak kadar kısa olduğunu anlatmaktadır.

“Hayat başlar ve biter. Önemli olan ne kadar yaşadığınız değildir. Başlama ve bitiş tarihi arasındaki o kısa çizgide neler yaşadığınız önemlidir.”

Unutmayın! Her yeni gün yeni umutları da beraberinde getirir. Hem de hiç beklemediğiniz bir anda…
360 Sayfa / 20 TL


Sadık Yemni’den Soluk Soluğa Bir Polisiye : Kayıp Kedi

$
0
0
İlk romanı “Muska” ile yerli polisiye-gerilimin önemli yazarlarından biri olan Sadık Yemni’nin yeni romanı “Kayıp Kedi” Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle raflarda...

Yakın zamanda filmi de çekilen “Muska” ile hayranlığımızı kazanan Yemni, kahramanının yeni maceralarının da devamını getirmiş ve dergilerde yayımlanan öykülerle de okur kitlesini genişleterek türün önde gelen isimlerinden biri olmuştu. Söz konusu Yemni olunca herhangi bir romanını öne çıkaramıyorum, hepsi birbirinden iyi ve okunası romanlar. Kayıp Kedi’de konusuyla merak uyandırıyor ve gündemdeki tartışmalarla iyiden iyiye komplocu hale gelmişken bize yeni bir bulmaca sunuyor...

Kayıp Kedi, gizem, bilimkurgu, korku, fantastik ve polisiye türünün ustası Sadık Yemni’den merak uyandıran ve soluk soluğa okunacak bir polisiye.

Genç bir kadın İzmir’de evinde ölü bulununca MİT’e bağlı Emre Tuğrul yönetimindeki beş kişilik özel bir ekip bu kuşkulu cinayeti araştırmaya başlar. Amaçları, bilinen bir suç şebekesinin İstanbul’da ikamet eden üst düzey adamlarından biri hakkında kanıt toplamaktır.

Bu araştırma sırasında suç örgütünün polis-savcı-hâkim üçgeniyle işlettiği şantaj ve farklı düşünenleri ortadan kaldırma düzeninin tam merkezine dalarlar. Narkotik polis şefleri, hukuk insanları, şantaj uzmanları, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancılarla muhatap olurlar.

Yüksek teknoloji kullanan Emre ile arkadaşlarının araştırmaları şaşırtıcı sonuçlara gebedir. Bir cinayetten yola çıkarak vardıkları yerde Türkiye’ye kurulmuş büyük kumpasların arka planları durmaktadır.

Dizisi : Türk Edebiyatı / Polisiye 
Türü : Roman
Yazan : Sadık Yemni
Sayfa : 276 
Fiyatı : 20 TL


Tekin Yayınevinden Nisan Yenileri

$
0
0
Ataol Behramoğlu’nun 50. Sanat yılını önce özel kitap “Yarım Yüzyıldan Şiirler” ile, doğum gününde de özel etkinlikle kutlayan Tekin Yayınevi Nisan ayını da üç kitapla karşılıyor. İki usta şair kardeşin mektuplaşmaları “Yeniden Yaratılmanın Coşkusuyla”, Marksist Öğreti Dizisi’nin ilk kitabı Sibel Özbudun imzalı “Marksizm ve Kadın” ile Hukuk Poetikası dizisinin dördüncü kitabı Tolga Şirin imzalı “Çevre İnsan Devlet” bu ayın kitapları. 

Yeniden Yaratılmanın Coşkusuyla / Ataol Behramoğlu - Nihat Behram
Ataol Behramoğlu-Nihat Behram. İki kardeş. 1960’lı yılların, 68 kuşağının edebiyat alanında iki efsane ismi, iki seçkin şairi.

“Bir Gün Mutlaka” inancında somutlaşan umut, cesaret ve kararlılık, Ataol Behramoğlu’nun 1965’te “Papirüs”dergisinde yayımlanan, 1970’te aynı adla kitaplaşan şiiriyle, o günlerden bu günlere ışık taşımayı sürdürüyor.

Nihat Behram’ın 1976’da yayımlanışından günümüze yüze yakın basım yapan ve her kuşaktan milyonlarca okura ulaşan “Darağacında Üç Fidan”ı Deniz Gezmiş’lerin sönümsüz meşalesiyle cellatların yüreğine korku salmaya, bugünümüzü ve geleceklerimizi aydınlatmaya devam ediyor.

Bugün biri yetmişinci yaşını geride bırakan, öteki yetmişinci yaşına yaklaşan ağabey ve kardeş, nice karanlıklardan, zindanlardan, işkencelerden, sürgünlerden kopup gelmiş mektuplarıyla; yine delikanlılık yıllarının bükülmez inancı, devrimci ateşi; ülkeye, emeğe, insana  “artar eksilmez”  sevgileriyle, tıpkı “Halkın Dostları”, “Militan” yıllarındaki gibi, omuz omuza, yürek yüreğe, okur karşısındalar…

Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram’ın 1967-1983 yılları arasında birbirlerine yazdıkları mektuplardan günümüze kadar korunmayı başaran toplam 120 mektubu, Ataol’la Nihat arasındaki kardeşin, Namık Kemal Behramoğlu’nun oğlu, yeni kuşağın başarılı şair ve deneme yazarı Onur Behramoğlu yayıma hazırladı.

“Yeniden Yaratılmanın Coşkusuyla”,  60 yıllar gençliğinin delikanlı yürek atışlarını günümüz gençliğine ulaştırıyor.
Alt Eser Adı: Mektuplar (1967-1983)
Yayına Hazırlayan: Onur Behramoğlu
Nisan 2015, 1.Basım 
Sayfa Sayısı: 368
Etiket Fiyatı: 27 TL


Marksizm ve Kadın / Sibel Özbudun
"Neoliberal kapitalizmin devreye girer girmez, “devleti küçültmek” söylemiyle devreye soktuğu “kamusal desteklerin (ya da sosyal devletin) tasfiyesi”, onun üretim ile yeniden üretim alanları arasındaki bağlantılılığın bilincinde olduğunu göstermektedir.

Bu durum, kadınları konu alan Marksist çalışmaların, onların salt ucuz, ağır sömürü koşulları altındaki “üreticiler” konumuyla değil, aynı zamanda “yeniden üreticiler” olarak ele alması gerektiğini göstermektedir: yani “domestik alan” içerisindeki konumlarıyla. Bir başka deyişle aile, üreme, cinsellik, analık, ev kadınlığı, aşk, ev hizmetlisi… vb. konularının onların işçiler olarak konumlarıyla birlikte sorunsallaştırılması gerektiğini gündeme getirmektedir.

Marx ile Engels’in çalışmalarında bu konulara pek fazla değinilmediği bilinir. Ancak izleyen kuşakların Marksistleri Marx’ın yaklaşımını “yeniden üretim” konusunda uygulama konusunda çabalara girişmişlerdir: insanın aklına devrim sonrası Bolşevik kadınların, kadın özgürlüğü konusundaki yazı ve pratikleri geliyor.

Kanımca onların yolunu izlemek, en iyisi… Bu aynı zamanda “toplumsal cinsiyet”in salt kültürel (ya da “biyopsişik”) bir düzlemde tanımlanamayacağını, en doğrusunun ekonomi politik ile kültürü, ya da denklemi farklı bir düzlemde kurmak gerekirse, üretim ile yeniden üretimi birlikte ele almak olduğunu, yani hem ekonomizmden, hem de kültüralizmden saplanmadan ikisini bağdaştıran bir Marksist yaklaşımın benimsenmesi gerektiği anlatır bize…

Bu kitap, böylesi bir yaklaşıma “girizgâh”ya da “kenar notları” olmayı hedefliyor… "
Alt Eser Adı: Emek, Aşk, Aile
Kitabın Türü: Politik Kuram
Dizi/Seri Alanı No: Marksist Öğreti Dizisi 1
Nisan 2015, 1.Basım 
Sayfa Sayısı: 224
Etiket Fiyatı: 20 TL


Çevre İnsan Devlet / Tolga Şirin
"(...) kamu gücü, insanların özerk alanlarına tecavüz edemez (bk. özel yaşamın dokunulmazlığı.) Bu korunak, kişilerin mutfağı (ne yiyip ne içeceği) oturma odası (hangi diziyi izleyeceği), soyunma odası (ne giyeceği), yatak odası (kaç çocuk yapacağı veya kürtaj yapıp yapmayacağı) gibi kişisel özerk alanlar için geçerli olmakla beraber , sosyal açıdan çevresel yaşam alanları için de geçerlidir. Demokratik toplumda kişisel özerk alanın ve çevresel yaşam alanının üzerindeki tasarruflarda söz ve karar alma yetkisi, öncelikle bu alanın öznelerine aittir (...)"
Alt Başlık: Anayasa Üzerine Güncel Denemeler
Kitabın Türü: Akademik Yayınlar
Dizi/Seri Alanı No: Hukuk Poetikası 4
Nisan 2015, 1.Basım 
Sayfa Sayısı: 256
Etiket Fiyatı: 20 TL



Vizyona Giren Filmler : 17 Nisan

$
0
0
Beşi yerli on filmin vizyona girdiği hafta her türe ve her zevke göz kırparak sinema salonlarına baharı getiriyor. Abdullah Oğuz imzalı “Senden Bana Kalan”, sevdiğimiz kuzuların yeni macerası “Kuzular Firarda”, ilkleri bol yerli korku “Mihrez: Cin Padişahı”, popüler isimlerle dolu oyuncu kadrosuyla dikkat çeken “Polis Akademisi: Alaturka” ve Barış Atay imzalı “Eksik” haftanın öne çıkan filmleri... Oyun uyarlaması “Ejder Yuvası”, Birol Güven destekli “Sebahat & Melahat”, Al Pacino’lu “Dönüm Noktası”, Fransız suç draması “Kanunun Kuvveti” ve yılın konuşulan bağımsızlarından “Tek Aşkım” da diğer alternatifler... 


Senden Bana Kalan
Yönetmen: Abdullah Oğuz
Oyuncular: Ekin Koç, Neslihan Atagül, Zeynep Kankonde, Sabri Özmener
Konu: 18 yaşına girdiği gün, dedesinden kalan mirası alabilmesi için yerine getirmesi gereken vasiyet gereği köy okulundan mezun olması gereken Özgür, geldiği köyde hayatının en büyük sırrı ve aşkıyla tanışacaktır. Elif, Özgür’ü geçmişi ve yeni geleceğiyle tanıştıracaktır. Ancak Elif’in de bir sırrı vardır. Elif ve Özgür’ün beraber geçireceği günler Özgür’ün mirasa değil geçmişine, aşkına ve çocukluğuna uzandığı bir yıl olacaktır.


Kuzular Firarda / Shaun The Sheep The Movie
Yönetmenler: Mark Burton ile Richard Starzak
Konu: Kuzular, çiftlikteki işlerden sıkılmış, tatil yapabilmenin hayalini kurmaktadırlar. Bir gün hem çiftçi sahiplerini, hem de çoban köpeğini atlatıp tatil yaparlar. Fakat uyuyakalan çiftçinin karavanı birtakım aksilikler sonucu şehre kadar gidip gözden kaybolur. Kuzular, köpek dostlarıyla birlikte sahiplerini bulmak için şehre giderler ancak sahiplerini bulmak pek de kolay olmayacaktır.
Artık örneği azalan stop-motion tekniğini kullanan sevdiğimiz çizgi film serisinin beyazperdeye taşınması tam anlamıyla bir şenlik... Gülmek ve eğlenceli vakit geçirmek için birebir...


Mihrez: Cin Padişahı
Yönetmen: Doğa Can Anafarta
Oyuncular: Melisa Toros, Tarık Ündüz, Doğa Konakoğlu, Gizem İlhan, Leyla Yüngül
Konu: İlk kez bir filme konu olan cin padişahı yıllar önce gerçekleşmiş bir olaydan yola çıkarak senaryolaştırıldı. Bir grup gencin daveti üzerine aralarına katılan cinler, hayatlarında yok saydıkları bir olayın bedelini ödetmek için peşlerini bırakmaz. Şeytani cinler bu gençlere halisünasyon göstererek akıllarını çelme gücüne sahiptir ve bu durum hayatlarını altüst edecektir.
Bolca ilki barındırdığının altını sıkça çizen film hayli iddialı... Fragman da iyi görünüyor. Dergimiz SinemaTerspektif’in Nisan sayısında yer alan Anafarta röportajı da beklentileri yükseltiyor... Umarım yanılmayız...


Polis Akademisi: Alaturka
Yönetmen: Ali Yorgancıoğlu
Oyuncular: Yolanthe Cabau, Mehmet Ali Erbil, Peker Açıkalın, Sümer Tilmaç
Konu: İpini koparan herkesin alındığı Polis Akademisinin aşırı disiplin merakıyla tanınan Müdür Muavini Beton Haşmet’in başına gelen bir dizi komik olay seyirciyi bol gülmeli bir serüvene sürüklüyor. Haşmet sertleştikçe kontrolu kaybeder, o kontrolu kaybettikçe Polis Okulu yeni öğrenciler için daha eğlenceli bir yer haline gelmeye, Haşmet’in hayatı ise ufak ufak bir kâbusa dönüşmeye başlar.
Sinema üzerine uzun süredir kalem oynatan biri olarak bu tür filmlerin sonunun gelmemesine dair kaçıncı kez isyan edeceğimi ben de unuttum... Ey seyirci, unutma filme bilet almak sorumluluktur! Sev ya da sevme sırf izledin diye devamını dayıyorlar bir sene sonra sana... Biraz akıllan artık... Bu tip ucuzluklara prim verme...


Sebahat & Melahat
Yönetmen: Hasan Kalender 
Oyuncular: Seymen Aydın, Adem Yılmaz, Deniz Oral, Mehmet Ulusoy, Sabriye Kara
Konu: Sebahat ve Melahat, iki kadının, çapkınlık yaptıklarını öğrendikleri kocalarını bulmak için Karadeniz’den İstanbul’a uzanan yolculuklarını konu alıyor.


Ejder Yuvası / Dragon Nest: Warriors’ Dawn
Yönetmen: Soong Yuefeng
Konu: Elfler ve insanlar Altera topraklarında barış içinde yaşarlarken, kötü kalpli Elf Elena, karanlık dağlarda uyuyan kara ejderin uyandığını ve insan topraklarına saldırmak için ordusunu toplamaya başladığını söyler. Güzel ve çekici Elf prensesi Nerwin muhafızı Liya ile birlikte yaklaşmakta olan tehlikeyi haber vermek ve ejderhaya karşı birlikte savaşmak ve yardım için insan topraklarına, kralın yanına giderler.


Eksik
Yönetmen: Barış Atay
Oyuncular: Özgür Emre Yıldırım, Nur Sürer, Barış Atay, Toprak Sağlam, Şebnem Sönmez,
Konu: Eksik, ’80 darbesi sonrası, parçalanan bir ailenin, 30 yıllık ayrılık sürecine ışık tutmaya çalışırken, bir anne (Melek) ve birbirinden ayrı büyümek zorunda kalan iki oğlu (Türker ve Devrim) arasındaki ilişkiyi irdeliyor. Üçünün de yıllarca derinlerde sakladıkları özlemle karışık öfkelerine, geçmişte kalmış bir kırılmanın parçalarını birleştirme çabalarına ve hayatlarında ilk kez yüzleşmelerine tanıklık etmeyi amaçlıyor.
Bir şeyler söylemeye çalışan, bir derdi olan film bunu başarıyor. Ütopyalar güzeldir dedirtiyor. İyi bir durum tespiti, iyi bir ilk film...


Dönüm Noktası / The Humbling
Yönetmen: Barry Levinson
Oyuncular: Al Pacino, Greta Gerwig, Dianne Wiest, Nina Arianda
Konu: Simon Axler bir anda ve açıklanamaz bir şekilde yeteneğini kaybettikten sonra girdiği bunalım sonucunda intihara meyilli hale gelen ünlü bir sahne oyuncusudur. Tekrar gündemdeki yerini alabilmek adına yarı yaşındaki lezbiyen bir kadınla ilişkiye girer. Kısa süre sonra, söz konusu ilişki, romantik çiftin geçmişlerindeki insanların yeniden hayatlarına girmeleriyle tamamen bir karmaşaya dönüşür.
Philip Roth uyarlaması fazla geveze fazla ağır ilerliyor ve vasatlarda seyrediyor. İzlenmese de olur ama illa izleyecekseniz en azından beklentilerinizi düşük tutun...


Kanunun Kuvveti / La French
Yönetmen: Cedric Jimenez
Oyuncular: Jean Dujardin, Gilles Lellouche, Celine Sallette, Melanie Doutey
Konu: 1975 Marsilya, genç polis memuru Pirere Micheal bölgeye yeni atanmıştır ve organize suçlarla başetmek ilk hedefidir. Ortadan kaldırmak istediği suç örgütü de mafia örgütü French Connection’dır. Pierre Micheal, örgütün başındaki ünlü mafya babası Gaetan Zampa’nın hedefi haline gelir. Her ikisi de biribirinden kurtulmak için daha önce denenmemiş olanı denemek zorunda olduklarını anlayacaklardır.
“French Connection” olmaya çalışmak için iyi bir senaryoya ihtiyaç olduğunu unutmuş görünen Fransızlar, bu öykünmenin altında ezilmiş... Görünürde 135 dakika ama hissedilen 270...  


Tek Aşkım / The One I Love
Yönetmen: Charlie McDowell
Oyuncular: Mark Duplass, Elisabeth Moss, Ted Danson, Kiano Cason
Konu: Boşanmanın eşiğinde olan Ethan ve Sophie, evlilik terapistlerinin önerisiyle doğayla iç içe, güzel bir kır evine tatile giderler. Romantik ve eğlenceli başlayan bu hafta sonu kaçamağı, beklenmedik sonuçlar doğuracaktır. Orada kendilerinin çok daha iyi ve güzel versiyonlarının karşı kulübede yaşadığını keşfedince olaylar çığırından çıkar.
İlişki üzerine müthiş bir senaryo, çok iyi performanslar ve iyi bir yönetim... Haftanın en iyisi ama maalesef altı kopya ile orda bir köy var uzakta halinde...



Echoes : Uykusuzluk Çölü

$
0
0
Uyku üzerinden birçok önemli figür çıkaran korku/gerilim sinemasının vazgeçemediği karabasanlar çoğunlukla fantastik hikayelere zemin hazırlarken en korkutucu anları da uyku sırasında ölümler oluşturuyor. Freddy Kruger’ın neler yaptığı hepimizin malumu. Bu malzemeyi daha farklı zemine oturtmaya çalışan Nils Timm, 2014 yapımı ilk uzun metrajında halen fizyolojisi hakkında çok az şey bilinen “uyku felci”nin üzerine kurmuş konusunu. Birinin kabusu başka birinin kabusu oluyor “Echoes”de...

2008 yılında çektiği iki kısa filmle övgüler arasında sinemaya adım atan Nils Timm, uzun bir süre ortalarda görünmemiş ve ancak beş yıl sonra komedi dizisi “Bloomers”ın görüntü yönetmeni olarak dönmüş setlere. Sonrası ilk uzun metrajı “Echoes” olmuş. Kısa filmlerinden itibaren beklenti yaratmış bir isim olduğunun da altı çiziliyor. Dizilerden en çok da “One Tree Hill”den tanıdığımız Kate French filmin tüm yükünü çekerken tanıdık simalar Steven Brand, Billy Wirth, Caroline Whitney Smith ve Steve Hanks de ona eşlik edenler.

Önce uyku felcinin tam tanımı için vikipedi’ye bakalım... “Uyku felci, uyandıktan hemen sonra veya seyrek olarak, uykuya dalmadan hemen önce, bedenin geçici olarak hareket edememesi (felç olması) ile karakterize edilen bir durumdur. Fizyolojik olarak, REM atonia olarak da bilinen REM uykusu sırasında oluşan normal felç ile yakından ilgilidir. Buna göre bazı bilim insanları ve fizikçiler bunun uyku döngüsünün "doğal" bir etkisi olduğuna inanır. Uyku felci beyin REM durumundan tamamen uyanık duruma geçse de beden felcinin devam etmesi durumunda oluşur. Bu durum, kişinin bilincinin tamamen açık olmasına rağmen hareket edememesine sebep olur. Ayrıca bu durum ile birlikte hipnopompik sanrılar olabilir. Çoğu zaman, uyku felcine uğrayan kişi tarafından bunun bir rüya sebebiyle oluştuğuna inanılır. Bu yüzden, insanların hareket etmek istese de hareket edemediği rüya sayısı bu kadar fazladır. Uyku felcinin sebep olduğu sanrılar bazen durumun normal bir rüya olarak algılanmasına, bazen de oda içerisinde hayali şeyler görülmesine sebep olur.”

Bir film için çok iyi bir çıkış noktası değil mi? Açılışını bu felç durumuyla yapıp sonrasını da acaba sanrı mı yoksa gerçek mi soruları arasında seyirciyi sürüklemek ve finalde de alabildiğine şaşırtmak mümkün. Ama Timm’in senaryosu o kadar dolambaçlı bir yolu tercih etmiyor. Daha katmanlı kurmak istemiş filmini, ana karakterine daha çok odaklanarak olayları drama bağlamak istemiş. Öyle yansıtılmış olsa da bu bir korku/gerilim filmi değil saf bir dram. 

Önce Anna Parker ile tanışıyoruz. Etkili bir açılışla o uyku felci’nin nelere kadir olduğunu görüyoruz. Yeni romanıyla cebelleşen yazar, ilişki de yaşadığı menajeriyle görüştüğünde üzerinde daha çok çalışması gerektiğine karar veriyorlar. Bunun için uygun ortamı da fazlasıyla buluyorlar. Çölün ortasında cam bir ev... Bir proje olarak yapılmış cam evin mazisi, Anna’nın uyku sorunu derken derinleşen konu evi yapan mimarın kaybolması üzerinden yarattığı bulmacanın peşine düşüyor...

Filmini sadece açılış sahnesiyle korku/gerilime yaklaştıran Nils Timm, seyircisini huzursuz etmek yerine başarıyla yarattığı atmosferden faydalanarak konusuna odaklamayı hedeflemiş. Bu hedefi tutturmak için planladıklarını uygulayabildiğini gösteriyor ama senaryosunun gediklerinden dolayı ortalarından itibaren filmin zayıflamasının önüne geçememiş. Sırf seyirciye afili görünmek için eklenen bir karakter ve hipnoz seansı gibi filme katkısı olmayan ve konuyu dağıtan sahnelerle daha çabuk gidebileceği finale sürüklenerek gidiyor. Bir noktadan sonra Anna’nın kabuslarına nelerin neden olduğunun ve olayın aydınlanmasının önemi kalmıyor. Önemli olsa ne olacak. Tatmin etmekten uzak kötü final, aslında her şeyin çok basit olduğunu ve klasik yoldan anlatılsa on dakikada her şeyi anlaşılan bir filmin biraz makyajla farklılaştığını gösteriyor.

Seyirciyle sadece festivallerde buluşan film, ilk gösteriminde FilmQuest’ten yönetmen, senaryo ve kadın oyuncu ödüllerini alarak taçlanmış. Santa Monica’dan da bir ödül almış. Filmle ilgili en şaşırtıcı olan da bu... Ödülü alan buysa diğerleri ne halde acaba dedirten bir seçim olmuş. Nihayetinde ortada herhangi bir yenilik taşımayan ve ışık vermeyen 93 dakika var...

Çok basit bir temayı bir kaç numarayla süsleyerek seyircisini oyalayıp asıl öyküsüne odaklamak isteyen “Echoes”, ikinci yarısında büsbütün dağılan ve temposu da düşünce seyircisini finaline taşıyamayan kötü bir deneme. Uykusuzluk sorununuza ilaç olacak bir sıkıcılıkta...


En İyi 20 Kurmaca Yazarından Biri Seçilen Matthew Klam'ın Kitabı "Kedi Sam" İlk Kez Türkçede!

$
0
0
Amerikalı öykücü Matthew Klam'ın 2001'de yayımlanan ve övgülerle karşılanarak ödüllerle taçlanan kitabı "Sam the Cat: and Other Stories" nihayet "Kedi Sam" adıyla ilk kez Türkçe'de ve Aylak Adam etiketiyle raflarda.

Elinizdeki kitap ABD’li öykücü Matthew Klam’in yedi öyküsünü bir araya getiriyor. Kasıntılı, kadın düşkünü Sam’in âşık olduğu kadının beklentilerine karşılık vermemesi, kendinden şüphe duyan genç bir işadamının katıldığı şatafatlı düğünde başına gelenler, akşam yemeği için pişirilen tavuğun bir çiftin ilişkisinin yıpratıcı öğesi haline gelmesi vb. anlatılan tüm hikâyeler genç bir zekânın kara mizahı ustalıkla kullandığını kanıtlıyor.

"Klam, erkekler hakkında baş döndürücü bir biçimde dürüst. Erkek cinselliği hakkında yazdıkları gerçekçi, esprili ve doğru. İyi hicveden tüm metinlerin yaptığı gibi sizi kahkahayla güldürürken, belli bir farkındalıkla sizin çekinmenizi sağlıyor."
Observer

"New Yorker,  Klam’i ABD’deki en iyi yirmi genç kurmaca yazarından biri ilan etti. Buna kesinlikle güveniyorum. Dili havalı ve parlak."
Zadie Smith

"Alaylı bir biçimde eğlenceli... Umarım herkes bu kahrolası kitabı okur, çünkü Klam hiç kimsenin anlatmadığı kadar gerçeği anlatıyor."
Dave Eggers


Çeviren: Mehtap Gün Ayral
Sayfa: 232 sayfa
Fiyatı: 17 tl
Yayın Tarihi: Nisan 2015

Kulak Keyfi : Şubat Raporu

$
0
0
Yılın en kısa ayı Şubat, fazlaca albümle daha çok yeni keşiflere imkan tanıyan bolluk bereketle girdi kulağımıza... Carl Barât And The Jackals, Imagine Dragons, Kodaline, Noel Gallagher's High Flying Birds ve The Amazing en çok beklenenler olarak öne çıkanlardı ve mutlu etti dinleyicisini... Andrew Bird, Boduf Songs, Breakfast In Fur, Daniel Knox, Duke Garwood, Natalie Prass, Shinies ve The White Birch ayın en iyileri öne çıkarken ocak sonunda çıkan albümüyle Viet Cong etkisini yılın tamamına yayacak gibi... Yerli albümlerdeyse iyi müziğe doyduk desek yeridir... Mabel Matiz ve Ogün Sanlısoy başyapıtlarıyla mest ederken, Özge Fışkın ve Zuhal Olcay da iyi geri dönüşe imza atarak sevindirdi... 


Andrew Bird - Echolocations Canyon
Üretken Amerikalı kompozitörlüğünü konuşturarak kanyonlardan beslenmiş ve salt kemanla gezintiye çıkarıyor dinleyicisini... Enstrümantal yedi şarkılık bütün yalnızca meraklısının keyifle dinleyebileceği bir 50 dakika... Özgün, ferah ve atmosferik bir yolculuk... Etkili bir iç huzuru...


Ben Lee - A Mixtape From Ben Lee
Avustralyalı aktör/müzisyen Ben Lee on albümlük diskografisinin arasına bir de mixtape iliştirdi... Popülerlikten uzak kendi halinde bir müzisyenin şarkılarının Zooey Deschanel, Ben Folds, Azure Ray, Sean Lennon, Luke Steele, Angie Hart ve Neil Finn gibi isimlerce seslendirilmesi de aynı meyanda. Sıcacık, içten bir tribute albüm çıkmış ortaya. Herhangi bir hit barındırmıyor ama neşesi ve temposu yerinde... Yeni keşiflerin peşinde olanların kulak vermesinde fayda var...


Boduf Songs - Stench Of Exist
İlk albümünden bu yana mükemmel iş çıkaran Matthew Sweet’i halen bilmeyen varsa ne kaybettiğini görmek için diskografisini su gibi içmeli. Altıncı stüdyo albümü 11 şarkıdan oluşuyor ve ilk notasından itibaren dinleyicisini yutuyor... Harikalar diyarına yolculukta altıncı adım diyelim biz buna... Ayın ve yılın en iyi albümlerinden biri...


Breakfast In Fur - Flyaway Garden
New York dörtlüsü 2009’da yayımladığı beş şarkılık ep’nin ardından nihayet debut albümüyle karşımızda... Psychedelic folk sahnesine müthiş bir ilk adım olarak kendilerine hayran bırakıyorlar... 11 şarkılık albümün genel havasını büyüten vokaller ve melodilerle 36 dakikalık harika bir atmosfer kurmuşlar ve dinleyenin yolunu kaybetmesi içinde ellerinden geleni yapıyorlar... Şimdiden yılın en iyi yeni çıkışı ve en iyi müziği olarak etiketlenen albümü dinlemek için zaman kaybetmeyin...


Butch Walker - Afraid Of Ghosts
Ülkesinde çok sevilen sakin adam yedinci stüdyo albümünde de stabilliğini koruyor... Hatta gereğinden fazla sakin, vokalleri de usul yer yer fısıltı. Folk altyapısı üzerine bir iki dokunuşla yakalanan çağdaş soundla daha çok film müzikleri tadında bir albüm bu... Ryan Adams’ın prodüktörlüğünde de ve Johnny Depp’in gitar solosu attığı konukluğuyla dikkat çeken albümü Walker’ın en iyi işi olarak tanımlamak mümkün ama ortaya çıkanın aşırı derecede saf Amerikalı tınlaması sizi bilmem ama benim kulağımı tırmalıyor...


Carl Barât And The Jackals - Let It Reign
Biz yeni The Libertines albümünü beklerken Carl Barât yine boş durmuyor... Bu sefer yanına çakalları almış ve 10 şarkılık bir güzellik yapmış sevenlerine... Çiğ İngiliz soundu ve vokallerini sevenler için etkisini doksanlar soundundan alan yeni olmayan ama yabancılık çektirmeden hayran kalınan 35 dakika vasatlarda seyrediyor... Bu albeniye karşı koymak çok zor...


Champs - Vamala
Michael and David Champion kardeşlerin yeni albümü zorlu ikinci albüm sendromunun gölgesinden gelmiş kulağımıza... Beklentilerin yükseldiğinin farkında olan ikili altmışlı yıllar atmosferini korumuş ve sevdikleri ne varsa hepsinin karışımı olduklarını farkettiren bir sound çıkmış ortaya... Bazı şarkılarda vokal Robin Gibb sanki... Güzel tınlıyor, eskileri yad ediyor ama yeni hiç bir şey yok...


Daniel Knox - Daniel Knox
Chicago çıkışlı müthiş adam üçüncü albümünde de bildiğimiz gibi... Etkileyici bariton vokali, tertemiz tınılarla yaratılmış karanlık atmosferiyle yer yer kabareye de evrilen mükemmel 10 şarkıyla selamlıyor dinleyicisini... Piyano ağırlıklı, nefeslileri ve yaylılarıyla zenginleşen ve hiç bitmesini istemeyeceğiniz bir senfoni... Knox ne söylese kabulümüz zaten, hayran hayran dinlemek ve alkışlamak dışında ne söylense boş... 


Duke Garwood - Heavy Love
Mark Lanegan ortaklığı sonrası adını duymayanın kalmadığı Londralı, yine köklerini bluesdan alarak deneysel takılıyor ve başrolü de etkileyici vokaline veriyor. Lenegan’ın üzerinde bu kadar çok durup saygınlık kazandırması boşuna değil... Gelenekselden çok uzaklaşmadan minimal dokunuşlarla zenginleşen 10 şarkılık albüm derinlikli ve çok yoğun... Herkese hitap etmiyor ama kıymetini bilenler için baştacı...


Dutch Uncles - O Shudder
Bir türlü ısınamadığın gruplardan biri olan İngiliz dörtlü, dördüncü stüdyo albümüyle şimdiden gönülleri fethederek yılın ilk çeyreğinin en iyi işlerinden biri olarak ilan edildi bile. Elektronik altyapının çok yoğun kullanıldığı tür harmanlarına kulağım alışamadı bir türlü... Siz benim cinsliğime bakmayın, bu kadar övgüye boğulmuş albümü en azından kulağınızdan bir kere geçirin...


Imagine Dragons
Debut albümleri “Night Visions” ile 2012 yılına damga vuran Las Vegas çıkışlı dörtlü ayın en çok beklenen albümlerinden biriyle geri döndü... Düz edisyonu 13 şarkıdan oluşan, diğer edisyonlarıyla 21 şarkıyı bulan albüm baştan sona ucuz stadyum pop-rock örneği... Dinleyeni her şarkının ilk notasından yakalamak ve akılda kalıcılık üzerine üretilen formüller başarılı olmuş... Filmler ve dizilerle bir kaç yıl boyunca pompalanacak ve sevmeniz sağlanacağını ön görmek yanlış olmaz...


Kodaline - Coming Up For Air
2013 yılında yayımladıkları debutları “In a Perfect World” ile harika çıkış yapan İrlandalı dörtlü iki yıl sonra daha iyisini yapmak yerine rota değiştirmeyi tercih etmiş. Debut albümü sevdiren ne varsa hepsi gitmiş ve yerine vasat bir pop-rock ile herkese benzemeye çalışıp hiç bir şey olamamışlar. İki yılda bu kadar büyük değişim geçirmeleri ve bu kadar berbat bir albüme imza atmaları da her grup için ders olacak nitelikte...


Little Comets - Hope Is Just A State Of Mind
Indie sahnesinin her albümde biraz daha büyüyen üçlüsü üç yıllık sessizliğini 12 şarkıyla bozdu. Enerjik ve melodik bir bütün yaratıp vokali biraz daha öne çıkararak diskografilerinin en iyisini ortaya koymuşlar. Deluxe edisyonla 20 şarkıya çıkan albüm bolca hit adayı şarkıyla dolu... En çok öne çıkansa “The Gift of Sound”... 


Lost Lander – Medallion
Ramona Falls tayfasından Matt Sheehy önderliğindeki Portland Oregon dörtlüsü debut albümden üç yıl sonra nihayet geri döndü. 11 şarkılık albümde yine dream pop, pop rock, synthwave harmanından alternatif rock yaratmışlar... Albüm içinde kendilerine bile alternatif olmalarını sağlayan bir serbestlikle özgün bir iş çıkmış ortaya... Kapılıp gideceğiniz fazla şarkı olmasa da vasatı aşıyor ve güzel tınlıyor...


Matthew E. White - Fresh Blood
Avant-garde jazz grubu Fight the Big Bull ile tanıyıp sevdiğimiz White, solo kariyerine öyle bir başlamıştı ki, muhteşem debutu “Big Inner” ile yılı güzelleştirmişti. Yeni albümünün adı daha çıkmadan en iyiler listesine girmesi garanti olarak görülüyordu. Özellikle majör müzik sitelerinin alkış yağmuruna tuttuğu ve her fırsatta övgüyle bahsettiği White, beklentilerin altında kalarak şaşırttı. Daha çok pop’a meyletmiş olması ve baladların ağırlığı yenilir yutulur değil tabi. İlk yarısında daha enerjik olan albümün ikinci yarısında çok ağır olması dinleyicisini biraz zorluyor ama dinlemelere doyulmayan 10 şarkıyla evladiyelik bir taze kan bu... 


Natalie Prass – Natalie Prass
Okullu müzisyen kimliğine 2008’de tası tarağı toplayıp Nashville’e taşınarak alaylılığı da ekleyen Prass adını daha albümü çıkmadan duyurmayı başarmış ve herkesin bu kızda iş var diyerek parmakla gösterdiği bir isim olmuştu. Matthew E. White ve Trey Pollard prodüktörlüğünde daha ilk debut albümden kadın ozan kimliğini herkese kabul ettiriyor. Kalbi kırık şarkılarla gönülçelen bir başyapıt olmasına rağmen yanlış zamanlamanın kurbanı da oldu. Ocak ayının son günlerinde yayımlanan albüm arada kaynadı ve hâlâ keşfedilmeyi bekliyor...


Nite Fields - Depersonalisation
Alternatif sahnesine Avustralya’dan katılan dörtlü post-punk ve shoegaze harmanını elektronik dokunuşlarla bezediği dokuz şarkılık debut albümle beklenmedik bir çıkış yapmış ve keşifçisini sevindiren bir kulak dostu. Henüz ham olduklarını hissettiriyor olsalar da daha iyisini beklemek için ümit vermeleri de yeterli. İlerde adını daha çok duyacağımız grupla ilk adımından itibaren tanışmanın zevki bambaşka... “Like a Drone” ile hit yaratabileceğini gösteren grup yedi dakikalık “Winter's Gone” ile gösteriş yapmayı ihmal etmemiş... 


Noel Gallagher's High Flying Birds - Chasing Yesterday
Doksanlar müziğinin sevmediğim gruplarından biridir Oasis... O dönem kapıştıkları Blur tarafında duruyor ve Gallagher kardeşlerin müzik dışında abuk sabuk şeylerle magazin malzemesi olmasına da sinir oluyordum. İşleri güçleri kolay ve formüle şarkılarla herkesin kulağına yerleşmekti ve bunu da başardılar. Kardeşlerin grubu dağıtıp ikiye bölünmesi daha iyi oldu. Bu dağılmadan ortaya çıkan ikişer albüm var artık ve Noel daha iyi işler çıkarıyor. Kendi adını taşıyan debuttan dört yıl sonra gelen yeni albüm farklı edisyonlarla 15 şarkıya kadar çıkıyor ve Noel’in oasis’in yeniden birleşmesi çağrılarına hiç kulak asmadığını belgeliyor. Benim gibi oasis sevmeyenleri bile tavlayacak albüm son ayların en iyisi... Özellikle “The Dying of the Light”a fena takıldım kaldım...


Peace - Happy People
Worcester çıkışlı Kossier kardeşlerin başını çektiği dörtlü dergilerden büyük ilgi görmüş ve The Maccabees ile Foals kıyaslamalarıyla adını duyurmuştu. Üç yıllık birikimle 2012 yılını şenlendiren “In Love” ile iyi de iş çıkarmışlar ve umut vermişlerdi. 10 şarkılık yeni albümleri de basamakları çıkıp çıkamayacakları açısından önemle bekleniyordu. Farklı edisyonlarla 18 şarkıyı bulan albüm mağlubiyeti kabul ettiklerini gösteriyor. Ne eksilir ne kısalırız kapasitemiz bu diyorlar. Baştan sona dinlemesi meşakkatli albümün en çok öne çıkan şarkısı da “Money”...


Purity Ring - Another Eternity
Kanadalı elektronik ikilisi ilk albümden adını duyuranlardan biri olmuştu. Debutları herkesin takdirini kazanan ikili yine yıldız yağmuruna tutularak karşılandı. Megan James’in vokali de etkileyiciliğini sürdürüyor. Melodikliği gönül çeliyor ama sevemediğim elektronik altyapısıyla çok yapay geliyor bana bu sound... Bana bakmayın kararı siz verin...


Screaming Females - Rose Mountain
Punk rock sahnesinin eski usül kızgın üçlüsü altıncı stüdyo albümüyle uzun arayı kapatmak üzere 10 şarkıyla döndü. Sound ve tavırda sorun yok ama şarkılar fazlaca vasat, kapılıp gideceğimiz bir koşuşturmaya davet edemiyorlar önceki albümlerindeki gibi. Bir önceki albümleri “Ugly”nin bir kaç adım gerisine düşmüşler. Daha iyisini yapacak potansiyelleri varken bu geçiştirmeyi kabul etmek zor. Bunu unutup bir sonraki albümlerini bekleyelim en iyisi...


Shinies - Nothing Like Something Happens Anywhere
2012’de kurulmuş İngiliz dörtlü debut albüm heyecanını adından pek kimsenin bahsetmemesiyle sakince yaşayanlardan. Her iki taraf içinde daha makul bir durum bu... Tesadüf eseri bir şarkıyla kendini albümde bulanları harika bir Manchester soundu bekliyor. Genç bir grubun daha ilk albümden bu kadar olgun görünmesi ve çok iyi tınlamasına rağmen halen duyulmamış olmak gibi bir talihsizlikten muzdarip. Dokuz şarkılık albüm özellikle doksanlar bağımlılarının gönüllerinde taht kuracak. 


Steven Wilson - Hand. Cannot. Erase
Porcupine Tree ile tanıdığımız Wilson, solo kariyerinin tadını çıkarıyor ve herkese keyif vermeye devam ediyor. Progressive rock’ın yıkılmayan son kalesi gibi üretiyor. Şaşırtıcı şekilde Pink Floyd’a yaklaşarak, onun gibi tınlayarak... Sanki grubun son üyesiymiş gibi. 11 şarkılık albüm progressive özlemi çekenler için tam bir hasret giderme resitali. Her albümünde türe başka bir türü harmanlayan Wilson bu sefer çok uzaklaşmayarak küçük elektronik dokunuşlarla saflığı korumuş ve harika bir 66 dakika yaratmış. Pürüzsüz, dokunaklı taptaze bir başyapıt... Boş şarkı yok ama özellikle flüt ve saksafon eşliğinde sololarla 13 dakikalık “Ancestral” muhteşem... Büyülenmek için fazla beklemeyin...


Tall Tales And The Silver Lining – Tightropes
Los Angeles çıkışlı yedili, 60’lar folk rock’ı ile 70’ler pop rock’ını harmanlıyor kendi deyimleriyle. O dönemin önemli isimlerine olan hayranlıklarını da yineliyorlar. Ortalama üçer dakikalık şarkıları peşine kapılıp gideceğimiz melodilerle süslüyorlar. Dile kolay yedinci stüdyo işleri bu. 10 şarkılık albümün 33 dakika olmasına rağmen bir çırpıda bitmemesi ve doygunluk vermesini sağlayan zenginlik de en önemli artıları. 


The Amazing - Picture You
İsveçli muhteşem beşliden ne kadar çok bahsettiğim ve sürekli şarkılarını paylaştığım herkesin malumudur. 2009’da yayımladıkları debut albümleriyle küçük bir adım atan grup bir yıl sonra bir adım daha atmışsa da en büyük sıçramayı 2011 yılının en iyi albümlerinden biri olan “Gentle Stream” ile yapmıştı. Halen eskimeyen o albümün üzerine koyarak daha iyisiyle gelmişler. 10 şarkılık albümle Neo-psychedelia zirvesine bir bayrak daha asmışlar. Benim için günceller içinde en güzel tınlayan grup. Beklentilerimi de aşan albümün en güzeliyse halen eskitemediğim olağanüstü “Fryshusfunk”... Yılın başyapıtı diye ilan etsem yetmez, ömürlük dost bu...


The Black Ryder - The Door Behind The Door
Aimee Nash ve Scott Von Ryper önderliğindeki Avustralyalı psychedelic topluluğu 2009’da yayımladığı debutun meyvesini dizi ve filmlerde kullanılan şarkıları sayesinde dört beş yıl sonra toplayanlardan. Altı yıl sonra gelen ikinci albüme de bu popülarite yansımış ve basit akorlardan yola çıkan şarkıları bir iki dokunuşla sakinlik üzerine inşa etmişler. İyi bir tını yakalamışlar ama fazlaca soundtrack havası taşıyor albüm, sanki bir filmin bitişinde akan yazılara eşlik ediyor gibiler. Kulağımızın dokuz şarkı boyunca onlarda kalmasını zorlaştıran bu duruma bir de şarkıların altı dakikaya çıkan süreleri eklenince, sanki şarkılar gereksiz yere sünmüş gibi geliyor.  


The White Birch - The Weight Of Spring
Kuzey ülkelerinin güzelliklerinden birini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bilmeyenler geçen yılın en iyi filmlerinden Norveç yapımı “Blind”da yer alan “Lantern” ile tanışmıştı müthiş ezgileriyle... Ola Fløttum önderliğindeki Norveçli slowcore üçlüsü ülkesinin Sigur Rós’u olarak anılıyor. Henüz o kadar değiller elbette ama ninnilerle müthiş bir yolculuğa çıkarıyorlar dinleyicilerini. On yıl aradan sonra yayımladıkları albüm, dördüncü stüdyo işleri ve yer yer neo klasik ezgilerle kendilerine özgü seslerini yükselten 12 şarkı barındırıyor. Sıkılınca kaçtığınız bir sığınak, bir ağaç ev... Akıldan çıkmayacak denli etkileyici... 


Viet Cong - Viet Cong
Kanadalı art-rock güzelliği “Women”in iki müthiş albümle yarattıklarının meyvesini toplarken gitaristleri Christopher Reimer’in beklenmedik ölümüyle yaşadığı şoku atlatamayıp dağılması sonrası kurulan yeni dörtlü, o mirasın üzerine post-punk labirenti inşa ederek yola devam ediyor. İki ep ile ayak seslerini herkese duyurduktan sonra yükselen beklentileri karşılayan yedi şarkılık debutla dev bir adım atmışlar. Ocak sonunda yayımlanan albüm daha ilk haftasında tüm müzik camiasının yıldız yağmuru altında “şaheser” olarak nitelendi. Yıl sonunda tüm listelerin gediklisi olacağı da şimdiden belli. Özellikle “Continental Shelf”i dinlemeden geçmeyin...


Whitehorse - Leave No Bridge Unburned
Kanadalı Luke Doucet ve Melissa McClelland üçüncü stüdyo albümleriyle fark edilenlerden. Sizi bilmem ama ben albümün çıkış şarkısıyla keşfedip daha önce duymamış olmama çok şaşırdım. Tarantino filmlerine uygun müzikleriyle melankolik bir soundtrack havası taşıyorlar ve dinledikçe sevdiriyorlar kendilerini... Özellikle kara filmler için çok uygun şarkılar... Dinledikçe kendi filminizi zihninizde canlandırmanıza sebep olacak cilvesi de enerjisi de mevcut... 


Will Butler - Policy
Arcade Fire’ın çalmadık enstrüman bırakmayan üyesi Butler’ın solo debutu sekiz şarkılık türler harmanı olarak indie ekseninde rock, pop ve garage harmanıyla karışık bir armoni yarattığı için çok dağılıyor ve dinlemesi de sevmesi de zor. Kapanışı yapan “Witness”in albümde ne işi olduğunu anlayabilenlerin sevebileceği bir 27 dakika bu...


******************
Yerliler:
******************


Beşinci Mevsim – Uzak Da Olsa
2009 yılında grubun solisti Çağrı Ünsal ve kuzeni söz yazarı Yalçın Tetik’in birlikte beste çalışmaları yapmasıyla temelleri atılan Ankara çıkışlı grup kısa sürede çekirdek kadrosunu oluşturmuş... Bar programları ve konserlerle oluşan kitleleri de mevcut. O kitleyi büyütmek üzere ilk albümleriyle merhaba diyorlar. Dokuz şarkılık pop-rock albümü ağlak rock ile arabesk bir tavır içeriyor. Çabucak dile dolanan damar sözlerini benzeri gruplardan farklı olarak allayıp pullamamaları iyi olmuş. Albümün çıkış şarkısı olan cover “Korkuyorum” da hem çok iyi seçim hem de iyi yorum. Türü sevenler için iyi bir merhaba... 


Mabel Matiz - Gök Nerede
Kendi adını taşıyan debutuyla önemli bir çıkış yakalayan ve kendine has tarzını da kabul ettirip sevdiren Matiz, iki albüm boyunca sözleri çok ön plana almıştı. Neredeyse hiç susmuyordu şarkılarda, peşinden kapılıp gideceğimiz melodiler de ya çok gerideydi ya da çok kısa. Gereğinden fazla gevezelik ediyor hissi yaratıyordu bende. Sevdiğim bir kaç şarkısı dışında albümlerini baştan sona dinlemek de zulüme dönüşüyordu. Doğal olarak hiç bir beklentim yoktu üçüncü albümden. Kadro yine aynıydı ne de olsa. 14 şarkılık albüm tüm düşündüklerimin aksine yenilenmiş bir halde başlıyor ve sonuna dek başını omzuna koyuyor dinleyicisinin. Nihayet Matiz’in sesi şarkıları bastırmıyor, bağırıp çağırıp inlemiyor, öncelik müzik olmuş. Bu değişim daha profesyonel bir ruhu da beraberinde getirmiş albüme. Şarkıların tadını çıkarmak, harika melodilerin peşinde yolculuğa çıkmak mümkün... Nihayet acemilik dönemini atlatmış ve tam bir albüm yapmış Mabel Matiz... Harika düzenlemeler ve sound ile dinlemelere doyulmayan muhteşem bir albüm... Hangi şarkıdan bahsetsem diğerinde kalacak aklım, boş yok diyeyim en iyisi. Şimdiden yılın albümleri listesine yazılacak bir başyapıt...


Ogün Sanlısoy - Sen Uyurken
Pentagram sonrası dönemi iyi pop-rock albümlerle geçiren Sanlısoy, beşinci stüdyo albümüyle bir belgesel yaratmış adeta. Döneminin ruhunu yakalamış ve bu ruha uygun soundla dökmüş müziğe. “Ağaç”, “Çal” ve “On Beş”in sözlerini okumak bile yeterli albüm hakkında fikir edinmek için. Sanat bir silahtır ne de olsa, Sanlısoy cephaneyi doldurmuş ve bizim adımıza nişan alıyor ülkeyi bu hale getirenlere... Ayakta alkışlayıp ağzına sağlık desek yetmez, sadece bugünlere ait değil geleceğe miras şarkılar bunlar zira. Hep bir ağızdan eşlik edelim: “Ruhum şarkı söyler / Sesler dönüşür feryada / Şiirler türküler filmler yetişir imdada / Koşar müzik imdada”... Sağol varol Sanlısoy, ne güzel yetiştin imdada...


Özge Fışkın - Her Şeyin 1 Zamanı Var
2007 yılında yayımladığı ilk albümüyle “kilitler”i açan Fışkın, iyi iş çıkarmış ama bir sonraki albümü için çok bekletmişti ve ne kadar iyi bir ses olduğunu göstermişti... Yine çizgisini bozmamış, her albümde vokalini daha da belirgin şekilde geliştirdiğini gösteriyor. Müzikal olarak çok iyi 10 şarkılık albümün sözlerine çok takıldım ben... Bu kadar iyi bir vokal çok basit sözlerle kulakta kalmadan geçip gidiyor. 


Zuhal Olcay - Başucu Şarkıları 3
Bugün yaşanan cover çılgınlığı yokken 11 şarkıyı yeniden yorumlayarak başucumuza bir hediye bıraktığında 2001 yılıydı ve çok özel bir albüme imza atmıştı Olcay ve devamı da dört yıl sonra gelmişti. On yıl sonra seriye eklenen üçüncü albüm beklentileri fazlasıyla karşılıyor. Yine iyi bir sound, yine çok iyi yorum... Şarkı seçimleri bu kez serinin en iyi seçimleri... Daha az bilinen ve söylenen tüketilmemiş şarkılar ile daha yeni tınlıyor... “Eksik Bir Şey”, “Sevda Kuşun Kanadında”, “Kumsalda” ve yeni versiyonuyla “İyisin” albümün yıldızları... 



The Boy Next Door : Bir Gecelik Hata

$
0
0
Her ilişki kaçamağı öyle veya biter ve bir tarafın dikte etmesi halinde diğer tarafın durumu kabullenememesi de başa dert açar. Bazen bunu kabullenme süreci rahatsız edici boyutlara ulaşır, bazen de şiddete... Bu formülü Adrian Lyne 1987 yılında uygulamış ve “Fatal Attraction” hem gişe şampiyonu olmuş hem de ödül canavarına dönüşmüştü. O gün bugündür benzerleri bolca gelen konuya bu kez de Rob Cohen el atmış ve tersyüz ederek Jennifer Lopez faktörüyle ortaya çıkmış 2015 yapımı “The Boy Next Door”... 

Tv dizilerinden ibaret kariyerinin dönüm noktasını “Dragon: The Bruce Lee Story” ile yaşayan Rob Cohen, peşi sıra gişe aksiyonlarıyla devam etmiş ve 2001 yılının en şanslı adamlarından biri olarak ilk “The Fast and the Furious”a imza atmıştı. Bir yıl sonra “xXx” ile şansını iyi kullandığını düşünürken “Stealth” ve “The Mummy: Tomb of the Dragon Emperor” ile başlayan düşüşünü “Alex Cross” ile çöküşe çeviren yönetmen yeniden çıkış arayışını sürdürüyor. Garantili bir formülle geri dönmek istemiş bu kez. Verdiği üç yıllık aradan dönerken adını ilk kez duyduğumuz Barbara Curry’nin senaryosuyla çıkmış yola. Jennifer Lopez, Ryan Guzman, Ian Nelson, John Corbett ve Kristin Chenoweth’in başını çektiği oyuncu kadrosuyla bir gecelik ilişkiden doğan arızanın seyircisini germesini bekliyor.

Eşinden ayrılmak üzere olan güzel öğretmenimiz Claire Peterson oğlu Kevin ile yeni hayatına alışma sürecinde. Arkadaşı Vicky’nin ısrarla hayatına yeni bir erkek alması çağırıları arasında bocalamakla meşgul. Tam bu dönemde yan komşularının yeğeni Noah tam da ihtiyaç anında karşılarına çıkıyor anne oğulun. Çabucak “iyi çocuk” etiketini alıyor. Daha fazlasını almasıysa Claire’in kötü geçen gününün sonuna denk geliyor. Bir gecelik ilişki diye bakıp unutmak istese de Noah için durum özel bir bağın başlangıcı... Bir aşkın doğuşu olarak nitelendiriyor ve psikopat yanını sergilemeye başlıyor.

“Fatal Attraction”ı bir kaç dokunuşla değiştirip rolleri ters yüz ederek gerilim denemesine soyunan film, tamamen klişeler üzerinden gitmesi bir yana berbat bir senaryoyla yola çıkmış. Her tarafı dökülen senaryonun hataları ve gedikleri de bol. En başta karakterlerin inandırıcılığı sıfır... Claire’in edebiyat öğretmeni olması, Noah’ın klasik romanları seviyor oluşu, en yakın arkadaşın müdür yardımcısı olması gibi hatalı tercihlerden geçilmiyor senaryo. Girişilen yan öykülerde aynı hatalı tercihlerden ibaret olunca sonuç fiyaskoya dönüşüyor. Gerilim için iyi bir atmosfer yaratılmasını unutmuş gibi görünen Rob Cohen, mantık ve tutarlılığı da tamamen göz ardı etmiş olmalı. Zira Lopez’i seksi bir kadın olarak yangın yerine çevirmiş ama daha sabahında namuslu aile kadınına çeviriyor. Bu tip karakter tutarsızlıklarıyla filmi yamalı bohçaya çevirince ortalarda başlayan gerilim anlarının etkisi sadece komedi olabiliyor. Psikopat oğlanımızın yaptıkları da insanın hayatını kabusa çevirecek şeyler değil. Gençlik filmlerinde bile bundan daha iyi planlar görmüştük. Zaten iyi başlamayan film bir türlü geremeyince de sonuna kadar izleme meraklısı kim kaldıysa onlarla ilerleyebiliyor. Kötü finalle onları da ödüllendiriyor.

Amerika’da 23 Ocak’ta gösterime giren 4 milyon dolar bütçeli film, ilk üç günde topladığı 14 milyon dolarla hemen kâra geçmişse de kötü olduğu anlaşılınca devamını getiremedi. Hem salon sayısında hem de haftalık rakamlarda düşüş gösterince unutulup gitti. Bizde de 6 Mart’ta gösterime gireceği açıklanan filmin bu fiyasko sonrası vizyon görüp görmeyeceği belirsizliğini koruyor. Yaz sıcaklarında karşımıza çıkması olası...

Bilinen formülü klişeler üzerinden işletmeyi bile beceremeyen berbat senaryosuyla gerilimin yanından bile geçemeyen “The Boy Next Door”, 91 dakikalık bir işkence... Lopez’in ateşli sevişme sahnesi üzerinden prim yapmak için atılan oltaya gelerek bir hata da siz yapmayın...


Uluslararası Edebiyat Festivali Yedinci Kez Edebiyatseverlerle Buluşuyor!

$
0
0
Türkiye’nin ilk uluslararası edebiyat festivali olan İTEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin yedincisi Garanti Bankası'nın ana sponsorluğunda, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Yunus Emre Enstitüsü'nün desteğiyle 4-8 Mayıs 2015 tarihleri arasında gerçekleşecek. 

26 farklı ülkeden 30 yabancı yazar ve "Profesyonel Buluşmalar" kapsamında 20 konuk ile Türkiye'den 30'un üzerinde yazarın katılımıyla gerçekleşecek etkinliklerde edebiyatseverler farklı kültürlerden yazarların, hayatı ve edebiyatı farklı perspektiflerden yorumlayışlarına tanıklık etme şansını yakalayacak.

Festival yerli yazar ve yayıncıların yabancı yayıncılar, editörler, çevirmenler ve yazarlarla işbirliği yapmalarını sağlayan edebiyat ortamı yaratıyor. Bu yıl Garanti Bankası ana sponsorluğunda gerçekleşecek olan festivalde etkinlikler halka açık ve ücretsiz olarak gerçekleştiriliyor. Etkinlikler kapsamında okurlar sevdikleri ya da yeni keşfedecekleri yerli ve yabancı yazarlarla bir araya gelme şansına da sahip oluyor. 

30’U YABANCI 60'IN ÜZERİNDE YAZAR FESTİVALE KATILIYOR 
İTEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin bu yılki programında yazar okumaları ve söyleşilerin yanı sıra interaktif edebiyat projelerine yer verilecek.

İstanbul'un İki Yakasında Edebiyat Etkinlikleri 
Festival Sponsorlarından Ersa Mobilya, bu yıl Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi'nin açılış törenine ev sahipliği yapacağı İTEF kapsamında İBB Atatürk Kitaplığı'nda gerçekleştirilecek etkinliklere iki özgün projeyle destek verecek. "Yazar Koltukları" projesiyle günümüzün yazarlarını okuyucularıyla interaktif bir ortamda buluşturmayı hedefleyen Ersa Mobilya, mekanda hayranları için bir de "Küçük Prens" atölyesi düzenleyecek. Festival etkinlikleri; İBB-Atatürk Kitaplığı, İstanbul Yunanistan Başkonsolosluğu- Sismanoglio Megaro, ve KargArt'da gerçekleştirilecek.

Dünya'da çok satan Kitap Hırsızı'nın yazarı Markus Zusak Tükiye'de
Çok satan kitapların sevilen yazarı Markus Zusak, İTEF 2015'in yazarları arasında. Avustralya Büyükelçiliği ve Etihad Havayolları'nın desteğiyle Türkiye'deki okurlarıyla buluşacak. Martı Yayınları tarafından yayımlanan Kitap Hırsızı, Hiç, Köpekler Ağladığında gibi çok satan kitapların yazarı Markus Zusak yazım sürecini ve ilham kaynaklarını okurlarıyla paylaşıyor. 

Gecenin Sınırında: Gece yarısı Edebiyatına hazır mısınız? 
İTEF 24 saat açık olan İBB Atatürk Kitaplığı ile birlikte edebiyatseverlere sıradışı bir deneyim sunuyor. Dergâh Yayınları'nın desteğiyle gerçekleştirilecek etkinlikte, saatler gece yarısını gösterdiğinde Türkiye edebiyat sahnesinin 4 önemli ismi kitapları Dergâh Yayınları tarafından basılan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dünya klasikleri arasına girmiş eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden ve Tanpınar'ın şiirlerinden bölümler okuyarak katılımcılara farklı bir deneyim yaşatacaklar. 

Hayatımın Öyküsü 
En sevdiğiniz yazarın ilham aldıkları isimlerin  kimler olduğunu bilmek istemez misiniz? Festival yazarları okurlarıyla hayatları boyunca kendilerini en çok etkileyen kitaplardan bölümler paylaşacaklar. 

Çocuk Edebiyatının Dünyaca Ünlü İsimleri İTEF 2015'te
Kitapları çocuklar arasında bir fenomene dönüşen ödüllü  yazar Fatima Sharafeddine, Nar Yayınları (Nar Çocuk) işbirliğiyle Türkiye'deki minik edebiyatseverlerle buluşuyor. Dünyaca ünlü Fin çocuk yazarı Mauri Kunnas, KONE'nin destekleriyle Türkiye'deki çocuk okurlarıyla buluşuyor. 

Kolombiya'nın Ünlü Yazarı İTEF'te!
Marquez'den sonra Kolombiya Edebiyatı'nın en önemli yazarları arasında olan Laura Restrepo Kolombiya Büyükelçiliği'nin katkılarıyla ilk defa Türkiye'deki okurlarıyla bir araya gelecek.

Komşudan Haber Var!
Bu yıl Ermenistan'dan iki önemli yazarı ağırlayan festival, iki ülke arasında edebiyat köprüsü kuruyor. Çocuk edebiyatının sevilen ismi Armine Anda ve Türkiye'de yayımlanan ve büyük ilgi gören yeni kitabı "Kaçan Şehir" ile Hovhannes Tekgyozyan, festivalde okurlarıyla buluşacak. 

Goethe Enstitüsü'nde Yazar Okumaları Devam Ediyor
Goethe Institut İstanbul'un destekleriyle festivale katılacak olan, "Uğultu" romanıyla dikkatleri üstüne çeken ünlü Alman yazar Norbert Scheuer Goethe Enstitüsü'ndeki yazar okumaları etkinliğine katılıyor.

Leipzig Kitap Ödülü'nün Sahibi Mircea Cartarescu İstanbul'da!
Romen Edebiyatı'nın dünyadaki önemli temsilcilerinden, ismi Nobel Ödülü adayları listesinde yer alan Romen Kültür Merkezi'nin destekleriyle festivale katılan ünlü yazar Cartarescu, Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan yeni kitabı "Orbitor-Göz Kamaştırıcı" ile festivalde yer alıyor.

Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü'nün Sahibi Yazar Goce Smilevski İTEF 2015'te
Nemesis Yayınları tarafından yayımlanan "Freud'un Kız Kardeşi" isimli kitabın yazarı Goce Smilevski festivalde okuyucularıyla buluşuyor. 

Fantastik Edebiyat okurları festivalde bir araya geliyor
Her yıl festival kapsamında KargArt'da FABİSAD-Fantazya ve Bilimkurgu Sanatçıları Derneği işbirliğinde düzenlenen etkinlik serisinde fantastik edebiyat ve bilimkurgu alanında ürünler veren yazar, çizer, oyun yazarı gibi sanatçıların yer aldığı etkinliklere her yıl olduğu gibi bu yıl da bilimkurgu-fantastik edebiyat okurlarının ilgisi büyük olacak. 

Yabancı Yazarlar Okullarda
İTEF 2015 kapsamında 10'a yakın çocuk edebiyatı yazarı, farklı ilçelerdeki 10'un üzerindeki okullarda öğrencilerle buluşacak. Aralarında Yapı Kredi Kültür ve Sanat Yayınları ve Avusturya Kültür Ofisi'nin destekleriyle festivale katılan dünya çocuk edebiyatının önde gelen isimlerinden Avusturyalı Helga Bansch, "Sanat Dedektifleri" serisiyle genç okurların heyecanla takip ettiği Norveçli Björn Sortland ve Nar Yayınları (Nar Çocuk)  desteğiyle festivalde yer alan  Lübnanlı Fatima Sharafeddine'in de olduğu yazarlar öğrencilere yeni ülkelerin ve dünyaların kapısını açacaklar. 

Yazarların Kitapları Festival Süresince ANA Kitabevi'nde
Festival katılımcıları hem sevdikleri yazarların söyleşisi dinleyebilecek hem de kitaplarını İBB Atatürk Kitaplığı'na kurulacak olan Ana Kitabevi standından edinebilecekler.

İTEF 2015 antolojisi, festivalle aynı anda takipçileriyle buluşuyor
UPM-Kymmene Kağıt Ürünleri San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin kağıt sponsorluğuyla ve babil.com'un matbaa desteğiyle yayınlanan, ulusal ve uluslararası kitap fuarlarında ücretsiz olarak dağıtılan bu antoloji çoğunluğu özel sipariş edilen metinlerden oluşan, festivalin kalıcılığını ve üretkenliğini simgeleyen bir kitap olarak tasarlandı. Yerli ve yabancı yazarlar, "Şehir ve Sınırlar" teması altında yazılarını edebiyatseverlerle paylaşacak. Festival takipçileri antolojiyi ücretsiz olarak etkinlik mekanlarından edinebilecekler.

İTEF Çanakkale'de : Gelibolu 100 Yıllık Barış”- Barış İçin Edebiyat Etkinlikleri
Çanakkale Zaferi'nin 100.yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yunus Emre Enstitüsü, Bursa Nilüfer Belediyesi, Avustralya Büyükelçiliği ve Etihad Havayolları'nın destekleriyle gerçekleştirilen proje savaşın taraflarını edebiyat köprüleriyle bir araya getirmeyi hedefliyor. tarihsel romanların Türkiye'deki önemli temsilcilerinden Demet Altınyeleklioğlu ve "Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini " kitabıyla Türkiye'de kendi hayran kitlesini yaratan İngiliz yazar Louis de Bernieres  savaşın edebiyattaki yansımalarını ele alacak. Anzak askerlerinin güncelerini “Gelibolu Günceleri” kitabında derleyen Avustralyalı yazar ve tarihçi ve Türkiye aşığı Jonathan King ve araştırmacı yazar Haluk Oral savaşın dehşetini her iki ordunun askerlerinin gözlerinden aktarıyor.

Okumanın Önündeki Engeller Kalksın: Okuyan Eller 
İTEF 2015 kapsamında yaşanacak bir diğer ilk ise İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün izni, Garanti Bankası'nın ana sponsorluğu ve 3Dörtgen'in destekleriyle 3. ve 4. sınıfta okuyan görme engelli çocuklara yönelik okuma atölyelerinin gerçekleşmesi olacak. 

Türkiye'de ilk defa yapılacak olan "Okuyan Eller" projesi için önde gelen çocuk edebiyatı yazarlarından Melike Günyüz özel olarak görme engelli çocuklar için bir kitap hazırladı. İstanbul'da bulunan ikonik binalar, toplu taşıma araçları gibi görme engelli öğrencilerin öğrenmesinin faydalı olacağı nesneler 3Dörtgen tarafından 3 boyutlu olarak basıldı ve festival kapsamında okul etkinliklerinde yüzlerce çocukla buluşacak. Öğrenciler Braille alfabesiyle basılacak kitapları etkinlik öncesinde eğitmenler eşliğinde okuyacaklar ve yazarın katılımıyla gerçekleşecek etkinlikte okumuş oldukları macerada yer alan araçlara ve mimari yapılara dokunabilecekler. Görme engelli çocukların dokunma duyularını ve bilişsel gelişimlerini edebiyat yoluyla genişletmeyi hedefleyen ilk faaliyette öğrenciler yazar eşliğinde üç boyutlu basım tekniğiyle üretilmiş resimli kitapları “okumuş” olacaklar.
Yazar Melike Günyüz ile birlikte görme engelli öğrencilerin okulları ziyaret edilecek, öğrencilere içinde metnin latin ve braille alfabeleriyle basılmış hali dağıtılacak. Metinde bahsi geçen objelerin 3 boyutlu basılmış hali öğencilere sunulacak. İlk etapta 150 öğrencinin yararlanması planlanan çalışmanın ilerleyen aşamalarda Türkiye’nin diğer şehirlerindeki okullarda da gerçekleştirilmesi planlanıyor. 

İTEF-Profesyonel Buluşmalar Fellowship Programı
2011 yılında başlatılan Profesyonel Buluşmalar Programı, bugüne kadar 63 uluslararası yayıncıyı festival sırasında İstanbul'da ağırladı ve Türk edebiyatının, yayıncılığının tanıtılmasında katkıda bulundu. Bu yıl 15 farklı ülkeden gelen yayıncı, telif hakları yetkilileri, çevirmenler, çeviri fonu yetkilileri ve edebiyat festivali yöneticileri gibi sektörün 20 profesyoneli Yunus Emre Enstitüsü ve Can Yayınları'nın desteğiyle İstanbul’da buluşuyor. Uluslararası PEN'in edebiyat danışmanın katılacağı İTEF, bu yıl ilk defa Malezya'dan bir konuğu da ağırlayacak.

Edebiyat ve çeviri alanında faaliyet gösteren profesyoneller Türkiye’deki meslektaşlarıyla 3 gün süren bir programda yayınevlerine grup ziyaretlerinde bulunacaklar, birebir görüşmelerle bilgi ve deneyimlerini paylaşacaklar, ortak projeler geliştirmeleri ve telif hakları alışverişine zemin oluşturan bir programa katılacaklar. 

İTEF'i Sosyal Medyada da Takip Edebilirsiniz.
Festival yazarları ve festival programıyla ilgili bilgileri İTEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali resmi internet sayfası www.itef.com.tr, facebook sayfası ve twitter hesabı @itef_istanbul'dan takip edebilirsiniz.


Osmanlı'yı Çağatay Güney'in Kaleminden Okuyun: Lupo'nun Seçimi

$
0
0
Osmanlı'yı Cenovalı bir kölenin gözünden okumak ister misiniz? Çağatay Güney’in Ocak 2013’de yayımlanan “Fatih'in Cenovalı Sırdaşı - Lupo'nun Adı” ile başlayan serisinin ikinci kitabı “Lupo’nun Seçimi” Esen Kitap etiketiyle raflarda.

Konusu ve akıcı diliyle tarihi roman sevenlerin büyük ilgisiyle karşılanan ilk kitap, son zamanların en başarılı tarihi romanlarından biri olarak gösterilmişti. Macera, “Fatih'in Cenovalı Sırdaşı-Lupo'nun Seçimi” ile sürüyor. İlk kitabın da yeni edisyonuyla Mayıs ayında raflarda olacağını hatırlatalım…  

Cenova'da bir genelevde doğan, sokaklarda büyüyen, köle olarak satılan, kürek mahkumluğundan sonra kendini Osmanlı topraklarında bulan Lupo, serinin ikinci kitabında yeni savaşların, yeni maceraların içinde...

Osmanlı tarihindeki taht kavgalarını, savaşları, farklı dinlerden, farklı etnik kökenden insanların yaşamını, mekânları, sarayı... pek çok romanda yapıldığı gibi tahrifata uğratmadan; titizce araştırarak kurgunun içine yediren Çağatay Güney, tarihi roman türünde yeni bir yol açıyor. Yazar, yenilikçi tarzı, sürükleyici ve akıcı kalemi ile tarihçilerden de edebiyatçılardan da övgü alıyor...

Tarih okumayı seven, tarih okumayı sıkıcı bulan, tarihi romanların güvenilirliği ile ilgili kuşkuları olan tüm okurların severek, hevesle ve heyecanla okuyacağı Lupo'nun Seçimi, tüm kitapçılarda!

1444’ün kemik sızlatan amansız kışı… Hünyadi Yanoş’un elinde defalarca yenilmiş Osmanlı panik halinde. Balkanlar karman çorman olmuş, Türkmenler Anadolu’ya kaçıyor. Rumeli kan kaynıyor… Büyük oğlunu ansızın kaybetmiş, beceriksiz beylerine kızmış, yorgun Padişah, hayata küsmüş, tahtı bırakmayı planlıyor… Birdenbire tahtın tek varisi haline gelen 12 yaşındaki genç Şehzade, hiç de hazır olmadığı Osmanlı tahtı için alelacele başkente çağrılıyor…

Padişah’ın soylu eşi, genç ve güzel Hıristiyan Prenses, Balkanlar'da barışı geri sağlamak için çırpınıyor… Papa, yaralı Osmanlı’yı, son bir hamleyle Balkanlar’dan atmak, iki Kilise’yi birleştirmek üzere, en güvendiği casusunu gönderiyor… Tüm bu karmaşanın ortasında, Cenova’da bir genelevde doğmuş, sokakların acımasızlığında büyümüş, Osmanlı’ya esir düşmüş genç bir hırsız… İki aşk, iki Padişah ve iki yaşam arasında yazgısını arıyor. 

İnatçı ve becerikli kahramanımız Lupo, kendisini bu sefer Osmanlı sarayının entrikaları ve Macarlarla Osmanlı arasında yapılacak barış görüşmelerinin ölüm dolu girdaplarında buluyor. İlk kitabı aratmayacak bir tempo, duygu dolu bir gerçekçilik ve bir solukta okuyacağınız serüvenlerin içinde, Lupo, Osmanlı’nın kaderinin çizildiği acımasız kurtlar sofrasının tam ortasına düşüveriyor. 

Yeni tanışanlar için Çağatay Güney
1973’te doğdu. ODTÜ’de Siyaset Bilimi okudu. Yüksek lisans için 1995’te gittiği ABD’den, 2007 yılında döndü. Tarih, edebiyat ve macerayı çocukluğundan beri çok seven yazar, bir yandan da yönetim danışmanlığı yapıyor ve liderlik eğitimleri veriyor. Evli ve bir kızı var.

Nisan 2015, 1.baskı, 485 sayfa, 30 TL



Hrant Dink Anısına, 35 Yazar Bir Arada!... : İçimizdeki Ermeni

$
0
0
Aynı yurdu paylaşan, ortak bir belleğe sahip olan insanlar olduğumuzu bir kez daha hatırlatan ve bunu canıyla ödemek zorunda kalan Hrant Dink’in anısına, bu kitapta bir araya geldiler!

Adalet Ağaoğlu, Adnan Binyazar, Ahmet Telli, Ahmet Tulgar, Akif Kurtuluş, Asuman Susam, Ayşe Sarısayın,  Behçet Çelik, Bejan Matur, Beşir Ayvazoğlu, Birsen Ferahlı, Ece Temelkuran, Enis Batur, Ferit Edgü, Feridun Andaç, Gülayşe Koçak, Hakan Günday, Hüsnü Arkan, Irmak Zileli, Karin Karakaşlı, Mine Söğüt, Murat Gülsoy,  Murathan Mungan, Murat Uyurkulak, Murat Yalçın, Müge İplikçi, Nemika Tuğcu, Oya Baydar, Selim Temo, Selim İleri, Sema Kaygusuz, Şebnem İşigüzel, Şeyhmus Diken, Vivet Kanetti ve yayına hazırlayan Yiğit Bener.

Yüz binlerce Ermeni yurttaşımızın ölümüne ve hayatta kalabilenlerin çoğunun da ata topraklarından, yurtlarından göç etmesine neden olan “1915 olayları”nın üzerinden yüz yıl geçti.

Bu Büyük Felaket’in ‘ad’ı ve kurbanlarının ‘sayı’sı konusunda kavgaya saplanıp kalmış olmak; dahası “1915”i hâlâ nefret söylemiyle tartışmak aynı toprağı, yurdu paylaşan halklar arasına saplanmış zehirli bir hançerdir. Bu hançeri çıkarmanın, ortak bir vicdanda buluşmanın zamanı gelmiş, geçmektedir.

Üç kuşaktan saygın otuz beş edebiyatçının burnumuzun dibinde veya uzaklarda, belleklerimizde, düşlerimizde; ama bir şekilde hâlâ “içimizde” yaşamayı sürdüren, ülkemizin harcında yer  etmiş Ermenileri konu alan metinlerinin buluştuğu İçimizdeki Ermeni (1915-2015) başlıklı derlemenin çıkış noktasında, meselenin işte bu insani boyutu vardır.

Ne de olsa edebiyat, insanı  kavramak ve anlatmak, bireysel ve toplumsal belleği canlandırıp sağaltmakta en güçlü kozlara sahip “insani” uğraşlardan biri değil midir?


İÇİMİZDEKİ ERMENİ (1915 – 2015)
Yayına Hazırlayan: Yiğit Bener 
Tür: Derleme
Sayfa sayısı: 264 Sayfa
Fiyatı: 21 TL
Yayın tarihi: 21 Nisan 2015

The Wedding Ringer : Altın Smokin

$
0
0
Evliliğe giden yolu ilk adımından itibaren işlemeye doymayan yapımcılar yine boş durmamış. Kaçak gelinler, aileyle ilk tanışma, düğünleri gezenler, hafızada boşluklarla uyanılan bekarlığa veda partileri, çılgınlıklarla dolu balayı ve nedimeler derken bu kez soluğu sağdıçlarda almışlar. Düğün hazırlıklarında damada yardım eden, bekarlığa veda partisi organize eden, yüzükleri taşıyan, kriz anında sorumluluk alarak rahatlatan ve düğün sonrası konuşma yaparak kadeh kaldıran sağdıçlar... Peki ya damadın hiç arkadaşı yoksa ve düğüne sayılı günler kaldıysa neler olur? İşte bu sorunun peşinden gidiyor 2015 yapımı Amerikan işi “The Wedding Ringer”...

2006 yapımı “The Break-up / Ayrılık”ın senaristleri olarak tanıdığımız Jeremy Garelick ve Jay Lavender senaryoyu birlikte kotarmış ve Garelick ilk yönetmenlik denemesine soyunmuş. İyi de bir kadro kurmuşlar. Kevin Hart, Josh Gad, Kaley Cuoco-Sweeting, Jorge Garcia, Ken Howard, Cloris Leachman ve Olivia Thirlby kalabalık kadronun başını çeken oyuncular. 

Doug Harris ile tanışırız... Sıradan biridir hatta sıranın da altında biridir ve hayal edeceğinden çok fazla olan bir kadınla evlenmek üzeredir. Sağdıç olması için tüm tanıdıklarını arar ve kimse kabul etmez. Düğüne on gün vardır ve müstakbel gelin Gretchen farkına varmadan bu krizi çözüp sağdıç bulmak zorundadır. Bir olsa neyse de, yedi tane bulmak zorunda olması mucize yaratması gerekmektedir. Sorunu çözmek üzere ona fısıldanan ismi bulur: Jimmy Callahan... Kiralık sağdıç işinin erbabıdır ama bugüne dek sadece adı konan kategori “Altın Smokin” ilk kez uygulanacaktır... Böylece düğüne hazırlıklar resmen başlar...

Garelick ve Lavender, öncüllerini iyi inceleyip bir karma yaratmış. Zaten tanıdık olan konuyu bir iki filme gönderme yaparak da besleyip seyirciyi sürekli filmin içinde tutuyorlar. Aileyle yemek sahnesindeki yangın, kayınpederle yapılan sert maç, bekarlığa veda partisindeki kriz gibi bir çok detay hayli tanıdık. Başkası olma halinin ve geline yalan söyleme stresinin getirdiği durum komedisini başarıyla kullanıyorlar. Sağdıç ekibindeki birbirinden ilginç karakterlerle renk katmayı başarmışlar. Seyircinin soracağı her “neden” sorusunu da cevaplayarak boşluk bırakmamışlar. Yavaş yavaş tempoyu yükselten senaryo aksamalara ve gereksiz yan yollara girmeden hedefine doğru saat gibi işliyor, sonunda da seyirciye beklenen final verilerek gönüller hoş tutuluyor. Evet yeni bir şey yok, daha önce izlemişlik hissi yaratıyor ama eğlenceyi sürekli gazlayarak güldürerek finaline yürüyor. Güldürmek için de bayağılaşmıyor “The Wedding Ringer”... Bel altı espriler, aşağılamalar falan yok, alaşağı edilmesi gereken bir kötü yok... Tamamen eğlence odaklı bir film... 

Bizde henüz gösterim tarihi belli olmayan film, Amerika’da 16 Ocak’ta gösterime girmişti. 23 milyon dolarlık bütçesini açılış haftasında yakaladığı 24.5 milyon dolarlık gişe ile çıkarıp kâr etmeye başlayan filmin hasılatı 60 milyon doları geçmiş durumda. Seyirciden tam not olarak bu yılın iyi komedilerinden biri olarak adlandırılıyor.

Daha önce izlenmişlik hissine rağmen seyircisini çabucak etkisi alan, iyi yönetilmiş ve oynanmış komedi “The Wedding Ringer” eğlenceli vakit geçirme ihtiyacını fazlasıyla karşılıyor...


Vizyona Giren Filmler : 24 Nisan

$
0
0
Üçü yerli on iki filmin vizyona girdiği haftanın başrolünde eğlence var… Ali Atay imzalı “Limonata”, Hababam Sınıfı çakması “Öğrenci İşleri”, Selma Hayek’li “İntikam Kapanı” haftanın öne çıkanları olurken, “Maymun Prens” ve “Pinokyo” da çocuklara hediye... İkinci bahar yaşatan “Marigold Oteli'nde Hayatımın Tatili 2”, denizaltı gerilimi “Kara Deniz”, müzikal “Annie”, Jennifer Anniston’un one man show’u “Cake”, yerli gerilim “kendinol”sa diğer alternatifler... İran’ın ilk vampir filmi “Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız” festivalde kaçıranları beklerken, “Citizenfour” da sadece haftanın değil son dönemin en iyisi olarak kaçırılmaması gerekeni... 


Maymun Prens / Pourquoi J’ai Pas Mange Mon Pere
Yönetmen: Jamel Debbouze
Konu: Doğduğunda çok çelimsiz bulunan kralın küçük oğlu, maymun abisi tarafından kabilesinden atılır. Arkadaşı Ian’ın yanında yaşar ve inanılmaz becerisiyle ateşi, avlanmayı, modern yaşamı, aşkı ve hatta umudu keşfeder. Cömerttir, her şeyi paylaşmak ister. Kurulu düzeni kökten değiştirir ve halkını başarı ve mizahla kimsenin babasını yemediği gerçek insanlığa taşır.


Pinokyo / Pinocchio
Yönetmen: Anna Justice
Oyuncular: Mario Adorf, Ulrich Tukur, Benjamin Sadler, Inka Friedrich
Konu: Oyuncak ustası yaşlı Gepetto bulduğu çam ağacı dalından bir kukla yaratır ve ona Pinokyo ismini verir. Canlanan Pinokyo çok kaprislidir ve haylazdır. Çok geçmeden Gepetto’nun başını derde sokmaya başlar, evden kaçar ve bir sürü maceraya atılır. Gepetto umutsuzca Pinokyo’yu arar ve bu arayış bir balina tarafından yutulmasıyla son bulur. Pinokyo cesaretli olmayı öğrenir, babasını balinadan kurtarır ve gerçek bir çocuğa dönüşür.


Öğrenci İşleri
Yönetmen: Talip Karamahmutoğlu
Oyuncular: Murat Akkoyunlu, Fırat Tanış, Yeliz Şar, Deniz Celiloğlu
Konu: Baba yadigarı hazırlık dershanesini zorlukla işleten Kısmet, müteahhit kardeşi İsmet’in dershane arsasını kendisine satması ısrarlarına hep karşı koymuştur. Ta ki fakir öğrencisinin komaya giren kardeşine yardım sözü verip İsmet’in iddiaya girme teklifini kabulüne kadar. İsmet kazanırsa arsayı satın alacak, Kısmet kazanırsa dershane borçları ödenip fakir öğrencisinin kardeşinin ameliyat masraflarının tamamı karşılanacaktır.
Fragmanını izledikten sonra filme gidecek olanlara bolca sabır dilerim...


Limonata
Yönetmen: Ali Atay
Oyuncular: Ertan Saban, Serkan Keskin, Funda Eryiğit, Luran Ahmeti
Konu: Suat, Makedonya’da yaşayan eski bir tır şoförüdür, hasta yatağında ölmeyi beklemektedir. Ölmeden önce oğlu Sakip’ten son bir isteği vardır, yıllar önce İstanbul’da imam nikahıyla evlendiği bir hanımdan olan oğlunu bulup, yanına getirmesidir. Bebekken terk ettiği oğlunu son bir kez görüp, helallik alarak ruhunu teslim etmek istemektedir. Sakip, Makedonya’dan İstanbul’a doğru babasının emektar arabasıyla yola çıkar.
İyi senaryosu ve üzerine kafa yorularak yaratıldığı belli olan karakterleriyle tempolu ve eğlenceli bir film... Tam kadrodan beklendiği gibi...


İntikam Kapanı / Everly
Yönetmen: Joe Lynch
Oyuncular: Salma Hayek, Hiroyuki Watanabe, Laura Cepeda, Togo Igawa
Konu: Everly tam da evden çıkıp gidecekken ihanete uğradığını düşünen eski sevgilisinin tuzağına düşer. Kapının ardında beliren kiralık katiller, mafya lideri olan sevgilisinin talimatıyla onu kapana kıstırmıştır. Daha önce hiç silah kullanmamış olan kadın kolay pes etmeyecek, kendisini savunmak için büyük bir savaş başlatacaktır. Amacı, küçük kızı ve annesini olaya bulaştırmadan kaçmak olan Everly artık onların hayatından da sorumludur.
Hikayesi çok bildik ama inandırıcılık, iyi kurgusu, temposu ve Hayek faktörüyle vasatı aşıyor. İzleyince unutacaksınız ama en azından izlerken sıkılmayacaksınız...
  

Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili 2 / The Second Best Exotic Marigold Hotel
Yönetmen: John Madden
Oyuncular: Judi Dench, Maggie Smith, Bill Nighy, Celia Imrie
Konu: Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili 2 filmi hayatlarının ikinci baharını yaşayan kişilerin, yaşamlarını ve ilişkilerini saygı ve sevgilerini sürdürerek nasıl devam ettirdiklerini anlatıyor. Bu nadir, neşeli, saygı ve sevgiyle dolu film hayatın onu bırakmadığınız sürece, 60 ya da 70 yaşlarında bile sizi şaşırtmayı bırakmadığını anlatıyor.


Kara Deniz / Black Sea
Yönetmen: Kevin MacDonald
Oyuncular: Jude Law, Ben Mendelshon, Scott McNairy, Tobias Menzies
Konu: 30 yıllık denizcilik kariyeri eşi Chrissy’i ve çocuklarını kaybetmesine mal olan Robinson, 11 yıldır çalıştığı gemi hurdası bulup satan şirketten sebepsiz yere kovulduğunda eski donanmacı Robinson, kendini ıskartaya çıkartılmış ve gereksiz hisseder. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında içi yığma altı dolu bir Alman U-Bot’unun Gürcü karasularında denizin altında yattığını öğrendiğinde kendini yeniden ispatlamanın bir yolunu bulur.
Bu berbat senaryodan iyi oyunculuklar ve yönetmenlik çıkararak sürükleyici bir film çıkaranları tek tek alkışlamak lazım. İzlenmişlik hissini de avantaja çevirmişler... Bunca çabaya rağmen kötü, zaman kaybı...


Annie
Yönetmen: Will Gluck
Oyuncular: Quvenzhane Wallis, Cameron Diaz, Jamie Foxx, Rose Byrne
Konu: Annie, ebeveynleri tarafından, bir gün onun için geri gelecekleri sözüyle terk edilmiştir ve o zamandan beri de kötü üvey annesi Miss Hannigan ile sorunlu bir hayat sürdürmek zorunda kalmıştır. Ancak, Annie için her şey değişmek üzeredir. New York Belediye Başkanı adayı olan Will Stacks, son derece başarılı Başkan Yardımcısı Grace ve kampanya danışmanı Guy’ın ilginç önerisi ile, adaylık kampanyası çalışmalarına küçük Annie’yi de dahil eder.
Güzelim müzikali modernleştireceğiz diye kelimenin tam anlamıyla iğfal etmişler... Boş boş tavana baksanız bundan iyidir... 


Cake
Yönetmen: Daniel Barnz
Oyuncular: Jennifer Aniston, Adriana Barraza, Felicity Huffman, William H. Macy
Konu: Claire Bennett acı içindedir. Fiziksel acısı vücudundaki yara izlerinden açıkça bellidir. Claire duygusal acısını da saklamakta iyi değildir. Hakaret derecesinde açık sözlü davranan genç kadının öfkesi hemen hemen her etkileşiminde su yüzüne çıkar. Kocasını ve arkadaşlarını kendinden uzaklaştırmıştır, kronik ağrı destek grubu bile onu gruptan atmıştır. Claire Bennet’in çevresinde kahyası ve bakıcısı Silvana dışında hiç kimse kalmamıştır.
Jennifer Aniston bakmış etrafına, kuşağı her kadın oyuncu bir filmde döktürmüş ödül sezonuna damgasını vurmuş ve sinema tarihine bir filmle kazınmış. İsyan etmiş... İsyanı dile gelince kendine yandaş da bulmuş “cake” yapalım demişler. Yapmışlar ama olmamış, emeklere ziyan olmuş...


Kendinol
Yönetmen: Serkan Özarslan
Oyuncular: İmer Özgün, Çağrı Şensoy, Olgu Baran Kubilay, Volkan Cal
Konu: Ünlü oyuncu Zeynep, kamp yapmak için izinsiz girdiği bir özel mülkte iki adam tarafından yakalanıp bir depoya hapsedilir. Kendisini kapattıkları yerden kurtulmak için büyük mücadele veren Zeynep’in neden o kamp alanına geldiği hikâye ilerledikçe anlaşılır. Zeynep kurtulduğunda her şeyin nasıl bir oyunun parçası olduğu anlaşılır.


Citizenfour
Yönetmen: Laura Poitras
Oyuncular: Edward Snowden, Glenn Greenwald, William Binney, Jacob Appelbaum
Konu: Belgeselci ve gazeteci Laura Poitras ve gazeteci Glenn Greenwald, Citizenfour takma adını kullanan Edward Snowden’la Hong Kong’da buluşuyor. Üst düzey CIA analizcisi Snowden, Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın özel hayatın gizliliğini hukuk dışı yollarla ihlal ettiğini kanıtlayan gizli belgeleri kameralar önünde gazetecilere teslim ediyor. Poitras ve Greenwald, Snowden’ın hayatını sonsuza dek değiştirecek bu eylemini gözlemliyor.
Tarihe bırakılan belgenin sinema hali... Taraf tutmadan sadece olan biteni sinema diliyle anlatan müthiş bir film... İzlerken Snowden gibilerin sayısının artmasını dilemeyi de unutmayın... 


Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız / A Girl Walks Home Alone at Night
Yönetmen: Ana Lily Amirpour
Oyuncular: Sheila Vand, Arash Marandi, Marshall Manesh, Mozhan Marno
Konu: İran’ın Bad City adlı şehrinde tuhaf şeyler yaşanmaktadır. Bu hayalet kasabada birçok sefil ruh kol gezmektedir. Bir kadın vampir, kasabanın azılı suçlularının peşine düşer. Arash, arabasını bir torbacıya kaptırmıştır. Arabasını geri almaya gittiğinde adamın öldürüldüğünü görür. Adam, “Kız” adında, şehri lanetli insanlardan arındırmayı amaçlayan bir vampir tarafından öldürülmüştür.
İlk duyulduğu andan itibaren albenisiyle herkesi cezbeden film, karşılığını veremiyor. Beklentilerinizi düşürerek izleyin... 


Sevim Gözay’dan Keyifli Sohbetler: Sinemaskop Randevular

$
0
0
Hazırladığı televizyon programları ve köşe yazılarıyla tanıdığımız Sevim Gözay’ın 27 isimle buluşup birlikte izledikleri film üzerinden ettiği sohbetleri derlediği “Sinemaskop Randevular”, Esen Kitap etiketiyle raflarda…

Sevim Gözay, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro, TV, gazete dünyasından 27 isimle tek tek buluştu, önce birlikte filmi izledi, sonra da kahve eşliğinde uzun ve keyifli sohbetler kaydetti.  Çocukluk, ilk izlenen filmler, âşık olunan yıldızlar, sinemada duyulan ilk heyecanlar, elinden tutulan anılar, artık olmayan salonlar, yazlık sinemalar, seyyar sinemacılar, enler, favoriler, ödüller, özlemler, umutlar, sinemada başa gelen en acayip olaylar… 

Kitapta söyleşileriyle yer alan isimler şöyle:
Mario Levi, Alin Taşçıyan, Ferdi Eğilmez, Anjelika Akbar, Jehan Barbur, Ümit Ünal, Rahman Altın, Ece Dorsay, Arzu Yanardağ, Yekta Kopan, Doğu Yücel, Hamdi Koç, Ketche, Ceyhun Yılmaz, Itır Esen, Aylin Aslım, Belkıs Özener, Sevinç Erbulak, Ahmet Ümit, Bejan Matur, Pucca, İrfan Değirmenci, Sunay Akın, Özgür Mumcu, Ayça Varlıer, Murat Serezli, Gülriz Sururi

Gülümseyeceğiniz, kederleneceğiniz, çocukluğunuzu düşüneceğiniz ve sonunda bir "izlenecek filmler" listesi hazırlayacağınız Sinemaskop Randevular'ı okumak için kahvelerinizi hazırlayın...

"Türk sineması eğitimimi annemle aldım tamamen. Şişli Sıracevizler'deki Kervan Sineması. Mendil ıslatan filmler..." Mario Levi

"Türkan Şoray'ın oynadığı 'Mine'nin ayrı bir huzuru var bende. Çok önemli bir film bence toplumsal yaşayışımız için." Jehan Barbur

"Rakı şişesi kırılır filmde, 'Ne yaptınız be, nimet bu nimet!' diye ağlar adamın teki. Biz buyuz..." Ceyhun Yılmaz

"Fatsa'da sinemalar aynı İstanbul'daki gibi çalışırdı ve aileler düzenli olarak sinemaya giderlerdi. Taşranın son modern yıllarıydı." Hamdi Koç

"Emek bir sinema sarayıydı. Hakikaten çok hüzünlü, acı verici bir şey. Sevdiğin birinin ölmesi gibi." Ahmet Ümit

"Taşrada doğan çocuklar, İstanbul'da doğanlardan daha çok severler bu kenti. Niye, çünkü biz İstanbul'u sinemada gördük." Sunay Akın

"Kendini yenilemeye devam etmek zorunda sinema. Bu halk, bu öyküler, bu insanlar, hepimiz birlikte eskiyoruz." Gülriz Sururi

Yeni tanışanlar için Sevim Gözay
Televizyoncu, yazar. İstanbul’da doğdu. Yirmi yıl boyunca kamera arkası ve önünde çok sayıda televizyon yapımında görev aldı. Yönetmenliğini ve sunuculuğunu yaptığı Stüdyo: Sinematik Portakal ve Cosmopolis adlı ödüllü programlarıyla tanınıyor. Nokta dergisinde ve Akşam gazetesinde uzun yıllar köşe yazarlığı yaptı. Bak Kim Dans Ediyor adlı gençlik oyununu sahneye koydu. Evlerimiz Şehrin Kıyısında adlı çocuk oyununa yazar ve yönetmen olarak katkıda bulundu. Dönüşüm Muhteşem Olacak adlı güncel sanat performansında sahne aldı. Kızlar ve Babaları adlı kolektif kitaba yazar olarak katkıda bulundu. Kasetten Canlı adlı retrospektif kitaba imza attı. Sinemaskop Randevular, yazarın ikinci kitabı. Şu an ilk romanı üzerinde çalışıyor ve İstanbul’da yaşamaya devam ediyor. 

Esen Kitap, Nisan 2015, 221 Sayfa, 27 TL


Yoldan Çıkartan Kitaplar Serisinden Dördüncü Kitap: Zamanın Üzerinde Seyahat

$
0
0
Faruk Turinay'ın yurtiçi ve gezilerini bizlere büyülü bir dille aktaran seyahatnamesi "Zamanın Üzerinde Seyahat" Esen Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı.  

Turinay kitabının ilk sayfalarında İtalya'ya götürüyor okuru; Floransa, Venedik ve Siena'da dolaştırıyor hayalle gerçeklik arasında. Oradan Dubrovnik ve Batum'a kadar uzanıyor. Türkiye'deyse Giresun'dan başlayıp Mardin'e dek birçok büyülü coğrafyayı adımlıyoruz Turinay ile birlikte.

Şehirler ve eşyalar yüzyılların kokusunu hapseder içine. Ne var ki bu koku öyle hemen hissedilir cinsten değildir. Sonra bir gün, uyurken başının altına kalın ciltler koyan, dalgın, hayalci bir seyyah gelir. Şehrin tenini süsleyen benlere, içindeki eşyalara dokunur ve sihirli lambayı okşayan Alaaddin gibi cini yerinden çıkarır. Bu cin, zamanın ta kendisidir. Ve o dalgın seyyah, bazı geceler Venedik’in Altın Kilise’sinin, bazen berrak deresinden bir avuç su içtiği Fırtına Vadisi’nin, bazen de Mardin’de bir Arap beyinin ihtiyar konağının gerçeküstü resmini yapmaktadır kelimelerle.

Kitabın önsözünü de yazan Murat Belge, şöyle tanımlıyor Faruk Turinay'ın kalemini:
“Seyahatname yazdığımızda, ister istemez, sık sık, kelimelerle resim yapmak durumunda kalıyoruz. Faruk Turinay bunu iyi yapıyor, gör¬düğü şeyler -biçimler, siluetler, renkler- karşısında sahici bir şekilde duygulanıyor ve bu heyecan dediğim o neredeyse imkânsız işi -yani kelimelerle resim çizmek- yapmasına yardımcı oluyor. Turinay da James Joyce’un Dublin hakkında söylediği gibi, tasvir ettiği şehir yeryüzünden tamamen silinse, sırf onun yazdıklarıyla yeni baştan inşa edilebilmesi kaygısıyla yazıyor sanki."

"Yoldan Çıkartan Kitaplar" serisinin 4. kitabı olan Zamanın Üzerinde Seyahat tüm kitapçılarda!

Esen Kitap, Nisan 2015, 220 Sayfa, 25,00 TL


Viewing all 3916 articles
Browse latest View live