Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3909 articles
Browse latest View live

Esen Kitap’tan Çocuklara Tatil Hediyesi : Gereksiz Bilgiler Ansiklopedisi

$
0
0
Yaz tatilini kitap okuyarak geçiren çocuklara eğlenceli bilgilerle öğrenme fırsatı Esen Kitap’ın yeni serisiyle başlıyor. “Çocuklar İçin Gereksiz Bilgiler Ansiklopedisi 1” raflarda.

Matthew Morgan ve Samantha Barnes’ın 2004 yılında yayımlanan “Children's Miscellany: Useless Information That's Essential to Know” ile başlayan seri üç kitap olarak 6-10 yaş arası çocuklar için önerilen bir kaynak olmanın yanı sıra aynı zamanda birçok satar... 

Gerekli ya da gereksiz bilgiye ne zaman nerede ihtiyacımız olacağını asla bilemeyiz. Üstelik bu bilgiler dünyanın her yerinden hem eğlenceli hem de ilginç bilgilerse… Çocuklar İçin Gereksiz Bilgiler Ansiklopedisi’nin 1. cildi çocukların en eğlenceli kitabı olmaya aday bir kitap. Evde, okulda, tatilde, arkadaşlarla buluşmada eğlenceli soru-cevaplarla ve akıl yürütmeyle keyifli dakikalar sunan kitap, çocukların okuma faaliyetlerine renk katıyor.

İnek nasıl sağılır? Dinozorların soyu neden tükenmiş olabilir? Hokkabazlık nasıl yapılır? Yaygın fobiler nelerdir? Antik dünyanın yedi harikası hangileridir? Volkan nasıl yapılır? En akıllı hayvanlar hangileridir? En iyi kaykay numaraları nasıl yapılır? Gerçek aşkının kim olduğunu nasıl öğrenirsin? Tüm bu soruların cevapları da daha bir dolu başka ilginç bilgi Gereksiz Bilgiler Ansiklopedisi 1’de!
Serinin diğer kitapları da çok yakında Esen Kitap’ta…

Çocuklar İçin Gereksiz Bilgiler Ansiklopedisi 1
Yazarlar : Matthew Morgan ve Samantha Barnes
Çizer: Niki Catlow
Çeviren : Seda Çıngay
Yayınevi : Esen Kitap
Türü : Çocuk Kitapları
Temmuz 2015, 1. Basım
Çıkış tarihi : 3 Temmuz
Sayfa Sayısı: 126
Etiket Fiyatı: 15 TL 


Dr. Allan Kellehear'dan Ölme Üzerine Bir İnceleme

$
0
0
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Sosyolog Allan Kellehear’ın yayına hazırladığı “Ölme Üzerine Bir İnceleme” isimli kitabı okurla buluşturuyor. Bireysel Bütünlük, Deneysel Çöküş ve Ruhsal Dönüşüm alt başlığıyla yayınlanan kitap, ölüme dair karmaşıklığı okuyucunun önüne bir parça olsun serebilmeyi amaçlayan bilimcileri ve klinisyenleri bir araya getirirken, okurları ortak yazgımızı daha dikkatli ve daha incelikli biçimde yeniden gözden geçirmeye davet ediyor.

Ölmek nasıl bir şeydir? Bu kitabın yazarlarına bakılırsa, yanıt soruyu kime sorduğunuza bağlıdır. Ölmek ne tek bir şey, ne tek bir deneyim, ne de basitçe sağlık durumundaki kötüleşme ya da zayıflık klişesidir. Her ne kadar ölümün en sık karşılaşılan nedeni hastalık olsa da, ölmeyi hastalık hakkındaki bilgilerimizle kavrayamayız. Ölme her zaman sağlık durumunda kötüleşmeyle, umutsuzlukla ilişkili olmasa da, sağlığını yitirme ve çaresizlik hemen her zaman yaşamın sona erişiyle ilişkilendirilir. Ölme hızlı veya yavaş, kahramanca veya rezilce olabilir ya da hayatın bir simgesi veya beklenmedik bir dönüşümdür.

Bu açılardan bakıldığında, insanın ölme deneyimi karmaşık, çeşitli, şaşırtıcı ve ihtimallerle doludur. Bu kitap, söz konusu karmaşıklığı okuyucunun önüne bir parça olsun serebilmeyi amaçlayan bilimcileri ve klinisyenleri bir araya getiriyor. Onların düşünceleri, örnekleri ve değerlendirmeleri, bize ölmeyi basit bir şekilde üzücü ve kötü bir durum olarak sunan klişelere itibar etmekte fazla aceleci davranmamamız gerektiğini anımsatıyor. Dolayısıyla bu kitabın amacı bizi durup bir daha düşünmeye, ortak yazgımızı daha dikkatli, daha incelikli, hatta daha umutlu biçimde yeniden gözden geçirmeye yüreklendirmektir.

Dr. Allan Kellehear, Middlesex Üniversitesi Sağlık ve Eğitim Okulu’nda Kamu Sağlığı hocasıdır. 1998-2006 yılları arasında Avustralya’da LaTrobe Üniversitesi’nde Palyatif Bakım konusunda ders verdi. 2006-2011 yılları arasında İngiltere’de Bath Üniversitesi’nde sosyoloji hocası olarak görev yaptı. 2011-2013 yılları arasında Kanada’da Nova Scotia’da Dalhousie Üniversitesi’nde Kamu Sağlığı ve Epidemiyoloji konusunda dersler verdi. Yayımlanmış dokuz kitabı ve yüzün üzerinde makalesi vardır.

Eser Adı: Ölme Üzerine Bir İnceleme
Eser Alt Başlığı: Bireysel Bütünlük, Bedensel Çöküş ve Ruhsal Dönüşüm
Orijinal ismi: The Study of Dying. From Autonomy to Transformation
Hazırlayan: Allan Kellehear
Çevirmen: Barış Zeren
Yayınevi : Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi
Türü : Sosyoloji, Tıp Etiği
Temmuz 2015, 1. Basım
Çıkış tarihi : 20 Temmuz 2015
Sayfa Sayısı: 391
Etiket Fiyatı: 35 TL


Vizyona Giren Filmler : 24 Temmuz

$
0
0
Biri yerli sekiz filmin vizyona girdiği hafta her türe göz kırpıyor ve seçeneği bol. Merakla beklenen çok satar uyarlaması “Kağıttan Kentler”, yerli korku “Deccal”, aile ve çevre dostu “Kutupta Macera” öne çıkan filmler... Amerikan işi “İki Aşk Arasında”, Fransız yapımı “Acemi Çapkın” haftanın romantik komedileri olurken, müzikal “Son 5 Yıl” ve düşük bütçeli korku gerilim “Darağacı” da haftanın fiyaskoları... Haftanın en iyisiyse Berlin’den En İyi Yönetmen Ödüllü “Beden”...


Kağıttan Kentler / Paper Towns
Yönetmen: Jake Shreier
Oyuncular: Cara Delevingne, Nat Wolff, Halston Sage, Cara Buono
Konu: Film, kapı komşusu güzel Margo’ya aşık olan Quentin’in hikâyesini anlatıyor. Çocukluklarında iyi arkadaş olan ikili, büyüdüklerinde eskisi gibi yakın olmazlar. Lise hayatlarının sonlarına doğru, Margo, Quentin’i bir dizi şakaya dahil olacağı bir gecede yanında olması için ikna eder. Ertesi gün Margo kaybolur. Quentin ve arkadaşları onu bulmak için yola çıkarlar.
Ergenlere balon satan çöp yazarın bir romanı daha beyazperdede… John Green'in en kötü romanından film çıkarmaya çalışmak da abesle iştigal. Yine formüle bir iş ve ergenlerin yol hikayesi. Elbette yaratıcılıkla alakası yok ve klişelerle ilerliyor. Kötü romandan izlenebilir bir film çıkarmak gibi bir zoru başaran senaristler başta olmak üzere yapım ekibini kutlamak lazım. En azından iyi vakit geçirtmeyi başarmışlar…


Deccal
Yönetmen: Özgür Bakar
Oyuncular: Öznur Serçeler, Bulut Köpük, Aysan Sümercan, Sait Genay
Konu: Başka bir zaman dilimine girdik. Yüzyıllardır geleceği söylenen deccâl doğacak ve insanoğlu kabus dolu yıllar geçirecek. İstanbul’un göbeğinde küçük bir odada tohumlar atılıyor, bütün kehanetler tek tek gerçekleşiyor. Önce Mezopatamya’ya, sonra da tüm Dünya’ya kötülük bir virüs gibi yayılacak. Ona vücut verecek bedeni arayan şeytan ilk filmde doğum sancılarıyla bir gruba kabuslar yaşatırken devam filmlerinde aramızda dolaşacak.
Zaten konu kısırlığı çeken yerli korkuların yine ödünç fikirle yola çıkmasından biz bıktık ama yönetmenler halen bıkmadı. Gidip başyapıtlardan konu araklayarak film yapmanın mantığını halen anlamadıysam da, eli yüzü düzgün ve izlenebilir bir film çıkmış ortaya. Beklentilerin üzerinde… Anlaşılan kopyalaya kopyala öğrenecekler türü…


İki Aşk Arasında / How to Make Love Like an Englishman
Yönetmen: Tom Vaughan
Oyuncular: Pierce Brosnan, Salma Hayek, Jessica Alba, Malcolm McDowell
Konu: Gündüzleri Üniversite’deki görevini başarıyla sürdüren edebiyat profesörü Richard Haig, geceleri ise romantik fantezileriyle meşgul olmaktadır. Richard, çapkınlığı babası Gordon’dan öğrenmiştir ama o her zaman daha fazlasını aramaktadır. Tam da bu sırada, Richard’ın bronz, 25 yaşındaki Amerikalı sevgilisi Kate hamile olduğunu söyleyince, baba olma fikri Richard’ı oldukça heyecanlandırır.
Kadrosu ve yönetmeni iyi, fragmanı da ümit veriyor... Yine de türün tutkunu değilseniz iki kere düşünün derim...


Darağacı / The Gallows
Yönetmenler: Chris Lofing ile Travis Cluff
Oyuncular: Cassidy Gifford, Ryan Shoos, Reese Mishler, Pfeifer Brown
Konu: Bir lisede sahnelenen tiyatro oyunu sırasında, başrolde oynayan öğrencinin ölümüyle sonuçlanan kazadan yirmi yıl sonra, lisenin öğrencileri bu oyunu tekrar sahnelemek ve yarım kalan sahne performansını tamamlamak isterler. Böylece küçük kasabanın lise öğrencileri, yaşanan acı olayı yıldönümde onurlandırmayı planlamaktadırlar. Ancak, bazı şeyleri olduğu gibi bırakmak bazen en iyisidir.
Şimdiden yılın en çok kazananlarından biri olduğunu ilan edelim. 100 bin dolarlık bütçesiyle girdiği vizyonda sadece üç günde 10 milyon doları cebe indirdi. Dünya çapında vizyona giren filmi beğenen herhangi birine rastlanmış değil, notları da çok düşük. Tescilli kötü ama yine de siz bilirsiniz tabii... 


Kutupta Macera / Operasjon Arktis
Yönetmen: Grethe Boe Waal
Oyuncular: Kaisa Gurine Antonsen, Lars Arentz Hansen, Nicolai Cleve Broch, Per Kjerstad
Konu: Spitsbergen adasında bir kar fırtınasına yakalanan üç çocuk, tek başlarına kalır ve aralarından hiçbiri evlerinin nerede olduğunu dahi bilmemektedir. Bir anda kendilerini hayatta kalma mücadelesinin ortasında bulurlar. Bir taraftan rüya gibi bir coğrafyanın masalsı atmosferinin içine giren çocuklar; diğer yandan da kutuptaki sert yaşam koşullarının zorluklarıyla mücadele etmeye çalışırlar.
Çocukları oyalayabilecek ama iz bırakamayacak sıradanlığına rağmen çevreci mesajlarıyla artı puan alabilecek tv filmi tadında bir yapım. Kötü senaryosuna fazla takılmadan manzaranın keyfini çıkarın...


Son 5 Yıl / The Last Five Years
Yönetmen: Richard Lagravenese
Oyuncular: Anna Kendrick, Jeremy Jordan, Natalie Knepp, Tamara Mintz
Konu: Aktris Cathy mesleki olarak pek parlak bir süreçten geçmemektedir. Yazar Jamie’nin şansı ise oldukça iyidir. Yazdığı kitap bestseller olunca ikilinin aralarındaki denge de ufak ufak bozulmaya başlar. İçerlemeler, hınçlanmalar, aldatmalar derken bildik nedenlerle ilişki dağılmaya başlar. Filmin en önemli özelliği, hikâyenin ters bir zamanlamayla ikisi tarafından ayrı ayrı birbirini takip eden şarkılarla anlatılması...
Berbat bir fikir, rezalet bir uygulama ve senaryo... İnsanın üzerine kabus gibi çöken 94 dakika... Müzikallerin içine etmek bu kadar kolay olmamalı diyerek Lagravenese’si eşek sudan gelene kadar dövmek istiyorum!


Acemi Çapkın / Caprice
Yönetmen: Emmanuel Mouret
Oyuncular: Emmanuel Mouret, Virginie Efira, Anais Demoustier, Laurent Stacker
Konu: Kadınlar karşısında iki kelimeyi bir araya getiremeyen utangaç Clement, mucize eseri hayranı olduğu Alicia adındaki güzel oyuncuyla birlikte olmaya başlar. Tam bu olayın keyfini sürecekken sevgilisinin oyunlarından birinde genç ve güzel Caprice ile tanışınca tehlike çanları çalmaya başlar. Acemi bir çapkın olan Clement ne kadar uzak durmak istese de, Caprice’in ona olan ilgisi gitgide artar.
Fransa’nın Woody Allen’ı diyerek yutturulmaya çalışılan balon Mouret yine çizgisinden şaşmamış ve boş vakti öldürme adayı bir film çekmiş. Mevzu yine aynı, karakterler yine klişe... Olabildiğince hafif ve sıradan...


Beden / Cialo
Yönetmen: Malgorzata Szumowska
Oyuncular: Janusz Gajos, Maja Ostaszewska, Justyna Suwala, Ewa Dalkowska
Konu: İşi başından aşkın bir savcının son zamanlarda aklını en çok meşgul eden şey kızıdır. Annesinin ölümünün ardından kendini toparlayamayıp anoreksiyaya yakalanan Olga’yı bir rehabilitasyon merkezine yatırmıştır. Mantığa ve bilime bağlı olan savcı birkaç cinayet davasıyla ilgilenirken kızının kaldığı merkezde ölülerle iletişime geçtiğini iddia eden Anna, Olga’nın öteki dünya ile iletişim kurarak üzerindeki yükü atacağına inanmaktadır.
Bir meselesi olan ve bunu da çok iyi anlatan film haftanın en iyisi olarak vizyonda ama maalesef sadece üç şehirde... Beden ruh ilişkisi üzerine keyifli bir kara komedi...


Tekne Yayınları’ndan Sanat Kitapları

$
0
0
Son yılların en güzel gelişmesi, yayıncılık dünyasını şenlik havasına sokan yeni yayınevleri oluyor. Kapakları, çizgileri ve logolarıyla her birinin gönlümüzde ayrı yeri olurken farklı alternatiflere de kapı açarak çizgilerinde uzmanlaşıyorlar. Tabii bunca çok kitabın yayınladığı dönemde hepsinden haberdar olmak da zor... Neyse ki sosyal medya yetişiyor imdadımıza... Tekne Yayınları’nı da facebook sayfaları sayesinde keşfettim. Sanat tarihi, felsefesi ve kuramsal kitaplarıyla mest olarak hemen size de tanıtayım dedim...

Tekhne Yayınları, Ağutos 2013’de kurulmuş ve ilk kitaplarını Kasım 2013’de yayımlamışlar. Görsel sanatlar, sanat tarihi, sanat felsefesi ve plastik sanatlarla bağıntılı kuramsal kitapları projelendiriyorlar. Türkçe yazılmış ve ülkemiz yazarlarına destek vermeyi öncelikli temel ilkeleri olarak gören yayınevinin Genel Yayın Yönetmenliğini Oya Eroğlu, Yayın Koordinatörlüğünü Aslan Tayfun Alkan, tasarım yönetimini ise Zeynep Akşahin ve Dodi Halili yapmakta.

Hepsi birbirinden iyi görünen kitaplarla dolu yayın kataloglarını da incelemeyi ihmal etmeyin...

PLASTİK SANATLAR SÖZLÜĞÜ - Özkan Eroğlu
160 sayfa, 17 TL 
Var olan sanatsal kavramların-terimlerin dilimize birebir çevrilmesi, pratik biçimde izleyici ve okura sunulması gerçekten sağlam bir birikimi gerektirmekte. Hazırlanacak olan bir başvuru kitabının her kesimden izleyici-okuru da kavraması gerekiyor. Artık izleyici-okurun bilgi birikimi dahilinde; gördüğünü, okuduğunu kavrama, yorumlama ve eleştirme aşamasına gelmesi gerekiyor.
Sizlere sunulan bu “Plastik Sanatlar Sözlüğü”nün, söz konusu başvuru kitapları bağlamında olumlu ve kapsamlı bir örnek olduğunu söyleyebilirim. Sözlük, alfabetik olarak plastik sanatlar (resim, heykel ve mimari) alanının en çok kullanılan terim, tanım, kavramlarını ele almaya çalışmış. Yanı sıra sanatın tarihi, mitolojisi, ikonografisi, felsefesi, estetiği, kuramı, bilimi ve eleştirisine dair kavramlara da yer verilmiş durumda. 

BİR RESME NASIL BAKMALIYIZ? - Özkan Eroğlu
136 sayfa, 15 TL 
Belirtmeliyim ki bu kitap belki “tekil”i, fakat kitapla ilgili verilen dersler, seminerler, konferanslar, yanı sıra başka kitaplarıma ve bana olan etkileri ve insan ilişkilerine dair boyutları ise “çoğul”u ifade ediyor. Mesela kitapta yer alan bazı metinler, üniversite hocalığımın ilk yıllarında fotokopi ile çoğaltıp öğrencilerime dağıttığım “Resmi Görmenin Yolları Üstüne Bir Deneme” isimli çalışmamı, sonrasında ilk kitaplarımdan biri olan “Resmi Yorumlarken”i, özellikle Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde verdiğim heyecanlı ve yaratıcı bulunan derslerimi, şimdi bu derslerin ışığında herbiri yurda yayılmış eğitim veren öğrencilerimi, tüm seminerlerime ilgi gösteren katılımcıları, bu seminerlere mekânlarını açan dostlarımı bana hatırlatıyor ve o güzel günlere beni tekrar geri götürüyor.

SANAT TARİHİ MORFOLOJİSİNE GİRİŞ - Özkan Eroğlu
72 sayfa, 12 TL
Böyle bir sanat tarihi morfolojisi ortaya koymak, en başta sanatın uygulama ve kuramsal yanlarına bir alt yapı oluşturmak içindir. Sanat tarihinin morfolojisi, temel ve sistematik olarak hem biçim hem de biçim dışı norm ve formlarıyla algılanıp, iyice anlaşıldıktan sonra, ancak o zaman sanat filozofisi, sanat 
sosyolojisi, sanat psikolojisi, estetik vb. alanlara yönelik çalışmalar yapılabilir.
Buradaki sanat tarihi morfolojisi, tarafıma ait bir metin ve yapıt seçkisinden meydana gelmiştir. Öznel bir boyut taşır ve bu nedenle dikte ettirmek için değil, örnek teşkil etmek için vardır. Her temel morfolojik katmanın sonuna ilgili fotoğrafları konmuştur. Bunun nedeni, temel her katmanın görselleri arasındaki ilişkileri de plastik olarak alımlayabilmeyi sağlamak içindir.


BİR ELEŞTİRMEN BEDRETTİN CÖMERT - Özkan Eroğlu
104 sayfa, 13 TL 
Bedrettin Cömert’in çalışmaları, şiirlerden, çevirilere, denemelerden, eleştiri yazılarına dek uzanan bir zenginlik içermektedir. Elinizdeki bu kitapta, Cömert, hiç ayrılmadan üzerine gittiği sanatın felsefe ve eleştiri alanlarında derinleşen bir sanat düşünürü tarafıyla ele alınmaya çalışıldı ve özellikle bu yönde yaptığı vurgularına kurgularda bulunuldu.

ÜÇ POSTEMPRESYONİST RUH - Özkan Eroğlu
96 sayfa, 18 TL 
“Cézanne- Van Gogh- Gauguin”. Yazarı kitap hakkında şunları söylüyor: “Değerlendirdiğimiz üç Postempresyonist sanatçının farklı, fakat daha çok da benzer yanlarının olduğunu sizler de fark edeceksiniz. Bu fark edilen benzer yanlar, aslında “yaratıcı sanatçı” içselliğinden kaynaklanan özellikler. Sanatçı-duyularüstü birey tipinin 19. yüzyılla birlikte tekrar canlanışının da bir hali. Fakat bu sanatçılar ağırlıklı olarak yapıtları, yanı sıra mektup, günlük, görüşme notlarıyla bizlere ulaşmış durumda. Bizler elimize geçen bu dokümanlarla onları anlamaya çalışıyoruz, fakat daha çok bu sanatçıların nasıl bir geçiş noktası oluşturduklarını görüp, fark etmemizin ardından, yapıtları aracılığıyla sanat felsefelerinin ne ve nasıl olduğu konularının üzerine giderek, duyularüstü yanlarını ortaya sermeye çalıştık.”

SANATÇI VE DÜŞÜNÜR KANDINSKY - Özkan Eroğlu
96 sayfa, 18 TL 
Yazarı kitap hakkında şunları söylüyor: “En başından beri bir göçebe gibi yaşamaya başlayan Kandinsky’nin bedeni ve ruhu, oradan oraya sürekli göç etmiştir. Anne yurdu Moskova’yı çok sevmiştir, fakat sanat ve düşünce boyutunda, özellikle Almanya onun kişiliğini bulduğu yer olur, tekrar Rusya’da ve Almanya Bauhaus’ta sanat eğitimcisidir, en sonunda da Paris’te bir sanatçı gibi yaşar ve yaşama veda eder. 20. yüzyılın sanat algısında şüphe yoktur ki çok önemli bir figürdür Kandinsky. Somutu, soyuttan ayırmayıp, bunları bir tutarak sanatını ve felsefesini olgunlaştırmış, 1911’de, sanatın ruhsallık/tinsellik bağlamlı yanlarını ortaya koyduğu metinlerinin bir araya geldiği “Über das Geistige in der Kunst” isimli kitabıyla, yüzyılın teorik yapısına önemli bir katkıda bulunmuştur.”

DADA - Özkan Eroğlu
96 sayfa, 14 TL 
Dada, yeni bir etki-tepki mekanizması yaratmıştır. Çünkü sanatın üzerine karşı sanat mantığıyla gitmiştir. Dada, bireyci bir başkaldırının daha sonra aynı yola baş koyanlarca kenetlenerek, bir grup mantığına dönüşmesine neden olmuştur. Dada Zürih’le karnavallaşmaya uğramış, Berlin’de medya kültürüyle tanışmış, Köln’de mikrokozmik bir algılamayla fantastik ve biyoteknik bir boyut kazanmıştır. Hannover’de nostaljik formlara ulaşmış ve bunları değişik boyutlarda değerlendirmiştir. New York’ta modern totemlere dönüşmüş, insan psikolojisinin değişik yorumlarına yönelmiştir. Paris’te ise daha edebi ve tiyatral boyutlarla tanışmıştır.

MARCEL DUCHAMP - Sanatı ve Felsefesi – Özlem Kalkan Erenus
128 sayfa, 15 TL
Yirminci Yüzyıl Sanatı’nın en önemli figürlerinin başında gelen Marcel Duchamp, sanatını retinal algının ötesine taşımayı başarmıştır. Zihinsellik zemini üzerine kurgulanan; düşünceler, kelimeler ve imgelem gücü birbirlerini sürekli etkilerken, bir yandan da kendilerine ait etki alanlarına mutlak biçimde sahip çıkarak görselleşmiş ve yepyeni bir sanat olgusuyla tanışmamızı sağlamıştır. Sanatı başlı başına zihinsel bir etkinliğe dönüştüren Marcel Duchamp’ın yapıtlarını çözümlemeye yönelik bir deneme olarak değerlendirilebilecek bu kitap çalışmasının, görsel sanatların düşünsel boyutlarıyla ilgili yaklaşımlara alçakgönüllü bir katkı sağlaması hedeflenmiştir.

SANATIN TARİHİ- Başlangıcından Günümüze  - Özkan Eroğlu
576 sayfa, 65 TL 
Özkan Eroğlu’nun kaleme aldığı kitap, sanatın ortaya çıktığı ilk zamanlardan günümüze kadarki plastik sanatlar evrimini değerlendirmeye çalışıyor ve bir sistematik “küçük sanat tarihi” (Kleine Kunstgeschichte) öneriyor. Bunu yaparken klasik bir sanat tarihi ve sanatın öyküsü şeklinde değerlendirmelerde bulunmuyor. Elinizdeki kitap, dört temel bölümden meydana gelmiş olup, öznel-nesnel bir yaklaşımla kaleme alınmıştır. Birinci bölümdeki anlatım, “yapıt” olgusu üzerinden ve kronolojik olarak sunulurken, iki ve üçüncü bölümlerdeki anlatım, “sanatçı” olgusu üzerinden, dördüncü bölümdeki anlatımsa oluşumlar üzerinden gerçekleştiriliyor.
"Sanatın Tarihi!.
Özkan Eroğlu, başlangıcından bugüne sanatın küçük bir tarihini sunuyor sizlere.. Kağıt güzel, baskı güzel.. Çünkü içinde o sanat tarihinin fotoğrafları var..
Ansiklopedi gibi kullanın. Merak ettiğiniz dönemi, ya da sanatçıyı okuyun, eserlerine bakın.. Ya da baş ucunuza koyun.. Rastgele bir sayfa açıp, karşınıza çıkanı okuyun yatmadan önce.. Öylesi..
Vaktiniz varsa, başından sonuna okuyun sırayla.. Sanat tarihi uzmanı olun, kendi çapınızda..
Basan Tekhne Yayınları, sanat üzerine başka hoş kitaplar da çıkarmış, geçen yıldan beri..”
Hıncal Uluç Sabah Gazetesi, 01. 11. 2014

ARTE POVERA - Özkan Eroğlu
108 Sayfa, 15 TL 
Bu sanat hareketi için, hareketin sanat eleştirmeni Germano Celant şunları söylüyor: “Arte Povera sanatçısı tıpkı ilkel insan gibi sanki her şeyi yeniden öğrenmeye başlamıştır. Bu yeni başlangıç yanlısı tutum, Arte Povera sanat hareketinin en temel özelliklerindendir. Bir sil baştan algısı devreye girmiş, bu algının en büyük yararı da 20. yüzyılı tazeleyen en önemli sanat hareketlerinden birinin doğmasını sağlamıştır. Yeniden insan olmaya yönelen sanatçı, bir yeni doğan çocuğun başına neler geliyorsa, benzer bir izlek üzerinden hareket etmeyi en başından kabullenmiştir. Zaten yaşamda yeniden ve yeniden başlangıçlar ne kadar çok olursa, bir yaşam o kadar dinamikleşir; işte bunun sanattaki karşılığı Arte Povera’dır.  

SANATTA DERİN HİSLENMENİN FELSEFESİ - Özkan Eroğlu
132 Sayfa, 17 TL 
Öznel bir kavram olan “Stimmung”un Türkçe karşılığının “derin hislenme” olduğuna inanç gösterip, bu inancın özüne dek inmek isteyen bir kitap ile karşı karşıyasınız. Derin hisse sahip ruhların sanat üzerinden gerçekleştirdiği derin hislenmeler, düşünceye dayalı konuların ötesinde, bambaşka dünya keşiflerinin yapılabileceğine işaret etmesi yönünde de özneldir ve ayrıca özel şeylerin sunumunda da yer alır.  
“Sanatın her şeyi, öz suyu: derin hislenme
Elimde bir kitap var; Mephisto’dan aldım. “Sanatta Derin Hislenmenin Felsefesi”. İlk elime geçtiğinden beri elimden bırakamıyorum. Yazarı Özkan Eroğlu; alt yapısını Almanya’da oluşturmuş, deformasyon konusuna bağlı modern ve klasik olgulara bakmış biri. Fakat söz konusu etkilendiğim kitabı bir derin abide. Birçok yönden ruhun, ruhsallığın, analojik boyutun ne demek olduğunu sanatın hem epistemolojik, hem de ontolojik boyutuna ne ve neliğine yönelik bir birikim. Sanat nedir? sorusunun cevabı Türkçede böylesine etkin dile getirilir diye düşünmekten kaçamıyorum.
Eroğlu bir sanat felsefesi dozenti. Fakat araştırınca nette karşımıza dev bir külliyat çıkıyor. Böyle insanlar yerine toplumda sığ kimliklerin dans etiğini gördükçe de üzülüyorsunuz bir taraftan. Anlamı olmayan bir cismin bir işe yaramayacağının farkında kitabın yazarı. Yani bir Hegel gerçekliğini en başta içine sindirmiş duruyor. Aslında Kant’ın kapı araladığı geist-ruh gerçekliğinden Hegel üzerinden geçerek Heidegger’e uğrayarak günümüzde sanata dokunan felsefecilerin ruhsallık bağlamı taşıyan yanlarına dokunan bir iç sesi gerçekliğinin sanatı ne kadar derinden etkilendiğini ortaya koyuyor.
Belli ki felsefe ve sanatta bir şeylerin hayranı yazar. Bunu söylemek şundan; hayranlığa layık olanı incelemek demek anlamına ulaşıyor derin hislenmenin felsefesi. Dolayısı ile sanatın ve felsefenin yenilenmesi birbirleriyle olan alışverişlerine bağlı bir durum gerçekliği demeye getiriyor Eroğlu. Bence de çok haklı görünüyor; çünkü bu son dile getirdiklerimi Danto başta olmak üzere birçok felsefe adamı dile getiriyor. Bizim malımız olan yazar ise konuya daha derinden alarak geliyor.
Eroğlu’nun diğer bütün kitaplarını da okuyacağım. Ülkede böyle düşünce insanlarının varlığını gördükçe umutlanıyorum.” Semavi Ercan

SANATIN YENİDEN İNŞASI - Özkan Eroğlu
84 Sayfa, 15 TL 
Konu ile ilgili Hanno Rauterberg şunları söyler: “Yaratıcı sanat kriter tanımaz”, “yaratıcı sanat yeni bir sunum gerektirir”, “yaratıcı sanat rahatsız eder”, “yaratıcı sanat dürüsttür”, “yaratıcı sanatın zanaat ile işi olmaz”, “yaratıcı sanat reddeder”, “herşey yaratıcı sanat olabilir” “yaratıcı sanat her zaman zor gerçekleşir”, “yaratıcı sanat eleştireldir” ve “yaratıcı sanatın iyi bir düşünceye ihtiyacı vardır”.

BAUDRILLARD’I OKUMAK - Özkan Eroğlu
96 Sayfa, 15 TL
Kitaptaki yazıların en temel amacı, Baudrillard ile sanat ve eleştiri ilişkilerini gündeme getirip, irdelemek istemesi. Baudrillard, ilginç bir 20. yüzyıl düşünürüydü ve düşüncelerini 21. yüzyılın ilk yıllarında da ifade etmeye devam etmişti. Sıra dışıydı, düşünceleri çoğu insanı ciddi biçimde sarsıyordu. Bu tarz adamların yol göstericiliğine, onları doğru değerlendirmek kaydıyla, özellikle bizim gibi toplumların çok ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. 

MİTOLOJİDEN ALEGORİYE - Zühre İndirkaş
86 Sayfa, 15 TL 
Bu çalışmada Batı dünyasının kültürel yapısını besleyen mitosların özellikle Batı resim sanatına yansımaları ve geçirdiği anlamsal dönüşümler tartışılmaktadır. Bilindiği gibi Erwin Panofsky’ye göre sanat yapıtının salt biçim olarak ele alınıp incelenmesi onun anlaşılmasında yetersiz kalır. Biçimin yanı sıra bir de konusu, içeriği ve anlamsal boyutu vardır. Çalışmada Panofsky’nin yöntemiyle yorumlanan üç makale yer almakta. Her biri farklı bir mitolojik kimliğin betimlendiği yapıtlar, din, felsefe, sanatçının kişiliği ve çağının kültürel yapısı bağlamında değerlendirilmiştir.

PERFORMANS SANATI - A. Göknur Gürcan
96 Sayfa, 15 TL
20. yüzyıl başındaki öncü sanatçı gösterilerinden başlayarak bugüne kadar, içinden geçtiği zaman dilimlerinin ruhuyla şekillenen performansın, görece uzun sayılabilecek tarihine baktığımızda; disiplinler arası oluşuyla, net bir zemine oturmayışıyla ve isyankâr duruşuyla, zaman zaman izleyicinin de sınırlarını fazlasıyla zorlayan örneklerle karşılaşıyoruz. Bugün dahi izleyiciyi tetikte tutuyor.” 

TÜRKİYE’DE RESİM SANATI - Tarih, Yorum, Eleştiri”- Özkan Eroğlu
304 Sayfa,  25 TL
Kitap, 90’lı ve 2000’li yıllarda plastik sanatlar alanında yoğun şekilde yazan bir sanat tarihçi-bağımsız eleştirmenin, Türkiye’deki resim sanatının durumunu samimi bir gerçeklikle geçmişten günümüze ortaya koyma çabasını gözler önüne seriyor. Bu çaba, toplumundaki resim sanatı algısının mutlak evrenselliği sorgulayarak hareket etmesi gerektiğinin de önemini dışa vuruyor. Ülkemizdeki resim sanatının kökleriyle işe girişen ve iki temel bölümden oluşan kitap, ayrıca söz konusu bölümleri açan giriş metinlerinde vurgulanan- sadece resim sanatını değil, toplumdaki tüm kültürel olguları olumsuz etkileyen- sosyolojik eksiklikleri de okurun fark etmesini ve bu sorunların üzerinde de düşünmesini arzu ediyor. 
Bilinen, bugüne kadar yazılmış ve sayısı oldukça az olan Türkiye’deki resim sanatı gelişmelerini ortaya koyan yayınlara benzemeyen, dolayısıyla sıra dışı bir bakış açısı getiren kitap, ülkemiz resim sanatının, özellikle yeni bir inşayı zorunlu kıldığı konusunun altını da yaptığı eleştirilerle çiziyor.  Ve eleştirirken, kalıpları kırma ve önerilerde bulunmaktan da geri durmuyor. 
Sonuç olarak yazar, Türkiye’deki resim sanatı ortamında sürekli tekrarlanan ve inandırılmak istenen “benzetimi bol bir olumluluk”a inanç göstermiyor ve ancak samimi bir gerçeklik eşliğinde, görmeyi bilen eleştirel gözler ile resim sanatımızın yeniden inşa edilerek evrenselliğe ulaşabileceği konusunun üzerinde ısrarla duruyor.

SURİÇİ GALATA -  Özkan Eroğlu
104 Sayfa, 15 TL
İstanbul içinde küçük bir İstanbul olarak görülen ve başlı başına bir tarih olan “Suriçi Galata” bölgesi ve aynı ismi taşıyan bu kitap, her şeyden önce bölgeye ve bölge üzerine araştırma yapmak isteyenlere, konuya giriş boyutunda bir hizmette bulunmayı amaçlıyor. Bu çalışmada-birebir dini yapılarla ilgisi olanlar hariç- sivil yapılara yer verilmiyor. Yanı sıra sanat tarihi açısından bir kataloglama değeri bulunan hemen her yapıya da işaret edilmeye gayret ediliyor. Böylece bu kitap, “Suriçi Galata” bölgesiyle ilgili bir tespit çalışması olarak önemli bir konuma yerleşiyor.
Celal Esad Arseven, “Eski Galata ve Binaları” isimli küçük kitabında şöyle demektedir: “Tarihçiler tüm dikkatlerini Bizans şehri üstünde toplamışlardır. Bilginler hiç bir zaman Galata’ya layık olduğu önemi göstermemişlerdir. Galata’nın tarihini yazmak için yakında çok geç olacak, çünkü tekmil Galata değişip yıkılıyor, binaları yerle bir edilip yerine tarihsel çizgileriyle hiç bir bağlantısı olmayan yapılar dikiliyor.” Bugün ise “Suriçi Galata”da gelinen durum Arseven’i fazlasıyla haklı çıkarıyor.

SANAT YARATICI SANAT - Özkan Eroğlu İle Görüşmeler
208 Sayfa, 20 TL
Kitap söz konusu bölüm başlıklarından oluşmakta: “Yaratıcılık nedir? Yaratıcı Kişi Kimdir? ‘Yaratıcı’ doğru terim midir? Sanat bir bilim midir?” “Farklı Yaratıcılık Alanları, Türleri ve Aralarındaki Farklar”, “Yaratıcılık Neden ve Hangi İhtiyaçtan Doğar?”, “Yaratıcı Süreçte Yaşananlar, Yapılanlar ve ‘Ben’in Beslenmesi / Yaratıcı Kimliğin Felsefesi”, “Yaratıcı - Estetik Kurallar / Yaratıcı- İçsel İhtiyaç”, “Yaratıcı - Yaratılan İlişkisi”, “Yaratıcı - Eleştiri / Yorum İlişkisi”, “Yaratıcı Kişi - Siyasal, Sosyal Ekonomik Düzen ve Gelenek”, “Yaratıcının Etkileme Yolu ya da Etkilenmemeyi Seçmesi, Yaratıcılık ve İletişim”, “Yaratı, Görsel Kültür, Tasarım / Yaratıcılığın Anlam Kayması”, “Yaratıcılığın / Yaratıcının Sonu Gelir mi?”başlıkları kapsamında Tuğba Gürkök Uygur soruyor, Sanat Felsefecisi, Eleştirmen Özkan Eroğlu cevaplıyor. Soru ve cevaplar sanat tarihinden felsefeye, sosyolojiden psikolojiye, kimi zaman da sanat ortamlarının günlük yaşamlarına dönük pratik açıklama, yorum ve eleştirileri türlü yönlerden ele alıp değerlendiriyor.


Gölgeli Şarkı : Bir Parçacık Gökyüzü ve Gözyaşı Vadileri

$
0
0
Kadın olmak zordur... Hayatın getirdiği gündelik alışkanlıklar ve görevlerin arasında kendine zaman ayıramayan kadının yaşadıklarını anlatmak da çoğunlukla edebiyata düşer. Aslında düşerdi desek daha doğru. Romanlar artık erkek dünyası üzerine kurulu ve kadınları birer yan obje olarak bilinen tiplemelerden ibaret kullanıyor. Klasik edebiyatın fenomen haline getirdiği o kadın karakterler artık yok. Ergen romanlarında gördüğümüz kadın ana karakterler de neredeyse erkek gibi... O tatlı dil, zerafet ve etkileyicilikten uzaklar... Oysa kadının dili ve üslubu etkileyicidir. Kadın dünyası iyi anlatıldığında daha gerçektir, dokunaklıdır. Tıpkı Conxa’nın hikayesi gibi... Gölgeli Şarkı’nın Concepcio’su gibi...

Dünyaca tanınan Katalan kadın yazar Maria Barbal’ın ilk romanı “Pedra de tartera” Nisan ayında yeni bir yayınevince okura sunuldu. Pınar Savaş’ın çevirisiyle “Gölgeli Şarkı” adını alarak Soyka Yayınları tarafından sunulan Barbal, roman, novella ve tiyatro oyunlarıyla bilinen ve sevilen güçlü bir kalem. 1985’te yayımlanan novellası “Pedra de tartera” büyük yankı uyandırmış ve katalanca yazının en önemli eserlerinden biri haline gelmiş. 

Bir kadının, Conxa’nın öyküsü “Gölgeli Şarkı”... 80 yıllık bir yaşam öyküsü, derinlikli bir anlatı. Çocukluğundan itibaren yoldaşı olduğumuz kadın her sayfada içimize işliyor. Bunu da süsten, ağdadan uzakta sadece salt gerçekle yapıyor. Güllük gülistanlık mutlu bir hayatı yok ama her şeyi duru bir üslupla anlatıyor. Bir köye gittiğinizde yaşlı bir teyzeyle konuşmak gibi... Hani o ateşin başında oturur ve ikramlar önünüze gelirken eskilere dalar da anlatır ya, öyle... Özlemlerini, mutluluğunu, hayal kırıklıklarını, keşkelerini de katar ya sesine... Öyle bir şarkı bu... Barbal da geçiyor karşınıza anlatıyor... Çocukluğunu anlatıyorsa çocuk oluyor, evlendiğinde kadın, doğurduğunda anne... Yaşıyor ve yaşatıyor.

Altı kardeşin beşincisi Conxa... Annesine göre Tanrı istediği için dünyaya gelmiş, ne de olsa onun arzularına boyun eğmek gerekir... Ekmek kıt, boğaz fazla bir dönemde gelmiş dünyaya. Yuvayı yapan dişi kuş olan annesinin bildiği sadece iki şey var: Çalışmak ve tasarruf. Babasıysa çok geniş bir insan... Sert sözler etse de şımartan, anlattığı öykülerle büyüleyen bir adam. Conxa’nın kaderi ise onların yanında değil, teyzesinin yanında büyümek. Bir boğaz daha az olsun bu kıtlıkta... Hem de teyzesine yardım etsin diye ev işlerinde. Tanıdıktan sonra sevilmesi kolay olan ve emirleri anında yerine getirildiği sürece sorun çıkarmayan teyzenin yanında alıyor soluğu Conxa... 11 yaşında yaşanan bu taşınma ile başlayan yeni hayatı hayli zorlu geçiyor. Köylü ancak 16 yaşına geldiğinde içlerine kabul eder onu... Sonrası aşk, mutluluk, acı, savaş ve etkileri... Kısacası tüm çıplaklığıyla hayat!

Barbal kır ve köyden yoksullukla örülü bir yaşamı kısacık ama derinlikli şekilde anlatıyor. Eksiği yok fazlası var. Baskıcı bir dönemi ve savaşı da içinde barındıran anlatımında her notaya aynı tonda basıyor şarkısında. Üslubundan şaşmıyor. En zor dönemi ve en acı olayı bile aynı zerafetle anlatıyor, zorlamıyor. Bunca sadeliğine rağmen duygu yoğunluğunu yaratan üslubu da bu sadece yaşam öyküsünü hepimizin öyküsü haline getiriyor.

Bir parçacık gökyüzü ve gözyaşı vadilerinden oluşan ıstırabımızdır hayat... Her şarkı dansa kaldırmaz insanı... Kayıp cennet gibi hatırlarız aşkı, içimizdeki havluyu atarız bazen, günler yüreğimizin üzerinde bir mezar taşı gibidir çok zaman... Ama hayat bu işte... Barbal’ın doğanın içinden, tarlada çalışan ve ev işlerine yardım eden küçük kızdan aşkla, çocukla, olgunlukla ve torunlarla kadının her halini anlattığı incelikli bir novella “Gölgeli Şarkı”, tadına doyulmayan...

Gölgeli Şarkı / Maria Barbal
Orijinal Adı: Pedra de tartera
Çeviri: Pınar Savaş
Baskı: Nisan 2015 / 1. Basım
Sayfa Sayısı: 92
Etiket Fiyatı: 11 TL


Final Girl : Koş Tavşan Koş

$
0
0
Son yıllarda bizde de artış gösteren ve en büyük tepkiyi koyduğumuz kadın cinayetlerine karşı duyduğumuz öfke hiç dinmiyor. Failler elimize geçse bir kaşık suda boğacağız neredeyse. Toplumca bir intikam duygusu içimizi kavururken bir nebze de olsa bu tatmini yaşayabileceğimiz bir film Kanada & Amerika ortaklığıyla geldi. 2015 yapımı “Final Girl”, seri şekilde kadın öldüren bir gruba cezasını kesiyor...

Johnny Silver, Alejandro Seri ve Stephen Scarlata’nın ortaklaşa yarattığı konuyu Adam Prince senaryolaştırmış ve fotoğrafçı Tyler Shields ilk yönetmenlik deneyimine soyunmuş. Hepsinin ilk işi desek daha doğru olur. Shields yönetmenliği sevmiş ve yıla ikinci filmini sığdırmak üzere senaryosunu da yazıp başrolünde oynadığı “Outlaw” ile uğraşıyor şu sıralar. İlerleyen günlerde adını daha sık duyacağımız şimdiden belli gibi. İlk film için de iyi bir kadro oluşturmuş. Abigail Breslin, Wes Bentley, “V”nin dikkat çeken siması Logan Huffman, “Vikings”in Bjorn’ü Alexander Ludwig, “Birth”te Nicole Kidman’ın reenkarne kocası olarak izlediğimiz Cameron Bright, neredeyse her gençlik filminde kendine yer bulan Reece Thompson ve Emma Paetz’den oluşan oyuncu kadrosunun başını çekenler.

İlginç bir açılış yapıyor “Final Girl”... Annesi ve babası ölmüş bir kızla tanışıyoruz. Duruma “Herkes ölüyor” diyerek tepki veren kızımıza minik bir test yapan adam, “testi geçtin” diyor ve birlikte çalışmaya başlıyorlar. Adını bilmediğimiz adamın karısı öldürülmüş. İntikam için bekliyor ve kızı da eğiterek faillerin karşısına çıkarmaya hazırlıyor. 12 yıllık bu hazırlığın sonunda katillerin karşısına av olarak çıkıyor kızımız... Dört arkadaş belli periyodlarda içlerinden birinin tavladığı kızla randevulaşıyorlar. Bu randevu aslında av. Oynanan küçük bir oyun sonrası kız koşmaya başlıyor ve onlarda kovalayarak sonunda öldürüyorlar. Kızımız da tam onların istediği tipe sahip biri olarak ilgi çekiyor ve avın avcı haline gelip gelemeyeceğini izliyoruz.

Zamandan, mekandan bağımsız bir atmosferde yapılan intikam hazırlığı bu... Shields daha çok altmışlı yıllarda olduğumuzu hissettirmeyi tercih ediyor. Mekanlarda dünyadan bağımsız, sadece orada... Yanında yöresinde bir şey olmadan... Mekanı kullandığı sahnelerde de genişlik ve ferahlığı tercih ederek, insanları olabildiğince küçük göstererek bu atmosferi destekliyor. Her karesini ayrı ayrı düşünerek oluşturmuş filmini. Daha çok fotoğraf çekmiş ve ışığı da ona göre kullanıyor. Kilit sahnelerde direk spot ışığını tek bir noktaya tutarak teatral anlar yaratıyor. Spoiler vermeden örnekleyelim; koca ormanda açık bir alan ve nerden uzandığı belli olmayan bir ipin boynuna geçirildiği adam ve sadece onun üzerine yansıyan ışık. Metnin zenginliği ve metaforlarla yaratılan çeşitliliği destekleyen her karesiyle ilk film için çok iyi bir yönetmenlik çıkarmış Shields.

İyi bir senaryoya sahip “Final Girl”, kötü bir kurgu ve tempo ile kaçırılmış bir fırsat aslında. Zira senaryoyu peliküle aktarırken çok iyi göndermeler yaparak alt metnini dolduran Shields’in çabasına rağmen eksikleri de göze çarpıyor. Kötü adamlarını “otomatik portakal” esintileriyle başarılı şekilde yaratan ve karakterlerini de iyi işleyen filmin intikam hazırlığı aynı oranda gerçekçi durmuyor ve izleyiciye de yansımıyor. İntikam için Veronica’yı destekliyoruz ama adını bilmediğimiz adam ile ilgili hiçbir duygumuz yok. Evet soru işaretlerini oluşturuyor ama öyküde hiçbir fark yaratmadığı gibi, bir şeyi de temsil etmiyor. Oysa kızımız ormana daldığında o kırmızı elbisesiyle kurtların arasına dalan bir “kırmızı başlıklı kız” oluyor hemen. Katillerin korkularının da bolca temsili var ve her biri seri katillerin ortak karakterlerinden beslenmiş. Ana kuzusu olmaları, egoları vs gibi... Metaforlarını iyi seçen filmin bunları yansıtma konusunda bir sorunu yok. Klişelere meyletmiyor ve diyalogları da gayet iyi. Sadece intikam faslını işleyip, hazırlıklarla hiç ilgilenmese çok iyi bir film olabilirmiş.

Tyler Shields'in fotoğrafçılığını gösterdiği her karesi ve ışık kullanımıyla seyri keyifli bir stil denemesi olan “Final Girl”, eksiklerine rağmen farklı bir intikam öyküsü arayanları memnun edecek bir yapım. İyi bir yönetmenin gelişinin de habercisi...


Barely Lethal : Bağlanmak Tehlikelidir

$
0
0
En yalnız kahramanlar olan ajanların işlerini en iyi şekilde yapmaları için en önemli kuraldır bağlanmak. Umursamazlıklarını, kayıtsızlıklarını sekteye uğratacak felaketin başlangıcıdır empati… Birini öldürmeleri gerektiğinde sadece hedef olarak kalması gerekir ne de olsa. O tetiği çekerken aklı karışırsa bir dizi felaketin de siftahını atmış olur. Bağlanmanın tehlikeli olduğunun altını kalın çizgilerle çizen 2015 yapımı “Barely Lethal” konusunu liseli olmakla harmanlayarak anlatıyor. “Çıtır Kaçak Tehlikeli” adıyla ülkemizde de vizyonda…

Senaryoyu John D'Arco kotarırken, Kyle Newman da peliküle aktarmış. 2005’de yazıp yönettiği kısa metrajı “A Grocery Story” dışında bir tecrübesi olmayan D'Arco kamera operatörlüğünden geçiş için ilk adımı atmış. Kısa filmleriyle yaptığı çıkışı video pazarına çektiği “The Hollow” ile taçlandırdıktan sonra 2009’da ilk uzun metrajı “Fanboys” ile keyif veren Newman kısa film tadında video kliplerden sonra gişe hedefi taşıyan bağımsızda bulmuş kendini. Hailee Steinfeld, Thomas Mann, Sophie Turner, Dove Cameron, Toby Sebastian, Gabriel Basso, Jessica Alba ve Samuel L. Jackson da kadronun başını çeken oyuncular.

Önce projenin ilk adımlarına bakalım… Proje, yapımcı Sukee Chew’in, D’Arco’nun senaryosunu diğer yapımcılar Vanessa Coifman ve RKO Pictures’la paylaşmasıyla başlamış. Coifman, “Senaryoyu okuyunca ‘Barely Lethal’e dair ilk izlenimim, sinemada görmek isteyeceğim bir filme dönüşebilme ihtimali olduğuydu. Bir bağımsız film bütçesiyle, büyük yapımlara kafa tutabilecek potansiyele sahipti.” diyor. Hemen projeye start veren yapımcılar doğru yönetmeni aramaya girişmiş. “Kyle Newman’la tanıştığımızda bir anda kafamızın üstündeki ampul yandı. Doğru enerjiye sahipti. Elindeki malzemeyle, liseli gençlerin yaşantısıyla ve söz konusu durumla doğru bağlantıları bir anda kurabilmeye başladı ve bunu çok fazla kişi yapamamıştı.” diyen Coifman’dan sonra Brett Ratner da, “Kyle, gençlerin kültüründen anlıyor. Kyle, genç insanların duygularını ve hareketlerini anlayarak bir adım sonrasını hesaplayabilen biri. Bu yüzden hikayeye sıkıcı olmayan, zeki ve geniş bir açı kazandırabiliyor.” şeklinde devam ediyor. Zeki ve geniş bir açı kazandırılmış liseli tetikçi filmi olma iddiasında “Barely Lethal”… “21 Jump Street”in kadın versiyonu olma ümidi veriyor. Hatta biraz daha fazlası olmaya çalışıyor. 

Bir suikastçılar okulundayız… Prescott kız okulunda eğitim görerek suikastçı olan kızlarımızdan 83’ün aklı normal hayatın nasıl olduğunda. Yaşının getirdiği her şeyin özlemini çekiyor. Eğitmeninin favorisi, çoktan olmuş bir suikastçı. Tehlikeli silah tüccarı Victoria’yı yakalama görevinde yaşananları fırsat bilen 83, durumdan faydalanarak öğrenci değişim programına kaydolarak kendini sıradan bir Amerikan ailesinin yanında buluyor ve Megan’a dönüşerek lise hayatına başlıyor. Elbette pembe bir tablo yok ortada… Lise de suikastçılık kadar zor ve 83’ü herkesin unutmasını beklemek de ütopya.

D'Arco’nun ana fikri orijinal aslında. “The Breakfast Club” başta olmak üzere dönemin en önemli klasiklerine gönderme yaparak onların da tonunu yakalamaya çalışıyor. Megan olmaya en önemli hazırlığı hem klasikler hem de yeni dönemin dizileri ve filmleriyle yapıyor 83. Filmin en iyi anları da öyle ortaya çıkıyor. Suikastçı kızını tipik liseli gence dönüştürmek için de çok zaman harcıyor film. Daha çabuk ve pratik olmak yerine detaylandırma tercihi pahalıya patlıyor. Sürekli izleyicisini dışarda tutuyor ve sıkıcı bir ilk yarı sunuyor. Oysa Megan’ın geçmişi ve kim olduğuna bu kadar odaklanmaya gerek yok. Balo özlemi, statü kazanmak gibi Megan’ın atmak üzere olduğu adımlara daha fazla yer verse en azından öykündüğü gençlik filmlerinin tonuna yaklaşabilir. Yapımcıların sözünü ettiği “büyük yapımlara kafa tutma potansiyeli” için Newman da hafif kalıyor. Filmin tonunu bir türlü tutturamayan yönetmenin fazlaca ciddiye alması nedeniyle eğlence ve komedinin de tadını çıkarmak imkansızlaşıyor. Üstelik inandıramıyor da. Eldeki 96 dakikayı heba eden Newman, kızımızın beklenen aksiyonunu da anlamsızlaştırarak iyi bir final de yapamıyor. Oyunculuklar üzerine bir şey demeye de gerek yok. Zira ortada oyunculuk gerektiren bir karakter yaratımı da yok. Steinfeld’in rol için hayli sönük kaldığını ve “çıtır” olmadığını belirtelim en azından. 

Gişeye oynama iddiası taşısa da internet üzerinden izleyicisiyle buluşan filmin vizyona girdiği tek Avrupa ülkesinin Türkiye olmasının altını çizelim. 12 Haziran’da gösterime giren filmi 4636 kişi izlemiş ama asıl izleyicisini internet ortamından toplamaya devam ediyor. Herhangi bir türe ait olamayan yarım yamalak bir film “Çıtır Kaçak Tehlikeli”… Ne macera olabiliyor, ne aksiyon ne de komedi. Ailecek izlenebilir bir vasat olmaktan da çok uzakta. Zamanını boşa harcamayı sevenler için biçilmiş kaftan.


Mert Çuhadaroğlu’ndan Yeni Bir Hayat İçin “Yarına Notlar”

$
0
0
Büyük ilgi gören kişisel gelişim kitapları “Hayatını Seç” ve “Hayatını Değiştir”in yazarı Mert Çuhadaroğlu’ndan yeni bir kitap. Yazarın “Yarına Notlar” adlı yeni kitabı Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlandı. Yaşam koçluğu yapan Mert Çuhadaroğlu, sürükleyici diliyle farkındalık yaratmaya devam ediyor. Kitabın arka kapak yazısında okura şöyle sesleniliyor:

“Hayatını Seç” ve “Hayatını Değiştir” kitaplarının yazarı Mert Çuhadaroğlu bu defa ister bir solukta okuyup bitireceğiniz isterseniz her gün başka bir sayfasını açıp kendinize bir not seçebileceğiniz özel ve keyifli bir kitapla karşınıza çıkıyor. 

Bu kitap tam ihtiyacınız olan zamanda tam ihtiyacınız olan cümleyi size vermeyi vaat ediyor. Her gün bir defa kitabı açın, ister sırayla, ister gelişigüzel seçilmiş bir yarına not okuyun. Karşınıza çıkacak olan not en çok ihtiyaç duyduğunuz şey olacak, hayatta her zaman öyle olur. İçinde olduğumuz deneyim en fazla şey öğrenebileceğimiz deneyimdir.

“Hayatını Seç” ve “Hayatını Değiştir” isimli kitaplarımdan sonra sizleri üçüncü kez bir yolculuğa davet ediyorum. Bırakın yarına notlar geleceğinizi aydınlatsın, yolunuzu daha kolay çizmenize ve kendi notlarınızı oluşturmanıza yardımcı olsun.

Yarına not: İç sesine güven ve bir not seç.

Yarına Notlar, Mert Çuhadaroğlu, Yitik Ülke Yayınları, Kişisel Gelişim, 230 sf, 20 TL


Uzmanlardan İş Hayatına Yardımcı Kaynak : Pazarlama Sırları

$
0
0
Başarılı bir iş hayatı ve mükemmel iş iletişimi becerilerini kazanmak için artık bir yardımcınız daha var. NTV Yayınları’nın İş Hayatının Sırları serisi size bu konuda destek verecek. 

İŞ HAYATININ SIRLARI – UZMANLAR ANLATIYOR!
PAZARLAMA SIRLARI
İş dünyasına ait tüm sırlar uzmanlar tarafından sizlere aktarılıyor! 

Pazarda ürününüz için nasıl yer belirlersiniz?
Sıkı bir iş planı için ne yapmanız gerekir?
Akılda kalıcı bir tanıtım bulmanın faydası ne olur?
Yeni teknolojilerden neden faydalanmanız gerekir?
Müşterilerinize kulak vermenin ne gibi getirileri olacaktır?

Pazarlamanın felsefesini öğrenmek için tüm detaylar serinin altıncı kitabı Pazarlama Sırları’nda.

Yazar : Peter Spalton
Çevirmen : Aysun Babacan
NTV Yayınları
Tür:İş Kitapları
Yayın Tarihi: Temmuz 2015
Sayfa : 128 syf
Fiyat : 12,9 TL


Red Knot : Balinaların Şarkısı

$
0
0
Aşk gözleri ne kadar kör ederse etsin, onsuz yaşamak cehennemin adı olsun en büyük sınav birlikte çıkılan yolculuktur. Bir de bu yolculukta bir tarafın ilgi alanı ağır basıyorsa iyice zorlaşır o sınav. Aşk ilgi ister, gözler başkasını görmesin ister... Bu sınavın yarattığı mesafeleri ve kopmaları şiirsel bir dille güzel bir ezgi gibi anlatır “Red Knot”, kutuplara doğru giden bir gemide...

Chloe... Sanatçı, evli, mutlu, tutkulu, heyecanlı... Peter... Doğa aşığı, kutuplar ve Antartika takıntılı bir kaşif... İçleri sığmıyor içlerine, görmüyor gözleri birbirlerinden başkasını. İçlerinde kelebekler... Balayı için seçimleri, Antartika’ya giden bir gemi... İşin üstadlarının da yapacağı yolculuğa eşlik etme fırsatı. Peter için hayatın anlamı ve nihayet tutkusunu giderme fırsatı. Nedenini bilmese de hep içinde kutuplar... Ait olduğu yere yapılan bir gezi. Chloe içinse durum farklı... Eşe destek hali onunki, onun dünyası değil bu ama yanında yer almalı, değerlendirmeli eşi bu fırsatı. Aşkları, evlilikleri, ilişkileri, birbirlerine olan güvenleri olur gemi... Süzüldükçe denizde, tıpkı varış noktaları gibi olurlar ayrı kutuplar...

Roger Payne... Okyanus İttifakının kurucusu ve başkanı ünlü biyolog... Kendini oynar filmde, o da gemidedir eşiyle birlikte. Onun keşfidir “balinaların şarkısı”... 1968’de kambur balinaların söylediği "şarkıları" keşfetmesi ve bazı balina türlerinin birbirleriyle binlerce kilometre öteden iletişim kurabildiklerini saptamasıyla tanınır dünyada adı. Filme belgesel tonu kazandırır, gerçekçiliği sağlar, zemin olur “Red Knot”a... Biraz yavaşlatılınca balinaların sesi, kuşların ötüşüne benzer der...

Chloe ve Peter birer muhabbet kuşudur gemiye bindiklerinde... Kuşlar gibi şakırlar birbirlerine. İdolünü karşısında bulan Peter zamanını onula geçirince başlar mesafe... Eşini görmez olur gözü, kambur balinaya döner... 

Yazan ve yöneten Scott Cohen’dir... İlk filmidir ve adamıştır eşine... Olivia Thirlby ve Vincent Katheiser aşıklarımızdır... Billy Campbell da eşliktedir onlara kaptan rolünde. Keşif gemisinde tek kamera ile gezinir Cohen, denizi alır kadrajına penguenleri, fokları, kutupları... Belgesel tonu da verir bolca ama şiirseldir... Söylenenlerden çok söylenmeyenlerin filmidir... Garth Stevenson imzalı müzikler de etkileyiciliğini katlar... Genel izleyici için durağandır, gemide geçer ve bol yakın plan barındırır.

Eni sonu aşktır bu... Her aşk gibi değişkendir... Çıkılan yolculuk gibi değişkendir. Bazen hep güneşlidir, bazen hep gece, bazen hep alacakaranlık... Ya buzul olur birbirlerine aşıklar, ya da erirler birbirlerine akan su olur karışır...


İletişim Yayınları’ndan Ağustos Yenileri

$
0
0
İletişim Yayınları Ağustos ayını altı kitapla karşılıyor. Mehmet Batur’un “Madunköy”ü yeni bir yazarın ilk kitabını okura sunarken, Emrah Polat’ın yeni romanı “Köpek Adamlar”, Serhan Ergin’in yeni kitabı “Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar” bu ayın Türk Edebiyatı örnekleri… Nurettin Aslan’ın Dersim’in kendine has bir özelliğini, şehirde delilere gösterilen hürmeti anlatan kitabı “Dersim’in Divane Delileri” bugünün kitapları serisinin, Memet Kara’nın “Ordu’lu Emin’in Kurtuluş Tarihi” anı dizisinin ve Bahar Gökpınar’ın Ayşe Leman Karaosmanoğlu’nun hayatını feminist bir bakış açısıyla kaleme aldığı “Bir Sefirenin Özel Arşivine Yolculuk” da biyografi dizisinin yeni kitapları.


Madunköy / Mehmet Batur
İletişim Yayınları, yeni bir yazarın ilk kitabını okurlara sunuyor: Madunköy. Mehmet Batur, “kurtarılmış bölge” ilan edilen bir kenar mahallede, bir polisin öldürülmesiyle başlayan ve mahalle halkıyla polisin karşılıklı çatışmalarıyla devam eden bir zaman dilimini tüm çarpıcılığıyla anlatıyor. Türküyle, Kürdüyle, aşiretiyle, tarikatıyla hem kurgusal hem de bir o kadar gerçek bir mahalle olan Madunköy’de yaşananlar, Türkiye siyasetinin toplumsal yaşama olan yansımalarını dile getiriyor.

Zincire vurulmuş kürek mahkûmuyken bile özgür olan bir ruh: Babanı ara, babanı bul, babanı yok et! Bu yolları sen yapıyorsun adımlarınla; rehberin, yoldaşın, umudun sadece cesaretin... Korkma! Dünyanın bütün polisleri ve dünyanın bütün katilleri seni biliyorlar ama sen korkma, ellerinden gelmeyecek sana dokunmak, bütün bu paslı demir parmaklıklar onların dilleri.
Rehberin, yoldaşın, umudun senin yalnızlığındır...
Yalnızlık senin tabancan!

İstanbul’da kavgacı bir mahalle Madunköy. Milletin gitmeye korktuğu, polisin girerken silahını okkaladığı bir mahalle… Lambaların pır pır ettiği, günah gibi karanlık sokakların olduğu, geveze, gözü kara, tozlu ve meydan okuyan bir mahalle… Bir gece mahallede bir polis öldürülür, sonra bir tane daha… Sonra polisler bizimkilere, bizimkiler polislere dalar… Sonra daha başka şeyler…
Kürtler, Lazlar, Türkler, Balkanlılar, aşiretler, tarikatlar, siyasiler, kabadayılar, ruhunu kaynar sular gibi fokurdatan türlü erkekler…

Mehmet Batur, Madunköy’de bir kenar mahallenin tarihini anlatıyor: Boşluğu, görünenden fazlasını, eski defterleri… Madunköy’de herkesin her şeyle ilgisi var.

Madunköy, sert bir dengenin, duyulmayanların, her yerde anlatılmayanların romanı…
Türkçe Edebiyat, 344 sayfa, 23,50 TL


Köpek Adamlar / Emrah Polat
Emrah Polat, İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı Köpek Adamlar’da “başka” bir Ankara hikâyesi anlatıyor. Ankara’nın kenar mahallelerinde, köpek dövüştüren adamları ve onların etrafındaki hayatları konu eden yazar, aykırı diliyle diğerlerinden farklı olanın anlatılmaya değer olduğunu gösteriyor. 

Köpekler, saatlerce çayırda güreşmiş pehlivanlar gibi soluyarak uzun aralar verdiğinde, “Hadi oğlum saldır!” komutuyla hareketleniyor, bu kez meydandan, “Aferin oğlum!” sesleri yükseliyordu.
Sahipleri, galip gelmeleri için köpeklerini ne kadar hırslandırırsa hırslandırsın bu tür dövüşlerin çoğunlukla değişmeyen kuralı yine gerçekleşti: Güçlü ve gücünü kullanmasını bilen akıllı köpek kazandı.

Boynundan sıkıca yakaladığı Kara’yı bir süre sallayan Atılgan onu yere yatırmış ve siyah tüyleri arasından sicim gibi akmaya başlayan kanları, başını salladıkça etrafa sıçratarak rakibini boğmaya başlamıştı.

Emrah Polat, Ankara’nın kenarlarını anlatıyor. Yoksulları, muhtaçları, kaybedenleri, para için takla atanları, onları tanıyanları, delirenleri, küfredenleri… Yalanı, riyayı, kumpası… Köpek dövüştürenleri, köpekler gibi dövüşenleri, ne yapsa yetmeyenleri, ne olsa eksik kalanları, çöplüğe gömülenleri, ezilenleri, canavarları, ayrık otlarını, diş izlerini…
Köpek Adamlar, başka türlü bir Angara hikâyesi, ısırır…
Türkçe Edebiyat, 156 sayfa, 15 TL


Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar / Serhan Ergin
Serhan Ergin’in yeni kitabı Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar, İletişim Yayınları tarafından okura sunuldu. Minimalist bir çizgide ilerleyen roman, üç arkadaş arasındaki ilişkileri konu alıyor. Romanda esas ilgi çeken taraf ise yazarın aklımızdan geçenleri, konuşulan ve konuşulmayanları, aşk ile arkadaşlık arasındaki ince sınırı yalın bir dille anlatması… 

Bize kalsa böyle geçerdi akşamlar. Ama Filiz geldi. Filiz’in istekleri senin de isteklerin oldu (zaten her ilişkinde kendini değiştirmeye teşne oldun), sizin isteklerinize de ben uydum.

Ankara’nın gri, ara sıra yağmurlu, ara sıra karlı ve yaz boyu sessiz ve terli sokaklarında dolaşan üç arkadaş… Hadi oturalım diye bir pastaneye girdiklerinde peynirli börek ve çay isteyen Zafer; Frenk üzümlü pasta ve cappucino sipariş eden Filiz; onların yanında, hiçbir şey istemediğini söyleyen Mahir… Niye hep beraber dolaşıyor ki bunlar?

Zafer ile Filiz kol kola, Mahir’in elleri ceplerinde; Tunalı’da, Karanfil Sokak’ta, Opera’da, Sakarya’da geçen akşamlar; gidilen barlar, içilen içkiler; ardından böyle geçmeyen tek bir akşam… Başka ne var Zafer?

Serhan Ergin’in aşkın ve arkadaşlığın kıyılarını, usul usul akıldan geçenleri anlattığı Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar gündelik dilin akıcılığıyla, yalnızca “ben, sen ve o” özneleri kullanılarak yazılmış minimalist bir roman.
Türkçe Edebiyat, 184 sayfa, 16,00 TL


Dersim'in Divane Delileri / Nurettin Aslan
Nurettin Aslan’ın Dersim’in kendine has bir özelliğini, şehirde delilere gösterilen hürmeti anlatan kitabı Dersim’in Divane Delileri İletişim Yayınları’ndan çıktı. Merkezinde bir delinin heykelinin dikili olduğu bu şehrin, anıları ağızdan ağıza dolaşan delilerini anlatan yazar, “En açık sözlü insan, deliler ve çocuklardır” sözünü düstur edinmiş. Aktarılan hikâyeler, saflıkları ve bilgelikleriyle sizi etkileyecek.

“Ero bana cigara verin de cigerlerim sevinsin, elbise vererek tenimi sevindirmeyin. Altı üstü bir deri parçası, sevinse ne olur, sevinmese ne olur. İçimi sevindirin ero. İnsan doğduğunda elbisesiz doğdu, doğan çocuk elbiseliler kadar hasta değildi. Ne zaman elbise giyindiyse hasta oldu. Elbiselilerin ortaya çıkmasıyla hastalık başladı, dünya kirlendi. İnsanın rezilliği elbiseler altındaki bedende gizlidir ero.”

Dersim’in, resmî adıyla Tunceli’nin il merkezinde, tamamen gayrı resmî bir şahsiyetin heykeli dikilidir: Şewuşen. Dersim’in divane delilerinin en meşhurlarından biri. Delilere hürmet etmek, önem vermek, Dersim’i Dersim yapan özelliklerden biri.

Nurettin Aslan, “En açık sözlü insan, deliler ve çocuklardır” hikmetinin yol göstericiliğinde, Dersim’in tanıdığı ve rivayetlerini dinlediği delilerinin hikâyelerini anlatıyor. “Aklından başka her şeyini yitirmişlerin”, “güzel delilerin” hikâyeleri… İsteyen fıkra gibi okur, isteyen masal gibi - isteyen mesel gibi, bilgelik anlatısı gibi… 
Bugünün Kitapları, 310 sayfa, 23,80 TL


Ordulu Emin'in "Kurtuluş" Tarihi / Memet Kara
İletişim Yayınları anı dizisine yeni bir kitap kattı: Ordu’lu Emin’in Kurtuluş Tarihi. “Ordu’lu Emin” kod adını taşıyan ve 70’lerde sol hareketin içinde bir militan olarak yer alan Memet Kara, kaleme aldığı anılarında bizi o yıllara götürüyor ve sosyalist mücadelenin samimi bir muhasebesini yapıyor. 12 Eylül’le birlikte kaybolan birçok şeyin aksine, yaşananlar belleğimizden silinmesin diye…

“Anne babasının yanında sigara bile içemeyen, evin sakin çocuğu olan benim; silahtan, polisten, kavgadan uzak durmam, yanına bile yaklaşmamam gerekirdi. İşin aslı korkuyordum. Polise yakalandığımda dizlerim titriyor, neredeyse birbirine çarpıyordu. Ama polisten kurtulduğumda aynı şeyleri yine yapıyordum. Faşistlerle kavgaya giderken içime bir korku giriyor, ama bu benim oraya gidip kavga etmeme engel olmuyordu. (…) Kendi yaşadıklarımdan anladığım kadarıyla cesaret korkmamak değil, yapacağını korka korka yapmaktır. Belki de başkaları hiç korkmuyordur. Bilmiyorum. Ben korkuyordum, ne ki korku beni mücadeleden alıkoymuyordu.”

“Kurtuluş Tarihi” başlığı, hem bireysel ve toplumsal bir “kurtuluş” özlemini, bir özgürleşme mücadelesini anlatıyor: 1970’lerin sosyalist hareketi içinde yer almış bir gencin “sıradan” bir militan olarak hikâyesi… Hem de dönemin siyasal hareketlerinden Kurtuluş’un hikâyesini anlatıyor bu başlık.

Kod ismi kullanması sayesinde 12 Eylül’ü yakalanmadan atlattığını söyleyen “Ordulu Emin”, sadece 1970’lerin değil, 80’lerin ve sonrasının devrimci sosyalist mücadele ortamının canlı bir tasvirini yapıyor. Bir o kadar da samimi bir muhasebesini…
Anı Dizisi, 259 sayfa, 20,80


Müphem Bir Kadının Feminist Biyografi ile Kurgulanışı Ayşe Leman Karaosmanoğlu
Bir Sefirenin Özel Arşivine Yolculuk / Bahar Gökpınar
İletişim Yayınları, Bahar Gökpınar’ın Ayşe Leman Karaosmanoğlu’nun hayatını feminist bir bakış açısıyla kaleme aldığı biyografi çalışmasını okurlara sundu. Etrafında yer alan son derece güçlü erkek siyasi aktörlerin arasında kendisine alan açmayı başarmış, eşi Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte çeşitli ülkelerde sefire olarak bulunmuş Leman Hanım’ın anıları; o dönemin siyasî hayatını anlamamıza yardımcı olacak birçok ipucuyla bezeli…

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kabuk değiştirdiği yıllarda bu değişimi en yakından gözlemleme imkânı bulmuş, hatta değişimin erkek figürleri arasında kendine yer açmayı başarmış bir kadın Ayşe Leman Karaosmanoğlu... Bir paşa kızı, siyasetçi kardeşi ve sefir eşi.

Bahar Gökpınar, döneminin önemli siyasi figürlerinden biri olan yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eşi Leman Hanım’ın özel arşivini feminist biyografi kurgusuyla gün ışığına çıkarıyor. Biyografi yazımının sorunlarının ve biyograf ile nesnesi arasındaki karmaşık ilişkinin getirdiği engelleri gözettiği çalışmasını, nesnesinden yola çıkıp kendisine varan bir çizgide kurgulayarak, onu diğer biyografilerden farklı bir yere taşıyor. Leman Hanım’ın sosyal çevresinin yanı sıra Yakup Kadri ile olan ilişkisini de gerek fotoğraflar gerek mektuplar vasıtasıyla görünür kılan Gökpınar, feminist bakış açısını kaybetmeden bugüne kadar dillendirilmemiş bir yaşam hikâyesi anlatıyor. Hayatındaki önemli erkek figürler arasında çoğunlukla arka planda durmayı ve müphem kalmayı tercih eden, Yakup Kadri’nin “aziz rakibem” dediği bir kadını, geride bıraktığı mirası üzerinden anlamlandırmaya çalışıyor. Bunu yaparken Leman Hanım’ın sadece tarihsel bir özne olarak konumuna değil, kadın kimliğine de ışık tutuyor. Bu sayede Leman Hanım’ın doksan altı yıllık ömrüne sığdırdığı anılarını, özenle biriktirdiği mahreminde izleyerek, okura dönemin sosyo-kültürel tarihinden de önemli kareler aktarıyor.
Araştırma İnceleme Kitapları, 144 sayfa, 14,00 TL



Vizyona Giren Filmler : 31 Temmuz

$
0
0
Biri yerli altı filmin vizyona girdiği haftada görevimiz tehlike! Bolca kopyayla salonları işgal eden “Mission: Impossible – Rogue Nation” haftaya damgasını vurmakla kalmıyor, beklentileri de karşılıyor. Nuh'un Gemisi parodisi olan eğlenceli animasyon "Kahraman Miçolar”, MİT krizini beyazperdeye taşıyan “Darbe” ve François Ozon imzalı “Yeni Kız Arkadaşım” da diğer alternatifler. Kırklı yaşlarını yaşayanların zamana ayak uydurma sorunu işleyen “While We’re Young” ve tek planın büyüleyici deneyimini yaşatan “Victoria” ise haftanın en iyileri...


Mission: Impossible – Rogue Nation
Yönetmen: Christopher McQuarrie
Oyuncular: Tom Cruise, Jeremy Renner, Simon Pegg, Rebecca Ferguson
Konu: IMF feshedilip Ethan açıkta kalınca ekip, Sendika adında son derece yetenekli özel ajanlardan oluşan bir örgütle karşı karşıya kalır. Bu iyi eğitilmiş ajanlar, hızla artan bir dizi terör saldırısıyla yeni bir dünya düzeni yaratmaya kararlıdır. Ethan, ekibini toplar ve bu hain şebekenin üyesi olup olmadığı belirsiz olan, dışlanmış İngiliz ajan Ilsa Faust ile güçlerini birleştirir. Ekip, bugüne kadarki en tehlikeli görevleriyle yüzleşir.
Albenisi hiç eskimeyen serinin beşinci filminde her şey yerli yerinde... Dördüncü filmde olduğu gibi yine ekip işine ağırlık vererek her karakterine daha iyi dağıtım yaparak dizilerden alışık olduğumuz havayı yakalıyor ve eğlendiriyor. Beklentilerin üzerinde iyi bir takım oyunu...


Kahraman Miçolar / Ooops! Noah is Gone…
Yönetmenler: Toby Genkel ile Sean McCormack
Konu: Nuh, gemisini terk edince hayvanlar tek başlarına kalır. Dünyanın sonu gelmiştir. Büyük bir sel yaklaşmaktadır. Neyse ki karada yaşayan sakar bir tür olan Nestrian’lardan Dave ve oğlu Finny’yi ve bütün hayvanları kurtaracak bir gemi yapılmıştır. Fakat görünen odur ki, Nestrian’ların bu gemiye binmesi yasaktır. Başlarına binbir çeşit macera gelecektir.


Darbe
Yönetmen: Yasin Uslu
Oyuncular: Cansel Elçin, Erdinç Gülener, Öykü Çelik, Şemsi İnkaya, Ahmet Somers
Konu: Darbe, 7 Şubat 2012’de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ın KCK soruşturması kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmasıyla başlayan MİT krizini beyazperdeye taşıyor. Siyaset tarihimizde daha önce eşi görülmemiş bir entrikayı konu alan Darbe, sahte belge, tuzak, asılsız ihbar, casusluk, tehdit, şantaj gibi konuları da ele alıyor.


Victoria
Yönetmen: Sebastian Schipper
Oyuncular: Laia Costa, Frederick Lau, Franz Rogowski, Burak Yiğit
Konu: 2015 Berlin Film Festivali’nde büyük beğeni kazanan film 140 dakikalık tek plandan oluşan bir sinema deneyimi. Yönetmeni Sebastian Schipper’ın “Bu bir banka soygunu filmi değil. Bu bir banka soygunu.” diye tanımladığı film, izleyicisini genç bir turist olan Victoria ile beraber Berlin sokaklarında bir maceranın ortasına bırakıveriyor. Victoria, bir kulübün çıkışında dört gençle tanışır ve kendini banka soygununa kadar uzanacak olayların içinde bulur.
Evet bildik bir hikaye ama tek plan tercihiyle sahici ve etkileyici bir hikaye. İyi hazırlanılmış ve saat gibi işleyen bir film. İzleyene “sinema bir şenliktir” dedirten, coşku veren harika bir deneyim... Maalesef sadece dört şehirde gösterimde... Şanslı iller bu fırsatı kaçırmasın.


Yeni Kız Arkadaşım / Une Nouvelle Aime
Yönetmen: François Ozon
Oyuncular: Romain Duris, Anais Demoustier, Raphael Personnaz, Isild Le Besco
Konu: Claire, en yakın arkadaşı Lea’nın ölümünün ardından derin bir depresyona girer. Ancak hayatında kalan son arkadaşının kocasıyla sürpriz bir şekilde tanışınca hayata tutunması için yepyeni bir sebep doğacaktır. 
Son yıllarda nicelik ve nitelik dengesini tutturamamış da olsa, düşüşte de olsa her Ozon filmi tipik ortak noktalarıyla seyirciye istediğini vermeye devam ediyor. Yine vasatın altına düşmemiş keyifli bir melodram anlatıyor.


While We’re Young
Yönetmen: Noah Baumbach
Oyuncular: Ben Stiller, Naomi Watts, Adam Driver, Amanda Seyfried, Charles Grodin
Konu: Josh ve eşi Cornelia’nın yaşamları son zamanlarda daha sıkıcı ve renksiz bir hal almıştır. Orta yaş bunalımlarına ilaveten olarak, rutin ve sıradan hayatları artık onları oldukça yormaktadır. Belgeselci Josh´ın öğrencileri Jamie ve Darby ise özgür ruhlu, genç bir çifttir. Cornelia ile Josh bu yeni çiftle zaman geçirmeye başladıktan sonra büyük bir değişim içine girerler ancak bu hiç de kolay olmayacaktır.
Özellikle benim gibi 40’lı yaşlarda olanlar için tam bir ayna. Baumbach iki kuşağı bir araya getirerek aradaki farkları işliyor ve eskinin yeniye ayak uydurmak yerine kabullenmeme hallerini zekice resmediyor. Gençler için aynı anlamı taşımayabilir hatta durağan bile gelebilir ama çok iyi bir film. 



Avrupa’nın En Büyük Festivali Sziget Festivali’ne 10 Gün Kaldı!

$
0
0
70 ülkeden gelen 415.000 festival severle birlikte 60’tan fazla sahnede yüzlerce dünya yıldızını izlemeye, bir hafta boyunca hiç durmadan eğlenmeye, ‘‘Özgürlük Adası’’nda en güzel festival tatilimizi geçirmeye 10 gün kaldı! 

10-17 Ağustos 2015 tarihleri arasında gerçekleşecek olan Sziget Festivali’nin tüm festival programı tamamlandı.

Açılışını Türkiye’de henüz sahne almamış ve heyecanla beklenen Robbie Williams ve kapanışını Hollanda’nın en ünlü DJ’lerinden biri olan Martin Garrix’in yapacağı Sziget'te bu sene Florence & the Machine, Kings of Leon, Foals, Interpol, Kasabian, Limp Bizkit, Alt-J, Avicii, Ellen Allien, Ellie Goulding, Gramatik, Gogol Bordello, Goran Bregovic Wedding and Funeral Band, Hernan Cattaneo, Infected Mushroom, Kwabs, Jungle, Jamie Woon, Knife Party, Nero, Major Lazer, Tyler The Creator, Paloma Faith ve daha fazlası sahne alacak!

Müzikten sirk ve tiyatro gösterilerine, evlenme çadırından poker çadırına, Sziget plajından Macaristan’ın ünlü meyhanelerine kadar yüzlerce etkinlik alanına sahip Sziget Festivali’ne bu sene ilk defa 1000’e yakın Türk ziyaretçi katılacak.

YÖKŞ ilk defa Sziget’te!
Bu yıl ilk defa gerçekleşen Karnaval.com Sziget Talent Turkey 2015’te 50’ye yakın grup arasından halk oylaması ve jüri oylaması ile birinciliği kazanan Yok Öyle Kararlı Şeyler Sziget Festivali’nde dünyaca ünlü sanatçılar ile birlikte aynı festivalde performans gösterecek.

Türkiye’de oluşan son dönem alternatif akımın en önemli temsilcilerinden birisi olan Yok Öyle Kararlı Şeyler geçtiğimiz yıl Funorg etiketiyle yayımladığı kendi adını taşıyan albümleriyle isimlerinden çokça söz ettirdi. Kendine has sound’u, samimi ve zaman zaman espirili şarkı sözleri ile dikkatleri üzerine toplayan grup müziğini ise “Batı’nın iyi taraflarını alan Rock” olarak tanımlıyor. Sziget’e özel bir şov hazırlayan ve festivalde ses getirmeyi hedefleyen grup, 10 Ağustos saat 20:00’de British Knights Europe Stage’de sahne alacak.

Sziget’te kamp ateşi etrafında bir Türk müzisyen
Tüm dünyadan 100’den fazla müzisyenin videolarını internete yüklemesi ve yine tüm dünyadan Szigetsever’in katıldığı online oylama sonucunda Türkiye’den Özgün Semerci’nin de aralarında bulunduğu 28 müzisyen Campfire alanında sahne alacak. 

15 Ağustos 2015 Cumartesi günü 00:00’da dev bir kamp ateşinin etrafında çalacak olan Özgün’ün müziğini dinlemeye tüm Türk Szitizen’leri bekliyoruz!

Sziget Festivali 2015 programı: http://szigetturkiye.com/programs

İndirimli bilet fırsatlarımızdan yararlanabilmeniz için son tarih, 31 Temmuz. Hızla tükenen festival biletleri hakkında bilgi almak için: http://www.szigetturkiye.com

Bizi takip edin!
www.facebook.com/szigetturkiye
www.twitter/szigetturkiye
www.instagram.com/szigetturkiye


Kepler-22b Keşfedilmeden Yazılan Saşırtıcı Bir Bilimkurgu : “Tanrım Beni Görünür Kıl”

$
0
0
NASA, Kepler-22b'yi buldu, ama bu büyük buluştan önce benzer bir senaryo yazıldı, Türkiye'de çok ilginç bir bilimkurgu roman yayımlandı! Bu şaşırtıcı rastlantının hikâyesi, Nilüfer Önder'in yazdığı ve Potkal Kitap Yayınları'nca yayımlanan “Tanrım Beni Görünür Kıl”da okunabilir. Kitabın konusu kısaca şöyle:

Bu dünyada elde edemediklerini elde eden ama bunlardan mutluluk duymayan bedeninle karşılaşsan? Ve en çok kendini kıskansan?

Yıl 2185...

Zamanın en güçlü uzay bilimleri araştırma merkezi olan HNA, uzun yıllar yaptığı araştırmalar sonucunda Dünya'nın ikizini, Yeni Dünya'yı bulur. Ve bu yeni gezegendeki insanlığı, varlığımızdan haberdar etmek için başlatılan proje kapsamında beş bilim adamı Yeni Dünya'ya gönderilir. Ancak Jordon, Karin, Tilet, Nadine ve Grek'in, Yeni Dünya'daki insanlığın arasına karışıp, hiç ummadıkları bir anda yeni gezegenin sunduğu gerçeklerle yüzleşmeleri, projenin seyrini tamamen değiştirir. İki dünya ve iki insanlık arasındaki gizli bağı çözme savaşları, kendi hayatlarına dair aradıkları cevaplar, aşkları ve var olma çabaları...

İkinci bir şansın, ikinci bir yaşamın olsa? Peki ya zaten, başka bir gezegendeki hayatına göre ikinci bir şansını yaşıyorsan?

Nilüfer Önder, ilk bilimkurgu romanı “Tanrım Beni Görünür Kıl”da tüm bu sorulara yanıt arıyor. Okuru büyülü bir dünyaya sürükleyen yazarın ilk romanı, Türkçe bilimkurgu edebiyata yeni ve nitelikli bir katkı aynı zamanda. Potkal Kitap Yayınları'nca yayımlanan eser okurun ilgisini bekliyor. 

Tanrım Beni Görünür Kıl, Nilüfer Önder, roman, 320 sf, Potkal Kitap Yayınları, 20 TL 


While We're Young : Yeni Çağa Ayak Uydurma Çabaları

$
0
0
İçinizdeki çocukla hangi yaşı devirseniz devirin pek koymaz ama 40’lı yaşlar en ilgincidir. Tam da bu yıl 40 yaşına basmışken daha net görebiliyorum. Bir kaç yıl önce çok yakın gelen doksanlar uzaklaşır, farkına varıldığında üzerinden yirmi yıl geçtiği görülür. Tam da o yıllarda doğmuş olanların artık birey haline geldiklerini görmek de tuhaftır. Dünya artık dün gibi gelen yıllarda gözünü açmış olanlarındır. Günlük hayatın pratiği de giderek yabancılaşır. Her ne kadar “Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. / Dante gibi ortasındayız ömrün.” demişse de şair aslında kırktır yolun yarısı ve büyümenin, olgunlaşmanın son çağrısı olur... Yeni kuşakla aradaki mesafeler de açılmıştır. Noah Baumbach’ın 2014 yapımı filmi “While We're Young” tam da o mesafeye odaklanıyor.

1969 doğumlu yönetmen, 1995’de ilk filmi “Kicking and Screaming” ile girmişti hayatımıza. Komedilerle geçen yılların ardından Wes Anderson’la yaptığı işbirliği 2005 yılına “The Squid and the Whale” ile damga vurmasıyla sonuçlanmıştı. “Margot at the Wedding” ve “Greenberg”le devam etse de başyapıtını 2012’de “Frances Ha” ile verip gönlümüzü de fethetti. İki yıl sonra kuşaklararası yansımalarla dönmüş ve Ben Stiller, Naomi Watts, Adam Driver, Amanda Seyfried ve Charles Grodin’in başını çektiği iyi bir kadro da kurmuş.

Her yeni nesil yeni birer tehdittir eski nesiller için. Bu tehditin en ilginç noktasıysa teknolojik geçişler ve kültür farklarıdır. X nesli ile Z neslinin çakışmasını anlatıyor “While We're Young”. Biri 40’lı yaşlarında diğeri 20’li yaşlarından iki çiftin hikayesi üzerinden anlatıyor. Bulunduğumuz çağın öğretileri ve kavramlara olan bakışlarımızın farklılıklarına odaklanıyor. Çocuk yapma konusunda kafası karışık 40’lılarımız Josh ve Cornelia’nın dostları çocuk sahibi olmuştur ve onlardan uzaklaşmaya başlamışlardır. Tam bu sırada hayatlarına 20’li yaşlarını yaşayan bir çift girer. Jamie ve Darby birer hipster olarak hayat enerjileri, özgürlükleri ve bağımsızlıklarıyla onları fetheder. Genç insanlarla vakit geçirdikçe yenilendiklerini hisseden çiftimiz bir yandan da şaşkınlığa kapılır sürekli. Zamanında yaptıkları ve bugün kıymet vermedikleri her şey gençler için kıymetlidir. Kapıldıkları rüzgara karşı koymadan akışına bırakarak gençleşmeyi denerler... Acaba gençleşecekler midir?

Baumbach’a göre While We’re Young’ın hikâyesi, birbirine geçmiş iki unsurdan ortaya çıkmış: Öncelikle, bulunduğumuz çağın ilişkilerinin, evlilik, dostluk ve kesiştikleri yerlerin, belirli dinamiklerini detaylıca açıklama arzusu, ikincisiyse, kendisinin artık genç sanatçılardan olmadığı gerçeğiyle yüzleşme ihtiyacı ve rahatsız edici bir şekilde oturaklı biri hâline gelmesi. Bir süreliğine ilişki kuran iki farklı çiftle ilgili bir film yazmayı düşündüğünü belirten Baumbach, senaryosunun ortaya çıkışını şöyle anlatıyor: “Çiftler arasındaki farklı türde enerjiler ve dinamikler ilgimi çekiyor. Yalnızken, eşinizin ya da başkalarının yanında olduğunuzdan daha mı farklısınız? İnsanlara bağlı olarak elbette öylesiniz. Ben de bunu bir filmde ele almak istedim ama bu çiftlerin ortaya çıkmasını sağlayan şu oldu: Hayatımda, artık bulunduğum yerdeki en genç kişinin ben olmadığımı fark ettiğim bir noktaya gelmiştim.” Baumbach yazmaya başladıkça bir şey daha ilgisini çekmiş: İpleri tamamen komedi içgüdülerine bırakmak. Aslında bütün filmleri içten içe hayatın komikliğini irdelese de bu onun, evlilik derinleştikçe rezil durumların yaşandığı ve tek cümlelik esprilerle donatılmış ilk gözlemsel komedisi. Şöyle diyor: “While We’re Young farklı bir tona sahip. Stüdyoların eskiden, ben küçükken çektiği türde bir yetişkin komedisi çekmeyi uzun zamandır istiyordum. Jim Brooks, Mike Nichols, Sydney Pollack ya da Woody Allen’ın 80’lerde çektiği türden, sofistike olan ama güncelliğinden de bir şey kaybetmeyen komediler.” Tüm bunlar, ihtimal dışı yoldaşlar, en tuhaf dörtlü hâline gelen iki New Yorklu çiftin yaratılması sırasında harmanlandı. Josh ve Cornelia 40’lı yaşlarında ve onlara göre mantıklı olan “çocuk yapmama” kararlarıyla cebelleşiyorlar. Bu esnada Josh da 10 yıldır yapmakta olduğu 6 saatlik belgeseli üstünde çalışmaktadır. Durumları gayet iyidir ama “gayet iyi”, bu önemli anda bulunmak istedikleri yer değil pek. Yeni arkadaşlarıysa, 20’li yaşlarında, Jamie ve Darby adında, kendi evlerinde takılan, kendi imalatları dondurmaları yapan, plak ve daktilolarının tadını çıkaran, görünürde retro, post-dijital bir yaşam tarzı sürdüren hipster bir çifttir. Bu çift önceden tahmin edilemeyen anlık hareketlerin özünü oluşturur ve bambaşka kültürel ve ahlaki kurallara göre hareket ederler. Baumbach’ın karakterleri teknolojinin emsali görülmemiş hızı ve teknolojinin sosyal hayat üstündeki etkisinden ortaya çıkıyor: Kendisi şöyle diyor: “Her nesil yaşlandığı gerçeğiyle yüzleşmeli. Hepimiz gençlere bakıp ‘biz çok daha iyiydik’ ya da tam tersini “onlar bizden çok daha iyi” dediğimiz noktaya geliyoruz. Baumbach, yaşı daha geçkin bir neslin en yeni teknolojik aletlere ayak uydurmak için normalden fazla çalıştığı, daha genç neslinse mobilyalarını elle yapıp, evde yumurtlayan tavuk beslediği bir dünyanın alaycılığıyla oynuyor.

Baumbach iki kuşağı bir araya getirerek aradaki farkları işliyor ve eskinin yeniye ayak uydurmak yerine kabullenmeme hallerini zekice resmediyor. 40’lı yaşlar için tam bir ayna olmuş ve “Bize ne oldu böyle?” sorusunu bolca sorduruyor. Detaylara gösterdiği özenle de sürekli filmin içinde tutuyor izleyicisini. Bir yanda pratikliğine aldanarak ipad ve netflix kullananlar, diğer yanda vhs video kasetler ve plaklar... 40’lı yaşların hayat döngüsü içinde kendine zaman bile ayıramayacak hale geldiğini resmediyor Baumbach. Bir yanda Josh’ın yıllardır bitmeyen filmi, diğer yanda Jamie’nin hızla biten filmi. Ve elbette etik sorunlar, tercihler... Gençler için aynı anlamı taşımayabilir belki durağan bile gelebilir ama kuşaklar arasındaki farkları harika işliyor yönetmen. Bir türlü yeniyi kabullenmeme halini keyifli bir komediye dönüştürüyor. İkinci yarıdaki dedektiflik haliyle her şeyi çözme halleriyle de bu komediyi destekliyor.

Filmin başındaki Henrik Ibsen'ın “The Master Builder”den alıntılar en iyi özet aslında. Eleştirel rasyonalizm edebiyat anlayışının tiyatrodaki öncüsü İbsen’in 1892’de yazdığı oyun bizde de “Yapı Ustası Solness” adıyla bilinen oyunu sembolizmin ilk örneklerinden biri sayılıyor. Yaratıcılığını yitiren ve kendini yenileyemedikçe çağ dışı kalan Solness’in dramı, genç kuşakları gördükçe duyduğu paniğini anlatıyor. Her şeyin dijitalleştiği günlerde eski kuşakların yeniye ayak uydurma zorunluluğu giderek büyüyor. Artık her şeyi cep telefonuna sığdırdığını düşünen insan da pratikleşiyor elbet ama sıradanlaşıyor ve sığ birer birey haline de geliyor aynı zamanda.

Kuşaklar arasındaki farkı işleyen çok keyifli bir film “While We're Young”... İyi yazılmış, iyi yönetilmiş ve oynanmış. Harika finaliyle bir sonraki kuşağa da pas atmayı ihmal etmiyor ve uyarıyor; çağa ayak uyduracağım derken komik hallere düşmeyin!



Astrolojinin Bilimle İmtihanı : Yıldızlar Size Ne Söylemiyor?

$
0
0
Tevfik Uyar’ın falın, falcılığın anatomisini çıkararak otopsisini yaptığı “Astrolojinin Bilimle İmtihanı” Kırmızı Kedi etiketiyle raflarda yerini alıyor. Meraklısının okumadan güne başlamadığı tutkunun peşine düşen Uyar, gerçeğe tutkuyla bağlı olanlara seslenerek, yıldızların bize neleri söyleyemeyeceğini ortaya koyuyor.

● Astroloji neden ve nasıl ortaya çıktı?
● Astroloji neden “sahtebilim”dir?
● Astroloji neden bu denli “tuttu”?

Tevfik Uyar bu üç soru ve yanıtları çerçevesinde, gerçeğe tutkuyla bağlı olanlara seslenerek, yıldızların bize neleri söyleyemeyeceğini ortaya koyuyor. Astrolojinin Bilimle İmtihanı, sahte inanışlar ve merak duygumuzun oburca sömürülmesine karşı bir “yalansavarlık” çalışması. Bir yanda işkembe-i kübrada imal edilmiş sözde bilgiler ve kehanetler var, diğer yanda bilimin ve mantığın söyledikleri…

Uyar, “Mars ve Venüs’ün etkisiyle şu sıralar her zamankinden daha duygusal olabilir, ailevi konularda bir takım çözümsüzlüklerle karşı karşıya gelebilirsiniz” falcılığının anatomisini çıkarıyor, sonra da otopsisini yapıyor.

İlk gazete astroloğunun şaşırtıcı öyküsünden finansal yatırımlar ile isimlerimizdeki harflerin ilişkisine kadar, çağlar öncesi ile gelecek arasında gezinen, son derece keyifle okunan, uyarıcı bir kitap.

Dizisi : Popüler Bilim Dizisi
Yazan : Tevfik Uyar
Sayfa : 236
Fiyatı : 18 TL


Róisín Murphy ve Mark Ronson İstanbul’u Dans Ettirmeye Geliyor : Superga

$
0
0
İtalya’nın günlük yaşam stilini kendi renklerine boyamaya devam eden Superga, bu sefer İstanbulluları müzik ve eğlenceyle buluşturuyor. Superga Presents People of Istanbul 2015 bu sene 19 Eylül’de Life Park İstanbul’da düzenlenecek. Müzikseverleri buluşturacak festivalin heyecan yaratan programı da açıklandı. Amy Winehouse, Bruno Mars gibi isimlerle çalışan Grammy ve Brit Ödülü koleksiyoneri İngiliz prodüktör Mark Ronson ve moda dolu yeni canlı şovuyla modern elektronik müziğin en önemli trendsetter’larından Róisín Murphy festivalin merakla beklenen isimlerinden. 

Çıkış parçası ‘Walk’la kendine yeni bir kulvar açan Kwabs ve İsveç’in yeni medarı iftiharı Kate Boy da genç ve önemli konuklar arasında.

Festivalin bu sene İstanbullu ev sahipleriyse; beklenmedik beat’leriyle hip hop’a farklı bir yorum getiren Mode XL ve herkesin yeni sevgilisi Ah! Kosmos...

Yılın bu en büyük buluşmasında elbette müzik dışında; People of Istanbul Bazaar, ilk defa karşılaşacağınız aktiviteler ve her festivalde karşılaştığınız ama yapmaya doyamadığınız eğlencelikler sizi bekliyor. 

Avantajlı biletler Biletix’te: 
http://www.biletix.com/etkinlik/SLCO1/TURKIYE/tr


Mission Impossible - Rogue Nation : Uç, Dal, Sıçra!

$
0
0
1960’ların televizyon dünyasında kült bir fenomen olarak başlayan “Mission: Impossible” bir 21. yy kültürel fenomeni, klasik ajan ajana karşı dram planının efsanevi hale gelen yaratıcı aksiyon sahneleriyle buluştuğu sınırını sürekli zorlayan bir film serisi. 1996’da Brian De Palma yönetmenliğinde başlayan seri beyazperde de 20 yaşını da beşinci filmle kutlarken seyircisini dur durak bilmeyen bir aksiyona davet ediyor.

Bruce Geller’ın yaratıcısı olduğu dizi 17 Eylül 1966’da başladığı ekran macerasında yedi sezon boyunca izleyicileri tv başına kitlemiş ve 171 bölüm sonunda 30 Mart 1973’de finalini yapmıştı. 1988’de yeniden başlayan dizi bu kez iki sezon sürmüş ve 35 bölüm sonunda ekran macerasına nokta koyarken bir kuşağı daha kendine bağlamıştı. Kaçınılmaz olarak filme dönüştüğünde De Palma’ya rağmen pek tadı tuzu olmasa da gişe canavarı olarak yapımcıları memnun etmişti. Dört yıl sonra bir aksiyon ustası oturdu yönetmen koltuğuna... John Woo’ya rağmen kötü devam filmi olmaktan kurtulamamıştı. 2006’da “Lost”la ortalığı kasıp kavuran ekip el attı seriye ve J.J. Abrams’ın yönetmenliğinde bir nebze de olsa yeniden canlandı fenomen... Üç filmin de sorunu aynıydı... Bu bir ekip işiydi ve dizinin bu kadar sevilmesinde de bu yatıyordu ama filmler hep “Ethan Hunt ve saz arkadaşları” modunda ilerliyordu. Gariptir seriyi kurtaran da 2011’de “Ghost Protocol” ile bir animasyoncu Brad Bird oldu. Serinin en iyi filmine de böylece kavuşmuş olduk. O yüzden beşinci filme hiç itirazımız yok. Bu kez yönetmen koltuğunda  “The Usual Suspects”in senaristi Christopher McQuarrie oturuyor. İlk yönetmenlik sınavını 2000 yılında “The Way of the Gun”la veren McQuarrie, ikinci filmi “Jack Reacher”da Tom Cruise ile birlikte çalışmıştı. İkilinin yollarının kesişmesi bu filmle sınırlı değil elbette ama dönüm noktası o olmuş. “Chris’in müthiş bir zekası var. Olağanüstü bir yazar ve yapımcı. Hassasiyetinin bu türe uygulandığını görmek konusunda heyecanlıydım. Chirs’le benim ortak noktamız her anı mümkün olduğunca en iyisi yapmak.” sözleriyle de bu durumu açıklıyor. Cruise’a Jeremy Renner, Simon Pegg, Ving Rhames, Rebecca Ferguson, Sean Harris ve Alec Baldwin eşlik ediyor.

Ethan Hunt ve arkadaşları bu kez baskı altında... Yeni imkansız görev de sendika. Kanıtlanması imkansız Sendika, casuslar arasında efsane olarak görülüyor ve CIA de buna inanmayınca tüm IMF’in kapanması krizi baş gösteriyor. Bu arada ekip dağılıyor ve Hunt’ın kellesi de tehlikede... Yakalanması için ölü ya da diri olmasının fark etmediği bir noktada artık. Bu baskı altında en kötü düşmanın peşine düşen Hunt, bir de rakip kazanıyor. Ilsa Faust’a güvenmek ile güvenmemek arasındaki çizgide başlayan kovalamaca Viyana’dan Fas’a dur durak bilmeden sürüyor...

Dördüncü filmin bıraktığı yerden devam ediyor “Mission Impossible - Rogue Nation” ve hikayesine bir de kadın ekliyor. Önceki filmlerdeki kartondan kadın karakterler yerine kanlı canlı bir kadın karakter eklenerek zerafetle aksiyon birleşmiş. Dizi izleyicilerinin “The White Queen” ile tanıdığı Ferguson rol için de hayli ilginç bir seçim olmuş. Aksiyon geçmişi olmayan oyuncu hem rolün altından başarıyla kalkmış hem de Cruise ile uyum sağlamış. 

McQuarrie zaten dördüncü filmin sonunda pas atılan konuyu seyircinin kafasını karıştırmadan derli toplu işliyor.  Serinin “aksiyonda sınırı zorla!” kuralına uyarak akılda kalıcı sahneler yaratmış. Gereken ekip ruhunu da yansıtmış ve mizahı da ekleyerek eğlenceyi maksimuma çıkarmış. Hunt yine sınırları zorluyor ve bu kez az efektle gerçekçi aksiyon yaratılmış. A400 uçağıyla uçmak, su altı tesisine tüpsüz dalmak, Viyana Opera Evi’nin çatısından sıçramak, Fas’ta ve Londra’da motorsiklet ve araba ile uzun kovalamacalar aksiyon menüsünün ana başlıkları. 

Doğru formüllerle yola çıkan ve 131 dakikalık süresini hiç aksamadan kullanan “Mission Impossible - Rogue Nation”, casus filmlerinin gerektirdiği tüm gerilim ve şaşırtmacayı fazlasıyla veren, eğlendiren mizahı, kadın kahramanı ve heyecan yaratan aksiyonuyla dört başı mamur bir blockbuster... 


Doğan Temel’den Denizlerimizde Amatör Balıkçılıkla İlgili Her şey ve En Lezzetli Balık Yemekleri

$
0
0
Hamsinin, kefalin, mercanın, lüferin yanında eşkina, balonbalığı, lambuka ile de tanışmak isteyenler için Doğan Temel imzalı “Denizlerimizde Amatör Balıkçılıkla İlgili Her şey ve En Lezzetli Balık Yemekleri” kitabı Kırmızı Kedi’den raflarda...

Hangi balıklar, hangi mevsimde, nerelerde avlanabilir?
• Kolayca kullanabilecek olta takımları ve hazırlanışları
• Doğal ve suni yemler, olta iğnelerine takılış şekilleri
• Küçük balıkçı teknelerinin kullanımıyla ilgili önemli noktalar
• Güneş, bulutlar ve sis ne söyler?
• Balık avında karşılaşılabilecek sağlık sorunları ve ilkyardım
• En lezzetli ve en zehirli balıklar
• Balıkların tazeliği nasıl korunur, nasıl lezzet verilir?
• Tüm balıklar için pişirme yöntemleri ve balık sosları

E. Korg. Doğan Temel, uzun yıllar amatör heyecan ve profesyonel disiplinle uğraştığı balık avcılığının püf noktalarını anlatıyor. Misinaların renklerinden zokalara, izbarço bağından fırtına takvimine, fileto çıkarmaktan kendi denizlerimizde bulunan balıklara kadar, amatör deniz balıkçılığının her ayrıntısı yer alıyor elinizdeki kitapta. Doğan Temel, yalnızca balık türlerini ve yemek çeşitlerini değil, Akdeniz’i, Karadeniz’i, Ege’yi, Marmara’yı da hiç bilmediğiniz özellikleriyle tanıtıyor.

Dizisi : Araştırma / İnceleme
Yazan : Doğan Temel
Sayfa : 324
Fiyatı : 40 TL



Burcu Bahar’dan Balık Böğürtlen ve Karanlık Canavarı

$
0
0
“Kitap Cadısı” Burcu Bahar, sizler için çok eğlenceli bir öykü yazdı. Kitabın sonundaki soruları çözer, tekerlemeyi söylerseniz sihirli bir dünyanın kapısı sizler için açılacak! “Balık Böğürtlen ve Karanlık Canavarı” Kırmızı Kedi etiketiyle raflarda.

Balık Böğürtlen, annesi ve babasıyla okyanusta, mercan kayalıklarındaki evlerinde yaşıyordu. Ancak Böğürtlen’in bir sıkıntısı vardı. 

Her zaman ışık açıkken uyuyor, arkadaşlarının gidip oynadıkları batık geminin içine giremiyordu. Bunun nedeni de karanlıktan korkmasıydı. Tabii ki bunlar, küçük balığımız süper kahraman olmadan önceydi! 

Şimdi Balık Böğürtlen, Karanlıklar Canavarı’nı nasıl yendiğini size de anlatmak istiyor!

Dizisi : Kırmızı Kedi  / Çocuk
Yazan : Burcu Bahar
Resimleyen : Serap Deliorman
Sayfa : 36
Fiyatı : 12 TL

  

Viewing all 3909 articles
Browse latest View live