Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3898 articles
Browse latest View live

Uzun Zamandır İhmal Edilen John Banville Yeniden Türkçe'de!

$
0
0
Zeki kurguları ve eşsiz üslubu ile Nabokov’un varisi olarak tanımlanan ünlü İrlandalı yazar İrlandalı yazar John Banville’in Man Booker ödüllü çok satan kitabı “Deniz”in hemen ardından kaleme aldığı, “The Infinities”, “Sonsuzluklar” adıyla Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle raflarda...

Adını, edebiyat tarihinin dev İrlandalı yazarları Beckett ve Joyce gibi isimlerin yanına yazdırmayı başarmış yazar Banviile, “Eğer insan anımsamak için yeterince çaba gösterirse, neredeyse tüm hayatını tekrar yaşayabilir” tezini ortaya attığı romanı “Deniz” ile Man Brooker ödülünü kazandıktan sonra ülkemizde daha çok bilinir olmuştu... Dili aşırı uçlara götürerek zorladığı için çok ağır okunan bir yazar... Özellikle betimleme ve benzetmedeki ustalığının altını çizeyim... Her cümlesinde bu benzersiz üslubun görülmesi ve zamanımızın en büyük edebî üslupçularından biri olarak anılmakta... Bizde maalesef kolay okunan çok satar roman kültürü daha ağır bastığı için herkese hitap etmiyor ve haliyle yeteri kadar bilinmiyor... Her romanı baştacı edilen 16 romanlı yazarın, 7 kitabı çevrilmişti... “Tutanak Defteri, Hayaletler, Athena”dan oluşan üçlemesi neredeyse 20 yıl önce Telos etiketiyle yayımlanmasına rağmen halen raflarda... Man Brooker ödülünün hemen ardından “Deniz” ve “Güneş Tutulması”nın Can Yayınları’ndan çıkması bile yazarın Türk okurunun ilgisini çekmesini sağlayamadı... İki romanda neredeyse on yıl olmasına rağmen halen raflarda bulunabiliyor... Kısacası, kitap okurken önemsediğiniz üslup ise ve bundan keyif alıyorsanız Banville’in neyi varsa toplayın derim... Bu kadar önemli bir yazarı yeniden okurla buluşturduğu için Kırmızı Kedi Yayınevi’ni alkışlamak gerek... Umarım devamını “Ancient Light” ile getirirler...

Alman yazar Kleist’ın çağdaş tragedyası Amphitryon’dan hareketle kurgulanmış Sonsuzluklar, okuyucuya insan olmanın korkunç ve muhteşem hallerini, temelinde bir aile draması yatan ince bir mizah anlayışıyla sunuyor.

İrlanda kırsalındaki sıcak ve durgun bir yaz gününde Godley’ler, aile reislerinin hasta yatağının başucundadır. Dünyanın gidişatını değiştirecek hesapları olan ünlü matematikçi Adam Godley’nin son nefesi yakındır. Ama ailenin çok geçmeden anlayacağı üzere, hastaya refakat etmeye gelen yalnızca onlar değildir. Yunan tanrıları Pan, Zeus, Hermes ve daha niceleri de gizlice süreci izlemek için oradadır. Şamatacı ölümsüzlerin geleneksel gerginlik ve arzularının su üzerine çıkmasıyla gözlem hali kısa sürede yerini ölümlülerin hayatına müdahaleye bırakmış, işler karışmış ve trajediyle komedi arasında gidip gelen şiirsel anlatı başlamıştır.

Yeni Tanışanlar için John Banville
Deniz romanıyla 2005 Man Booker Ödülünü kazanan John Banville 1945 yılında İrlanda’nın Wexford kasabasında doğdu. Uzun yıllar Irish Times gazetesinin edebiyat sayfası editörlüğünü yapan Banville’in ilk kitabı olan Long Lankin 1970’te yayınlandı. Ve bunları Nightspawn, Birchwood, Doctor Copernicus (1976 James Tait Black Ödülü), Kepler (1981 Guardian Roman Ödülü), The Newton Letter, Mefisto, The Book of Evidence (Tutanak Defteri-1989 Guinnes Peat Havacılık Ödülü), Ghosts (Hayaletler), Athena, The Untouchable (Dokunulmaz), Shroud, Eclips, The Infinities ve Ancient Light takip etti...


Özgün Adı : The Infinities 
Yazan : John Banville  
Çeviren : Dilek Berilgen Cenciler
Dizisi : Dünya Edebiyatı
Sayfa : 280  
Fiyatı : 19 TL



Hokedun: “Doksanlar, Underground ve Metal Müziğin Altın Yıllarıydı”

$
0
0
Hokedun doksanlar ruhunu hâlâ yitirmemiş bir ikiliden oluşan black metal grubu... Geçtiğimiz yıl bir demo cd ve bu yılda aynı demo cd’nin yeni basımı Günebakan Production’dan kaset formatında yayınlandı. Grubun kurucu üyesi Eren ile kısa bir röportaj gerçekleştirdik.

İstersen röportaja grubun adıyla başlayalım. Hokedun’un anlamı nedir? Neden böyle bir ismi seçtin?
Hokedun, Ermenice “Ruh Evi” anlamına geliyor. Yıllar önce okuduğum bir kitapta rastlamıştım ve çok hoşuma gitmişti sonra gruba bu adı vermeye karar kıldım.

Peki parçalarınızda nelerden bahsediyorsunuz?
Depresyon, çaresizlik kısacası hayat diyebilirim.

Grup ne zaman kuruldu, Ed ile nasıl buluştunuz bahseder misin?
Grup benim tarafımdan 2011 senesinin başında kuruldu. Ed benim çok yakın bir dostumun iş arkadaşıydı ve bana Ed’den bahsetmişti. Ed’in kayıt konusundan çok iyi anladığını ve bir konser salonunda ses mühendisi olarak çalıştığını söyledi. Ben de yaptığım besteleri Ed’e dinlettim ve çok hoşuna gitti ve sonrasında Hokedun’a katılmaya karar verdi.

Demo cd’yi dinledim ve çok beğendim. Buram buram doksanlar kokuyor. Sizi dinlerken eski Dissection ama en çok da eski Immortal etkileri gördüm. Size de bu yönde yorumlar geldi mi? Demoya gelen eleştiriler ne yönde?
Evet bir sürü kişi Dissection, Emperor ve Immortal’in ilk zamanlarına benzetiyor, zaten bu gruplarda benim favori black metal gruplarımdan. Demo cd’yi 150`e limitli olarak çıkardık ve buna ilaveten 50 tane promosyon cd bastım. Gelen eleştirilerin %85’i gayet olumluydu. Tabi beğenmeyenlerde olmadı değil ama bu benim için çok normal. Bu arada aynen dediğin gibi dostum, buram buram doksanlar evet... Bence doksanlar underground’un ve metal müziğin altın yıllarıydı. 32 yaşındayım, bu işlere ilk başladığımda 13 14 yaşındaydım. Şu zaman ki hali ile arasında dağlar kadar fark var. Sonuç olarak internet resmen eski usul underground’u öldürdü ama bunu yanında bir sürü şeyi kolaylaştırdı. Birde şunu söyleyeyim yeni dönem black metal bana hiç cazip gelmiyor.

Peki saydığın grupların yeni hallerini nasıl buluyorsun?
Dürüst olmam gerekirse fazla beğenmiyorum ama gene de müzikleri hoşuma gidiyor.

Türkiye'de son dönem underground metal piyasasını nasıl buluyorsun?
Gayet iyi. Bildiğin gibi ben İngiltere’de yaşıyorum ama internet sağ olsun her şeyi takip edebiliyorum. Hakikaten Türkiye’den çok iyi gruplar çıkıyor ama konum ve bazı başka etkenler yüzünden gruplar hak ettikleri yeri alamıyorlar ve bunu çok üzüyor.

En çok merak ettiğim şeylerden biri, neden grup iki kişiden oluşmakta? Grupta çalacak eleman bulamadın mı?
Yok, asıl sebebi o değil... İlk başladığımızda 4 kişiydik ama diğer elemanlar ile çok sorun yaşadık. Provaya 1 saat kala gelemeyeceğini söyleyen bir baterist ve sorumsuz bir bas gitaristimiz vardı. Sonuç olarak bütün kayıt ve provaları Ed’in evinde yapıyoruz diğer elemanlara ihtiyaç duymuyoruz hatta 2 kişi olmaktan çok memnunuz diyebiliriz. Konser olduğu takdirde çalacak bir bas gitaristimiz ve bateristimiz var.


Yani grup müziği yapmak her yerde zor. İngiltere’ye yerleşmeden önce vaveyla adında doom grubun vardı. Türkiye ve İngiltere’yi müzik yapma, konser vs. konularında kıyaslarsak durum nasıl?
Aynen her yerde müzik yapmak zor dostum. Evet, 2000’de kurdum 2007’de grup dağıldı. Çünkü grubu devam ettiremedik. Türkiye ve İngiltere arasında çok fark var. Her şeyin başında burada özgürsün zaten ne demek istediğimi sen çok iyi anlıyorsun. İmkan bakımından şanslısın ülke dışında konser olduğunda rahat ve ucuz bir şekilde gidebiliyorsun sonuç olarak... İngiltere bir Avrupa birliği ülkesi vize gibi saçma sapan bürokrasi isleri ile uğraşmıyorsun. Birde burada insanların bu müziği anlayışı daha değişik.

Peki senin Türk olduğunu öğrenince neler soruyorlar Türkiye’de gruplar olduğunu duyunca şaşırıyorlar mı?
Valla pek bir şey sordukları ve söyledikleri yok. Bazıları tatile geldikleri için Türkiye’yi biliyorlar ve seviyorlar. Türk metal müzik piyasası hakkında fazla bilgileri yok ama bildikleri gruplar var. Bildikleri bazı gruplar dışında bende Türk metal gruplarını burada tanıtıyorum.

Genelde hangi Türk gruplarını biliyorlar?
Burial Invocation, Decaying Purity, Cenotaph, Ebonsight, Pentagram şu an aklıma gelenler.

Bende yazıştıklarımdan yurt dışında yaşayanlara sorunca genelde eski Türk gruplarını sayıyorlar. Şimdi internet var ve bunu bile kullanmıyorlar. Ve ne yazık ki gözlerinde o müzik aşkını göremiyorum...
Haklısın ama şu bir gerçek eskiden bir günde sayılı grup ismi duyar ve dinlerdin ama günümüzde internet sayesinde bundan daha fazla gruba ulaşabilmen çok kolay.

Konser verme imkanınız oldu mu?
Maalesef şimdiye kadar olmadı ama gelecek sene için planlarımız var. Asıl sorun ikimizde hizmet sektöründe çalışıyoruz ve en yoğun olduğumuz zaman hafta sonları Cuma, Cumartesi ve Pazar. İşten izin almamız bir hayli güç oluyor. Bu da bize canlı çalmamız için çok sorun olabiliyor.

Bir thrash metal, bir death metal olsun gruplarımız yeteri kadar varken black metal türünde neden çok gruplarımız yok? Oysa ki eskiden bayağı black grubumuz vardı...
Enteresan bir soru Semihcim, bence Türkiye’de dinin etkisi var gibime geliyor. Buna ek olarak 1999 senesinde olan satanist olayları da etkisi olmuş olabilir. Ama doksanların sonunda çok moda olmuştu black metal... Bence Türkiye`den çıkmış en iyi black metal grubu Ominous Grief’tir ama yazık oldu onlara da :((

Peki şu anki black metali nasıl buluyorsun? Sanki black metal black metallikten çıkmış gibi...
İnan bana yeni metal gruplarını takip etmiyorum desem herhalde mübalağa etmem. Benim için 2000’lerin başı iyiydi sonra bozuldu. Ama en güzel zamanlar doksanlardı...

Şu anda grup olarak neler yapıyorsunuz?
Yeni parçalarımız bitmek üzere, şimdiye kadar 5,6 tane yeni şarkı besteledik. Herhalde seneye, en geç sonbahar’da yeni CD’miz çıkmış olur.

Son olarak, gelecek için planlarınız neler?
2015 senesi içinde birkaç konser vermek, yeni cd’mizi çıkartmak bununla birlikte birkaç merchandise yapmak tshirt, yama, rozet gibi… Ve son olarak röportaj için çok teşekkürler.

http://www.reverbnation.com/hokedun


Röportaj: Semih Şimşek


Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku : Yazarken Başta, Yaşarken Sonda Vurgusu...

$
0
0
“Herkes gider... Hem de herkes... Kimi bir şey söylemeden, gürültülü bir sessizlikle, kimi bağıra çağıra... Söylenmeyen sözler bırakarak ardında... Kimiyse ikisinin ortasında kalır giderken... Ne yapacağını bilmeyen bir çaylak gibi... 

Önce kulağın der sana... Artık kimsenin telefonunu, sesini duyamaz kulakların... Kapı zili de çalmaz artık... Sonra burnun gider, kokularını unutursun... Tanıdık kokular yoktur artık yanında... Gözlerin de gider, kapana kısılmış gibidir... Yüreğinse soğumuştur artık, hissetmez hiç bir şeyi... Ellerin kalem tutmaz, sevgi sözcüklerini lugattan silersin ilk fırsatta... Takvim hep aynı günde kalır, günler değişmez sana... “Güzel şeyler hep biter, bitmezse anlatılacak bir öyküsü olmaz” diye düşündüğün anda beynin de kabullenmiş ve gitmiştir artık...

Bir mikrop bulaşır içine en alasından... Hangi mikrop olduğunu öğrenmek için gittiğin psikoloğun, “En kötü huylu hücreden bile daha kötü” diyerek açıklar, anlayabileceğin bir dille... Herkes gider... Biri gelir, biri gider... Sen ararsın, ulaşmaya çalışırsın, aşmaya çalışırsın... Ama serde erkeklik vardır... Erkeksen çocuk kalmaya mahkumsun... Büyümek istemezsin... Bir büyüsen... Ah, bir büyüsen... Sen büyü diye gider herkes... Bu kısır döngü sen büyüyene dek gider... Herkes gider... Herkes, bir öyküsü olsun diye gider...” *

Bana, girişini paylaştığım bu öyküyü yazdıracak kadar giden kimdi hatırlamıyorum detayıyla... 1998 Mart’ında yazdığımda büyümek istemeyen çocuk olarak teşhisi de koyduğum halde büyümediğimi hatırlıyorum... Daha çok, yazacak bir öyküm olduğuna sevinmiştim... Girişinden minik bir bölümünü paylaştığım öyküyü aklıma getirdi “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”... Filmde de aynı tonlamalarla, hatta cümlelerle “biri gitmezse anlatılacak bir öykü olmaz” şeklinde işlenince şaşırdım da... 

Doksanlı yılların kült mertebesindeki roman, - ki aslında sayfa sayısına bakarak (60) novella da diyebiliriz – bir nevi bilinç akışı tekniğiyle yazılmış ve zamanda sıçramalarla ilerleyerek okurunu etkisi altına almıştı... Daha çok kadınların içinde yer etmişti... Romanda kendini gördüğünü itiraf edemeyecek kadar çocuktu henüz erkekler... Şimdi kabul etmişlerdir belki, kimbilir... Sinemaya uyarlanması da çok zordu... Zira olay örgüsünü zamana yedirme konusunda çok bilinmeyenli bir denklemi mevcut... “FMBDT’den esinlenilmiştir” ibaresiyle uyarlamaya girişen de iki kadın olmuş: Çiğdem Vitrinel ve Ceyda Aşar... “Geriye Kalan” ile önemli ve ödüllü bir çıkış yapan Vitrinel, ikinci filminde... İyi bir ekip ve oyuncu seçimiyle yola çıkmış... Şu aralar İletişim Yayınları etiketiyle yeniden basılan romanın, okuyanda bıraktığı etkinin büyük olduğunu da dipnot olarak düşerek, hemen ilk baştan belirteyim aynı etki filmde yok... Olmasını beklemek de ütopya olur zaten, en iyi ihtimalle...

Kendi deyimiyle, “henüz hiçbir kitabı yayınlanmamış yazar” Arif’le tanıştığımızda hepimizin içinden aynı tanımlama geçecektir şüphesiz: Ezik! Hatta artistik tanımlamasıyla, “Looser”... Kurulu bir düzene sahip olmayan, otelde yaşayan, adına kayıtlı hiç bir şeye sahip olmadığı için sisteme de kayıtlı olmayan bir adam... Sevgilisinin “Arkadaşlarım bana, kendine bir sevgili bul artık diyorlar” dediği, ilişkiyle ilişiksiz bir görünmez adam... Bir mekanda yaptığı DJ’lik dışında bir şey yapmayan, büyümemiş bir çocuk... Her erkek gibi, o bitmez tükenmez kendini bulma safhasında... Tesadüf eseri karşılaşmayla hayatına giren Müzeyyen ise, hayatını çoktan kurmuş, kendi saçlarını kesen, kendi cümlelerini çekinmeden kuran çoktan olmuş, büyümüş bir kadın... Tanışmaları, ilişkileri, tutkuları derken yaşanan ilişki sonu ve Arif’in büyüme sancıları... Aslında Müzeyyen bir aforizma, her gidişin bir olgunlaşma evresini başlatması için gereken bir model o... Varlığı yeter dediğimiz kadınlardan...

Erdal Beşikçioğlu ve Sezin Akbaşoğulları’nın müthiş uyumu ve oyunculuklarıyla öne çıkan filmde, onlara eşlik edenler de gereken katkıyı vermişler... Teknik anlamda da tüm hesaplar tutmuş... İyi bir görüntü yönetimi ve renk paleti, kadraj seçimleri ve detaylarına gereken önemin verildiği hazırlık aşamasıyla izlemesi çok keyifli bir film çıkmış ortaya... Her halikarda filmi izlenir kılanlar bunlar... Herkes pek bir beğenmiş ama müziklerini çok beğendiğimi söyleyemem... Hele de film için yapılan düet şarkının sözlerinin ne kadar facia olduğunu gördükten sonra hiç beğenemem... 

“Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”, ortalarından itibaren düşüşe geçiyor... Bunda laf ettikleri ilişkilere benzeyen sıradanlığa düşen çiftimizin etkisi büyük... Onca lafa, tutkuya rağmen çok sıradan bir ilişki bu... Öyle ya, her ilişki birbirine benzer temelde... Arif’in kahvede arkadaşlarıyla geyiği ise filmin en kabul edilmez yanı... “Biz erkekler nasıl bir kadın isteriz?” sorusuna verilen yanıtlar, hem mesaj veriyor hem de filmin tonundan fersah fersah uzakta... Bu mesafeyi açan bir diğer olay ise filmin finali... Eziğimizi, kitabını bastırıp tutkusu eksik olsa da yeni bir ilişki yoluyla ehlileştirmeyi tercih etmiş Vitrinel ve Aşar... Tipik bir Hollywood filmi gibi çözümü düzene ayak uydurmasına bulmuşlar... Çok sırıtan ve kolaya kaçılmış bir seçim bu... Finali de bu yüzden hayli zayıf filmin... Yenilgisiyle övünen bir karakterin başarısına giden yolu görmesek de olurdu... Bu kadar net bir finali olmasaydı keşke... Kahramanımız kendini bulsa, büyüse yeterdi bize... Her erkeğin büyümek için bir başarı öyküsüne, yeni bir sevgiliye, kısacası tamamlanmış bir öyküye ihtiyacı yoktur... Bir öykünün anlatılması için birinin gitmesi gerekir... Nedensiz gittiği için, yarım kalan bir hikayedir bu... Onun için anlatılır... Tam diye de bir şey yoktur, tam da kitapta Arif’in dediği gibi... Finali tasarlarken keşke onu dinleseler, anlasalardı...

"Hikaye" dedim. "Gel seninle anlaşalım. Sen yarım kal, adını da yarım kalan hikaye koyalım"
"Sen zaten neyi tamam ettin ki?" dedi bana.
"Aslında tam diye bir şey yoktur" dedim. "Her tam bir üst yarımın alt basamağıdır. Yani yarım da bir bütündür." **


* : Herkes Gider - Serkan Murat Kırıkcı / Ölüdeniz Dergisi Sayı: 5 / Ağustos 1998
**: Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku / İlhami Algör


2014’ün En İyi Albümleri Listeleri: The Guardian Top 40

$
0
0
Her yıl olduğu gibi bu yıl da listesini zamana yayarak yayımlayan The Guardian, tek tek kritiklendirmeyi de ihmal etmedi... Yeni grupları daha ilk kayıtlarını yayımladıkları anlarda keşfedip tanıtarak her müziksevere kaynak olmaya devam eden ekipten daha alternatif bir liste beklerdik aslında... Tricky, Sharon Van Etten ve Leonard Cohen gibi isimlere itiraz etsek yeridir ama Damon Albarn seçimine bir şey demek zor... İşte geri sayımıyla The Guardian’a göre yılın en iyi 40 albümü...  

The Guardian's Top 40 Albums of 2014
40. Tricky - Adrian Thaws
39. Sharon Van Etten - Are We There
38. Toumani Diabate and Sidiki Diabate - Toumani & Sidiki
37. Freddie Gibbs & Madlib - Pinata
36. Ex Hex - Rips
35. Peggy Seeger - Everything Changes
34. Jamie T - Carry on the Grudge
33. Scott Walker and Sunn O))) - Soused
32. Shabazz Palaces - Lese Majesty
31. Leonard Cohen - Popular Problems
30. East India Youth - Total Strife Forever
29. Ariel Pink - Pom Pom
28. Damon Albarn - Everyday Robots
27. Kindness - Otherness
26. Tinashe - Aquarius
25. Actress - Ghettoville
24. Banks - Goddess
23. Hurray for the Riff Raff - Small Town Heroes
22. Merchandise - After the End
21. Ratking - So It Goes
20. Owen Pallett - In Conflict
19. Jhene Aiko - Souled Out
18. Jenny Lewis - The Voyager
17. Young Fathers - Dead
16. Wild Beasts - Present Tense
15. Angel Olsen - Burn Your Fire For No Witness
14. Future Islands - Singles
13. Kate Tempest - Everybody Down
12. Taylor Swift - 1989
11. Mac DeMarco - Salad Days
10. Sleaford Mods - Divide and Exit
9. Flying Lotus - You're Dead!
8. Beck - Morning Phase
7. Run the Jewels - Run the Jewels 2
6. La Roux - Trouble In Paradise
5. Caribou - Our Love
4. Aphex Twin - Syro
3. FKA twigs - LP1
2. The War On Drugs - Lost In The Dream
1. St. Vincent - St. Vincent


2014’ün En İyi Albümleri Listeleri: Pitchfork Top 50

$
0
0
Yılın değerlendirmesine yüz şarkılık listesini yayımlayarak başlayan Pitchfork, en iyi albümleri de okuyucularına duyurdu... Düzenli takipçiler için zaten baştan belli olan listede Taylor Swift’in ne işi olduğunu anlamak hayli zor... Tamam beklenmedik derecede iyi albüm ama pop yahu... İlk üçte yer alan Run the Jewels, FKA twigs ve The War on Drugs’ın hemen her listenin ortak kararı olduğunu da belirtelim... Majör isimlerin kendine yer bulamadığı listede Grouper’in yer alması da, sitenin yeni müziği ve denemeleri ne kadar önemsediğini gösteriyor...


Pitchfork's Top 50 Albums of 2014
50. Ben Frost - A U R O R A
49. Mr Twin Sister - Mr Twin Sister
48. Clark - Clark
47. Shellac - Dude Incredible
46. Ariana Grande - My Everything
45. Andy Stott - Faith in Strangers
44. A Sunny Day In Glasgow - Sea When Absent
43. Madlib / Freddie Gibbs - Piñata
42. Owen Pallett - In Conflict
41. Leon Vynehall - Music for the Uninvited
40. Ty Segall - Manipulator
39. Ought - More Than Any Other Day
38. Hundred Waters - The Moon Rang Like A Bell
37. Perfect Pussy - Say Yes to Love
36. Tinashe - Aquarius
35. Shabazz Palaces - Lese Majesty
34. Cloud Nothings - Here and Nowhere Else
33. Rich Gang - Tha Tour Part 1
32. White Lung - Deep Fantasy
31. Taylor Swift - 1989
30. Iceage - Plowing Into the Field of Love
29. How to Dress Well - "What Is This Heart?"
28. Pharmakon - Bestial Burden
27. YG - My Krazy Life
26. Ex Hex - Rips
25. Azealia Banks - Broke With Expensive Taste
24. Parquet Courts - Sunbathing Animal
23. Lykke Li - I Never Learn
22. Future Islands - Singles
21. Brian Eno / Karl Hyde - High Life
20. Vince Staples - Hell Can Wait EP
19. Sharon Van Etten - Are We There
18. Arca - Xen
17. Flying Lotus - You're Dead!
16. St. Vincent - St. Vincent
15. Angel Olsen - Burn Your Fire for No Witness
14. Real Estate - Atlas
13. Spoon - They Want My Soul
12. Mac DeMarco - Salad Days
11. Perfume Genius - Too Bright
10. Caribou - Our Love
9. Ariel Pink - Pom Pom
8. Todd Terje - It's Album Time
7. Sun Kil Moon - Benji
6. Swans - To Be Kind
5. Grouper - Ruins
4. Aphex Twin - Syro
3. The War on Drugs - Lost in the Dream
2. FKA twigs - LP1
1. Run the Jewels - Run the Jewels 2


Morrissey’in İstanbul’u Teşekkürlü, Kucaklaşmalı...

$
0
0
7 Aralık'da beklerken erteleme ile üzen ama elini çabuk tutarak kendini affettiren Morrissey, bu kez güçlü akustiği ve büyüleyici atmosferiyle dikkat çeken Volkswagen Arena’da İstanbullu hayranlarına bir kez daha unutamayacakları bir deneyim yaşattı. Şarkılarını hayranları ile hep bir ağızdan seslendirdi yine. Merakla beklenen “Istanbul”un sonunda da, “Sevginiz, verdiğiniz ilham ve her şey için teşekkürler” dedi. Volkswagen'in ana sponsorluğunda gerçekleşen konser sırasınca sahne önündeki hayranlarını sahneye çekip kucaklaşarak İstanbul sevgisini hayranlarına gösterdi. İzleyicilerle arasında müthiş bir bağ kuran Morrissey bu konserin diğerlerinden çok daha özel olduğunu kanıtlamış oldu.

Rolling Stone dergisinin gelmiş geçmiş en iyi 100 şarkıcı listesinde yer alan Morrissey, “Suedehead” ile açılışını yaptığı heyecanla beklenen konserinde son albümü “World Peace Is None of Your Business”ın yanı sıra The Smiths ile yaptığı albümlerden hit parçalarına da yer verdi. Konser bitiminde yine hayranlarından birini sahneye alarak, kucaklaşan Morrissey, kapanışı “Everyday is like Sunday” parçası ile yaptı.  


Bestelediği parçalarla aşktan sosyal olgulara kadar pek çok konuda manifesto ve öyküler aktaran Morrissey, mükemmel bir akustik sunan Volkswagen Arena'da yaklaşık 5 bin kişinin izlediği konseriyle seyircilere unutamayacakları bir deneyim yaşattı.

19 şarkılık konser, setlistine bakıldığında önceki iki İstanbul konserine göre hayli zayıftı. Hit şarkıları, özellikle de "Let Me Kiss You"yu hep bir ağızdan söyleseydik iyi olurdu. Maalesef son albümü kötü olunca, iyi şarkılar dinleyemedik. Onun dışında seyirciyle bağ açısından muhteşem bir konserdi elbette. Uzun uzun şöyle konserdi böyle konserdi diye yazamayacağım, dönüş uçağım beni bekler... İyi ki varsın be Morrissey, uzun ömürler...

Setlist:
The Queen Is Dead 
Suedehead 
Istanbul 
Kiss Me a Lot 
I'm Throwing My Arms Around Paris 
How Soon Is Now? 
Kick the Bride Down the Aisle 
Earth Is the Loneliest Planet 
World Peace Is None of Your Business 
Neal Cassady Drops Dead 
Scandinavia 
Smiler with Knife 
Yes, I Am Blind 
Staircase at the University 
I'm Not a Man 
Meat Is Murder 
Speedway 

Encore:
Asleep 
Everyday Is Like Sunday



Vizyona Giren Filmler : 19 Aralık

$
0
0
Üçü yerli sekiz filmin vizyona girdiği haftanın başrolünde orta dünya var... Sinemaya akın ettiren “Hobbit: Beş Ordunun Savaşı”nın ezici üstünlüğü diğer filmleri gölgede bırakıyor ama en azından iyi alternatifler mevcut... Bu alternatiflerden, yerli komedi “Vay Başıma Gelenler 2 Buçuk”, Fransa’nın gişe canavarı “Hayatımın Şansı” en çok öne çıkanlar... Vasatlarda seyreden “Çapkın Profesör” ve Araki’nin bunaltan “Karda Bir Beyaz Kuş”u diğer seçenekler olurken, “Rüzgarla Bir” ve “Gittiler: Sair ve Meçhul” da haftanın vizyona girmiş gibi yapanları... Assayas’ın Cannes Film festivali’nde övgülere boğulan “Sils Maria: Ve Perde”si ise haftanın en iyisi ve kaçırılmaması gerekeni...


Hobbit: Beş Ordunun Savaşı / The Hobbit: The Battle Of The Five Armies
Yönetmen: Peter Jackson
Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Luke Evans, Evangeline Lilly, Richard Armitage
Konu: Hobbit: Beş Ordunun Savaşı’nda Bilbo Baggins, Thorin Meşekalkan ve Cüceler Bölüğü’nün maceraları destansı bir sona ulaşıyor. Erebor Cüceleri yurtlarının zenginliğine yeniden kavuşmuşturlar ancak şimdi Ejderha Smaug’u Göl Kasabası’nın savunmasız erkeklerinin, kadınlarının ve çocuklarının üzerine serbest bırakmış olmanın sonuçlarıyla yüzleşmek zorundadırlar.
Para hırsıyla üçe bölününce işin suyunu çıkarmakla kalmadılar, zaman israfına da yol açtılar... Üçüncü filmde de ortada konu yok, sıkıcılık had safhada... Elde kumanda olsa, ileri sardırarak geçeceğimiz filmin, görsel şölen tadındaki savaş sahneleri de olmasa çekilir yanı yok... 


Vay Başıma Gelenler 2 Buçuk
Yönetmen: Semra Dündar
Oyuncular: Yıldırım Memişoğlu, Bülent Çolak, Fatma Toptaş, Metin Zakoğlu
Konu: Bir erotik star olan Kerim ile Basit’in hayatları, Kerim’in kim olduğunu bile bilmediği babasının bir anda ortaya çıkıp son nefesinde oğlunu görmek istemesiyle yeni bir boyut kazanır. Kerim’in, 40’ından sonra nur topu gibi bir babası olmuştur. Nurlar içinde yatmasına çeyrek kalan bu baba üstelik çok zengindir ve ortada söz konusu olan çok büyük bir miras vardır. Kerim ve Basit’i geldikleri bu ultra lüks evde beklenmedik sürprizler beklemektedir.


Çapkın Profesör / The Rewrite
Yönetmen: Marc Lawrence
Oyuncular: Hugh Grant, Marisa Tomei, Bella Heatchcote, J. K. Simmons
Konu: Bir zamanların mutlu senaristi Keith Michaels, artık boşanmış, ellisine yaklaşan, yıllardır beğenilen bir senaryo yazmamış ve parası da bitmeye başlamış birisidir. Neyse ki menajeri ona, Hollywood’dan uzak olsa da bir iş ayarlar. Keith, Holly ile tanıştığında değişmeye başlar. Holly, bekâr bir annedir. Öğrencilerinden biri, bir senaryoyla geldiğinde, Keith yeniden iyi bir yaşam sürmek için bir fırsat görür.
Sinemanın en sevdiği konu “ikinci şans” üzerine klasik şablonu deneyen ve bir kaç numara ile en azından sıkılmadan izlenebilen bir film... Çok fazla boş vakti olan, yalandan da olsa kendimi iyi hissedeyim diyenler için biçilmiş kaftan...


Hayatımın Şansı / Samba
Yönetmenler: Eric Toledano ile Olivier Nakache
Oyuncular: Omar Sy, Charlotte Gainsbourg, Tahar Rahim, Izia Higelin
Konu: Daha iyi bir hayat umuduyla geldiği Fransa’da düşük gelirli birçok işe girerek tutunmaya çalışan Samba, belgelerindeki eksik nedeniyle göçmenlik bürosu tarafından sınır dışı edilmek üzeredir. Alice ise bir şirkette üst düzey yöneticiyken geçirdiği bunalım sonucunda psikolojik tedavisinin bir parçası olarak göçmenlik bürosunda görevlendirilmiştir. İkilinin yolları çakışır ve duygusal çekim artar.
“Intouchables / Can Dostum” çok tuttu şimdi ne yapsak diye düşünen ikili, aynı formülü bu kez göçmen konusu üzerinden işliyorlar... Her şey olması gerektiği gibi... Elbette sorunların üzerine gidip eleştirme kaygısı yok ama seyir keyfini kaçırmayacak şekilde işlemeyi de ihmal etmemişler... İzlemeyenin bir şey kaybetmeyeceği, izleyenin de çıkışta iyi vakit geçirdim dediği filmler vardır ya hani, tam olarak öyle bir film “Samba”... Haftanın risksiz seçimi... 


Sils Maria: Ve Perde / Clouds of Sils Maria
Yönetmen: Olivier Assayas
Oyuncular: Juliette Binoche, Kristen Stewart, Chloe Grace Moretz, Lars Edinger
Konu: Kariyerinin zirvesine ulaşan Maria Enders, yirmi yıl önce ona şöhret kapılarını açan bir oyunda yeniden oynaması için teklif alır. Geçmişte patronu Helena’yı baştan çıkarıp, intihara sürükleyen 20 yaşındaki genç Sigrid’i oynamıştır. Bu defa ise ondan istenen Helena’yı oynamasıdır. Rolüne hazırlanmak için asistanı Valentine ile Alpler’deki Sils Maria Köyü’ne çekilir. Sigrid rolünü ise bu kez genç bir Hollwood aktrisi oynayacaktır.
İnsana dair söyledikleri, düşündürdükleri, diyaloglarla hissettirdikleri dolayısıyla es geçilmemesi gereken bir film... Modern çağa dair önemli bir belge sunmuş Assayas... Bu kadar az kopya ile üç şehirde vizyon görmesine kahroluyor insan...


Karda Bir Beyaz Kuş / White Bird in a Blizzard
Yönetmen: Gregg Araki
Oyuncular: Shailene Woodley, Eva Green, Christopher Meloni, Shiloh Fernandez
Konu: Kusursuz ev kadını Eve ortadan kaybolunca, 17 yaşındaki kızı Kat, yıllardır onu ezen duygusal baskılardan kurtulmanın heyecanıyla annesinin yokluğunu hiç yadırgamaz. Bir yandan büyüme sancıları çekerken bir yandan da rüyalarında annesinin yardım çağrılarını görmeye devam eder. Ne var ki zaman geçtikçe Kat, sonunda kendi inkarını görecek ve annesinin gidişi hakkındaki gerçekleri kabullenecektir.
Araki’nin düşüşüne işaret eden film, meraklı iseniz yıldızlığa doğru giden Woodley’i çıplak görme fırsatı veriyor size... Bu fırsatı kullanmak için sıkıntıdan patlamanız şartıyla... Bunalıma girmeniz de mümkün...


Rüzgarla Bir
Yönetmen: Dilek Çolak
Oyuncular: Evren Duyal, Sermet Yeşil, Aytaç Öztuna, Sertaç Ekici, Serhat Özcan
Konu: Hemşire Leyla ve Levent yedi yıllık evlidirler. Leyla hem kocası tarafından aldatılmakta hem de şiddet görmektedir. Bir yandan da kilolarından rahatsız olan Leyla sürekli rejim ve spor yaparak yaşadıklarını görmezden gelmeye çalışmaktadır. Bu esnada cezaevlerine operasyon düzenlenmiş, siyasi tutuklular hücre tipi cezaevlerine karşı açlık grevlerine başlamıştır. Leyla’nın çalıştığı hastaneye bu eylemcilerden biri getirilir. Bu genç adamın adı Kerem’dir. Kerem tedaviyi kabul etmez. Leyla ve Kerem zaman ilerledikçe birbirlerinin yaşamlarını ve seçimlerini sorgularlar. Biri inandığı bir siyasi görüş için hayatını ortaya koyarken diğeri çocuğu ve eşi için kendi yaşamından feragat etmektedir.


Gittiler: Sair ve Meçhul
Yönetmen: Kenan Korkmaz
Oyuncular: Savaş Özdemir, Yuhannun Akay, Ruhi Sarı, Sonya Akay, Selin Köseoğlu
Konu: Film, yukarı Mezopotamya’nın kadim halklarından Süryanilerin yaşadığı Aynvert (Gülgöze) köyünün muhtarı ve çocukları üzerinden, gitmek ve dönmek sancılarını işliyor. Bölgede şiddet hüküm sürdüğü zamanlar, köyün neredeyse tamamı topraklarını, hatta ülkelerini terk eder. Muhtar, yaşadığı baskılara rağmen bırakıp gitmez köyünü. Oğullarından Joseph kararlıdır ve gider. Yuhan ise babasını bırakamaz. Joseph gittiği, Yuhan da kaldığı günden itibaren aldıkları kararı sorgularlar. Bu sorgulama çoğu zaman evlerinin tavanına nakşettikleri ve “sılsel” denen gökyüzü tasvirini izlerken yapılır. Kanat çırpışlarıyla o gökyüzünden özgürlüklerine uçmak isterler ama her seferinde duvara çarparlar.


Yılbaşı İçin En Güzel Hediye Çocuklara Masal Kitapları

$
0
0
Pena Yayınları her birinde 4’er hikâye bulunan 4 kitaplık yeni “Küçük Kitabım” serisi ile küçük çocukları hayaller diyarında yolculuklara çıkartacak. Kaliteli baskısı, rengarenk resimleri ve okuması kolay metinleriyle bu kitaplar çocukların elinden düşmeyecek.

Çocuk kitapları kütüphanesine sürekli yeni kitaplar ekleyen ve çocukları kaliteli yayınlarla bir araya getirmeyi amaç edinen Pena Yayınları, 4 kitaplık yeni bir seriye imza atıyor. “Küçük Kitabım” serisinin her kitabında renkli resimlerle bezenmiş, çocukların hayal güçlerini geliştirecek, onları maceradan maceraya sürüklerken yeni bilgiler verecek, yeni dünyalarla tanıştıracak 4 farklı hikâye var.

4 kitap, hepsinde 4 farklı hikâye
“Peri Masalları” kitabındaki masallar çocuklara büyüleyici maceraların kapılarını açacak. “Oğluma Hikâyeler” kitabı maceraya meraklı erkek çocukları için idealken, “Kızıma Hikâyeler” kitabı ise kız çocuklarını prenseslerin, perilerin dünyasına götürecek. Serinin “Hayvanlar” adlı kitabındaki birbirinden eğlenceli hayvan hikâyeleri ise çocukların hayal dünyasını renklendirecek.

Kitaplardaki hikâyelerin ve resimlerin büyüleyici dünyasına bir kere adım atan çocuklar serinin tüm kitaplarına sahip olmak için can atacak.

Eser Adı: Peri Masalları
Seri Adı: Küçük Kitabım
Orijinal Adı: My Little Book of Fairy Tales
Türü: Resimli Çocuk Kitabı
Sayfa Sayısı: 32
Etiket Fiyatı: 14,50 TL

Eser Adı: Oğluma Hikâyeler
Seri Adı: Küçük Kitabım
Orijinal Adı: My Little Book of Stories for Boys 
Türü: Resimli Çocuk Kitabı
Sayfa Sayısı: 32
Etiket Fiyatı: 14,50 TL

Eser Adı: Kızıma Hikâyeler
Seri Adı: Küçük Kitabım
Orijinal Adı: My Little Book of Stories for Girls 
Türü: Resimli Çocuk Kitabı
Sayfa Sayısı: 32
Etiket Fiyatı: 14,50 TL

Eser Adı: Hayvanlar
Seri Adı: Küçük Kitabım
Orijinal Adı: My Little Book of Animal Stories
Türü: Resimli Çocuk Kitabı
Sayfa Sayısı: 32
Etiket Fiyatı: 14,50 TL
Yayınevi: PENA Yayınları



Kim Demiş Gençler Okumuyor Diye… : GO! Kitap

$
0
0
Son dönemde müthiş bir pazar oluşturan ve peş peşe gelen serilerin fenomene dönüşmesiyle gün geçtikçe büyüyen genç yetişkin kategorisi, etkisini Türk okurlara da göstermeye başladı... Dünyada yankı uyandıran kategorinin kitapları, film ve dizilere de uyarlanarak büyük ilginin karşılığını da alıyor... Bizde halen yeteri kadar geniş olmayan bu kategoriye yepyeni bir marka daha eklendi: GO! Kitap... 

Beyaz Balina yayınlarının yeni markası, genç bir ekiple kolları sıvamış ve kitap aşığı gençlere keyifli bir yolculuk vaat ediyor... Eylül ayında, sezonun en dikkat çeken gençlik dizisi “The 100”e kaynak olan romanla başlayan Go! Kitap, ikinci kitap “Yabancı”nın ardından şu sıralar “Tatlı Şeytan”ın eli kulağında... Sözü onlara verelim, hem kendilerini tanıtsınlar hem de kitaplarını... 

Gençler artık dünyanın kitabını okuyor. Ve onları dünyanın en kaliteli gençlik kitaplarıyla buluşturmak için kolları sıvayan ekibimiz yepyeni bir markayla karşınıza çıkıyor: GO! Aşk, gerilim, macera, bilimkurgu, fantastik edebiyat, distopya kitaplarının en iyi örneklerini her yaştan gencin beğenisine sunmak için yola çıkan GO! ekibi bu keyifli yolculukta kendilerine eşlik edecek olan kitap âşıklarına şimdiden teşekkür eder…


Onlar Yalancı, Onlar Hırsız, Onlar Asi, Onlar Kahraman
Onlar İnsanlığın Kaderini Belirleyecek 100 Genç...
Yaşanan nükleer felaket dünyanın sonunu getirmiş, bu büyük felaketten sağ kurtulan insanlar 300 yıl boyunca Dünya’nın yörüngesindeki bir uzay gemisinde varlıklarını sürdürmüştür. Tükenmeye yüz tutan kaynaklarla koloniyi ayakta tutmaya çalışan yöneticiler, nüfusu kontrol altında tutmak için en sert tedbirleri almakta, hafif suçlar için bile idam cezası uygulanmaktadır. Öyle ki çocuk suçlular on sekiz yaşına geldiklerinde idam edilmektedir. Ama ölümlerini bekleyen bu gençlerin artık çok önemli bir görevi vardır. Gözden çıkarılmış genç suçlulardan oluşan 100 kişilik bir ekip, geçen zaman içinde yerleşime hazır hale gelip gelmediğini test etmek için Dünya’ya gönderilecektir. Koloninin geleceği, onların elindedir. 

100 ekibi farklılıklarını, geçmiş hesaplaşmalarını bir kenara bırakıp birleşmeli ve bilinmezlerle dolu Dünya’da hayatta kalmaya çalışmalıdır. Ama ihanetler, sırlar, henüz bitmemiş ve yeni başlayan aşklar gün yüzüne çıktıkça bir arada kalmaları gittikçe zorlaşacaktır.

THE 100 / Kass Morgan
Türü : Roman
Çeviren : Arın Zengin
Editör : Aslı Onat 
1. Baskı / Eylül 2014
300 Sayfa
Etiket Fiyatı : 17.00 TL


Uzaylılar İnsanlarla İki Yıl Önce Bağlantı Kurdu. Şimdi de Dünyalı Cara, Onlardan Birini Evinde Misafir Etmeye Hazırlanıyor.
Gezegenler arası öğrenci değişim programı kapsamında evinde L’eihrli bir lise son sınıf öğrencisini ağırlamaya hazırlanan Cara, bu sayede hem hayallerindeki üniversiteye ücretsiz gidebilecek hem de o gizemli L’eihrliler hakkında gazetecilerin uğruna öleceği bilgiler edinecektir. L’eihrli öğrenci Aelyx’in, ayakları yerden kesen yakışıklılığı da cabası.

Ama işler hiç de düşünüldüğü gibi yolunda gitmeyecektir, çünkü Aelyx’i okulda istemeyenler de vardır ve sayıları hiç de az değildir. Tehdit mektupları almaya başlayan Cara bir süre sonra Aelyx ile okula polis eşliğinde gitmek zorunda kalacaktır.

Okuldaki herkes tarafından dışlanan Cara’nın artık tek arkadaşı Aelyx’tir. Üstüne üstlük Cara ona sırılsıklam âşık olmuştur. Öte yandan Aelyx’in de ölümcül sonuçlar doğurabilecek sırları vardır. Büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olan Cara hem kendi hem sevdiği çocuğun hayatı hem de gezegeninin geleceği için bir ölüm kalım savaşı vermek zorundadır.

YABANCI / Melissa Landers
Türü : Roman
Çeviren : Demet Orhan
Editör : Nurten Hatırnaz 
1. Baskı / Ekim 2014
Sayfa Sayısı : 424
Etiket Fiyatı : 17.00 TL


Zevk, Günahın Tuzağıdır...
On altı yaşındaki, lise öğrencisi Anna Whitt yaşıtlarından biraz farklı bir genç kızdır. Anna, renkler vasıtasıyla insanların duygularını görür, hatta isterse hisseder. Kilometrelerce ötedeki sesleri duyar, kokuları alır. Anna, farklı olduğunu bilir ama "ne" olduğuna dair en ufak bir fikri yoktur. Ta ki gizemli yakışıklı Kaidan Rowe ile tanışana dek. Kaidan, onun da kendisi gibi, iblis soyundan gelen bir Nefil olduğunu açıklayınca Anna'nın önünde karanlık bir dünyanın kapıları aralanır. Kaidan’ın büyüsüne kapılıp bu dünyaya adımını attığında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Hayatı boyunca "iyi bir kız" olan Anna, ya diğer Nefiller gibi iblislere boyun eğip kötülüğe hizmet edecek ya da kaderini baştan yazacaktır…

TATLI ŞEYTAN / Wendy Higgins
Türü : Roman
Çeviren : Demet Orhan
Editör : Nurten Hatırnaz 
1. Baskı / Aralık 2014
Sayfa Sayısı : 536
Etiket Fiyatı : 17.00 TL



Muhteşem Sahne Şovu ile Dünyanın En Hit Grubu OneRepublic İlk Defa Türkiye'de!

$
0
0
Dünya müzik listelerinde zirveye yerleşen “Apologize”, “If I Lose Myself” ve “Counting Stars” parçalarının sahibi, ABD’li pop-rock grubu OneRepublic, Türkiye’de ilk defa Pozitif Live organizasyonuyla 30 Mayıs Cumartesi akşamı Volkswagen Arena’da sahne almaya hazırlanıyor. 

İlk çıkış parçaları “Apologize” ile edindikleri yükselişi “Stop and Stare”, “Secrets”, “Feel Again” gibi müzik listelerinde zirveye oturan hit parçaları ile devam ettiren ve bugüne kadar sekiz milyon single satışı elde eden OneRepublic, İstanbul konserinde müzik listelerinden başarısını uzun süre koruyan albümü “Native”in yanı sıra “Dreaming Out Loud” ve “Waking Up” albümlerden zirveye yerleşen hit parçalarını seslendirecek.

Sevilen parçaları ile hafızalarda yer edinecek OneRepublic konserinin biletleri çok yakında biletix.com adresi üzerinden satışa çıkacak.

Beyonce, Taylor Swift, U2, Maroon 5, Adele, Jennifer Lopez gibi ünlü isimlere yazdığı şarkılardan 3’ü uluslararası listelerde birinciliğe yükselen, Grammy Ödülü sahibi ABD'li şarkıcı ve söz yazarı Ryan Tedder tarafından 2003 yılında kurulan OneRepublic, gitarda Zach Filkins, davul ve perküsyonda Eddie Fisher, bas gitar ve klavyede Brent Kutzle, gitarda Drew Brown’dan oluşuyor. Myspace sitesinde rekor kıran başarısı ile birçok plak şirketinden teklif almasının ardından, Timbaland ile anlaşıp 2007’de ilk albümleri “Dreaming Out Loud”u çıkaran yetenekli pop-rock grubu, 2010’da Bon Jovi ve U2 konserlerinin açılışını yaparak başarısını kısa sürede kanıtladı. Grup, 2014’te 3 dalda Billboard müzik ödülüne aday gösterildi.

Amerika’nın en çok seyredilen yetenek yarışması “The Voice”un finalinde sahne alarak büyük ses getiren OneRepublic, Dublin O2 Arena’da 40 dakikadan az bir süre içerisinde 60 bin bilet satışı gerçekleştirerek, sadece ülkesi ABD’de değil, Avrupa ülkelerinde de büyük hayran kitlelerine sahip olduğunu gösterdi. 

Yaptıkları müziğin yanı sıra destek verdikleri sosyal sorumluluk projeleri ile de öne çıkan grubun kendi oluşumları “Good Life Foundation” adlı yardım vakfı bulunuyor. “Nerede ve ne şartlarda doğmuş olursa olsun, dünya üzerindeki her bireyin iyi yaşama hakkı vardır. Biz de fırsatımız varken, elimizden geleni yapıyoruz,” diyen grup üyeleri, “Children’s Hospital Colorado Foundation”, “Food Bank”, “The Denver Santa Claus Shop”, “Save the Children” ve “Mile High United Way” gibi çoğu çocuklar için kurulan, dünyanın farklı noktalarındaki yardım kuruluşları ile ortak çalışmalara da imza atıyor. 

Yumuşak Karnımız Büyümek... : Ateş Etme Silahsızım

$
0
0
Bir dönem sesi kısılmış gibi görünse de Türk öykücülüğü, bir kaç yıldır nicelik bakımından altın dönemini yaşıyor... Öyküye ağırlık veren yeni yayınevleri ve her gün yenisi eklenen bolca öykü dergisi ile okurun önünde sayısız seçenek var artık... Bu çoğunluğun içinden sıyrılmak da hayli zor... Okur için de hayli meşakkatli bir durum bu... İyi öykücüyü keşfetmek için referans hep aynı kalemlerden gelince ödüllerin önemi de artıyor... Hakkı İnanç da aldığı ödüllerle bir adım öne çıkanlardan... 

Altı yıldır edebiyat dünyasında olan İnanç, bu kısa sürede Orhan Kemal, Yaşar Nabi Nayır, Ümit Kaftancıoğlu gibi pek çok öykü yarışmasında ödül alarak 14 ödüllük bir koleksiyon yapmış kendisine... Öyküleri birçok dergide yayımlanan İnanç, daha geniş bir okur kitlesinin karşısına da 2013 Selçuk Baran Öykü Ödülü ile taçlanan ilk öykü kitabı “Bozuk” ile çıkmıştı... 1984 Ankara doğumlu yazar, arayı fazla açmadan Ekim ayında yeni öyküleriyle geldi... 17 öyküden oluşan “Ateş Etme Silahsızım” ile yine insan manzaraları sunuyor... Kitaba geçmeden önce yazarı tanıyalım...

Genç bir yazar ama yazı ile ilişkisini, ödül sürecini röportajlarda lafı dolandırmadan, önemini vurgulayarak açıkça anlatıyor İnanç... Yazı ile geç tanışmasını anlatırken, “Edebiyat iyileştiriyor. Edebiyat sayesinde insanlara kendimi değil de, insanları kendime anlatıyorum. Çünkü insanlara kendinizi anlatmaya çalışmak biraz daha zor oluyor. Daha çok anlamak için kullanıyorum edebiyatı. Beni hayata bağlayan şey yazı... O ip koptuğunda sanıyorum ben de kopacağım. Yazı artık kalbimin ortasına oturdu ve oradan çıkması mümkün değil. Çıkarsa, kalbimle birlikte çıkacak oradan. Yazıya böyle bağlıyım.” diyor... Ödül sürecini de açıkça anlatıyor: “Başlarken aslında kitap çıkarma düşüncem yoktu. Öykü yazmak bana iyi geliyor ve anlamamı sağlıyordu. Daha sonra yarışmalara katıldım çünkü öykü yazmak için evime kapamıştım ve paraya ihtiyacım vardı. Açıkça söyleyeyim, yarışmaların birçoğuna para ödülü için katıldım. Ama öykülerimi sınamak için katıldıklarım da oldu. Böyle böyle, yavaş yavaş edebiyat dünyasının içine girmeye başladım ama içine girmeye başladım sandığımda da dışındaymışım.”

Edebiyattaki temel derdini de şahane bir benzetme anlatmış... “Üç adam var. İkisi hareket halindeki dolmuşta. Diğeri dolmuşu yakalayabilmek için ıslık kıyamet koşuyor. Dolmuştaki adamların ikisi de koşan adamı gördü. Öndeki hemen başını çevirdi. Sustu. Şoföre seslenirse sesinin çatlamasından korktu. Gideceği yere geç kalmayı göze alamadı. Çişini otuz saniye fazla tutmak istemedi belki… Ama diğer adam, koşan adamı görür görmez, şoföre durmasını söyledi. Çünkü vicdanlı. Ben o vicdanlı adamın oturduğu yerden yazmak isterim. Koşan adamı anlatırım. Dolmuş şoförünü. Koltuğa sinmiş ter kokusunu. Camda vızıldayan sineği. Ama en çok, başını çeviren adamı...”

Gelelim kitaba... “Ateş Etme Silahsızım”, hepimizin yumuşak karnı olan “büyüme” üzerine öyküler... Bir an önce büyümek isteyen çocuklar, büyüyememiş insanlar ve büyüme sancıları üzerine gözlem gücü hayli yüksek, ince detaylarla da derinleşen öyküler bunlar... Tek bir kaynaktan beslenmeyen, farklı evreler ve çevrelerden insanlarla zenginleşiyor... Geniş bir yelpaze, söyleyecekleri de bol ve okuması da hayli keyifli... 17 öykünün bir kurgu ve anlatım bütünlüğü yok... Bunu da daha ilk kitabında  “Hep aynı dili, kurguyu kullanarak, benzer konuları işlemek beni sıkıyor. Yıllar sonra “Bu bir Hakkı İnanç öyküsü,” denmesindense “Bu güzel öyküyü de mi Hakkı İnanç yazmış,” denmesini yeğlerim.” diyerek açıklamış İnanç... 

Konrad Lorenz alıntısı “Hayvanlarla gerçek insanlar arasında kayıp halka muhtemelen biziz.” alıntısı ile açılan kitap, ilk öyküsü “Son Söz”den itibaren okuru yakalıyor... Basit bir fikirden yola çıkan fantastik öykü “Sehpa” ile “Şirinler’i Gören Çocuk” sonrası kitabın en farklı öyküsü “Kaçak Av” ile de iyi bir yazarı okuduğunuzu anlıyorsunuz... Çok basit çıkış noktalarını kendi bakışıyla derinleştiriyor İnanç, doğal ve gerçekçi... Normalde sırıtacak kelimeler ve argoyu kullanırken de üslubuna çok iyi yedirmiş... Haliyle bir oturuşta soluksuz bitirdim kitabı... Hepsi iyi öyküler ama “Puhu”, “Demir Bilyeler”, “Halının Altı”, “Pinokyo” ve “Çekirge” en sevdiklerim oldu... “Armut Dibine”, “Kayık” ve “Kertenkeleler Suçsuz” da biraz daha elden geçse daha iyi olurmuş... 

“Bozuk” ile yaptığı ödüllü çıkıştan sonra çok öyküsü olduğunu belirtmişti İnanç... Yenileriyle de bu çıkışını sürdüreceği aşikar... Tek bir kaynaktan beslenmediği için de üretim sıkıntısı çekmez kolay kolay... Öykü kitaplarındaki nicelikte farkedilmesi konusunda da sıkıntılı bence... Zira, yeteri kadar duyulup okunduğunu da düşünmüyorum... Bunda yayınevinin de etkisi de var bir parça... Kırmızı Kedi’nin çok geniş bir kataloğu var ama ne yazık ki öykü en son akla gelenlerden... Haliyle öykü okuru biraz daha geç farkediyor bence... Öykü ile özdeşleşen bir yayınevinden çıksaydı daha fazla ilgi çekerdi ama kaybedilmiş de bir şey yok... Ne zaman keşfederseniz başka öykülerini merak edeceğiniz yazarlardan...   

İyi bir dil, derin bir gözlem gücü ve toplumun her kesiminden insanı anlatan zenginliğiyle “Ateş Etme Silahsızım” yılın en iyi öykü kitaplarından... Okunacaklar listenize ekleyin derim...

Ateş Etme Silahsızım / Hakkı İnanç
Kırmızı Kedi Yayınevi
Öykü Dizisi
1. baskı - Ekim 2014
96 sayfa
Fiyat: 8 TL


Altkültür Festivali, Fanzin Çıkış ve Erken Yılbaşı Partisi : Byzantion Fest

$
0
0
28 Aralık’ta Kadıköy Performans Hall’da çok özel bir gece yaşanacak. “Altkültür Festivali, Fanzin Çıkış ve Erken Yılbaşı Partisi” alt başlığıyla düzenlenen “BYZANTİON FEST”’in hedefi, altkültür bağlarının daha fazla sıkılaşması, hep bir arada olan fakat bir türlü gerçek anlamda bir araya gelemeyen kişilerin kaynaşması, yeni fikir ve düşüncelerin ortaya çıkması, fanzinin ilk sayısının piyasaya sürülmesi... Gecede altı grup da sahne alacak. Biz de merakla beklediğimiz festival hakkında merak edilenleri, etkinliği gerçekleştiren Alper Erkut’tan dinleyelim dedik...

Bu festivali ilk duyduğumda çok heyecanlandım, çünkü bu tarz etkinlikler maalesef eskisi kadar sık olmuyor. Bu etkinliğin oluşumundan bahseder misin? Ve ertelenmeseydi daha önce olacaktı. Neden ertelendi? Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Aslında bu tarz alt kütür etkinlikleri geçmişte daha çok oluyordu. Örnek vermek gerekirse; noizine fest 1,2 diyebiliriz. Noizine fest’lerde tek gün içerisinde 7,8 grup sahne alırdı, bence sahnesi yok denecek kadar az olan bir yerde böyle bir şey olması pozitif bir durum. Ayrıca buradaki bir diğer önemli nokta da bu festivalin Kadıköy'de olması... Kadıköy'de önceden böyle bir etkinliğe rastlamadım, belki olmuştur fakat benim haberim yok. Aslında bu etkinliği daha farklı şekilde yapmayı planlıyordum fakat düşündüğüm şeyleri hayata geçirebilmem için kolektif çalışmaya ve insanların bizim yaptığımız işlere ilgi duyup katılım göstermesine ihtiyaç var. Bu organizasyon da gelişmesini umduğum düşüncelere hizmet ediyor bir bakıma. Festivalin ertelenmesinin nedeni, etkinliğin olacağı mekanın tadilatıyla alakalıydı. Mekan sahipleri zemindeki parkeleri değiştirirken zemin altındaki boruların patladığını görmüşler, haliyle ileri bir tarihe ertelemek zorunda kaldım. Aslında daha iyi oldu çünkü bu organizasyon şu anda erken bir yılbaşı partisi havasında da geçecek...

Peki bu festivali diğer festivallerden ayıran özellikleri neler?
Diğer alt kültür festivallerinden ayıran özelliği soruyorsan öyle bir özellik yok. Bir kişi ya da bir kolektif alt kültür organizasyonu yapıyoruz diyorsa eğer elbet ki bunun farkındadır. Farkında olmasa bile dışarıdan ne olduğu anlaşılacaktır. Fakat alt kültür organizasyonlarını popüler kültür organizasyonlarından ayıran farkları soruyorsan burada iş biraz değişir. En basitinden alt kültür organizasyonları tüketimi hedef almaz, odak noktası bu değildir. Bu basit örneği okuyup süzgecinden geçiren herkes biraz düşünüp ne demek dediğimi iyi anlayabilir.

Benim ilgimi en çok çeken şey burada çalan grupların d.i.y kültürüne yakın olmaları hatta bizzat içinde olmaları. Biraz da d.i.y kültüründen bahseder misin? Doksanlarda bu kültür yaygınken şimdilerde bu çok az.
Bu durum içinde yaşadığımız tüketim toplumuyla ilgili. Biz hayatın çok küçük bir bölümüne şahit olabiliyoruz, jenerasyonlar geçtikçe algılar bir bir yıkılıp insanlar ilk başladıkları yere geri dönebilirler. Kısaca bu illüzyon devam edebileceği gibi sona da erebilir. D.i.y kültürünün şimdilerde azaldığını düşünmemekle beraber daha klas bir noktaya geldiğini bile söyleyebilirim. Varlığın herhangi bir şeyi kendisinin gerçekleştirmesi kadar ona haz verebilecek başka bir şey olduğunu düşünmüyorum ve bu durum günümüzün vahşi, çılgın, tüketime dayalı gerçekliğinde fark yaratıyor. Konu meta değil, hiç bir zaman olmadı konu tamamen gerçekleştirmekle alakalı ve tabi ki robot değiliz, anlamak o kadar da zor değil fakat bir şeyi anladığında değişim başlamış demektir...

Ben bu festivali yapan arkadaşları tebrik etmek istiyorum ve pazar gününü iple çekiyorum. Biraz da gruplardan bahseder misin? Hatta okurlarımız için grupları tanıtır mısın?
İlk grup Saatleri Ayarlama Enstitüsü yeni bir grup, bas gitarda ben ve Paul ile beraber daha önceden Foton Kuşağı adlı grupta çalan Enes çalıyor. Enes gerçekleştirdiğimiz batı Avrupa turundan sonra ayrılıp böyle bir müzik yapmayı tercih etti kendisi daha önceden H.İ.S ve Lecture adlı gruplarda çalmıştı, o gruplarda bayağı iyi gruplar. Saatler'e dönersek; grubun tarzı post hardcore, screamo dolaylarında karanlık, sert ve melodik. Besteler üzerine çok çalışıyorlar dolayısıyla besteler ister istemez nitelik kazanıyor bu yol ile. Yurt dışındaki gruplardan örnek verecek olursak, la dispute, pianos become the teeth, loma prieta gibi örnekleri sıralayabiliriz...


İkinci grup Meth Shop Boyz, bu grupta çalan Çağatay ve Farukcan'ın extradan Sarinvomit adlı çok iyi bir metal grubu var. Basçı Alper Ekiz Lifelock’da çalıyor, gitarist Batuhan ise bir süre Chopstick Suicide'da çaldı. MSB bir hayli hızlı, çiğ melodileriyle lirikal anlamda dinlerken düşündürten gruplardan, sahneleri de iyi bence coşkulu çalıyorlar…


Üçüncü grup Poster İti, yaklaşık 10 yıldır bu topraklar üzerinde punk müziğini icra etmeye çalışıyorlar. Başlangıçları daha 77 punk gibiydi fakat şu anda son albümlerini dinlediğimde daha sert bir havaya büründüklerini görüyorum. İstanbul içi ve İstanbul dışında birçok organizasyonda çaldılar. Bir de mini bir Almanya turu gerçekleştirdiler yanılmıyorsam... Müzik tarzını seversin ya da sevmezsin bu kişisel bir durum fakat İstanbul da ki önemli alt kültür gruplarının başında geliyorlar bence…


Dördüncü grup Lifelock, onlarda 2000 yılından beri bir şekilde grup olarak devam ediyorlar. Under Pressure adında bir albümleri var ve bence bu topraklar üzerinde yapılmış en kaliteli kayıtlardan biri. Melodik hardcore, thrash, metal, punk birçok öğeyi müziklerinin içinde barındırıyorlar ve melodiler gerçekten iyi.


Beşinci grup Standback, bu grubun sahne performansı bence bayağı sıkı, net çalıyorlar ve enerjileri yüksek. Bestelerde yer yer breakdownlar yer yerde hızlı kısımlar mevcut. Yeni bir ürün kayıt ediyorlar diye biliyorum. En son Rusya'dan gelen Afonia konserinde çalmışlardı, bayağı iyiydi.


Son grup Mr.Mantis hakkında deneysel bir hardcore grubu diyebiliriz. Müziklerinde sıklıkla metal öğelerini gözlemleyebilirsiniz. Değişik gitar, davul, bas kombinasyonları mevcut. 8 konserlik Almanya turu gerçekleştirdiler. Çıkacak olan fanzinde onların röportajı da bulunuyor...

Festival nerede olacak, tam olarak saat kaçta olacak, giriş ücreti ne kadar olacak, yaş sınırı olacak mı en çok merak edilen şeyler de bunlar. Bunlar hakkın da da bilgi verir misin?
Festival Kadıköy'de Anadolu yakası Performans Hall'da gerçekleşecek. Mekanın yerini tarif etmek gerekirse; Rex sinemasından Akmar pasajına doğru inerken sol tarafta kalan Pizza Vegas'ın sağ çaprazındaki Güneşli Bahçe sokağın içine girip ilerlediğinizde mekana ulaşabilirsiniz. Konser 15 lira bilet alan kişilere 1 adet fanzin ve 1 adet bira hediye edilecek. Organizasyon tam olarak saat 19:00’da başlayıp 24:00 gibi bitecek ve yaş sınırı yok…

Fanzin içeriği nedir? Sadece bu etkinliğe özel bir çalışma mı?
Fanzin İstanbul ve çevresindeki alt kültür oluşumlarını, kişileri ve kolektifleri inceliyor. Her iki ayda bir çıkarmaya çalışacağız.

Son olarak söylemek istediklerin neler? Başka ne gibi etkinlikler yapacaksınız?
Etkinlik yapmak tek benim ya da bizimle ilintili bir olay değil. İşletmelerinde kendi kafalarınca stratejileri oluyor. Türkiye'de herhangi bir kültürün alt yapısı olmadığından dolayı herkes kendi koparabildiğine bakıyor bu yüzden organizasyonlara süreklilik kazandırmak da başlı başına sorunu çözmüyor. Organizasyona katılım, insanların bu ve bu tarz kültürlere ilgi göstermesi, öğrenmek istemesi, dinlemesi, yazması, çizmesi kısaca sanatsal öğelere merakının olması gerekiyor. Bunun üzerine uzunca konuşulur fakat bence her şeyden önemlisi eğlenmek ve bir şeyin parçası olabilmek...


Röportaj: Semih Şimşek


Can Bonomo ile Rocco'lu Ev Oturması Blogumda Canlı Yayınlanacak!

$
0
0
Her zaman genç, renkli, eğlenceli ve dinamik olanların tercihi Rocco’dan Can Bonomo hayranlarına büyük sürpriz! Ev konserleri konseptiyle, canlı olarak online yayınlanacak olan “Can Bonomo ile Rocco’lu Ev Oturması”, Can Bonomo hayranlarını müziğe doyuracak…

Sıcacık ev ortamında eğlence ve müzik dolu dakikalar sunacak olan Can Bonomo ile “Rocco’lu Ev Oturması” konserlerinin ilki 28 Aralık günü saat 20:30’da gerçekleşecek. Bu benzersiz konser serisine katılmak isteyen Can Bonomo hayranlarının tek yapması gereken ise Rocco’nun Twitter, Facebook, izlesene.com ve Vine hesaplarında gerçekleşecek yarışmaları kazanmak olacak.
Can Bonomo’nun, doğal ev ortamında gerçekleştirdiği ve canlı olarak benim blogumda da izleyebileceğiniz bu konserler için sizleri bol sürprizli ve eğlenceli yarışmalar bekliyor. Can Bonomo hayranları Facebook, Twitter, izlesene.com ve Vine kanallarından duyurumu yapılacak yarışmalara katılarak ev konserlerine katılma şansına sahip olacaklar.  Son konser ise yine bu yarışmaları kazanan bir talihlinin evinde gerçekleşecek. Rocco’nun renkli ve eğlenceli dünyası, gençlerin, yeni ve yaratıcı paylaşımlarıyla daha da renklenecek, Can Bonomo’yla ev oturmaları herkese keyif verecek. “Rocco’lu Ev Oturması” konserleri serisinde Can Bonomo’nun eşsiz performanslarına canlı tanıklık edemeyecek hayranları içinse tüm konserler Rocco’nun izlesene.comFacebook hesapları ve de benim blogum üzerinden online olarak canlı yayınlanacak.

28 Aralık Pazar günü saat 20:30’da aşağıdaki ekranda konseri canlı olarak izlemek için burada buluşalım!


Bir boomads advertorial içeriğidir.


Vizyona Giren Filmler : 26 Aralık

$
0
0
Yılın son haftasında sekiz film vizyonda ve yönetmenler başrolde... Merakla beklenen Russell Crowe’un ilk yönetmenlik denemesi “Son Umut”, yerli komedi “Yusuf & Yusuf” ve iç ısıtan masal “Ayı Paddington” haftanın en çok öne çıkanları... “[REC]” serisinin yaratıcılarının solo devamı “[REC] 4: Kıyamet”, Filistin’in Woody Allen’ı olarak bilinen Ghazi Albuliwi’nin komedisi “Nikahta Keramet Var mı?” ve Setem Akademi’de gösterime giren “Aşk-ı Sûzan” da diğer seçenekler... Dardenne’lerin “İki Gün ve Bir Gece”si ile Roy Andersson’un “İnsanları Seyreden Güvercin”i ise hem haftanın hem de yılın en iyileri ve kaçırılmaması gerekenleri...


Son Umut / The Water Diviner
Yönetmen: Russell Crowe
Oyuncular: Russell Crowe, Olga Kurylenko, Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan
Konu: Çanakkale Savaşı’ndan dört yıl sonra savaşa gönderdiği üç oğlunun kaderini öğrenmek üzere İstanbul’a gelen Avustralyalı çiftçi Connor’ın hikâyesi.


Yusuf & Yusuf
Yönetmen: Ersoy Güler
Oyuncular: Ali Sunal, Burak Satıbol, Oya Başar, Sinem Öztürk
Konu: Yusuf, Ankara’lı bir dolmuş şoförüdür. Çocukluğundan beri arabalara olan merakı onu modifiye tutkunu haline getirmiştir. Yolda dolmuşa binmek isteyen Papaz dahil kimseyi es geçmez. Dolmuşta aldığı papaz görünümlü kişi aslında o gün şehre gelen Papa’ya suikast düzenleyecek bir militandır. Tesadüfe bakın ki bu militanın adı da Yusuf’tur. Bir Yusuf can almak için uğraşırken, diğer Yusuf can kurtarmak için çabalayacaktır.


Ayı Paddington / Paddington
Yönetmen: Paul King
Oyuncular: Nicole Kidman, Hugh Bonneville, Sally Hawkins, Julie Walters
Konu: Perulu bir genç ayı ailesinden uzakta, teyzesi Lucy tarafından büyütülmüştür. Teyzesinin Emekli Ayılar Evi’nde yaşamaya başlamasının ardından, bir geminin cankurtaran botuna binip kendisine bir yuva bulmak için Londra’da Paddington istasyonuna vardığında kaybolur ve şehir hayatının hiç de beklediği gibi olmadığını anlar. Onu bulan Brown ailesi adını, buldukları istasyonun adı olan “Paddington” koyarlar.


[REC] 4: Kıyamet / [REC] 4: Apocalipsis
Yönetmen: Jaume Balaguero
Oyuncular: Manuela Velasco, Hector Colome, Maria Alfonsa Rosso, Paco Manzanedo
Konu: Angela, zombi virüslü binadan kurtulan tek insandır. Gözlerini bir okyanus tankerinin karantina odasında açtığında güvendedir. Gemideki diğer insanlar için bu güven söz konusu değildir, zira tecrit edilmiş gemide zombi virüsü mutasyona uğrayarak, bedeni ve ruhu ele geçiren ölüm makinesine dönüşmektedir. Angela gemideki her şeyi silâh olarak kullanır.
Tamamen para için çekilmiş, serinin yaratıcı başlangıcından fersah fersah uzak film için kötü demek bile hafif kalır... Üçüncü film bile bundan iyiydi dedirtiyor ki, vay izleyenin haline...


İki Gün ve Bir Gece / Deux Jours, Une Nuit
Yönetmenler: Jean Pierre Dardenne & Luc Dardenne
Oyuncular: Marion Cotillard, Fabrizio Rongione, Pili Groyne, Catherine Salee
Konu: 30 yaşındaki Sandra işten atılması karşılığında iş arkadaşlarının yüklü bir bonus alacaklarını öğrenir. Kocasının yardımıyla iş arkadaşlarını bu bonustan vazgeçirmek ve işini korumak için yalnızca bir haftası vardır. 
Yılın en iyi filmlerinden biri ayağınıza gelmiş, fazla düşünmeyin gişeye koşun!


Nikahta Keramet Var mı? / Peace After Marriage
Yönetmenler: Bandar Albuliwi & Ghazi Albuliwi
Oyuncular: Ghazi Albuliwi, Hiam Abbass, Hany Kamal, Einat Tubi, Mark Lucaj, Assaf Cohen
Konu: Filistinli – Amerikalı genç Arafat, Yeşil Kart alabilmesi için İsrailli Micaela ile evlenmeyi kabul eder. Bu durum onları kendi kültür ve aile geleneklerini sorgulamaya iter. Nikahta Keramet Var mı? aşk ve mizahın, din ve aile üzerinden doğmasını anlatan bir hikâye.
Bildik konuyu aşırı derece naif şekilde işleyen film, izleme keyfi garantili... Fazlaca abartılı olması, senaryosundaki kusurları ve ülkeler arası gerilime orta yol bulma sevdasını görmezden gelebilmeyi sağlayan bir komedi... 


İnsanları Seyreden Güvercin / En Duva Satt på en Gren Och Funderade på Tillvaron
Yönetmen: Roy Andersson
Oyuncular: Holger Andersson, Nils Westblom, Charlotta Larsson, Viktor Gyllenberg
Konu: İki gezgin satıcıyı izleyen film, günümüzün, geçmişin ve geleceğin karmakarışık dünyasına absürd ve gerçekçi bir bakış atıyor. Film, bize yaşamın ihtişamını, insanoğlunun kırılganlığını, içimizdeki mizahı hatırlatıyor; tıpkı bir ağacın dalına tünemiş ve bizleri seyreden bir güvercin gibi.
İnsan ruhuna ayna tutan zanaatkar yeni bir başyapıtla gelmiş... Her sahneyi nakış gibi işlemiş, detaylar ve metaforlarla beslemiş... Teknik anlamda da yaratıcılık ve yönetmenlik dersi bu... Yılın en iyi filmlerinden biri, kaçırmayın!


Aşk-ı Sûzan
Yönetmen: Murat Tüter
Oyuncular: Emre Kentmenoğlu, Gülin Sezen Aray, Doğaç Yıldız, Barış Çakmak
Konu: Yusuf, 19 yaşında, aksi, Tanrı inancını yitirmiş üniversite öğrenimi gören bir gençtir. Jacklin’in oğlu olan Yusuf’un hırçın olma sebebi babasız büyümesidir. Bir gün annesinin odasında bir fotoğraf görür. Bu fotoğraf annesi ile okuldan hocası Ragıp’ın yıllar evvel çektirdiği evlilik fotoğrafıdır. Ragıp, Yusuf’un öz babası değildir ve Yusuf asıl gerçeği Ragıp’ın anı defteri olan Aşk-ı Suzan’dan öğrenecektir.


Arslan Sayman'dan Çocuklara Tarihi Kurgu : Kirazlı Köşk’ün Çocukları

$
0
0
Büyümediğini düşünen, içindeki çocuk da uslu durmayan Psikolog – Yazar Arslan Sayman’ın yeni kitabı “Kirazlı Köşk’ün Çocukları” Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle raflarda yerini almaya hazırlanıyor...

Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezun olan Sayman, bir süredir sektörel dergilerde editörlük yapmakta, çeşitli dergilerde öyküler, gezi yazıları yayımlamakta ve çocuk kitapları yazmaya tam gaz devam etmekte... Okurlardan büyük ilgi görerek klasikleşen ödüllü çocuk kitapları yazarı Arslan Sayman’dan çocuklar için bu kez sürükleyici bir tarihi kurgu…

Şermin, İzmir’de, çok sevdiği Nergisli Ev’de anne ve babasıyla mutlu bir hayat sürüyordu. Ancak 13 yaşına girdiği yıl, hem ailesinin hem kendisinin hayatı beklenmedik bir şekilde değişti. Aldıkları kötü bir haberle her şeyi geride bırakan aile, İstanbul’a, büyük dede Deli Necip Paşa’nın yaptırdığı Kirazlı Köşk’e taşındı. 

Ancak Şermin için bu yeni düzene alışmak hiç de kolay değildi. Köşkteki kurallara uymak da! Kirazlı Köşk’ün bahçesindeki atölyeye yaklaşmasının bile yasaklanması, Şermin’i caydırmıyor, tam tersine iyice meraklandırıyordu.

Şermin, en yakın arkadaşı Muhibbe’yle birlikte köşkteki sırları tek tek ortaya çıkarmayı kafasına koymuştu. Bu süreçte küçük kuzeni Ragıp’a hiçbir şey belli etmemeli, annesi Bedriye Hanım’ı hoş tutmalı, Muhibbe’nin babası İzzet Efendi’ye görünmemeliydiler!

Kirazlı Köşk; Şermin, Muhibbe ve Ragıp’a bilinmeyen bir geçmişin kapılarını açarken okura da benzersiz tarihi bir serüven yaşatıyor.

Dizisi : Kırmızı Kedi-ÇOCUK
Türü : Roman
Yazan : Arslan Sayman
Sayfa : 168
Fiyatı : 12 TL




Usta Şair Şükrü Erbaş'tan 3 Yıl Aradan Sonra Yeni Şiirler : Pervane

$
0
0
Türk Edebiyatının usta Şairi Şükrü Erbaş üç yıl aradan sonra yayımlayacağı yeni şiir kitabı “Pervane”, Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle raflarda yerini almaya hazırlanıyor...

1953 Yozgat doğumlu şair, ilk şiirini Varlık dergisinde, 1978 yılında yayınlandı. "Yolculuk" adlı şiir kitabıyla, 1987 Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülüne değer görüldü. Ayrıca, "Dicle Üstü Ay Bulanık" şiir kitabıyla 1996 Orhon Murat Arıburnu şiir ödülünü, "Üç Nokta Beş Harf" şiir kitabıyla 2002 Ahmed Arif şiir ödülünü ve "Gölge Masalı" adlı şiir kitabı ile de 2005 Ömer Asım Aksoy şiir ödülünü kazandı. 1984’de “Küçük Acılar” adıyla yayımlanan ilk şiir kitabından bu yana adı ustalar arasında anılan Erbaş, üretmeye devam ediyor...

Söz konusu Erbaş olunca bilmeyenler için son dönemde sık sık alıntı yapılan şiirini hatırlatayım... İnternet çağında şairin adı anılmadan da paylaşıldığı için bilmeyenler de vardır muhtemelen...

Canı cehenneme rahat uyuyanın 
Kapısını örtenin perdesini çekenin 
Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın 
Duvarları ancak çarpınca görenin 
Canı cehenneme başkasının yangınıyla 
Evini ısıtıp yemeğini pişirenin. 

Bahçesine dek gelen alevleri 
Şehrayin sanan aptalın 
Canı cehenneme,camlarında 
Parçalanmış cesetler uçarken 
Bir iğdiş incelikle çiçekleri sulayanın. 
Mutfakla yatak odası arasında 
Çarşılarla gövdesi bencillik hırsı 
Yılgınlıkla yenilgisi arasında 
Dünyayı tüketenin canı cehenneme. 

Orda dağlar bir mezarlık 
Bulutlar kan salkımı sular toprakta düğüm 
Orda evler oda oda kanarken 
Burda yeşerenin canı cehenneme. 

Ey bir halkın gözyaşıyla ruhunu yıkayan kin 
Ey zulümle yükselen başarı 
Ölü sayısına endeksli maaş; 

Uzun masallar ardında mağrur 
Boynunda ölüm çanıyla oturan güç 
Senin de senin de canın cehenneme 
Ey sultan hamit tuğralı korucu alayları 
Kardeşi kardeşe kırdıran siyaset. . . 

Bir gün elbet bir gün elbet 
Örter üstünü bu ağır yanlışın 
Sevgiyle, yalnızca sevgiyle işlenen 
Bir dal incelik,bir simli gülüş 
Bir kardeş mavi.

Ustanın külliyatı Kırmızı Kedi’de sürüyor... Şimdilik 3 cilt olan “Bütün Şiirleri” ve iki ciltlik “Bütün Yazıları” okurlarını bekliyor... Usta şairlerin uzun zamandır üretim sıkıntısı çektiği dönemde Erbaş’tan yeni şiirleri de coşkuyla karşılamak lazım... Merakla bekliyoruz haliyle...

BAŞ DÖNMESİ

Çığlığı yansıtmayan tek bir dize var mıdır?*

Ve biz bulutlara gömdük çocuklarımızı
Ve biz çocuklarımızın kirpiklerine astık babalarını
Ve biz öldürenden hayatımızı bağışlamasını bekledik
Ve biz katilimizle geleceğe şarkılar söyledik
Ve biz yoksulluğun acısından sessizce uzaklaştık
Ve biz kadınlarımızı arzularından tavanlara astık

Var mıdır gerçekten tek bir dize
İnsanın haysiyetinden doğmamış olsun...

( *Aragon )


Dizisi : Türk Edebiyatı 
Türü : Şiir
Yazan : Şükrü Erbaş
Sayfa : 76
Fiyatı : 8 TL  


Pena Yayınevi’nden Film Tadında Kuzey Polisiyesi: Zincir

$
0
0
İsveçli yazar Fredrik T. Olsson’un ilk romanı “Zincir” insanlığı tehdit eden bir şifrenin ve bu şifreyi çözebilecek tek kişinin sürükleyici gerilimini anlatıyor. Pena Yayınevi’nden çıkan roman, politika, bilim ve ilişkileri yeniden düzenleyen bir psikolojik gerilim. 

Bir zamanlar saygın bir şifre uzmanı olan William Sandberg’in kariyeri paramparça olmuş, evliliği yıkılmış, ağır bir depresyona düşmüştür. Ancak isimsiz bir gizli örgüt onun yeteneklerini fark eder ve ona zorlu bir görev verir: çok geç olmadan insan DNA’sında gizli, felaketlere yol açabilecek bir şifreyi çözmesi gerekmektedir. Bu sırada William’ın eski eşi de onun ortadan kaybolmasından endişelenip peşine düşer. Bu arayışı onu gizli örgütün Alpler’deki karargahına götürecektir. Ancak organizasyonun sakladığı nedir? Şifrenin aniden dünyayı saran virüsle bir ilgisi var mıdır? Ve en önemlisi William çok geç olmadan gerçeği ortaya çıkarabilecek midir?

Hayret verici bir ilk roman
İsveçli yazar ve senarist Fredrik T. Olsson’un psikolojik gerilim türündeki ilk romanı “Zincir”, Pena Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı. Kitap, bilim, politika, evlilik, ilişkiler ve dünyayı tehdit eden komploları bir araya getirip onları yeniden düzenleyerek sürükleyici bir gerilim zinciri yaratıyor. Bunu yaparken de zekice tasarlanmış karakterler ve artık gerilim romanlarında bir ekol haline gelen Kuzey’in soğuk ama gizemli atmosferinden yararlanmayı ihmal etmiyor.

Film tadında bir gerilim
Yazar Fredrik T. Olsson, yazmaya başladığında aklında bir senaryo olduğunu, ama hikaye ortaya çıktıkça bunun senaryo sınırlarına sığmayacak bir keşfe dönüştüğünü itiraf ediyor. Senaristlikten gelen anlatım becerilerini romana uyarlayan yazar, sinematografik bir gerilim yaratmayı başarıyor. Zeki bir kurguya eşlik eden gerçekçi karakterler ihtimal dışı ve tuhaf görünen olaylar dizisini inanılır kılıyor. 

Pena Yayınları, bir krizin eşiğinde olan insanlığın gerilimini anlatan “Zincir” ile okuyucuları Berlin ve Stockholm’un sokaklarından Alpler’deki bir şatoya taşıyan bağımlılık yapıcı bir maceraya davet ediyor.

1969 yılı Göteborg doğumlu Fredrik T. Olsson 1995 yılından beri İsveç’te oldukça popüler bir senaristtir. Aynı zamanda stand up komedyen olup yönetmen olarak da bazı filmlere katkıda bulunmaktadır. Zincir, yazarın ilk kitabıdır. Stockholm’de yaşamaktadır.

Kitap hakkından ne dediler?
“Soluksuz bir okuma ziyafeti sunan, ustaca yazılmış olağanüstü bir hikâye... Da Vinci Şifresi gibi ama ondan daha zekice ve iyi yazılmış.” - Lotta Olsson, Dagens Nyheter

“Zincir sadece iyi kurgulanmış olağanüstü bir hikâye olmakla kalmıyor. Aynı zamanda bilim ve insan üstünlüğüne olan inancımıza oldukça güzel bir şekilde meydan okuyor.” - Siegener Zeitung

“Olsson’un senaristlik geçmişinin olumlu bir katkısı olmuş. Hikâyeyi sanki bir sinema izler gibi hızla takip ediyorsunuz. Gerçek bir ziyafet.” - Gong

“Sinema terimleriyle ifade edersek kapalı gişe okunacak bir gerilim.” - The Independent


Eser Adı: Zincir
Yazar Adı: Fredrik T. Olsson
Çeviren: Elif Subaş
Orijinal Adı: Chain of Events
Türü: Psikolojik Gerilim
Sayfa Sayısı: 544
Etiket Fiyatı: 27,50 TL
Yayınevi: PENA Yayınları


Kırmızı Kedi’den Çocuklara Bir Klasik ve İki Yeni Macera!

$
0
0
Her ay çocuk kitaplığını zenginleştiren Kırmızı Kedi Çocuk, Ocak ayını da boş geçmiyor ve üç kitap daha raflarda yerini alıyor... Unutulmaz klasik “Pinokyo” eksiksiz baskısıyla, Ayla Çınaroğlu’nun resimli öyküsü “Kuzgun ve Sırma” ve Aydoğan Yavaşlı’nın “Maceralar Teknesi”nde dördüncü serüveni “Maceralar Teknesi Assos’ta” çocuklara yeni yıl hediyesi almak isteyenler için de ideal...


Pinokyo
Carlo Collodi’nin ilk kez 1883 yılında yayımlanan unutulmaz eseri Pinokyo, dünyanın en önemli çocuk klasiklerinden biri. İtalyan çizer Carlo Chiostri’nin çizimleriyle hayat bulan, İtalyanca aslından çevrilerek hazırlanmış bu eksiksiz baskı, her yaştan okura gerçek Pinokyo’yu ve onun dünyasını tanıtıyor. Bu kitapta Pinokyo’yu bütün sürprizleriyle, bütün karakterleriyle ve serüvenleriyle okumaya hazır olun.

Geppetto Usta’nın bir odun parçasından oyarak hayat verdiği kuklası Pinokyo, tamamlandığında önce gülmeye, sonra da koşmaya başlar. Pinokyo artık Geppetto Usta’nın oğlu olmuştur. Babasına uslu olacağına dair söz verse de haylazlıktan, yaramazlıktan, her şeye karışmaktan vazgeçmez. En büyük hayali ise gerçek bir insan olmaktır.

Dizisi : Çocuk Klasikleri
Türü : Öykü
Orijinal Adı : Le Avventure di Pinocchio
Yazan : Carlo Collodi
Resimleyen : Çağrı Ekiz
Sayfa : 200
Fiyatı : 9 TL 


Kuzgun ve Sırma
“Kulübesinin kapısından bir dişi geyik başını uzatmıştı önce. Hiç ses çıkarmadan, o incecik zarif bacaklarıyla dans edercesine, yumuşacık yürüyerek kulübeye girmiş ve odada sessizce dolaşmıştı. Sonra gelip yatağında güçlükle doğrulan Kuzgun’un önünde durmuş, yaşlarla dolu güzelim iri, kara gözleriyle bakmıştı ona. Ama gözlerindeki yaşlar süzülüp akmıyor, simsiyah derin bakışlarının içinde ışıldayıp duruyordu. Sanki gözlerinin ardındaki engin kara deniz kabarmış, taşmak üzereydi. Ağzını kıpırdatmadan ve ses çıkarmadan, öylece Kuzgun’un gözlerinin içine bakarak konuştu. 

Daha doğrusu Kuzgun onun konuşmasını, söylediklerini kulağıyla değil yüreğiyle dinledi, çünkü kulağında yankılanan herhangi bir ses yoktu.”

Dizisi : Kırmızı Kedi-ÇOCUK
Türü : Öykü
Yazan : Ayla Çınaroğlu
Resimleyen : Mustafa Delioğlu
Sayfa : 48
Fiyatı : 7 TL


Maceralar Teknesi Assos’ta
Aydoğan Yavaşlı, Truva, Foça ve İzmir serüvenlerinden sonra “Maceralar Teknesi” serisinin dördüncü kitabında küçük okurlarını Assos’a götürüp en önemli düşünürlerden Aristoteles’le tanıştırıyor.

Teknelerinin hiç bilmedikleri bir yere doğru sürüklendiğini gören Alper, Doğukan ve Mine yeni bir maceraya yelken açtıklarını anlarlar. Kıyıya çıktıklarında Assos’ta ama kendi zamanlarının 2000 yıl öncesinde olduklarını fark ederler. Assos’ta Aristoteles’in önderliğinde bir felsefe kongresi için hazırlıklar yapılmaktadır. Ancak felsefe kongresini engellemek ve bu amaç uğruna gerekirse Aristoteles’e zarar vermek isteyen birileri vardır!

Kahramanlarımız bir yandan Assos kralına casus olmadıklarını kanıtlamaya ve nereden geldiklerini açıklamaya çalışırken bir yandan Aristoteles’in hayatını nasıl kurtaracaklarını düşünüyor. Bu serüvende onlara hiç beklemedikleri biri de yardım ediyor: Kedileri Koko!  

Dizisi : Kırmızı Kedi-ÇOCUK
Türü : Öykü
Yazan : Aydoğan Yavaşlı
Resimleyen : Burcu Yıldız
Sayfa : 128
Fiyatı : 10 TL  


Vizyona Giren Filmler : 2 Ocak

$
0
0
Dördü yerli sekiz filmin vizyona girdiği haftanın menüsü hayli zengin ve her telden çalıyor... Mahsun Kırmızıgül’ün “Mucize”si, Robin Williams’ı son kez izleyeceğimiz “Müzede Bir Gece: Lahitteki Sır”, çok satar gerilimden uyarlanan “Uyuyana Kadar” ve Oscar ödüllerinde En İyi Yabancı Film dalında ilk 9'a kalan İlyas Salman’lı “Mısır Adası” haftanın öne çıkan filmleri... Yerli fantastik komedi “Tut Sözünü”, polisiye sosuyla kesişen drama “Bir Gece”, Atom Egoyan imzalı dram “Kayıp Çocuk” ve “Sınırın Rüyası” diğer alternatifler...


Mucize
Yönetmen: Mahsun Kırmızıgül
Oyuncular: Talat Bulut, Mahsun Kırmızıgül, Erol Demiröz, Seda Tosun
Konu: Yaşanmış bir aşk masalı ve unutulmaz bir dostluğun acılarla dolu hikâyesi. 1960’lı yıllarda sefalet ve yoksulluk içinde yaşayan, darbenin içinde debelenen Türkiye’nin panormasına ışık tutan film, fakirliğin hüküm sürdüğü yıllarda, okumayı bekleyen yüzbinlerce çocuğun ve öğretmenlerin hikâyesini anlatıyor. 1960 darbe döneminde geçen Mucize, Egeli bir öğretmenin Anadolunun ücra bir köşesine sürgüne gidişini beyazperdeye getiriyor.


Müzede Bir Gece: Lahitteki Sır / Night at the Museum: Secret of the Tomb
Yönetmen: Shawn Levy
Oyuncular: Ben Stiller, Robin Williams, Owen Wilson, Ben Kingsley
Konu: Geceleri hayat bulan New York müzesi’nde tuhaflıklar baş gösterir ve gece operasyonlarına atanan Larry bunun nedenini aramaya başlar. Sihirli bir şekilde yaratıklara can veren tablet yok olmaya başlar ve tableti yenilemenin tek yolu Britanya Müzesi’nde olabilir. Müzeyi kurtarmak için her şeyi yapacak olan Larry, oğlu Nick ile birlikte New York’tan Londra’ya tabletin sırlarını çözmek için seyahat eder.


Tut Sözünü
Yönetmen: Oğuz Çelik
Oyuncular: Kemal Uçar, Demet Özdemir, Giray Altınok, Zafer Algöz, Erkan Can
Konu: Yalçın ve Bahadır çok yakın iki arkadaştır, dostlukları Yalçın’ın ani ölümüyle sona erer. Ancak bir süre sonra Bahadır’ın kapısı çalınır. Karşısında Yalçın’ın hayaleti ile birlikte ölü İtalyan bir trapezci olan Bernardo vardır. Yalçın yaşarken tutmadığı bir sözü yüzünden Araf’ta kalmıştır. Taksiratçı’nın söylediğine göre Yalçın’ın Araf’tan kurtulabilmesi için tek yol, bu sözü 3 gün içinde yerine getirmesidir.


Bir Gece
Yönetmen: Ulaş Yiğit Ülker
Oyuncular: Wilma Elles, Hakan Eratik, Ali Pınar, Adem Yılmaz, Muhammed Cangören
Konu: Her insanın bir hikâyesi vardır ve bütün hikâyeler birbirine bağlıdır. İstanbul için sıradan bir gecedir. Eski bir kimya öğrencisi olan Batuhan, patronu Levent’e verdiği sözleri yerine getiremez. Batuhan, ihtiyacı olan parayı bulmak amacıyla çıktığı yolda farkında olmadan altı kişinin daha hikâyesine yön vermektedir. Teori ne diyordu? Altı derece.


Mısır Adası / Simindis Kundzuli
Yönetmen: George Ovashvili
Oyuncular: İlyas Salman, Mariam Buturishvili, İrakli Samushia, Tamer Levent
Konu: Gürcistan ile Abhazya arasındaki doğal sınırın bir parçasını oluşturan küçük adada yaşayan dede ile onun sözünden çıkmayan torunu, yıllardır yaptıkları gibi önce toprağı belleyip sonra mısır ekerler. Arada kıyıdan geçen askerler dışında bu iki isimsiz çiftçiyi hiç kimse görmez. Sonra bir gün, yaralı bir asker uzamış mısırların arasına saklanır. Dede ve torun yılların tarafsızlığını bozmak zorunda kalacaklar mıdır?


Kayıp Çocuk / The Captive
Yönetmen: Atom Egoyan
Oyuncular: Ryan Reynolds, Mireille Enos, Scott Speedman, Rosario Dawson
Konu: Dokuz yaşındaki Cassandra babasının lokantadan turta alıp dönmesini beklerken yol kenarına park ettikleri kamyonetlerinin içinden kaçırılır. Polisin soruşturmaları sonucunda Cassandra’nın babası Matthew olayın baş şüphelisi haline gelir. Aradan sekiz yıl geçer, Cassandra’dan tek bir haber dahi alınamaz. Genç adam bu süreçte ailesinin dağıldığını görür ve tek başına kızının izini sürmeye devam eder.


Uyuyana Kadar / Before I Go to Sleep
Yönetmen: Rowan Joffe
Oyuncular: Nicole Kidman, Colin Firth, Mark Strong, Anne Marie Duff, Charlie Gardner
Konu: Christine Lucas, geçmişinde yaşadığı travmatik bir kazadan dolayı her sabah hayatına dair hiçbir şey hatırlamadan uyanmaktadır. Bu durum bir gün son bulacaktır, çünkü Kristine etrafında bulunan herkesi sorgulamaya başlayacak ve korkunç gerçeklerle yüzleşecektir.


Sınırın Rüyası
Yönetmen: Yüksel Alagöz
Oyuncular: Mustafa Tivem, Çınar Altuntaş, Elif Kabacıoğlu, Özlem Yamaner Demirci
Konu: İbrahim bir ilkokulda Tarih öğretmeni olarak görev yaparken bir yandan da ülkenin çeşitli yerlerinde Türkiye lehine konferanslar vermektedir. Önce karısı tarafından terk edilir. Çok sevdiği kızı elinden alınmaya çalışılır. Ve nihayet işinden atılması gündeme gelir. İbrahim artık tek başına kalmıştır. Ve hayatını tekrar geri kazanması için çok çalışması gerekecektir. Her şeyin kötüye gittiği bir anda yolları ‘Türkiye’nin İstikbali Derneği’nin kurucusu, öğrencisi Samet Balaban ile kesişir.


[REC] 4 Apocalipsis : Yüzeysel Sıyrıklar

$
0
0
Bir İspanyol gerilimi buluntu filmden bıktığımız dönemde hepimizi şaşkına çevirdiğinde yıl 2007 idi ve çift yönetmenli “[Rec]” kısa sürede yılın olayına dönüşmüştü bile... Çok sürmedi Amerikan çevriminin yapılması ve o da iki filmlik bir seriye dönüştü... Jaume Balagueró ve Paco Plaza, yarattıkları gerilimin devam filminde de aynı başarıyı yakalaması da az buz değildi... Ne olduysa ondan sonra oldu zaten... İkili seriye devam kararını ayrı ayrı aldı... Her başarı öyküsünde olduğu gibi yine ayrılık çanları başarısızlığın anahtarı...

“Rec” çılgınlığı dünyayı sardığında dağıtımcılarımız hemen konuya uyanamamışlar ve filmin korsan alemlerde tüketilmesinden sonra ancak 14 Kasım 2008’de “Ölüm Çığlığı” adı ile vizyona sokabilmişlerdi... İkinci filmde de aynısı yaşanınca, seriyi ev sinemasından takip edeceğimiz de neredeyse kesinleşmişti... Yine de serinin dört filminin de vizyona girdiğine şahidiz... En azından sinemada izlemeyi bekleyenler için ödül gibi oldu diyelim... 18 ödüllü ilk filmin ardından, ikincisinin de 5 ödül toplaması ve beklentilerin üzerine çıkması 2009 yılına denk geldi... Sonrası sanki başka bir seri gibi... İkilinin ayrı ayrı birer film çekme kararının ilk örneği 2012’de “[REC]³: Génesis” adıyla geldiğinde, durumun facia olduğunu görmüştük... Fazlaca özenti ana karakterin, düğünüme zombiler bile engel olamaz kafasıyla ava çıktığı film seriden fersah fersah uzaktaydı... Paco Plaza’nın, senaryosunu Luiso Berdejo ve David Gallart ile birlikte kotardığı filmin tek akılda kalıcı yanı da Leticia Dolera idi... Seriye ihanet söylemleri arasında unutulması ve yok sayılması da haklı gerekçelere bağlı... Plaza sırasını savdıktan sonra, geldik dördüncü filme: [REC] 4: Apocalipsis... Bu sefer çok gecikmeden “[REC] 4: Kıyamet Gecesi” adıyla vizyonda...

Senaryosunu ikinci filmde de birlikte çalıştığı Manu Díez’le koturan Jaume Balagueró, daha künyeyi oluştururken seyircinin istediği geri dönüşü yaşatabileceği ihtimalini vermişti... Manuela Velasco’nun yeniden başrolde olmasına sevindikten sonra Héctor Colomé, María Alfonsa Rosso, Javier Botet ve Paco Manzanedo’nun ona eşliklerine de ikinci filmin bıraktığı yerden devam edileceği haberiyle sevindik... Lakin sevincimiz kursağımızda...

Rec 4 için söylenebilecek en iyi şey, kan ve aksiyonun yerli yerinde olduğu... Tabii eğer beklediğiniz buysa... İkinci filmin bıraktığı yerden başlayan film, haberci kızımız Angela’nın bir yerde uyanmasıyla başlıyor... Çok geçmeden açık denizde bir gemide olduklarını anlıyoruz... Angela ve onu kurtaran iki asker virüs taşımadıklarından emin olunduktan sonra gemide yer alan sakinlerin arasına karışıyor... Bir gerilim filminden beklendiği gibi ortam izole ve çok kalabalık bir grup değiller... Çatlak doktor ve panzehir araştırmaları da, farklı milletlerden oluşan mürettebatta beklendiği gibi yerli yerinde... Balagueró çok bekletmeden virüsü serbest bırakıyor ve zombi ölümlerinin yine bir kadından olmasını sağlıyor... Kanı ve şiddeti hiç esirgemeden... Gemide ne bulduysa onlarla öldürmek, Velasco’nun hiddetiyle birleşince seyircinin bekledikleri de verilmiş oluyor Balagueró’ya göre... Motor pervanesiyle zombi avı anlaşılan ekibi heyecanlandırmış...

Her şeyin tam tahmin edildiği şekilde gittiği kapalı mekan gerilimi, kaçık doktorun ısırıldıktan sonra öldürülmemek için dediği gibi “Yüzeysel Sıyrık”lardan oluşuyor... Serinin ilk iki filmi düşünüldüğünde bu mirastan yararlanmaya çalışan yüzeysel bir gerilim var ortada... Seriyi unutup tek başına değerlendirelim desek de durum değişmiyor... Gemiden faydalanamayan, kapalı mekan gerilimi atmosferini bir türlü kuramayan Balagueró tempo sorunu da çekiyor bolca... Zaten bildik sahnelerle daha önce izlemişlik hissini her kareye boca ederek getirebiliyor filmin sonunu... Son sahne ile olası beşinci filme atılan olta ise facia... Oradan bir şey çıkmaz, aman aman diye uyaralım... 

İyi bir ikilinin, ayrı ayrı bu kadar başarısız olmasına şaşırmanın da mümkün olabildiği serinin son filmi en azından üçüncü filmden daha izlenebilir duruyor... Balagueró’nun seçimleri ve çıkış noktası Plaza’nın bir tık üzerinde ama ancak serinin fanatiklerinin sonunu getirebileceği 96 dakikalık bir eziyet var ortada...


Viewing all 3898 articles
Browse latest View live