Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3888 articles
Browse latest View live

Vizyona Giren Filmler : 19 Temmuz

0
0
Altı filmi ağırladığımız vizyon, gerilim ve aşk sunuyor... Haftanın öne çıkan filmi “Pasifik Savaşı” eğlendirirken, “Ceset” ve “Manyak” izleyeni memnun edecek gerilimler... “Gönlümü Çaldın” ve “Sen Gitmeden Önce” aşkla dolu filmlerken, “Geceyarısından Önce” izlemek için aşkla dolduğumuz yılın en özel filmi...


Yönetmen: Guillermo del Toro
Oyuncular: Charlie Hunnam, Idris Elba, Rinko Kikuchi, Charlie Day
İlk cümlede Del Toro’nun onca korku filminden bilim-kurgu aksiyona girişmesinden hiç hoşnut değilim... Bu önyargıyla baktığınızda bile hoşunuza gidecek şeyler barındıran, nostalji yaratan ve hayli estetik bir film Pasifik Savaşı... İyi bir film ama aşırı yavanlık, çok çocuk işi kalıyor... Del Toro ucuz zevk için, eğlendiren bir film yaratmak için yola çıkmış ve başarmış hepsi o... Harcayacak zamanı olanlar için ideal eğlence...


Yönetmen: Oriol Paulo
Oyuncular: Belén Rueda, Hugo Silva, Aura Garrido, Jose Coronado
110 dakikalık muhteşem bir bulmaca... İçine girer girmez, tahmin etmeye çalıştığınız, gözünüzü kırpmadan izleyeceğiniz ve finalini asla tahmin edemeyeceğiniz müthiş bir senaryo... Mutlaka izleyin, muhtemelen bir kez daha izlemek isteyeceksiniz...


Yönetmen: Franck Khalfoun
Oyuncular: Elijah Wood, Nora Arnezeder, Jan Broberg, Aaron Colom
Açılış sahnesinden itibaren yakalayan göz hizası seyirliği müthiş keyif veriyor izleyene... İyi yeniden çevrimleri mumla ararken çıka gelmesi de ayrı keyif... Biraz daha tempolu olabilse, biraz daha odaklanabilse karakterine, çok daha iyi olabilirmiş... Aja, senaristlikle yetinmeyip yönetseydi keşke, neler olurdu acaba diye düşünmekte izledikten sonraki keyif...


Yönetmen: Richard Linklater
Oyuncular: Ethan Hawke, Julie Delpy, Jennifer Prior, Charlotte Prior
Sinema tarihinin en özel serilerinden birini izleme şansı, hele de önceki filmleri de sinemada seyretmiş olanlar için çok daha özel, çok daha nostaljik...Aşk filmlerini sevenler için tekrar tekrar izlenesi serinin üç numarası, yılın en özel filmi...


Yönetmen: John Burgess
Oyuncular: Robert Belushi, Rebecca Spence, Ron Dean, Heidi Johanningmeier


Yönetmen: David Chase
Oyuncular: John Magaro, James Gandolfini, Bella Heathcote, Jack Huston



İlk Bakış: 10 Regole Per Fare Innamore / Aşkın 10 Kuralı

0
0
Aşkın kurallarını yeniden yazmaya soyunan İtalyan işi “10 Regole Per Fare Innamore”, “Aşkın 10 Kuralı” adıyla 26 Temmuz’da gösterime giriyor...

Bir kozmetik cerrahı olan Renato, kadınları baştan çıkarma konusunda oldukça başarılıdır. Üniversite öğrencisi olan oğlu Marco ise tam tersidir. Son derece içine kapanık ve çekingen bir karaktere sahip olan Marco, kadınlar konusunda doğuştan şanssız olan bir gençtir. Stefania isimli güzel bir genç kadına aşık olduğunda, babası Renato işi devralır. Renato, oğluna yardım ederek sevdiği kızı kazanmasını sağlayacaktır. Bunu başarmak için Marco nun yapması gereken tek şey ise babasının yazdığı 10 Emiri harfiyen yerine getirmektir. Renato nun yazdığı 10 Emir, herhangi bir kadının kalbini kazanmak için yapılması gereken 10 işlemden bahsetmektedir. Ancak sonuçlar hiç beklenildiği gibi olmayacaktır.

Dört kişilik bir senaryo ekibinin kotardığı ve Cristiano Bortone’nin yönettiği film, 16 Mart’ta ülkesinde gösterime girmiş ve fazla dikkat çekmemiş bir yapım olarak görünüyor... Ülkesi dışında ilk kez gösterime giriyor olması da hayli ilginç... İtalyan romantik komedilerine ilgi göstereceğimizi düşünen dağıtımcılar 25 kopyayla yaz boşluğunu doldurmayı umuyor belli ki... Kısa filmler ve tv dökümanterleri arasında dördüncü uzun metrajını çeken Bortone, 2006 yapımı “Rosso come il cielo” ile tanıdığımız bir isim... Çocukların yaratıcıklarına dair çarpıcı hikayesiyle ödül avcısına dönüşmüş ve 15 ödülle yıla damgasını vurmuştu... Anlaşılan yönetmen daha hafif bir film tercih etmiş ve klişe bir yapımla dönüş yapmış... Guglielmo Scilla, Enrika Pintore, Giulio Berruti, Piero Cardano ve Cinzia Mascoli’den oluşan oyuncu kadrosu tanıdığımız isimleri barındırmayınca bize fragmanı değerlendirmek kalıyor... Tipik bir gençlik romantik komedisi, hafta sonu öğleden sonrasında tv’de sinema kuşağı adayı... Akdeniz kanı işin içinde olunca belki çekici gelebilir ama ülkesinde de pek iyi eleştiriler alamayan film, sadece türün aşırı meraklılarına hitap ediyor...



İlk Bakış: Süper İncir

0
0
“Hayde Bree Efeler!” sloganıyla vizyon gün sayan ege komedisi “Süper İncir” 26 Temmuz’da gösterime giriyor... “Hayde Efem” adıyla gündeme gelen filmin adı geçtiğimiz aylarda değişmişti... 

İntihar etmeden önce Mısır’dan getirdiği uzmanlara; öldürdüğü platonik aşkı Euterpe ve sonrasında kendi cesedini mumyalatan Seikilos, 2 bin yıl sonra bir çobanın yanlışlıkla mezarını açması sonucu gözlerini bir Ege köyünde açar. Sevgilisi Euterpe’yi mezarında bulamayınca onu aramaya koyulan Seikilos, efe dedesinin kahramanlık hikâyelerinin etkisi altında kalan ve süper kahraman olma hayalleriyle kendisini ispatlamaya çalışan Mustafa adlı genç ile köyün kızlarından Hatice için mücadeleye girişir.

Kerem Sarı’nın yazıp yönettiği filmin oyuncu kadrosunda Hasan Aşıcı, Volkan Baş, Coşkun Kemer, Gülnihal Demir yer alıyor... Çıkış noktası internette fenomen olan Kuru incir reklamı olan film, Aydın ağzıyla yörenin oyuncularıyla komedi sunuyor... Çekim aşamasında mumyalı ilk fantastik film ibaresiyle konuşulan “Süper İncir”, Aydın’da yapılan gösterimlerde de beğenilmişti... “Dondurmam Gaymak” ile başlayan ege yöresine ilginin şimdilik son örneği, efelik yürektedir diyor ez cümle... Fragmandan görünen skeçler havasında giden filmin, yöre halkının bilinen reaksiyonlarından güldürü çıkarmaya çalıştığı... Hitap ettiği tribün belli, nabza dağıtılacak şerbetler de mevcut... Sizi bilmem ama komedide bu tür yöresel geyikleri çok sevmiyor, tercih etmiyorum... İnsana ve farklılıklara gülmek hele de şu dönemde, hayli zorken, internet fenomeni denen tuhaflıklardan sinemaya yürünmesi de kolaycılık oluyor biraz sanki... Vizyona girişi de hayli şanssız bir tarih olunca, istenen etkiyi de yaratamayacak gibi... Kopya sayısı henüz belli olmayan filmi meraklılarına havale ediyor, biz pas geçiyoruz...



Noam Chomsky’den Kıyamet Tahminleri

0
0
21’inci yüzyılın en önemli filozoflarından Noam Chomsky, son kitabı Nükleer Savaş ve Çevre Felaketi’nde kıyamet senaryolarını birer birer sıralıyor. Sorumlulularını tek tek işaret ediyor, insanlık suçu işleyen liderlerin Naziler gibi cezalandırılması gerektiğini söyleyerek Nürnberg Mahkemelerini göreve çağırıyor! 

Yaşayan en önemli filozoflardan Noam Chomsky, son kitabında insan türünün sonunu hazırlayacağını ileri sürdüğü nükleer savaş ve çevre felaketlerine dikkat çekiyor. Erozyon, barajlar inşa etme, Amazon ormanlarının katli gibi ekolojik sorunlara parmak basan Chomsky, bu felaket senaryolarının oluşmasında baş sorumlunun ABD olduğunu dile getirerek, “Dünya defalarca çevre felaketinin ve nükleer savaşın kıyısından döndü. Buna rağmen bu senaryoların oluşmasının başrol oyuncusu olan ABD, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmedi,” diyor. 

Büyük şirketler bilimi yönlendiriyor… 
Dev şirketlerin üniversiteler ve araştırmacı kurumlara bilimsel araştırmalara destek vermek görüntüsü altında maddi destek verdiğini dile getiren Chomsky, “Bunun karşılığında öğretim üyesi seçimlerinde etkin rol oynama şansına kavuşan şirketler, araştırmaları kendi lehlerine yönlendiriyorlar,” tespitinde bulunuyor ve adları ciddi biçimde politik manipülasyon iddialarıyla anılan Koch Biraderleri işaret ediyor. 

ABD Başkanı Obama’ya savaş açtığı iddia edilen ve 80.000’den fazla çalışanı olan Koch Biraderlerin, şirketlerinin benzen (en tehlikeli kanserojen maddelerden) salınımı konusunda üniversiteleri ve araştırma kurumlarını yönlendirdiğini dile getiriyor. 

Irak’ın nükleer gücünü ABD sağladı…
Amerika’nın enerji politikalarının özellikle gelecek kuşaklar üzerinde son derece önemli etkileri olduğunu dile getiren Chomsky, “Şah döneminde İranlı öğrenciler açık bir biçimde ABD’ye getirildi ve MIT’de nükleer mühendislik bölümünde eğitim almaları sağlandı. Bu öğrenciler ilerleyen yıllarda İran’ın nükleer silah üretmesindeki bilimsel gücü oluşturdu. Reagan ve Bush, Saddam Hüseyin ile yakın ilişkiler içindeydi. İran-Irak Savaşı’nı ABD’nin yardımıyla Irak’ın kazanması sağlandı. Bush 89’da Iraklı nükleer mühendisleri ileri düzeyde eğitim görmeleri için ABD’ye davet etti ve süreçte ABD, Irak’ı nükleer silah bulunduğu gerekçesiyle dünya kamuoyunun desteğini de arkasına alarak işgal etti,” tespitinde bulunuyor. 

Felluce, Hiroşima’dan ağır sonuçlar yarattı… 
Felluce Katliamı’na dair de çarpıcı tespitlerde bulunan Noam Chomsky, Uluslararası Çevre Araştırmaları ve Halk Sağlığı dergisinin (International  Journal of Environmental Research And Public Health’in) incelemelerini de okurlarıyla paylaşıyor. Irak’ın 2004’te ABD tarafından bombalanan Felluce kentindeki bebek ölümü, kanser ve lösemi vakalarındaki çarpıcı artışa dikkat çeken Chomsky, “Felluce saldırısının ardından bu ölüm ve kanser vakaları, 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sağ kurtulanlarda görülen benzer vakaların sayısını aşıyor,” diyor. 

Nazilere uygulanan ceza, Bush ve Blair’a da uygulanmalı…
Iraklı ve İngiliz doktorlar tarafından yapılan incelemelerde ise tüm kanser vakalarında 4 kat, 14 yaş altı çocuklardaki kanser vakalarında ise 12 kat artış görüldüğünü dile getiren Chomsky, “ABD ve İngiltere’nin Irak istilası, tüm savaş suçlarının kötülüğünü içeriyor. Bu söylem Nazi savaş suçlularını bu suçu işlemekten ölüme mahkûm eden Nürnberg Mahkemelerinin ifadesi,” diyor ve ekliyor: “Bush, Tonny Blair ve suç ortaklarının Nürnberg’te oluşturulmuş yasal ilkelere tabi olması gerekiyor. En azından ABD ve İngiltere Irak’a karşı işledikleri suçlar için ağır savaş tazminatları ödemeliler.”

İş dünyası, dindarları manipüle ediyor! 
İş dünyasının liderlerinin laik ve liberal olmalarına karşın, dini argümanları kullanarak dindarları bilimsel ispatı olan konularda bile kendi çıkarlarına yönelik manipüle ettiğini dile getiren Chomsky, BM İklim Değişikliği Konferansı’nda Occupy Wall Street olaylarına atıfta bulunan bir öğrenciyi de es geçmiyor: Uzun vadeli düşünmek marjinallik değildir. Marjinal olan gezegenin iklimini tamamen değiştirmek ve milyonları iklim değişikliğiyle ölüme mahkûm etmektir. Marjinal olan değişimin elimizin altında olduğunu inkâr etmektir. 2011 sessiz çoğunluğun sesini bulduğu yıldı. Diptekilerin tepedekileri salladığı yıldı. 2011 marjinal olanın gerçeğe dönüştüğü yıldı. 

Her tespitiyle olay yaratan Noam Chomsky’nin son kitabı Nükleer Savaş ve Çevre Felaketi, İnkılâp Kitabevi’nden çıktı. 


Here Comes the Boom : Gümbürtüye Niyet, Kuru Gürültüye Kısmet

0
0
“The King of Queens” ile komedi dünyasının son dönemde sevilen isimlerinden biri olan Kevin James, aynı başarıyı sinemada bulma macerasına devam ediyor... Her seferinde hayal kırıklığı ile sonuçlanan bu maceranın şimdilik sonuncusu “Here Comes the Boom”, James’in fedakarlık yaparak karma dövüş maçları için ringe çıkan öğretmeni canlandırdığı aile komedisi...

Diziyle yakaladığı başarıyı filmlerde de sürdürmek isteyen James, irili ufaklı roller dışında ilk kez “Hitch” ile farkedilmiş, “I Now Pronounce You Chuck & Larry” ile de bu çıkışı devam ettirebilmişti... Sonrasıysa hep ucuz işlerle geldi... Yanında hep bir komedyenin yer aldığı kalabalık kadrolu filmlerin dışında one man show için giriştiği filmlerde de komedyenden çok drama da ağırlık vermeye çalışması sebebiyle James’in filmlerinde genel bir gülememe durumu hakim... “Paul Blart: Mall Cop” ve “Zookeeper”ı iyi komediden öteye taşıma hissi, iki filminde yavanlaşmasına neden olmuştu... Bize böyle yansımış olsa da, James’e göre başarı gelmiş olmalı ki, “Here Comes the Boom” onların izinden gidiyor... Ezik bir adamın, sorumluluk alınca herşeyi değiştirmesi ve sonunda sürekli red cevabı aldığı kadını dahi elde edecek denli başarıya ulaşması... Bu basiti formülü uygularken James’in canlandırdığı karakterler de filmler değişse de aynı rolün biraz değişikliğe uğramış halleri... Çok bel altına girmeden, aileyi rahatsız edecek konulara değinmeden herkesin izleyip kendini iyi hissedebildiği formüle “one man show”lar şimdilik Kevin James’i tatmin ediyor, ya bizi?...

Bizde vizyona girmeyen “Ağır Siklet” adıyla ev sinemasında karşımıza çıkan film, James’in yakın ekibiyle kotardığı bir aile komedisi... Her filminde olduğu gibi senaryoya el atmış, bu kez yanına Allan Loeb’i de almış... Yönetmen koltuğundaysa “Zookeeper”da birlikte çalıştıkları Frank Coraci oturuyor... “Click” ile iyi iş çıkaran ve oscar adaylığına kadar yürüyen Coraci nedendir bilinmez beş yıl ara verip iki James filmiyle dönmüş oldu... Oyuncu kadrosunda Salma Hayek, Henry Winkler, Greg Germann, Bas Rutten ve Charice yer alıyor...

Biyoloji öğretmeni olarak zamanında yılın öğretmeni olarak ses getirmiş bir adama odaklanıyoruz... Scott Voss, artık tüm heyecanını kaybetmiş, sisteme olan inancını yitirmiş... Sınıfa güç bela gelip, gazeteyi yüzüne kapatıp uyuyor sadece... Bu vazgeçişe, hevesli öğrencilere rağmen devam etmeye de kararlı... Israrla çıkma teklifi yaptığı okul hemşiresi Bella ve müzik öğretmeni Marty dışında pek zengin bir hayatı da yok... Para için ders verdiği gece okulu dışında... Okulun müzik orkestrasının para sorunlarıyla iptal edileceğinin açıklanmasıyla tüm bunların değişmesi filmimizin konusu... Scott itiraz eder, para bulmak için çabalar ve sonunda karma dövüşler için ringte alır soluğu... Parayı kazanmak için kazanmakta şart değildir ne de olsa...

Seçtiği şarkıyla ringte ve dolayısıyla da filmde gümbürtü koparmaya çalışan “Here Comes the Boom”, Kevin James’in o vücut ve yaşla ringe çıkabilme cesareti dışında pek bir ışık veremiyor... Dövüş sahneleri hiç sırıtmadığı için alkışı da hakediyor ama, biraz güldürebilseydi en azından diye düşünüyor insan... Yer yer bir iki an, ufak kıpırdanmalarla ümit verse de sonu gelmiyor o komik anların... Birkaç sahnede güldürebilen film, daha çok idealistlik üzerinden yürümeyi ve bu yolla ailelerin gönlünü çalmayı deniyor... Daha önce defalarca denenen bu yolun orjinallik katılmadan aynen ısıtılıp önümüze sunulması da büsbütün sıkıcı ve temposuz bir filme dönüşmesini sağlıyor... Vatandaşlık hakkı kazanmak isteyen bir yardımcı, hevesli bir öğrenci gibi yan karakterler dahil herkesin sonunda istediğine ulaştığı filmin mesajı da hayli bildik... Yeter ki iste, bunun için çaba göster, başarmaman için herhangi bir sebep yok... 

Gümbürtü çıkarmaya çalışan “Here Comes the Boom”, temposuzluğu ve dağınıklığıyla kuru gürültüden fazlası olamayan vasat bir deneme olarak, olsa olsa ancak pazar gecesi sineması alternatifi... O da, izleyecek daha iyi bir film yoksa...


Dizi Ajandası : 22 / 28 Temmuz

0
0
Dört yeni sezon açılışı ve bir sezon finalinin şenlendirdiği haftanın olayı “Luther”ın sezon finali yapacak olması... Yeni sezon açılışlarının en önemlisi de hiç kuşkusuz, iptalden geri dönen “Unforgettable”...


Pazartesi:
King & Maxwell  1x7  Family Business
Luther  3x4  [Sezon Finali]
Major Crimes  2x7  Rules of Engagement
Mistresses (US)  1x8  Ultimatum
Switched at Birth  2x17  Prudence, Avarice, Lust, Justice, Anger
Teen Wolf  3x8  Visionary
The Fosters  1x8  Clean
Under The Dome  1x5  Blue On Blue


Salı:
Covert Affairs  4x2  Dig for Fire
Perception  2x5  Caleidoscope
Pretty Little Liars  4x7  Crash and Burn, Girl!
Rizzoli & Isles  4x5  Dance With the Devil
Saving Hope  2x5
Suits  3x2  I Want You to Want Me
Twisted  1x7  We Need to Talk About Danny
Web Therapy  3x1  Relax, Reboot, Revenge  [Yeni Sezon]
  

Çarşamba:
Baby Daddy  2x9  All's Flair in Love and War
Camp  1x3  The Mixer
Franklin And Bash  3x7  Control
Futurama  7x20  Calculon 2.0
Hot In Cleveland  4x17  No Glove, No Love
Melissa & Joey  3x9  Something Happened
Necessary Roughness  3x6  The Haunting
NTSF:SD:SUV  3x1  [Yeni Sezon]
Royal Pains  5x6  Can of Worms
The Bridge (US)  1x3  Rio
The Exes  3x5  Defending Your Wife
The Listener  4x8  The Illustrated Woman


Perşembe:
Anger Management  2x29  Charlie and the Virgin
Burn Notice  7x7  Psychological Warfare
Childrens Hospital  5x1  [Yeni Sezon] 
Graceland  1x7  Goodbye High
Rookie Blue  4x6  Skeletons
Sullivan & Son  2x6  Over the Edge
Wilfred  3x7  Intuition


Cuma:
Magic City  2x6  Sitting on Top of the World 



Pazar:
Continuum  2x12  The Happiest Seconds of My Life
Copper  2x6  To One Shortly to Die
Crossing Lines  1x7  The Animals
Devious Maids  1x6  Walking the Dog
Dexter  8x5  This Little Piggy
Drop Dead Diva  5x6  Fool for Love
Falling Skies  3x9  Journey to Xilbalba
Ray Donovan  1x5  The Golem
Skins (UK)  7x5  Skins Pure (1)
The Killing  3x10  Six Minutes
The Newsroom  2x3  Willie Pete
The White Queen  1x7  Poison and Malmsey Wine
True Blood  6x7  The Funeral
Unforgettable  2x1  Bigtime  [Yeni Sezon]


Silver Linings Playbook : Deli Deliyi Dakkada...

0
0
Sonrasında yaptıklarımızla hayatımızın geri kalanında gideceğimiz yolu seçtiğimiz, hazırlıksız yakalandığımız travmalar, normal ile anormalin arasına açılan hol gibidir hep... Neler yaptığımızla iki sıfatın arasına kesin dönüş yaparız, ordan... Gerçi kim tamamen normal, ya da kim tamamen anormal ki sahi... “Delirmemek işten değil!” dediğimizde çoktan delirmişizdir aslında, ya konduramıyor ya da yardım istiyoruzdur... Öyle anlar ve öyle yardım çağrılarından bahseder, üzerine de biraz aşk sosu ekler “Silver Linings Playbook”...

Önce Pat ile tanışırız... Sahiden delirmiştir, ama nasıl delirmesin... Tutkuyla aşık olduğu Nikki’yi, başka bir adamla görünce sıyırmıştır amiyane tabirle... Önce o adamı dövmüş, akabinde evini, işini ve karısını kaybetmiştir... O kayıplardan sonraki istirahat yeri de hastane olmuştur eni sonu... Annesi gelir, atar imzayı çıkarır... Yeniden normal hayata döner adamımız ama, hedef yükselmektir, Nikki’yi yeniden kazanmaktır... İyi de gider ilk başlarda işler... Anne ile baba yanında, biraz onları delirterekte olsa hedeflerine yürümeye başlar Pat... Arkadaşı yemeğe çağırır ve Tiffany ile tanışırız...

Polis eşini ani bir trafik kazasında kaybetmiştir Tiffany... Zaten polistir, hep beklenir ölmeleri ama böyle değildir... Kendini bırakan, yaşama hevesini bırakan kadın ofis arkadaşlarıyla başlayan zincirleme ilişkiler sonunda herkesçe sürtük olarak bilinmekle varmıştır deliliğin tepe noktasına...

Bu ikili delilik öyküsünde aslında herkes biraz kaçıktır... Deliliğin coşkusu damga vurur her geçen dakkaya... Totemler, bahisler, deli arkadaşlar derken bolca detayla ve sıkmayan yan öykülerle iyi filmdir “Umut Işığım”... 

Bolca ödülle taçlandığı üzere 2012’nin en iyi filmlerinden biridir... Doğrudur biraz abartıldığı... Biraz erkek odaklıdır, pek yavan bir final içerir ama oyunculukları çok iyidir... Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence ön plandadır ama Robert De Niro nihayet iyi bir filmde görünebilmiştir... 

İyi senaryosunun temeli aynı adlı roman olur ki, onu da Matthew Quick yazmıştır... Sahi romanı mı daha iyidir, filmi mi bilemeyiz ama, David O. Russell iyi bir uyarlama çıkartmış ve yönetmiştir bellidir... Kaçıkları anlatma konusunda da hayli tecrübelidir... 

Pat ve Tiffany; tanışır, koşar, dans eder, tartışır... Su gibi akar zaman, eni sonu deli deliyi dakkada bulmuş ve gayet güzel olmuştur... Finali yavan demiştik ama her mutlu aşk zaten yavan değilmidir... Bu bir tencere ile kapağın birbirlerine yuvarlanmasının öyküsüdür denebilir, hatta işbu yazı; darısı diğer yuvarlananların başına denilerek bitirilebilir... 


Yeni Video: Beady Eye "Shine A Light"

0
0
Oasis'in küllerinden doğan, Liam Gallagher'ın başını çektiği beşli Beady Eye, geçtiğimiz ay kulaklarımıza yolladığı "BE"den ikinci single olarak belirlediği "Shine A Light"ı kliplendirdi... Toplam üç edisyonla 17 şarkı içeren "BE", grubun ikinci stüdyo albümü olarak beklentilerin üzerine çıkabilmiş işlerden biri...




Yeni Şarkı: Manic Street Preachers "Show Me The Wonder"

0
0
11 numaralı stüdyo albümleri "Rewind the Film"in 16 Eylül'de kulaklarımızı şenlendireceği müjdesini veren Manic Street Preachers, albümden ikinci şarkıyı da yayınladı. Fiziksel baskısına 9 Eylül'de kavuşacak ikinci single, süpriz bir şekilde soundcloud hesabından hayranlara hediye edilmiş oldu...



Yeri gelmişken, ilk single "Rewind the Film"i de hatırlamış olalım...



Pink Floyd'un kurucusu Roger Waters İstanbul'da, davetiye kazanma şansı Hürriyet Dünyası'nda!

0
0
Sizlere harika bir haberim var!

Şimdiye kadar yapılmış en büyük sahne gösterisi ile İstanbul’da 4 Ağustos akşamı hayranlarıyla buluşmaya hazırlanan ‘The Wall’ dev prodüksiyonu, izleyenlere unutamayacakları saatler yaşatacak görsel şovları ve tabii ki efsanevi müzisyen Roger Waters’ın adeta marş haline gelmiş parçaları ile İTÜ Stadyumu’nda olacak.

Pink Floyd’un kurucusu Roger Waters’ın albümleri ile aynı adı taşıyan ve konserde tüm ‘The Wall’ albümünün muazzam bir şölen ile gerçekleştireceği konser için şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir sahne ve Berlin duvarını temsil eden 110 metrelik bir duvar kurulacak. Roger Waters turneye adını veren o meşhur duvarı İstanbul’da 199. kez yıkacak. Daha önce benzeri görülmemiş özel efektlerle donatılmış duvarın gölgesinde ise  ‘’Another Brick in The Wall’ parçasını sürpriz bir ekip Roger Waters ile seslendirecek.

Şarkıları kadar görsel şovları, ışık sistemi ve seyircisini adeta şaşkına çevirecek daha bir çok sürprizi içinde barındıran konser için 140 tonluk prodüksiyon malzemesi İstanbul’a 75 tırla gelecek.

Şimdiden görmek için sabırsızlandığım bu eşsiz organizasyona katılmak için tek yapmanız gereken 30 Temmuz’a kadar www.hurriyetdunyasi.com adresine üye olmak/giriş yapmak. Başvuran her 100. kişiye olmak üzere, toplamda 5 kişiye çift kişilik davetiye hediye ediliyor.

Siz de benim gibi “Böyle konser bir daha gelmez” diyorsanız elinizi çabuk tutun ve hemen Hürriyet Dünyası’na tıklayın.

Bir bumads advertorial içeriğidir.


Yeni Şarkı: Birdy "Wings"

0
0
Jasmine van den Bogaerde, ya da bildiğiniz adıyla Birdy, 17 yaşında ikinci albümünü yayınlama heyecanında... "Fire Within" adını taşıyacak ve 11 şarkıdan oluşacak albümün çıkış tarihi 23 Eylül olarak açıklandı.... Albümden ilk single "Wings"in yayınına, kapak görseli ve şarkı listesi de eşlik etti...


Fire Within Tracklist:
“Wings”
“Heart of Gold”
“Light Me Up”
“Words As Weapons”
“All You Never Say”
“Strange Birds”
“Maybe”
“No Angel”
“All About You”
“Standing In the Way of the Light”
“Shine”

Deluxe Version
“The Same”
“Dream”
“Older”
“Home”


Olympus Has Fallen : Saray Düşer, Başkan Düşmez!

0
0
11 Eylül saldırıları sonrası hemen reaksiyon vererek durumu kullanmamayı seçen, ikiz kulelere tırmanan süper kahramanlarını bile yedek kulübesine gönderen Hollywood, son iki yıldır ayyuka çıkan milliyetçiliği aşıp şovenizmin suyunu çıkarmaya doğru gidiyor... Bu gidişin vizyona getirdiği iki beyaz seray filminden biri olan “Olympus Has Fallen”, beyaz başkanını rambovari kurtarma operasyonuyla kaderine terk etmiyor...

Son olarak oscar töreninde first lady hazretlerinin spikerliğine kadar giden beyaz saray & Hollywood A.Ş., iki filmle birden çıtayı yükseltme peşinde belli ki... Bin Ladin operasyonu ile dünyayın en kötü insanını böyle yakaladık, dünyayı kurtardık diyen sam amca, aradığı düşmanı hayal gücünden buluyor yine... Rusya’da kalmayınca elde, uzakdoğu sularına girilmiş... Düşman ülke olarakta tuhaf bir seçim yapılmış... Zaten ikiye bölünmüş durumda olan Kore seçimi, aptal amerikalılar için kötününde kötüsü modeliyle sunuluyor... Bakın bunlar daha kendi kendilerine düşman olup bölünmüşler, bize saldırmışlar çok mu diyor sam amca... İlk senaryolarını kotaran Creighton Rothenberger ve Katrin Benedikt, daha açılış sahnesiyle klişelerden beslendiklerini göstermekten çekinmiyor... Yazarken beyinlerini kullanmadıkları da çok belli... Yönetmen koltuğunda “senaryoya gerek yok, aksiyon yeter” düsturunu benimsemiş Antoine Fuqua oturunca, pek sırıtmıyor bu durum... Aksine iyi bir üçlü oluşturmuşlar demek bile mümkün...

Ultra mega kahramanımız, kötü hava koşullarında yapılan bir kaza ile first leydiceğimizi kurtaramamaktan muzdaip oluyor... Dövünüyor da dövünüyor daha filmin açılış sahnesinde... Ufaktan tahmin edilebilir olsa da, vasatın üstünde bir açılış makyajı da sağlamış oluyor... Bir sonraki sahnede aradan zaman geçtiğini ve kahramanımızın masa başı görevinde sıkıntıdan patladığını görüyoruz... Başkanımızsa, oh be ne rahatım yediğim önümde, yemediğim arkamda nidalarıyla geziniyor ortalıkta... Diğer yandan oğluşuyla yaslarını da tutmuyor değiller elbet... Sonra, Koreliler geliyor ziyarete, siz deyin pişpirik ben diyeyim mahjong oynamaya... Ama alçaklar bildiğin truva atı oynamaya gelmiş oluyor vah vah... Sonrası sinek vızıltısı kabilinden kallavi aksiyon... Saray dedik, sağlam dedik yaptık, yıkılacaksa da biz yıkarız ulen nidaları eşliğinde uzun uzun gösterişini yapıyor sam amcanın aksiyonu... Hakkaten sağlam iş çıkarıyorlar... E zaten o kadar... 2 saat süren film, senaryoymuş mantıklı bir öyküymüş hiç umrumda değil, yıkarım ben bu sarayı, yıkarım diyen Fuqua’nın aksiyon şovuna dönüşüyor... İyi aksiyon arayanlar için biçilmiş kaftan olduğunun altını çizeyim... Zaten hepsi o kadar... Şovenizmde sınır tanımama hali, başkanlı sahnelerde ortaya çıkıyor... İnsani yönü çok aşırı gelişmiş President Benjamin Asher, salondan alkış almak için türlü türlü işler yapıyor... Sonunda adamlar olayı çözmüş işte mirim, sarayı yıktırırız ama başganı gaptırmayız diyorlar...

Karikatürize teröristleri, göreve hazır ultra mega süper kahraman trilyon yıl ötesi geleceğin rambosu koruması, çok tatlısın güzelsin şekercimi baban senin diyebileceğimiz amerikan başkanı ile yılın en kendine bomba filmi “Olympus Has Fallen”, bu kadar yanlışı bir arada sunduğu için alkışı, kutlamayı hak ediyor...


İlk Bakış: The Smurfs 2 / Şirinler 2

0
0
2011’de hepimize nostalji keyfi yaşatan Şirinler, iki yıl aradan sonra devam filmiyle yeniden geliyor... “The Smurfs 2”, “Şirinler 2” adıyla dünyayla aynı anda 1 Ağustos’ta gösterime giriyor...


Sevgi ve paylaşımın sevimli mavi yaratıkları bu kez kendilerine Paris’i mesken tutuyor. Kötü büyücü Gargamel, bir çift Şirinler benzeri haylaz karakterler yaratıyor ve onlara da Haylazlar ismini vererek, sayelerinde çok güçlü ve büyülü Şirin özünü elde edebilmeyi umuyor. Ancak, Gargamel istediği Şirin özünü sadece gerçek bir Şirin’den alabileceğini ve sadece Şirine’nin bildiği gizli büyülü sözler sayesinde Haylazlar’ın gerçek Şirinler’e dönüşebileceklerini öğrendiğinde Şirine’yi kaçırıyor ve onu dünyanın en büyük büyücüsü olarak milyonların hayranlığını kazandığı Paris’e getiriyor. Şirine’yi kurtarmak için Şirin Baba, Sakar Şirin ve Süslü Şirin’in dünyamıza dönerek insan dostları Patrick ve Grace Winslow ile işbirliği yapmaları gerekiyor. Kendisini her zaman diğer Şirinler’den farklı hisseden Şirine, Yaramazlar Vexy ve Hackus ile yeni bir bağ kurabilecek midir, yoksa Şirinler ona olan sevgilerinin gerçek olduğuna Şirine’yi ikna edebilecekler midir?


İlk filmdeki rolleriyle Neil Patrick Harris, Jayma Mays, Sofia Vergara ve Gargamel rolunde Hank Azaria bu filmde de karşımızdalar. Brendon Gleeson ise Victor Winslow rolüyle ekibe katılıyor. Yapım ekibinde de bir değişiklik yok... Senaryo ekibi aynen devam etmiş, yönetmen koltuğunda da yine Raja Gosnell oturuyor... Fragmandan göründüğü kadarıyla öykü anlamında da bir değişiklik yok, yine macera ve verilen mesajlarla eğlenceli bir film geliyor... Çok beklenti duymadan takarız 3D gözlüğümüzü çocukluğumuza doğru keyifli bir nostalji yolculuğuna çıkarız, hepsi o...

                         


İlk Bakış: Safety Not Guaranteed / Zaman Yolcuları

0
0
2012’nin en iyi bağımsız filmlerinden biri olarak gösterilen ve aldığı ödüllerle festivallere damga vuran “Safety Not Guaranteed”, biraz gecikmeli de olsa nihayet “Zaman Yolcuları” adıyla 2 Ağustos’a gösterime giriyor...

Seattle’da çıkan aylık bir derginin 3 çalışanı, gazetede sıra dışı küçük bir ilan görür. "Zaman yolculuğu yapacak eş aranıyor" başlıklı bu ilana şüpheyle yaklaşan gençler, bu çılgın ilandan iyi bir haber çıkacağına inanarak ilan sahibi Kenneth’in peşini düşerler. Sıradan bir süpermarket çalışanı gibi görünen Kenneth, zaman yolculuğunun sırrını çözdüğünü iddia eden bir paranoyaktır. Her biri aslında bambaşka amaçlarla yola çıkan üçlüden Darius, Kenneth’ın haberini yapmak için ona zaman yolculuğunda eşlik etmek istediğini söyleyerek onu ikna eder. Acaba Kenneth gerçekten zamanda yolculuk yapabilmekte midir yoksa akıl hastası bir sahtekar mıdır? Yapacağı haberden ziyade bu sorunun cevabını arayan Darius çok geçmeden Kenneth’in tuhaf karizmasına kendisini kaptıracak ve ikilinin arasında sürprizlerle dolu ve sıra dışı bir aşk başlayacaktır. 

“Little Miss Sunshine”ın yapımcılarının imzasını taşıyan filmin senaryosunda Derek Connolly’un imzası bulunuyor... Yönetmen koltuğunda da yine hiç bilmediğimiz bir isim Colin Trevorrow yer almakta... İkisininde ilk önemli projesi olduğunu hatırlatarak, filmden hemen sonra yeni Jurassic Park için ortaklığa devam edeceklerini belirtelim... Oyuncu kadrosunda sevdiğimiz bağımsızlardan Mark Duplass yer alırken, ona eşlik edenler arasında bağımsız sinemanın yükselişteki güzel yıldızı Aubrey Plaza, New Girl dizisinden tanınan Jake Johnson ve Kristen Bell başta olmak üzere tanıdık simalar mevcut...

İlk gösterimini Sundance’te yapan film, bağımsız film festivallerinin gediklisi olmuş ve yılı ödül avcısı olarak geçirmişti... Bizde de !f’in hit filmlerinden biri olan “Zaman Yolcuları”, meseleye Donnie Darko tadında ama daha çok eğlence kanadından bakarak, sundance’te aldığı senaryo ödülüyle merak uyandırıyor... Klişelerinden arınabilse, çok daha iyi olurmuş ama yine de izleyeni pişman etmeyecek... Halen izlemeyenler için, böyle bağımsıza can kurban diyerek merakla bekliyoruz...



2013-14 Sonbahar Dizileri Ajandası : Dizilerin Başlama Tarihleri

0
0
Yaz sezonunu ortalayıp Eylül’e gün sayarken, 2013 – 2014 Sonbahar sezonu dizilerinin başlangıç tarihleri birer birer duyurulmaya başlandı... Yeni tarihler geldikçe güncellenecek ajandayı şimdiden meraklılarına sunalım...


2 Broke Girls – 23 Eylül 2013
Almost Human – 4 Kasım 2013
American Dad – 29 Eylül 2013
American Horror Story – Ekim 2013
Archer – Henüz Açıklanmadı
Arrow – 9 Ekim 2013
Back in the Game – 25 Eylül 2013
Banshee – Henüz Açıklanmadı
Beauty and the Beast – 7 Ekim 2013
Being Human U.S. – Henüz Açıklanmadı
Betrayal – 29 Eylül 2013
Blue Bloods – 27 Eylül 2013
Boardwalk Empire – 8 Eylül 2013
Bob’s Burgers – 29 Eylül 2013
Bones – 16 Eylül 2013
Bron/Broen  – Henüz Açıklanmadı
Brooklyn Nine-nine – 17 Eylül 2013
Californication – Henüz Açıklanmadı
Call The Midwife – Henüz Açıklanmadı
Castle – 23 Eylül 2013
Chicago Fire – 24 Eylül 2013
Citizen Khan – Henüz Açıklanmadı
Cougar Town – Henüz Açıklanmadı
Covert Affairs – Henüz Açıklanmadı
Cracked – Henüz Açıklanmadı
Criminal Minds – 25 Eylül 2013
CSI – 25 Eylül 2013
Cuckoo – Henüz Açıklanmadı
Dads – 17 Eylül 2013
Dallas – Henüz Açıklanmadı
Death In Paradise – Henüz Açıklanmadı
Doctor Who – 23 Kasım 2013
Downton Abbey – Henüz Açıklanmadı
Dracula – 25 Ekim 2013
Eastbound & Down – 29 Eylül 2013
Elementary – 26 Eylül 2013
Enlisted – 8 Kasım 2013
Episodes – Henüz Açıklanmadı
Family Guy – 29 Eylül 2013
Father Brown – Henüz Açıklanmadı
Fresh Meat – Henüz Açıklanmadı
Friday Night Dinner – Henüz Açıklanmadı
Girls – Henüz Açıklanmadı
Glee – 26 Eylül 2013
Grey’s Anatomy – 26 Eylül 2013
Grimm – 25 Ekim 2013
Happily Divorced – Henüz Açıklanmadı
Hart of Dixie – 7 Ekim 2013
Haven – 13 Eylül 2013
Hawaii Five-0 – 27 Eylül 2013
Hebburn – Henüz Açıklanmadı
Hello Ladies – 29 Eylül 2013
Homeland – 29 Eylül 2013
Hostages – 23 Eylül 2013
Hot In Cleveland – Henüz Açıklanmadı
House of Cards – Henüz Açıklanmadı
House of Lies – Henüz Açıklanmadı
How I Met Your Mother – 23 Eylül 2013
Intelligence – 24 Şubat 2014
Ironside – 2 Ekim 2013
It’s Always Sunny in Philadelphia – 4 Eylül 2013
Justified – Henüz Açıklanmadı
Last Man Standing – 20 Eylül 2013
Last Tango In Halifax – Henüz Açıklanmadı
Law & Order:SVU – 25 Eylül 2013
Legit – Henüz Açıklanmadı
Lost Girl – Henüz Açıklanmadı
Louie – Henüz Açıklanmadı
Lucky 7 – 24 Eylül 2013
Marvel’s Agents of S.H.I.E.L.D. – 24 Eylül 2013
Masters ofSex – 29 Eylül 2013
Misfits – Henüz Açıklanmadı
Modern Family – 25 Eylül 2013
Mom – 23 Eylül 2013
Motive – Henüz Açıklanmadı
Mrs Brown’s Boys – Henüz Açıklanmadı
Mr Selfridge – Henüz Açıklanmadı
My Mad Fat Diary – Henüz Açıklanmadı
Nashville – 25 Eylül 2013
NCIS – 24 Eylül 2013
NCIS L.A. – 24 Eylül 2013
New Girl – 17 Eylül 2013
Once Upon a Time – 29 Eylül 2013
Once Upon a Time in Wonderland – 10 Ekim 2013
Parenthood – 26 Eylül 2013
Parks andRecreation – 26 Eylül 2013
Person of Interest – 24 Eylül 2013
Pramface – Henüz Açıklanmadı
Pretty Little Liars – Henüz Açıklanmadı
Psych – Henüz Açıklanmadı
Raising Hope – 8 Kasım 2013
Reign – 10 Ekim 2013
Revenge – 29 Eylül 2013
Revolution – 25 Eylül 2013
Ripper Street – Henüz Açıklanmadı
Rizzoli & Isles – Henüz Açıklanmadı
Royal Pains – Henüz Açıklanmadı
Scandal – 3 Ekim 2013
Sean Saves the World – 3 Ekim 2013
Seed – Henüz Açıklanmadı
Shameless (ABD) – Henüz Açıklanmadı
Sleepy Hollow – 16 Eylül 2013
Sons of Anarchy – Henüz Açıklanmadı
SouthPark – 25 Eylül 2013
Suits – Henüz Açıklanmadı
Super Fun Night – 2 Ekim 2013
Supernatural – 15 Ekim 2013
Teen Wolf – 6 Ocak 2014
The Americans – Henüz Açıklanmadı
The Big Bang Theory – 26 Eylül 2013
The Blacklist – 23 Eylül 2013
The Bletchley Circle – Henüz Açıklanmadı
The Carrie Diaries – 25 Ekim 2013
The Crazy Ones – 26 Eylül 2013
The Goldbergs – 24 Eylül 2013
The Good Wife – 29 Eylül 2013
The IT Crowd – Henüz Açıklanmadı
The League – 4 Eylül 2013
The Legend of Korra – Henüz Açıklanmadı
The Mentalist – 29 Eylül 2013
The Middle – 25 Eylül 2013
The Millers – 26 Eylül 2013
The Mindy Project – 17 Eylül 2013
The Neighbors – 20 Eylül 2013
The Originals – 15 Ekim 2013
The Simpsons – 29 Eylül 2013
The Tomorrow People – 9 Ekim 2013
The Vampire Diaries – 10 Ekim 2013
The Walking Dead – 13 Ekim 2013
Treme – Henüz Açıklanmadı
Trophy Wife – 24 Eylül 2013
Two and a Half Men – 26 Eylül 2013
Ultimate Spider-Man – Henüz Açıklanmadı
Utopia – Henüz Açıklanmadı
We Are Men – 30 Eylül 2013
Welcome to the Family – 3 Ekim 2013
White Collar – Henüz Açıklanmadı
Workaholics – Henüz Açıklanmadı


İlk Bakış: Camille Claudel 1915

0
0
Gelmiş geçmiş en yetenekli kadın heykeltıraşlardan birinin içsel karmaşasını inceleyen “Camille Claudel 1915”, 32. İstanbul Film Festivali’nden sonra 26 Temmuz’da gösterime giriyor...

1915’te, kış ayazında, Camille Claudel eğilip yerdeki bir taşı alır ve dikkatle inceler. Sanki işine yoğunlaşmış bir heykeltıraştır izlediğimiz; zihninde basit bir taşı yepyeni bir şeye dönüştürüyor gibidir. Ama sonra taşı atar, bir daha da sanata dönmez. Ailesi akıl hastanesine kapatılmasının hayrına olacağına karar kılmıştır. Film boyunca Camille’in bir sanatçı olarak kabul görmeyi, anlayışla karşılanmayı ummasını izler, sevgili yazar kardeşi Paul Claudel’in onu ziyaret etmesini beklediğine tanık oluruz. 

İsa’nın Yaşamı, İnsanlık ve Flanders ile tanıdığımız Bruno Dumont’un yazıp yönettiği film, ilk gösterimini Berlin’de yapmış ve gezdiği festivallerde sürekli ilgi odağı olmuştu... Juliette Binoche’un performansıyla anılan kadroda Jean-Luc Vincent, Robert Leroy, Emmanuel Kauffman, Marion Keller, Armelle Leroy-Rolland ve Myriam Allain de yer alıyor. 

“Şansa bakın, Camille Claudel´in hastaneye yatırılışıyla ilgili bir kitap okuyordum ki bunu Juliette’le aynı yaştayken yaşadığını öğrendim. Beynimde bir şimşek çaktı, işte bu, dedim. Hayatı hakkında, hastaneye yatırılışı hakkında tıbbi kayıtlar hariç hiçbir şey bilmemek hoşuma gitti. Elimde hiçbir şey olmaksızın bir senaryo yazmak da öyle.” sözleriyle not düşüyor Bruno Dumont, filmin ortaya çıkış öyküsünü... Aslında üzerine fazla söze de gerek yok... Dumont ve Binoche ortaklığından ne çıksa izleriz zaten ama Claudel faktörüyle daha da fazla artıyor o istek... Maalesef tek kopyayla gösterime girmiş gibi yapacak, Anadolu izleyicisi mahrum kalacak ama aklınızda bulunsun, denk gelirseniz kaçırmayın...



Stream: Clap Your Hands Say Yeah "Little Moments E.P."

0
0
2011'de yayınladıkları "Hysterical"dan bu yana sorunlarla boğuşan Clap Your Hands Say Yeah, sonunda hayranlarını daha fazla bekletmeyerek dört şarkılık E.P. yayınladı... Geçtiğimiz yıl iki üyesinin ayrılmasıyla Alec ve Sean yola devam ederken, yeni albüm duyurusu da geldi... Henüz adı ve detayları belli olmayan albüm, grubun dördüncü stüdyo albümü olarak Ocak ayı içinde kulaklarımıza dolacak...

Gelelim "Little Moments E.P"sine... Fiziksel baskısına 1 Ekim'de kavuşacak e.p., iki yeni şarkı ile iki b-side'dan oluşuyor... Dinlemek için o kadar beklemenize gerek yok, play tuşuna basmanız yeterli...



Yeni Video: Fiona Apple "Hot Knife" (Yönetmen: Paul Thomas Anderson)

0
0
Geçtiğimiz yıl yayınladığı muhteşem albümü "The Idler Wheel..." hem diskografisinin, hem de yılın en iyi işlerinden birini çıkaran Fiona Apple, bir şarkısını daha kliplendirdi... Üstelik yönetmen koltuğunda Paul Thomas Anderson oturuyor...



The Colony : Son Direniş!

0
0
Dünyanın sonuna dair üzerinde en çok durulan senaryo olan buzul çağı öykülerinin sinemadaki hakimiyeti sürüyor... Bilim-Kurgu filmlerinde dünyanın sonu çoğunlukla doğa felaketleriyle geliyor... İster gişeye oynasın, ister küçük bütçeli olsun filmler genellikle buzul çağını tercih ediyor... Gişe filmleri için zaten problem yok ama küçük bütçeliler için bu durum genellikle avantaj... Az oyuncuyla, ıssız bir bölge bulunduğunda atmosferi yaratmak için türlü numaralara girmeye de gerek kalmıyor... Kanada yapımı “The Colony”de bu filmlerin şimdilik sonuncusu...

Bizde de bilinen “Cracked” dizisinin de senaristlerinden biri olan, set kostümcüsü ve senarist Patrick Tarr ile kısa filmci Pascal Trottier’in aklına düşen öyküye iki isim daha katılmış ve dört kişi tarafından kotarılmış “The Colony”... Svet Rouskov ve Jeff Renfroe, hikayeyi yaratan ikiliye göre daha tecrübeli ve bilinen isimler... Yönetmen koltuğunda oturan isimde Renfroe... 2004’te ilk uzun metrajı “One Point O” ile önemli bir çıkış yakalayan yönetmen, filmin kısa sürede kült mertebesine yükselmesiyle sivrilmiş ve altı ödül toplayarak başarısını perçimlemişti... Mistik gerilimi seven yönetmen ne çekse bir türlü ilk filmini aşamayan yönetmenlerden biri konumunda... Son üç işinin tv filmleri olması, arada iki diziye koşması da bunun göstergelerinden biri... Renfroe, 2006 yapımı nispeten başarılı diyebileceğimiz “Civic Duty”den sonra yeniden salonlara çıkıp, The Colony ile şansını deniyor... En azından şimdilik istediği yankıyı bulduğunu söylemek mümkün... 16 milyon dolar bütçeli film, Kanada dışında üç ülkede salon görmüş ve 20 Eylül’de Amerika’da vizyona girmeyi bekliyor... 

Buzul çağındayız... Kahramanımız Sam’in anlatıyor, biz dinliyoruz... Bir gün kar yağmaya başlamış ve o gün bugündür hiç durmamış, kaynaklar tükenmiş, güneş gitmiş, açlık başta olmak üzere çekilen sıkıntılar ile insanlıkta artık kolonilerle devam ediyor... Kaynak sıkıntısı sebebiyle, en ufak hastalıklar ölümcül... Sayısı giderek azalan bir avuç insan, yaşamak için mücadele veriyor... Bu son direnişin sorunsuz devam edebilmesi içinde belli kurallar var... Hasta olanların önce karantinaya alınması, durumu ağırlaşınca da seçim şansı verilmesi: Ya öldürürüz, ya da yürüyerek ayrılırsın... Böyle bir ortamda, yerin altındaki koloni 7’deyiz... Koloni 5’ten gelen yardım çağrısıyla başlıyor macera... Telsizle iletişim kopmuş, son mesaj yardım çağrısı... Hemen liderimiz öne atılıyor, iki gönüllüyle birlikte keşif ekibi oluşturarak yola koyuluyor...

95 dakikalık bilim-kurgu gerilim, dört kişilik senaryo grubundan nasıl çıktığına şaşırdığımız bir film oluyor öncelikle... Mantık hatalarını görmezden gelmek zor zira... Oyunculukların vasat olduğunu söylemeye gerek yok, senaryonun çok sıradan olduğunu söylemeye de... Keşfin sonunda bulunanlar çok büyük süpriz olmuyor zaten ama en azından heyecan ve tempo kazandırması gerekiyor... Başladığı gibi devam eden ve bir türlü akamayan film, üç dört karakterin etrafında dönüyor ve yavanlıkta sınır tanımıyor... Finalinde de net olamayınca ne anlatmak istediği de muallakta kalıyor... Umutsuz bir atmosferde geçiyorken, heyecan yaratma adına bunu değiştirmek pahalıya patlıyor ekip için... Hazırda çizilmiş ve bir iki sahneyle pekişmiş karanlık gelecek tasvirinin bu kadar kötü harcanması pek süpriz olmuyor... Daha çok tv filmini andırmasını da bunlara eklemeden geçmeyelim...

Filmin bu kadar popüler olmasında, oyuncu kadrosu ve kıyamet olduğu kadar altyazısının hemen çıkmasının da etkisi büyük... Korsan piyasaya düşer düşmez türkçe altyazıya kavuşan film, bu beklentilerin altında kalıyor... Matrix ile adını ezberlettikten sonra her filmde oynamaya hazırmış gibi görünen Laurence Fishburne filmin en çok öne çıkan oyuncusu, ona eşlik edenlerde hayli tanıdık simalar... “Air Bud” ile parlayan çocuk yıldızlıktan korku filmlerinin kadrolu oyunculuğuna terfi eden Kevin Zegers, eski günlerinin mumla aratan Bill Paxton ve “Rookie Blue”nun güzel sarışını Charlotte Sullivan vasat oyunculuklarıyla filme herhangi bir katkı yapmıyor...

Buzul çağında gelen yardım çağırısıyla başlayan tehlikeden doğan son direniş, ancak vakti bol olanlara hitap ediyor... Tahmin edilebilirliliği ve temposuzluğuyla izleyicisini zorlayan film, finale kadar devam edenleri de ödüllendirmeyen vasat bir yapım...


Vizyona Giren Filmler : 26 Temmuz

0
0
Yedi filmi ağırladığımız vizyonda haftanın en çok öne çıkan filmi, merakla beklenen “Wolverine”... Bir diğer meraklı bekleyişse “Karanlık Cinayetler” için yaşanırken, “Son Konser”, “Saklı Hayatlar” ve “Camille Claudel 1915” festival seyircisini memnun edecek filmler... Ege geyiği “Süper İncir” ve akdeniz romantiği “Aşkın 10 Kuralı” ise haftanın diğer alternatifleri...


Yönetmen: James Mangold
Oyuncular: Hugh Jackman, Brian Tee, Will Yun Lee, Hiroyuki Sanada
Süper kahramanımız neden uzakdoğuda, bir tür last samurai durumu mu var, neden filmin yönetmeni Mangold soruları arasında izleyip göreceğiz ne olduğunu... Lakin ilk gelen bilgiler beğenildiği yönünde...


Yönetmen: Scott Walker
Oyuncular: Nicolas Cage, John Cusack, Vanessa Hudgens, Radha Mitchell
Haftanın en merak uyandıran filmi, oyuncu kadrosuna ve Se7en öykünmesine rağmen pek güzel tınlamıyor... Öykünmeler kalıyor, vasatı aşamıyor bir türlü... Cage ve Cusack gibi rol seçmeyi beceremeyen iki oyuncunun olduğu yerde pekte süpriz değil bu durum aslında... 


Yönetmen: Cristiano Bortone
Oyuncular: Guglielmo Scilla, Enrica Pintore, Giulio Berruti, Piero Cardano
Aşka dair klişe italyan işinin vizyonda ne işi olduğuna mantıklı bir cevap gelirmi bilinmez ama, oğluna kadın tavlama işlerini öğretmeye çalışan baba konusunu çoktan aştık biz... Çok eski kafa kalıyor... Günümüzde artık bu işleri evlatlar ebeveynlerine öğretiyor...


Yönetmen: Yaron Zilberman
Oyuncular: Philip Seymour Hoffman, Christopher Walken, Catherine Keener, Mark Ivanir
Dört iyi oyuncudan iyi performanslar, ilgi çekici konu ve fonda bolca icra edilen müzik... İyi bir müziksever daha ne ister...


Yönetmen: Henry Alex Rubin
Oyuncular: Jason Bateman, Hope Davis, Frank Grillo, Michael Nyqvist
İstanbul Film Festivali’nin beğenilenlerinden biri olan film, farklı hayatları gerçeklerden kaçmak için uydurulan yalanlarla birbirine bağlıyor... İnternetin hayatımızdaki yeri giderek daha da artarken, nerede durduğumuza ve ne kadar gerçek olabildiğimize dair sorularıyla herkesin izleyip kendi cevaplarını bulmasında fayda var...


Yönetmen: Bruno Dumont
Oyuncular: Juliette Binoche, Jean Luc Vincent, Robert Leroy, Emmanuel Kauffman
Klasik tezatla başbaşayız... Haftanın, ayın en iyi filmi sadece tek kopyayla, tek şehirde, tek yakada meraklılarını bekliyor... Duruma içerlememek, kızmamak imkansız... Dumont, Binoche ve Claudel yan yana gelince sinemanın şeytan üçgeni gibi oluyorlar öte yandan... Aklı çelmemesi, büyülememesi imkansız...


Yönetmen: Kerem Sarı
Oyuncular: Hasan Aşıcı, Volkan Baş, Coşkun Kemer, Gülnihal Demir

Viewing all 3888 articles
Browse latest View live