Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3914 articles
Browse latest View live

M. Sadık Aslankara’dan tiyatroya adanmış yaşamlara bir ağıt : Şano

$
0
0
“Hayat bir sahne gibidir; ama daha tatsız bir sahne”

M. Sadık Aslankara, tiyatroya özgülediği bir üçleme yazdı; Bin Yüz Bir Giz (1993), Cicoz (2008) ve son olarak Şano. Bu kısa romanın ana kahramanı, Anadolu’da yaşatılmaya çalışılan bir tiyatro binası… Cumhuriyetin kuruluşunda kabaran kültür sanat coşkusu, halkın içinde yeşeren tiyatro aşkı ve zamanla devlet eliyle yapılanların yine devlet eliyle yıkılması… Tiyatroya adanmış yaşamlara bir ağıt. Aslankara’nın güzel Türkçesiyle…

“İşte böyle yenge, senle ben üzerlerine tiyatro acısı çalınmış iki kadınız. Bu sanata iki hayat vermiş, iki şehidi olan kadınlar, ne kadar uzağındayız şimdi tiyatronun… Hayatlarını veren kocalarımızın yanındakiler kimlerdi? Vardıysa ötekiler, onlarla sahneyi paylaşanlar şimdi neredeler? Belki kalmıştır bir ikisi, görürüz o zaman sahnede, fuayede, kuliste, bir yerlerde işte… Kaldıysa tabii… Ya biz, evet biz? Ama buradayız biz değil mi yenge, tiyatroya iki kurban vermiş, tiyatronun kadınlarıyla akraba iki acılı kadın…”

M. SADIK ASLANKARA, yazar, tiyatrocu, belgesel sinemacı. 12 Aralık 1948’de Sarayköy’de (Denizli) doğdu. AÜ. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Kitapları: Öykü: Uykusuz Sakız (2001), Cicoz (2008); roman: Bin Yüz Bir Giz (1993), Selgesus’ta Buse (1996), Sığınak (2003), Le (2010); oyun: Kevser’di (1989), Toplu Oyunlar 1/Kevser’di, Ev-Ses, Hayal Ustası (2004), Kırk Yaş Düşleri (2009). Aslankara, 2003’ten bu yana Cumhuriyet Kitap’ta “Kitaplar Adası” başlığı altında yazıyor.

Şano / M. Sadık Aslankara
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 109 Sayfa 
Fiyatı: 11,5 TL 


küçük İskender, farklı türlerdeki üç kitabıyla okuyucularla buluşuyor

$
0
0
Çağdaş Türk edebiyatının en önemli isimlerinden küçük İskender, farklı türlerdeki üç kitabıyla okuyucusunun karşısına çıkıyor. Yeni kitapları, Türkçe Sözlü Hafif Mavi, Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar ve artık klasikleşmiş şiir kitabı Periler Ölürken Özür Diler Can Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluşuyor.

küçük İskender, şiir yazmanın ötesinde şiiri gözleyen, kollayan da bir şair. Türkçe Sözlü Hafif Mavi’deki deneme ile eleştiri, bazen de not almalar arasında gidip gelen yazılar; şiire, edebiyata, genel olarak sanata ilişkin bir rehber niteliğinde. Usta ve sözünü esirgemeyen bir sanatçının yoğun ve titiz izlenimleri sanatla arasında yeni köprüler kurmaya davet ediyor okuru. 

Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar ise filmler, şiirler, şarkılar eşliğinde hepimizin ortak hafızasının geri planında var olan masumiyete saygı duruşu. 

küçük İskender’in ilk kez 1994 yılında yayımlanan unutulmaz şiir kitabı Periler Ölürken Özür Diler’de şairin güçlü dizeleriyle okuyucuyu aşkın ve tutkunun peşi sıra sürüklüyor.

küçük İskender’den denemeler: Türkçe Sözlü Hafif Mavi 
“Dünyanın sabıka kaydını şairler tutar.”

İnsanın olmadığı yerde şiir de yoktur. İnsan, olmadığı, alınmadığı yere şiiri de yakıştırmamıştır. Merak mı daha fazla arzu uyandırıcıdır, kuşku mu? Şiirin teklifsizliğindeki muamma, o unutulmuş sır, o beklenilen maddesel mucize, yani saf şiirin vücuda gelişi, dile gelişi yahut, herkesten saklanmalıdır. Şair bu görevle sorumludur. O yüzden ketum, olağan ve sarptır.

küçük İskender, şiir yazmanın ötesinde şiiri gözleyen, kollayan da bir şair. Türkçe Sözlü Hafif Mavi’deki deneme ile eleştiri, bazen de not almalar arasında gidip gelen bu yazılar; şiire, edebiyata, genel olarak sanata ilişkin bir rehber niteliğinde. Usta ve sözünü esirgemeyen bir sanatçının yoğun ve titiz izlenimleri sanatla aranızda yeni köprüler kurmaya davet ediyor sizi.

küçük İskender’den Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar 
“Kadının ayak bilekleri bir çift rakı kadehidir bazen.”

“Biz de bir gün büyüyecek ve üst kata çıkacaktık. O kalabalık içersinde masamıza oturacak, çevremizde edebiyatçılara, sanat kokanlara, sanatçı gibi içen, içkiye sanat tadı verenlere karışacaktık. Çünkü meyhanede olmak bir sanattı. Birbirini kırmamak, incitmemekti. Alkolle incelen boya gibi dünyayı yeniden boyamak, renklendirmekti.”

Şarkılar, filmler, şiirler, yeme-içme alışkanlıkları bir toplumun ortak hafızasını belirleyen en önemli yapıtaşları arasındadır. Bazen kulağınıza çalınan bir şarkı, bir filmin karesinden fırlayıp gelen bir karakteri yanı başınıza getirir. Bazen ortak hatırlanan bir şiir dizesi derin bir dostluğun yerini tutar. Meyhaneler ise Türkiye’de, özellikle de İstanbul’da ayrıca kuşaklar arasındaki usta-çırak ilişkisinin de altını çizer. Herhangi bir lokantada bulunmayan gizli bir hiyerarşi, zamanla kazanılan bir  kabul... Kendi kültürünü tanıyanlara açılan bir kapı.

Çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerinden küçük İskender’in bu kitabı bir yeme-içme kitabı değil. Filmler, şiirler, şarkılar eşliğinde hepimizin ortak hafızasının geri planında var olan masumiyete saygı duruşu. 

küçük İskender’den Periler Ölürken Özür Diler
“tarih kitapları yazmaz aşk savaşlarını”
“âşık oldum mu
kurt inerdi yüzüme
birden fazlaydı katilim
cesedimi bulamadı sahibim
bir yerime yağmur yağıyordu
ellerimden teki karşı safa geçmişti
bağırsam, ama bir de bağırsam çağırsam ağlasam
şair oldum sanacaklardı
canım, güzel abim!
bağlasana deli gömleğimi!”

Çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerinden küçük İskender’in ilk kez 1994 yılında yayımlanan unutulmaz şiir kitabı Periler Ölürken Özür Diler, yeni baskısıyla Can Yayınları’nda. Küçük İskender, güçlü dizeleriyle okuyucuyu aşkın ve tutkunun peşi sıra sürüklüyor. 

küçük İskender, (Derman İskender Över), 28 Mayıs 1964’te İstanbul’da dünyaya geldi. Kabataş Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde beş yıl eğitim gördü. Tıp eğitimini de, peşinden girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü de yarıda bıraktı. Şiir, roman, deneme, günlük gibi pek çok edebî türde eserler verdi. Yurtdışında yayımlanan antolojilerde şiirleriyle yer aldı. 2000 yılında Orhon Murat Arıburnu, 2006 yılında Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü kazandı. 2014’te Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü, 2017’de Necatigil Şiir Ödülü’nü aldı. Avrupa’da, ABD’de şiir okumalarına, panellere, sempozyumlara katıldı. Kürtçe ve Almancada kitapları basıldı. Şiir performansları yaptı, Ağır Roman, O Şimdi Asker gibi sinema filmlerinde rol aldı.

Türkçe Sözlü Hafif Mavi
Tür: Deneme
223 Sayfa
Fiyatı: 18,5 TL

Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar
Tür: Deneme / Öykü 
128 Sayfa
Fiyatı: 12 TL

Periler Ölürken Özür Diler
Tür: Şiir 
152 Sayfa
Fiyatı: 13 TL


Aydınlığı karanlıkla tanımlamak: “Distopya Dergi” raflarda

$
0
0
Yazın dünyasının tek atölye dergisi olma özelliği taşıyan “Distopya” yayın hayatına başladı.

Dilbilim uzmanı ve yazar Hakan Akdoğan'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yürüttüğü dergi, ilk sayısını tamamen distopik metinlere ayırdı. Her sayıda değişik bir temanın ele alınacağını söyleyen yazar Akdoğan, derginin atölye katılımcılarının nitelikli eserlerini okuyucuyla buluşturan bir platform olduğunu vurguladı. Önemli yazar ve eleştirmenlerin de yazılarıyla desteklediği derginin çizimleri metinlerin içeriğine uygun olarak tasarlandı. Ayrıca üç yazının, tiyatro oyuncuları tarafından seslendirilmiş versiyonları, Distopya Dergi’nin internet sitesinde metin çözümlemeleriyle birlikte yer aldı. Okuyucular, bu seslendirmelere, dergideki yazının üzerinde bulunan karekodun okutulmasıyla ulaşabilecek. 

İki ayda bir yayımlanacak Distopya Dergi, D&R, Remzi, Nezih, Arkadaş, Dost, Kitapsan gibi zincir kitapevlerinin yanı sıra gazete bayilerinden de temin edilebilecek. Dokuz liradan satılacak dergiye okuyucular yerel kitapçılardan da ulaşabilecek.

Neden Distopya:
Derdimiz ‘mutluluk.’ Bu kelimenin yarattığı tehlike. Amaç, ‘Mutluluk’ vaadi ile kandırılıp tüketime endekslenen, mutluluğu satın alarak ve taklit ederek yaşayacağına inanan insanlara edebiyatla dokunmak ve bir otoanaliz yaptırmak. Özneliklerini yitirip nesneleşen bireylere mutluluğun bu kadar zor olmadığını anlatmak. Bu nedenle “Distopya” dedik adımıza. Distopya; ‘kötü yer’ demek. Bu dünya ‘mutluluk’ dayatması ile kötü bir yer haline getiriliyor. ‘Distopya’ hep gelecekle ilgili sanılır. Distopyanın tam ortasındayız.

Yunus Bektaşoğlu’ndan Güçlü Bir Distopya: Eradikasyon

$
0
0
Yunus Bektaşoğlu’nun labirentlerle dolu ilk romanı “Eradikasyon”, Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlandı. Şaşırtıcı bir dile ve kurguya sahip olan Eradikasyon, edebiyat okuruna yeni bir okuma önerisini müjdeliyor. Bu ilk romanında Bektaşoğlu, dilin ve anlatımın sınırlarını zorlayan bir esere imza atıyor. İç metinlerle bezeli eserin distopik yapısı, zorlu bir yolculuğa davet niteliğinde. Kitabın arka kapak yazısında okura şöyle sesleniliyor: “Bir gece kapına gelecekler ve ellerinde tuttuklarını sana uzatacaklar, ‘Bu senin suçun.’ Hakkın varmış gibi korkacaksın. Bir anlamın varmış gibi titreyeceksin ve kurabildiğin tek cümleyle olabildiğin tek şey olan reddedilmişliğinle itiraz edeceksin, ‘O bir suç değil, ceset.’ İşte o zaman sabırsızlıkla bekledikleri an gelmiş olacak ve seni kelepçeleyecekler. Sonra da haykıracaklar yüzüne ve bu hakaret senin özün olacak, ‘O zaman neden ölmedin şimdiye kadar?’ Orada duran şey elbette bir ceset değil, o senin geleceğin. Ve sana ne olduğunu unutturmamak için ellerinden geleni yapacaklar. Anlamadın mı hâlâ insan? Bu kadar mı aciz, bu kadar mı güçsüzsün? O zaman sana hepsinin özünü anlatayım: gün gelecek seni yaşadığın için suçlayacaklar.” Eradikasyon, hayatın ezici üstünlüğüne ve yok ediciliğine edebiyatla, sözcüklerle direnmek, cevap vermek isteyen herkes için aykırı bir metin. Meraklı okuru cezbedecek güçte başarılı bir eser. 

Eradikasyon, Yunus Bektaşoğlu, Roman, Yitik Ülke Yayınları, Kasım 2017, 196 sf., 21 TL  


Joseph Roth’tan doyumsuz bir okuma lezzeti yaşatacak iki roman: “Hotel Savoy” ve “Bir Katilin İtirafları”

$
0
0
Alman edebiyatının güçlü isimlerinden Joseph Roth’un iki romanı daha Can Yayınları etiketiyle okuyucularla buluşuyor. 

Joseph Roth’un erken dönem eserlerinden olan Hotel Savoy, Birinci Dünya Savaşı sonrasında açığa çıkan sosyal travmayı yansıtır. Devrimle çalkalanan Rusya ile Avrupa arasında sıkışıp kalan küçük bir kentte, kırılgan sosyal ilişkileriyle köklü değişimin eşiğindeki toplumu resmeden Hotel Savoy, ilk yayımlandığında, dönemin “insan trajedisi”ne parmak basan, güçlü bir eser olarak değerlendirilmişti.
Joseph Roth, güçlü psikolojik betimlemeleriyle ördüğü romanı Bir Katilin İtirafları’nda ise, bireysel yazgının toplumsal olandan bağımsız düşünülemeyeceğini çarpıcı bir anlatımla göz önüne serer. Roth ayrıca romanında "iyi" ve "kötü" gibi değerlerin de ne denli sorgulanabilir olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.   

Joseph Roth’tan Hotel Savoy

“Hotel Savoy’a karşı içimde bir nefretin kabardığını hissediyordum, burada birileri yaşarken, diğerleri ölüyordu.” 

Yıllar süren savaş ve esaret döneminden sonra yurda dönen Gabriel Dan, sınıra yakın bir Polonya kentinde, Hotel Savoy’un altıncı katına yerleşir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde kalan görkemli günlere tanıklık eden gösterişli dış cephesiyle bu otel, katlar arasındaki sınıf farklılıklarıyla her çevreden insanı ağırlamaktadır. Askerler, milyonerler, iflas bayrağını çekenler, döviz kaçakçıları ve varyete kızları, Hotel Savoy’da karşılaşırlar. Savaşla beraber kaosa sürüklenen dünyanın alegorisi gibidir bu otel: Küçültülmüş bir model, bir mikrokosmostur. Gabriel Dan, Hotel Savoy’un temsil ettiği her şeyden, bozuk düzenden ve bedbaht hayatlardan nefret eder, buradan kurtulmanın yollarına bakar. Ama kalır. Kentte bir grev patlak vermiştir, bilinen dünyanın sonu yakındır.

Joseph Roth’un erken dönem eserlerinden olan Hotel Savoy, Birinci Dünya Savaşı sonrasında açığa çıkan sosyal travmayı yansıtır. Devrimle çalkalanan Rusya ile Avrupa arasında sıkışıp kalan küçük bir kentte, kırılgan sosyal ilişkileriyle köklü değişimin eşiğindeki toplumu resmeden Hotel Savoy, ilk yayımlandığında, dönemin “insan trajedisi”ne parmak basan, güçlü bir eser olarak değerlendirilmişti.

“Her sayfası, her satırı en özenli ritim ve melodi bilinciyle işlenmiş bir şiir dörtlüğü gibi.” (Stefan Zweig)

Joseph Roth’tan bir gecede anlatılan bir öykü : Bir Katilin İtirafları 

“Bana haksızlık yapılmıştı. Adım Golubçik olmuştu. Doğduğum andan itibaren hakkım olan her şey elimden alınmıştı. O günlerde talihsizliğimin hiç mi hiç hak etmediğim bir bela olduğuna inanıyordum. Bir bakıma onaylı bir kötü olma hakkına sahiptim. Bana kötülük yapan diğerlerininse böyle bir hakları kesinlikle yoktu.”

1930’lu yıllar, Paris. Quatre Vents Sokağı’nda Rus mültecilerin uğrak yeri olan bir Rus restoranı: Tari-Bari. Kiminin bir tek atmak için uğradığı, kiminin tüm gününü geçirdiği, karnını doyurduğu, sohbet ettiği, ahbaplık kurduğu, bazen sarhoş olduğu bir tür sığınak. Ve müdavimler arasında dikkat çeken gizemli, “katil” lakaplı bir adam: Semyon Semyonoviç Golubçik. Derken bir gece, Golubçik hayatını anlatmaya başlar. Sahiden de birilerini öldürmüştür: “Bu benim lakabım, ama bir yandan o kadar yakıştırma da sayılmaz. Uzun yıllar önce bir adam öldürdüm, o zamanlar bir de bir kadını öldürdüğümü sanıyordum.”

İşte hikâye burada başlar: Hiç bitmeyecekmiş gibi sonsuzluğa uzanan bir gecede, bir adamın yaşam yazgısına tanıklık ederiz Tari-Bari müdavimleriyle birlikte. Çarlık Rusya’sının yaşam koşullarında bir prensin evlilik dışı oğlunun, babası ve toplum tarafından kabul görmek için verdiği hırslı mücadele, bu mücadele uğruna sürüklendiği gizli teşkilat casusluğu, hastalık derecesinde bir tutkuyla bağlandığı bir kadınla tümden içinden çıkılamaz hale gelen bir ihtiras, intikam ve nefret girdabı… 

Roth, güçlü psikolojik betimlemeleriyle ördüğü romanıyla, bireysel yazgının toplumsal olandan bağımsız düşünülemeyeceğini çarpıcı bir anlatımla göz önüne sererken “iyi” ve “kötü” gibi değerlerin de ne denli sorgulanabilir olduğunu bir kez daha hatırlatır.   

JOSEPH ROTH, 1894’te Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Doğu Galiçya’daki Brody’de dünyaya geldi. Viyana ve Lemberg’de edebiyat ve felsefe öğrenimi gördü. Birinci Dünya Savaşı’na katıldı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşü, Roth’un hayatında belirleyici bir rol oynadı. Savaştan sonra Viyana’ya dönerek sol eğilimli gazetelerde muhabirliğe başladı. Bu dönem, yazarın Habsburg monarşisine eleştirel yaklaştığı yazılarıyla Kızıl Roth olarak tanındığı dönemdir. 1920’de Berlin’e geçerek gazeteciliğe Neue Berliner Zeitung ve Berliner-Börsen-Courier’de devam etti. 1923-1932 yılları arasında liberal Frank-furter Zeitung’un muhabirliğini yaptı; bu dönemde SSCB, Polonya, İtalya ve Arnavutluk gibi ülkelere seyahat etti. Nasyonal Sosyalizmin Avrupa için oluşturacağı tehlikeyi bir kehanet gibi sezinleyen ilk romanı Örümcek Ağı, bu dönemin eseridir, ancak pek ilgi görmez. Roth ironik bir şekilde asıl başarısını dönemin savaş sonrası toplumunu odağa alan ve güncelin nabzını tutan eserleriyle değil, emperyal Orta Avrupa’ya özlem duyan ve melankolik bir nostaljinin çekim alanına kapılan eserleriyle 1930’dan sonra yakalayacaktı. 1930’lu yılların başında önce Eyub adlı romanıyla, ardından da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yükselişi ve çöküşünü anlattığı, edebiyat tarihine başyapıtı olarak geçecek Radetzky Marşı’yla uluslararası çapta ün kazandı. Joseph Roth, 1933’te Hitler’in iktidara geldiği gün Fransa’ya göçtü. Kitapları Naziler tarafından kara listeye alındı ve yakıldı. Kendisiyle aynı durumda olan pek çok yazarın aksine Roth, sürgündeyken kitaplarını Hollanda ve Belçika’da yayımlatma olanağı buldu. Yine de son yıllarını mali kaygılar, gelecek tasaları ve yoğun alkol tüketiminin hızlandırdığı hastalıklarla boğuşarak geçirdi. Roth, 1939’da sürgün yaşamı sürdüğü Paris’te sefalet içinde öldü. 

Hotel Savoy
Çeviri: Bilge Uğurlar – Türkis Noyan 
Sayfa sayısı: 135 Sayfa
Fiyatı: 13 TL
Yayın tarihi: 14 Kasım 2017

Bir Katilin İtirafları
Çeviri: İlknur İgan
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 156 Sayfa
Fiyatı: 14 TL
Yayın tarihi: 14 Kasım 2017


Şehrin Ağırlığı

$
0
0
Yayıncılıkta beş yılı geride bırakan Alakarga kitap, güz dönemine değişimle girdi. Kısa zamanda edebiyat okurunun ilgi ve sevgisini kazanarak ticari kazanımlara yönelik hiçbir şey yapmadan çizgilerini kendi doğruları üzerine kurmuşlardı. O dönem yayımlanan Sarnıç dergisinin de etkisiyle adeta öykü okulu haline gelmişler ve öykü okuruna yeni isimlerle tanışma heyecanını sıkça yaşatmışlardı. Beşinci yılına “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” mottosuyla başlayan Alakarga’da değişim sürüyor. Birkaç kez değişen logosuna şimdilik son şeklini verirken, kapaklarını da ilk dönemlerinin tonuna çekti. Yine beyaz ağırlıklı ve küçük resimli kapakla ilk tanışma heyecanımızı bize yeniden kazandırmış durumdalar. Değişimin bunlarla sınırlı kalmadığını da Suat Duman geçtiğimiz günlerde verdiği röportajda dile getirmişti: “Yayınevimizin geride kalan süreçte kendine biçtiği bir diğer görev de yeni yazarların ilk kitaplarını okuyucuyla buluşturmaktı. Özellikle genç yazarların edebiyat ortamımıza kazandırılması açısından Alakarga Yayınları kanımca hayati bir görev üstlendi ve bu görevi öyle ya da böyle yerine getirdi.” sözleriyle geride kalan dönemi özetleyen Duman, yeni dönemi de anlatmıştı. “Geride bıraktığımız beş yıllık döneme baktığımızda hedeflerimizi büyük ölçüde yakaladığımızı düşünüyorum. Bir yayıncılık ideali koyuyorsunuz önünüze ve ona doğru yürüyorsunuz; fakat bir de hayatın gerçekleri var. Yani siz iyi edebiyat basma idealiyle yürürken bir yandan da kurduğunuz yapıyı ayakta tutmak zorundasınız. Zannedersem bununla sadece yayıncılar değil Türkiye’de herhangi bir iş yapmak isteyen herkes yüzleşiyor. Bir yandan ticari açıdan kurduğunuz yapıyı sürdürülebilir hale getirmek diğer yandan da ideali korumak. Alakarga Yayınları ideallerini korudu. Daha iyilerini yapması gerekiyor. Birçok yapısal değişiklikle girdiğimiz yeni bir dönem bekliyor bizi. Birtakım stratejik değişikliklerimiz olacak ama esas olarak başta koyduğumuz hedeflere doğru yürüyeceğiz yine.”

Artık ilk dosyalar konusunda daha seçici olacaklar, kataloglarındaki yerli yazarların bazılarıyla yola devam edecekler, klasikleri yeni çevirileriyle sunacaklar ve en önemlisi de okurları dünya edebiyatından yeni isimlerle tanıştıracaklar. Bu yeni tanışma heyecanı için cephaneliklerinin dolu olduğunu da duyurmuştu Duman. Merak ve heyecan uyandıran isimleri sıralamıştı. Eylül ayında üç klasikle başlayan yeni dönem, yeni kapaklarla tanışma faslıydı. Yeni çizgiyle tanışma faslınıysa Ekim ayına bırakmışlar. Bu faslın öne çıkan ilk isimleri Maksat Nur ve Marente De Moor. Farklı ülkelerin edebiyatıyla tanışmak isteyenleri heyecanlandıracak isimler. Yeri gelmişken belirtelim; Björn Rassmussen, Justin Kerr, Angel Esteban ve Yasunari Kawabata ile devamının geleceğini de müjdelemişler.

Azeri yazar Maksat Nur’un yaşam öyküsüne baktığımızda Alakarga ile uyumu da göze çarpıyor ilk olarak. 1968 Azerbaycan doğumlu yazar, savaş muhabirliği ve gazetecilik döneminin ardından 2001 yılında edebiyat alanında Azerbaycan’ın ilk edebiyat sitesi olan Yenisi’yi kurarak genç edebiyatçıların eserlerini yayımlamış. Yapıtları pek çok dile çevrilerek çeşitli dergi ve antolojilerde yayımlanmış. “Şehrin Sahibi” Azerbaycan’ın Milli Kitap Ödülü’nü aldıktan sonra Gürcistan ve İran’da basılıp Rusya ve Ukrayna edebiyat dergilerinde yayımlanmış. O da genç edebiyatçıları ülkesinin okuruyla tanıştıran bir alakarga diyebiliriz.

Çağdaş Azerbaycan edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan Nur’un romanı “Şehrin Sahibi”, ilk tanışma için ideal bir okuma keyfi sunuyor öncelikle. Özellikle hakkında hiçbir bilgi yokken ve beklentisiz ya da nötr düşünen okuru hayli şaşırtacak bir keyif sunuyor. Dili, kurgusu ve üslubuyla okudukça açılıyor ve derinliğin içine hapsediyor okurunu. Bunu olanca sakinliğiyle yapması da takdire şayan… Bir de metnin nereye gideceğinin kestirilememesi var ki, okurun alabileceği en büyük haz da bu. Kitabın arka kapağında yer alan “Bayılacaksınız.” ibaresi boşuna değil.

1986 yılının Nisan ayı… Gelen bir telefonla binilen bir araba ve şehrin sahibi olarak adlandırılan Vali ile çıkılan yolculuk. Anlatıcımız Ferec, arabaya okurunu da bindirerek gezintiye çıkarıyor. Kapıları kilitliyor adeta, inmeniz pek mümkün değil. Zira, hem geçmişe hem bugüne hem de geleceğe çıkılan bir yolculuk bu. Maksat Nur direksiyonda ve arabayı usul usul sürüyor. Zaman geçişleri ve olaylar arasında çok iyi bir tutturuyor. Anne arayışı, Vali’nin anneyle ilişkisi, kendisinin hayattaki tavrı ve konumu, geçmişi derken geçişlerle bir halka kurarak romana derinlik kazandırıyor. Bu çoklu katmanın altına da bunca kişisel öyküye rağmen evrensel bir sorunu inşa etmiş. Bu tekilden tümevarım yöntemiyle hem kendi ülkesini anlatıyor hem de her ülkeyi. Çağımızın en büyük akıl tutulmasına değiniyor Maksat Nur. Gücün yarattığı etki, karşı konulmaz hayranlık ve adeta büyülenmeye yol açan cehalet.

Temeli hayli gerçekçi olan roman, Ferec’in film arşivlerini korumakla görevli olmasının da etkisiyle hayli sinematografik bir anlatımla ilerliyor. Bu anlatımla kurduğu yapının üzerini hayal ile gerçek arasında görünen sanrılarla işliyor. Yer yer gerçeküstücülüğe başvuruyor, benzetmeleri ve simgeleri kullanıyor. Hayli sert olabilecek anlatım yerine sakinliğini de koruyor. Gerçekler ile sanrılar arasındaki dengeyi ustalıkla kuruyor ve ritmini de elden bırakmıyor. Aynı düzeyde akıp gidiyor roman. Gücün yarattığı efsunlanmayı daha arabaya atılan ilk adımdan itibaren vurguluyor Nur, küçücük sözcüklerle: “Belki ben valinin korkusuyla yılanın, avını efsunladığı gibi onun ayakları altına düşmüştüm; belki bu yüzden küçük işaretleri, imaları görmüyor, anlamıyordum.” Vali’nin halkın arasına karıştığı anlarda da homurdanmalar, öküzler, marallar derken hayvan suretlerine başvuruyor. Bu büyük akıl tutulmasını tüm gösterişten uzak anlatıyor. Gücün yarattığı taşkınlık için korumalar öküz, halksa üzerine basılıp ezilebilecek hayvan suretlerinde görünürken “gerçek bir hayvanat bahçesi” olarak tanımlıyor. Son noktayı da yine anlatıcımız Ferec koyuyor: “İnsanlar çok güzel, sıcak, kardeş ve günahsızlar. Bırak onlar istediği şeye, hayvana, taşa, ağaca, toprağa, suya dönüşsünler ama yeter ki kaybolmasınlar.” Bu kayboluşu da yine Ferec üzerinden dillendiriyor: “Hayatında boşluktan ve bozluktan başka hiçbir şey görmeyen bir insan ne yapsın, gelecekte nasıl yaşasın?  Üstelik sen hayatındaki bu bozluklar için hiç kimseyi, kendini de etrafındakileri de kınamıyorsan; kısacası, geçmişinle barışık yaşayabiliyorsan o zaman hayatından memnunsun demektir.”

Maksat Nur, “Şehrin Sahibi” ile günümüzde yaşanan güce tapınmaları ve şehrin ağırlığını anlatıyor. “Şehir ağırlaşmış, sanki benim omuzlarım üzerinde duruyor. Ben şehrin üstünde gezmek istesem de şehir bir dalga gibi beni altına almak, kapatmak ve sallayıp uyutmak istiyor.” Okurunun da zihnine  çökecek bir dalga yaratarak edebi haz verecek bir roman…

Şehrin Sahibi / Maksat Nur
Çeviri: İmdat Avşar
Türü: Roman
Baskı Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 128 Sayfa
Yayınevi: Alakarga Yayınları

Yönetmenlerle oyuncular arasındaki yaratıcı mücadeleler : Artistlik Yapma

$
0
0
Oyuncular söylediğiniz şeyleri yapmazlarsa ne yaparsınız? Genç bir yönetmenken her zaman kendi fikirleri olan oyuncularla ilk çalışmaya başladığındaki beceriksizliğini ve yaşadığı korkuyu anlatan yönetmen John Badham (Cumartesi Gecesi Ateşi, Savaş Oyunları, Özel Takip) hem sinemaseverlerin hem de mesleğinin her aşamasındaki oyuncu ve yönetmenlerin mutlaka okuması gereken bu kitapta çok değerli bilgiler veriyor. Gazeteci ve film yapımcısı Craig Modderno da kendi deneyimlerini aktararak bu ortak yapıtı zenginleştiriyor.


Kitapta Sydney Pollack, Michael Mann, John Frankenheimer, Mel Gibson, James Woods, Anne Bancroft, Jenna Elfman, Clint Eastwood ve diğer birçok ünlü yönetmen ve oyuncunun önemli konularla ilgili açıklamaları ve kısa röportajları yer alıyor.


- Bir oyuncuya söyleyebileceğiniz en kötü ve en iyi on şey nedir?

- Oyuncunun mizacının ve katkısının gerçek doğası nedir?

- Yaratıcılığın doğası ve barındırdığı güçlüklerin etkisi nasıl yönlendirilir?

- Oyuncu seçimi ve prova süreçleri nasıl değerlendirilir?

- Rol yaparken bir oyuncunun aklından neler geçer?

- Yönetmenler ne yaparsa oyuncular yabancılaşır?


Gerek yönetmenlerin, gerek oyuncuların, gerekse seyircilerin kafasındaki bu soru işaretleri, kameranın arkasındaki ve önündeki sanatçıların farklı bakış açılarıyla yanıtlanıyor.


“Yönetmen olarak kariyer yapmayı düşünen herkesin okuması gereken son derece eğlenceli bir kitap. Şiddetle tavsiye edilir!” – Wayne Crawford


JOHN BADHAM, “oyuncu yönetmeni” olarak ün kazandı. 1977’de (diskotek çağını başlatan ve bütün zamanların en çok hasılat getiren kültürel kilometre taşlarından) Cumartesi Gecesi Ateşi ile John Travolta’nın dünya çapında bir şöhret olmasının yolunu açtı. 1983’te yönettiği  Mavi Yıldırım ve Savaş Oyunları’nın dört dalda Akademi Ödülü’ne aday gösterilmesi Badham’ın kariyerinde bir dönüm noktası oldu. Eleştirmenlerden övgü alan ve büyük gişe hasılatı yapan çeşitli filmlerde Laurence Olivier, Kevin Costner, Mel Gibson, Johnny Depp ve James Garner gibi ünlü oyun-cularla çalışan Badham’ın yönettiği diğer filmler  Suikastçı (1993), Kısa Devre (1986), Teldeki Kuş (1990), Özel Takip (1987), Another Stakeout  [Özel Takip 2] (1993), Büyük Yarış (1985), Karar Kimin? (1981) ve stilize edilmiş  Drakula’dır (1979). Aynı zamanda öne çıkan bir televizyon yapımcısı ve yönetmeni olan Badham, Steven Bochco’nun Blind Justice adlı dramasının uygulayıcı yapımcılığını üstlendi ve bazı bölümlerini yönetti. Ayrıca Heroes, Crossing Jordan, Standoff, The Shield, Just Lega ve San Francisco Sokakları  gibi dizilerin çeşitli bölümlerini çekti. 70’li yıllarda  The Senator ve The Law  dizilerindeki çalışmaları nedeniyle iki kez Emmy Ödülü’ne aday gösterildi. Başrollerini Paul Hogan ve Rosanna Arquette’in paylaştığı, alkol bağımlılığını konu edinen televizyon filmi Floating Away Prism Ödülü’nü aldı. Badham’ın çalıştığı diğer projeler HBO’nun The Jack Bull, Showtime’ın The Last Debate, Lifetime’ın Obsessed ve CBS’in Footsteps adlı yapımlarıdır. Badham California, Orange’daki Chapman Üniversitesi, Dodge Film ve Medya Okulu’nda Medya Sanatları profesörüdür.


CRAIG MODDERNO, daha önceleri Penthouse ve US dergilerinde editör olarak görev yapan bir gazeteci ve film yapımcısıdır. Bir sinema klasiği olan Aşk Mevsimi’nin DVD’sinde ve videosunda da yer alan The Graduate at 25 adlı orijnal belgeselin senaryosunu yazdı, yapımcılığını üstlendi, yönetti ve konuyla ilgili röportajlar yaptı. Samuel L. Jackson’ın oynadığı Büyük Beyaz Yumruk’ta rol aldı. The Merv Griffin Show TV programının senaristliğini ve yapımcılığını üstlendi. Los Angeles Times ve Oakland Tribune’da muhabirlik yapmış olan Craig Modderno bugün New York Times, Reuters, Hollywood Life ve DIRECTV-The Guide için serbest yazarlık yapıyor. USA Today, USA Weekend, Details, Washington Post, Hoop, Cosmopolitan, TV Guide, TV Guide Online, Hits, Playboy, DGA Magazine, American Film, New York Post, Contra Costa Times, Los Angeles Daily News, Mick Martin ve Marsha Porter’ın Video&TV Guide’ı ve Rolling Stone (film yapımcısı Cameron Crowe dışında, henüz yeniyetmeyken bu dergide birkaç yazısı basılmış olan tek yazardır) gibi yayın organlarında onun ismini taşıyan üç binin yüzerinde yazısı yayınlandı.


Artistlik Yapma / John Badham-Craig Modderno 

Çeviri: Samim Sakacı

Tür: Anlatı

Sayfa sayısı: 350 sayfa

Fiyatı: 26 TL

Yayın tarihi: 14 Kasım 2017




Ölüme serinkanlı, düşünmeye sevk edici bir bakış : W. M. Spellman’dan Ölümün Kısa Bir Tarihi

$
0
0
Ölüm... Kültürümüzde “aman ağzından yel alsın”dan “söz ölüm getirmez”e kadar farklı şekillerde andığımız bir olgu. Pek çok kültürde de aynı çelişkilerle ifade ediliyor.

Bu kitapta ölüm farklı zaman dilimlerinde, farklı mekânlarda, farklı kültürlerde ele alınıyor, zengin bir panorama sunuluyor, kavramın tarihin akışı içindeki gelişimi anlatılıyor. Mezopotamya ile Mısır’daki ölüm algısı, Antik Yunan ve Roma’nın filozoflarının ruh ve beden üzerine tartışmaları, Budizm, Hinduizm, Taoizm gibi inanç sistemlerinin ölüm, ölü bedene ne olacağı, bir Öte Dünya’nın var olup olmadığına dair fikirleri, İbrahimî geleneğin üç dininin bu meselelere nasıl yaklaştığı gibi konular değerlendiriliyor. Bunların yanında intihar, modern cenaze evleri, ötenazi gibi konular da işleniyor.

Ve tabii hiçbir zaman geçerliliğini yitirmeyecek olan şu kadim soru: Bu, bir son mu yoksa bir başlangıç mı?

W.M. SPELLMAN, İngiltere odaklı düşünce ve uygarlık tarihi çalışan bir araştırmacıdır. Kitapları arasında John Locke, European Political Thought, 1600-1700, Monarchies, 1000-2000, A Concise History of the World Since 1945 ve A Short History of Western Political Thought öne çıkan başlıklardır. Spellman halen University of North Carolina-Ashville’de ders vermektedir.

Ölümün Kısa Bir Tarihi / W. M. Spellman
Çeviri: Ahmet Bora Pekiner
Tür: Kırkmerak
Sayfa sayısı: 326 Sayfa
Fiyatı: 25 TL
Yayın tarihi: 22 Kasım 2017



Vénus Khoury-Ghata’dan kadınlara bir ağıt : Yedi Taş

$
0
0
Çölün kıyısında, hamsin rüzgârının estiği unutulmuş bir köyde cezasını çekmeyi bekler Noor. Zinadan suçlu bulunmuştur, recm edilecektir. Kaçmayı ya da isyan etmeyi düşünmez, tek arzusu kaderine boyun eğip günahının bedelini ödemektir. Tek düşüncesi, babalarının alıp gittiği üç çocuğudur. Ne özgürlüğe özlem duyar ne de olası bir başka hayata. Ama bir kadın, yabancı bir kadın giriverir hayatına…

“Noor kendisini ayakkabısının tabanına yapışan solmuş yapraklar kadar, bahçesindeki kör kuyu kadar kuru hissediyordu. Mümkün olduğunca az besleniyordu, derisine işleyen soğuğu kırmak için ateş yakmıyordu artık, etrafındaki hiçbir şeyi değiştirmemeye, yerini değiştirirken sandalyeyi gıcırdatmamaya ve dağın yuttuğu güneşin bir ceviz kadar küçüldüğü saatte onu meydana götürürlerken kendisini yalnız hissetmemek için seccadesinin yerini aklında tutmaya dikkat ediyordu. Önceden planlanan geleneksel yemek için gerekli olan keçisini yakalayacak hain çocuklar ve köpekler eşliğinde geleceklerdi. Kurtuluş taşları adı verilen ilk yedi taşı attıktan sonra yemek yiyeceklerdi. Parmaklarıyla sayarak yedi diye tekrar etti. Haftanın günleri gibi, ardiyenin çatısını tutan taşlar gibi yedi. Kafasını, yaz güneşinde olgunlaşmış bir nar misali kırmak için yedi taş.”

VÉNUS KHOURY-GHATA, 1937’de Beyrut’ta dünyaya gelen Lübnan asıllı Fransız şair ve yazar Vénus Khoury-Ghata ülkesinde edebiyat eğitimi aldı. İlk şiir kitabını 1966’da yayımladı. 1972’de Paris’e yerleşen yazar, Louis Aragon’un yönettiği Europe dergisinde çalıştı. İlk romanı Les inadaptés ise 1971’de yayımlandı. Çağdaş Fransız yazınının en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilen yazar, şiir ve romanlarının yanı sıra edebiyat eleştirileri de kaleme almaktadır. 2009 yılında Académie Française’in büyük şiir ödülüne, 2011’de ise Goncourt Şiir Ödülü’ne layık görülmüşür.

Yedi Taş / Vénus Khoury-Ghata
Çeviri: İnci Malak Uysal 
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 188 Sayfa
Fiyatı: 16 TL
Yayın tarihi: 21 Kasım 2017

Orhan Çetinbilek’ten Yeni Roman: Jena

$
0
0
“Rosa ile Ejder”, “Belkıs” ve “Poyraz” adlı romanların yazarı Orhan Çetinbilek'in yeni eseri “Jena”, Yitik Ülke Yayınları etiketiyle yayımlandı. Edebiyatın o eşsiz lezzetini özleyenler için farklı bir okuma önerisi “Jena”. Çetinbilek, Türkçenin anlatım olanaklarını zorlayan, okuru düşünmeye ve sorgulamaya sevk eden, arı dille romanlar yazan bir sanatçı. Jena, yazarla tanışmak için tam bir biçilmiş kaftan. Jena’nın tanıtımında okura şöyle sesleniliyor:

1. Yazmak için istemek yetmez. “Yazmadan olmayacak bu iş,” der gibi bir duygu, karşı konulamaz bir güç de lazım. Müzisyen neden beste yaparsa, ressam ne diye tuvale akıtırsa içini, aynı dürtüyle yazılır. Yazınca, çizince, besteleyince iyi hissedersin, o kadar. Hayata katacak bir güzelliği olup da katmayan eşek, katamayan talihsizdir.

2. Yeryüzündeki 10 milyon yıllık serüvenimizin “sol” yanı yaşamı temsil eder. Asıl misyonumuz, ona tutunmayı becermek.

3. Bu roman her çağda sol’a tutunanlar ve hayata katılmak istenen güzellikler adına yazılmıştır.
Orhan Çetinbilek İzmir’de yaşayan ve çeşitli dergilerde adına rastlanan bir kalem. Jena, popüler kültür eserlerinden uzakta, yalın, edebiyatın sonsuz okyanusuna eklenen başarılı bir roman. Edebiyatı, Türkçenin lezzetini özleyen herkese, iyi bir okuma önerisi. 

Jena, Orhan Çetinbilek, Roman, Yitik Ülke Yayınları, Kasım 2017, 184 sf., 20 TL


Zamandan bağımsız bir gerçeklik sunan Dino Buzzati öyküleri : Yedi Ulak

$
0
0
Efsane İtalyan yazar Dino Buzzati’nin kendi öykülerinden derlediği ilk seçkisi Yedi Ulak, Delidolu Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Yayımlandığı dönemde büyük beğeniyle karşılanan kitap, Buzzati’nin mizahi üslubuyla kaleme aldığı yalın ve sembollerle örülü öyküleri okurlarla buluşturuyor. 

On dokuz öyküden oluşan Yedi Ulak, usta İtalyan yazar Dino Buzzati’nin kendi öykülerinden derlediği ilk seçki olma özelliğini taşıyor. Sıradan olan şeyleri “olağanüstü”ne çevirmekte usta olan Buzzati, bu çarpıcı eserinde de kendi edebiyatının en tipik unsurlarını açığa çıkarıyor. Yazar, Yedi Ulak’ta sıradan insanların dünyasını, onların kurnazlık ve kırılganlıklarını, yabancılaşmayı, melankoliyi ve bürokrasiyi ele alıyor; ama bu motifler üzerine söylenmiş her şeyi başka türlü dile getiriyor. 

"Çok zaman sonra farkına varmıştım tüm bunların, bu aptallıkların, anlamsız hayallerin ve insanı yiyip bitiren günlük koşuşturmalar arasında boş verilen her şeyin.”

Her öyküde yarattığı fantastik atmosferle zamandan bağımsız bir gerçekçiliğe ulaşan Dino Buzzati, kendine özgü mizah anlayışıyla insanın çağlar boyu süregelen ahmaklığına dikkat çekerken, yaşamı yeniden sorgulama gereği uyandırıyor.

Delidolu Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan Yedi Ulak, gerçekdışı, zaman dışı dünyalar yaratarak ya da anlattığı hayatlara akıl dışı olaylar katarak okurları bambaşka evrenlere sürüklüyor. 

"Doğrusu gökyüzü, hava, kuşlar, bulutlar, rüzgâr bana yeni ve farklı geliyordu ve ben kendimi yabancı gibi hissediyordum.”

Jorge Luis Borges’in de dediği gibi, “Gelecek kuşaklar tarafından asla unutulmayacak isimler vardır. Ve bu isimlerden biri elbette Dino Buzzati’dir.”

Yedi Ulak / Dino Buzzati
Türkçeleştiren: Özge Parlak Temel
324 sayfa
Fiyat: 26,00 TL


Ünlü bisikletçi Gökhan Kutluer’den bisiklet kokulu öyküler : Bulut Fabrikası

$
0
0
Bisiklet kültürüne dair hem kamu kuruluşları hem de özel sektör tarafından yapılan yatırımlar yavaş yavaş sonuç vermeye başladı. Mesafeleri giderek uzayan bisiklet yolları, artık hemen her şehir belediyesinin gündeminde yer alıyor ve bisiklete olan ilginin ilginin artmasını sağlıyor. Bisiklet konseptiyle vitrinini süsleyen mağazalar, bisikletten ilham alarak tasarlanan kafeler ve bisiklete dair Türkçe kaynakların sayısındaki artış, bu durumun basit birer göstergesi sayılabilir.

Hemen her yıl raflarda yeni bir bisiklet kitabı görmeye alıştık. Bir süredir bisikletin hem kültürel hem de sportif tarafını harmanlayan çalışmalarıyla bisiklet severlerin yakından tanıdığı Gökhan Kutluer de yeni kitabı Bulut Fabrikası ile bu listeye eklendi. 

Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler mezunu olan Kutluer, Türkiye’nin ilk bisiklet dergisi Cyclist Türkiye’deki editörlük görevi sırasında başladığı kitabı Bulut Fabrikası, Yitik Ülke Yayınları ile raflardaki yerini aldı. 17 adet kısa öyküden oluşan kitaptaki tüm karakterlerin hayatında bir şekilde kendine yer bulan bisiklet, kimi öykülerde ana karakter, kimi öykülerde ise sadece bir kelime olarak karşımıza çıkıyor. 

“Kitabın ne isminde, ne kapağında ne de arka kapak yazısında bisiklete yer vermek istemedim çünkü esasında bu sadece bir bisiklet kitabı değil. Kitabı, hayatın içinden; kaygılı karakterlerin kendinden bir şeyler bulabileceği ve özellikle şehir insanının son zamanlarda içine düştüğü bazı sarmallara dikkat çeken öykülerin yer aldığı bir öykü kitabı olarak özetleyebilirim.”

Yazarlığa ilk adımını blog denemeleri ve dijital dergilere yolladığı makalelerle atan Kutluer, şimdilerde Outdoor Fitness dergisinde yazarlık yapıyor ve başta Instagram olmak üzere sosyal medya hesaplarını tamamen bisiklete teşvik için kullanıyor.

Gelirini bisiklet sporunda profesyonel kariyer hedefleyen bir veya birden fazla gence yarışlarda bisiklet sponsorluğu sağlamak için kullanacak olan Kutluer'in okuyucuya mesajı ise şöyle:

“Sizden ricam, bu kitabı alırken bir tane kendinize bir tane de bisikletle pek de alakası olmayan bir yakınınıza almanız. Zira bu kitabın amacı, bisikleti unutmuş, hayatından atmış ya da onunla nasıl da güzel günler yaşayabileceğinden bihaber kişilerin kitaplığına sızmaktır.”

Bulut Fabrikası, Gökhan Kutluer, Öykü, Yitik Ülke Yayınları, 108 sf, 2017, 14 TL  


Enrique Vila-Matas’tan gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bir roman : Kassel’de Mantık Aramak

$
0
0
Kassel’de tuhaf şeyler oluyor: Şehir, bilinmeyen bir mantığın önünü açan bir mantıksızlığa davet ediyor bizi. “Sanat hayat gibi gelip geçerken” geride bir satır, bir ezgi, hafızamızda yer eden, kişiliğimizin parçasını oluşturan imgeler bırakıyor. Çivisi çıkmış bir dünyada, sanatın öldüğüne hükmeden uğursuz seslerin aksine, Enrique Vila-Matas hâlâ sanatla zincirleme reaksiyonlar yaratılabileceğine dair umudunu koruyor.

“Almanya’nın merkezinde, Avrupa’nın göbeğindeydim ve her şeyin on yıllar önce ölmüş olduğu, buz kestiği ve toprağın altında kaldığı gerçeği başka hiçbir yerde buradaki kadar bariz görünür değildi, kıtamız esaslı, affedilmez büyük hatalarına razı geldiğinden beri böyleydi.” 

Kassel’de Mantık Aramak’ta Vila-Matas, avangardla ilişkisini ve Documenta etkinliğine katılımını alışılmadık bir kurmacaya dönüştürüyor. Sayfaların arasından ince bir mizahla seslenen, mantık kurmak üzere mantıksıza davet eden, Dalí’den Nietzsche’ye, o bildiğimiz işbirlikçiler korosu aslında.

“Hayat ciddi, sanat eğlenceli.”

Vila-Matas, Kassel’de geçirdiği süre boyunca karşılaştığı kişilikleri, başından geçen ya da geçebileceğini düşündüğü tuhaflıkları, sanat ve edebiyat üzerinden dünya görüşü sorgulamalarını birinci ağızdan, eğlenceli bir romana dönüştürürken deneme, kurmaca, eleştiri, anı tarzlarını birbiriyle harmanlıyor.

ENRIQUE VILA-MATAS, 1948’de Barcelona’da doğdu. Gazetecilik ve hukuk öğrenimi gördükten sonra film eleştirmenliği yaptı, kısa filmler çekti. İlk romanlarını 1970’lerin başında kaleme alsa da tanınmaya başlaması 1985’te yayımladığı, romanla deneme türlerini kaynaştırdığı Historia Abreviada de la Literatura Portátil (Taşınabilir Edebiyatın Kısaltılmış Tarihi) sayesinde oldu. Gerçekle kurmaca arasındaki sınırı şeffaflaştırdığı, edebiyata ve edebiyatçılara göndermelerle dolu eserleri otuzdan fazla dile çevrildi. İspanyol Kraliyet Akademisi, Rómulo Gallegos, Médicis, Herralde gibi ödüllerin de aralarında bulunduğu pek çok önemli ödüle ve nişana layık görüldü.

Kassel’de Mantık Aramak / Enrique Vila-Matas 
Çeviri: Saliha Nilüfer
Tür: Roman 
Sayfa sayısı: 284
Fiyatı: 22 TL
Yayın tarihi: 27 Kasım 2017


Psikopat Bir Kadın Seri Katilin Nefes Kesen Cinayet Günlükleri : Itırşahi

$
0
0
Çocukken girdiği koma sebebiyle empati duygusunu kaybeden psikopat bir kadın seri katilin günlüklerinden oluşan Itırşahi, 8 Aralık’ta hep kitap logosuyla okurlarla buluşuyor. C.J. Skuse, yetişkinlere yönelik ilk romanı Itırşahi’de; böylesine acımasız bir seri katilin normal insanlara uyum sağlama çabası, öfkesini dizginlemek uğruna rol yapması ve kullandığı dil ile okuru bir yandan da güldürüyor.

27 yaşındaki Rhiannon Lewis, altı yaşındayken beş çocukla birlikte kendisine bakıcılık yapan bir kadının evinde saldırıya uğramış ve bu saldırıdan sağ kurtulan tek kişi olmuştur. Ancak başına aldığı çekiç darbesi sonucunda beyninde bir hasar meydana gelmiş, yıllar içinde merhamet, şefkat ve acıma gibi duygulardan yoksun bir insana dönüşmüştür.

Görünüşte erkek arkadaşı ve küçük köpeğiyle normal bir hayat sürdüren genç kadın aslında hiç de normal değildir ve öldüreceği insanların listesini yaparak güne başlamaktadır. Bu kişi kâh komşusudur, kâh işyerindeki bir arkadaşıdır, kâh ünlü biridir. Rhiannon, içindeki öldürme güdüsüne ket vuramamakta ve kendince geçerli sebeplerle insanları öldürme hakkını kendinde bulmaktadır. Üstelik hiç pişmanlık duymadan...

Mehmet Gürsel’in İngilizce aslından dilimize çevirdiği Itırşahi, 8 Aralık’ta hep kitap logosuyla raflardaki yerini alacak.

“Korkunç olduğu kadar komik de… Elinizden bırakamayacaksınız.” The Sunday Times

“Kült olmaya aday…” Daily Mail

C.J. Skuse 1980 yılında doğdu. Çocuk edebiyatı ve yaratıcı yazarlık eğitimi aldı. Gençlere yönelik The Deviants, Monster, Pretty Bad, Rockoholic ve Dead Romantic adlı romanları yazdı. Itırşahi, C.J. Skuse’un yetişkinlere yönelik ilk romanı. 

Itırşahi / C. J. Skuse 
Çevirmen: Mehmet Gürsel
Hep kitap, Aralık 2017
416 Sayfa
35 TL


On Altı Ayrı İsimden “Sansür ve Mülkiyetin Karşısında Metin Erksan” Kitabı

$
0
0
Metin Erksan, Türk sinemasının nadir yazar yönetmenlerindendir. Entelektüel kişiliği, filmlerinde yarattığı sıradan algının üstündeki karakterler, ele aldığı geleneksel kalıplar dışındaki konular ya da konulara farklı bakış açısı tamamen yönetmenin özgünlüğünün yansımasıdır. Birbirinden farklı türlerle, oldukça cesur filmlere imza atan yönetmen aynı zamanda sansürle de en çok karşı karşıya kalan yönetmenlerimizdendir. Gecelerin Ötesi, Sevmek Zamanı, Acı Hayat, mülkiyet üçlemesi olan Yılanların Öcü, Susuz Yaz ve Kuyu filmleri Türk sinemasının en önemli yapımları arasındadır.

Erksan filmlerinde mülk edinme hırsı, güç arzusu ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan suç ve ceza kavramlarının yeniden yorumlanış biçimlerini, sıra dışı ve cesurca oluşturulan karakterleri, insanoğlunun aşk, tutku, cinsellik, nefret, intikam gibi duygularının en nihai boyutunu gerçekçi ve etkileyici bir anlatımla sunan yönetmen; toplumsal sorunları gerçekçi ve aydınlatıcı tarzda yansıtır.

Funda Masdar Kara'nın editörlüğünü yaptığı, Yitik Ülke Yayınları'nca okura ulaştırılan “Sansür ve Mülkiyetin Karşısında Metin Erksan” adlı bu kitapta birbirinden farklı kalemlerden; yönetmenin filmlerinin analizlerini, belgeselci yönünü, mülkiyet kavramına bakışını, film müziklerindeki seçiciliğini, sinema üslubunu ve önemli sinemacıların anıları aracılığıyla Erksan’ın hayatına, düşüncelerine dair anlatıları bulacaksınız.

Kitapta yazılarıyla yer alan yazarlar: Agâh Özgüç, Necla Algan, Ezel Akay, Perihan Taş Öz, Hüseyin Kuzu, Selma Köksal, Sedat Cereci, Zehra Yiğit, Birsen Altıner, İsmet Arasan, Mehmet Işık, Funda Masdar Kara, Ercan Kesal, Mustafa Sözen, Serdar Kökçeoğlu, Haluk Şahin.

“Sansür ve Mülkiyetin Karşısında Metin Erksan”, Editör: Funda Masdar Kara, Yitik Ülke Yayınları, Sinema, 246 sf., 25 TL, Aralık 2017 



Mustafa Çevikdoğan’dan kara mizah yüklü öyküler : Temiz Kâğıdı

$
0
0
Mustafa Çevikdoğan’ın öyküleri ilk defa Temiz Kâğıdı’nda bir araya geliyor. Bir kısmı daha önce çeşitli dergilerde yayımlanmış olan, incelikle işlenmiş on üç öykünün yer aldığı Temiz Kâğıdı, hicivli bir dille insanlara rutinlerini ve değer yargılarını sorgulatıyor.

Bir şehir inşaat makinelerinin tekerleri altında can çekişiyor, bir ülke hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir kargaşa içinde kendiyle boğuşuyor. Cevaplar havada uçuşuyor ama kimsenin doğru soruları sormaya cesareti yok. Temiz Kâğıdı’nda, bu curcunada ezberleri bozulan insanların öfkeleri, kafa karışıklıkları ve kendilerine yeni ezberler oluşturmaları anlatılıyor.

Bir sabah uyandığında salonunun bir üçüncü nesil kafeye dönüştüğünü gören kadının evini geri alma çabası, otobüste arkaya ilerlemeyenlerle önde sıkışanların arasındaki bir  kavgayla başlayıp tüm ülkeye yayılan büyük savaş, yemekte dilini ısırdıktan sonra bu unutulmuş organıyla aklına geleni söylemeye başlayan adamın yükselişi ve çöküşü, de da bağlaçlarını doğru yazanların yanlış yazanların zulmüne karşı organize olmak zorunda kalışı... Çevikdoğan, kara mizah yüklü öykülerinde toplumsal kültürdeki absürtlükleri su götürmez bir açıklıkla ortaya koyuyor.

“Salondan gelen kahve makinesi sesiyle uyandı. Yatağında doğrulup oda kapısına baktı, kapı kapalıydı. Sekiz yıldır yalnız yaşıyordu bu evde ve misafiri olmadığı sürece yatak odasının kapısını kapatmazdı. Hatırladığı kadarıyla misafiri yoktu. Hem Birgül’ün kahve makinesi de yoktu. Uyku sersemliğiyle, kapalı kapının ardından gelen seslere kulak kabarttı. Salonda birileri vardı.”

Bu öykülerin kahramanları eğitimin, bürokrasinin, toplumsal baskıların yüzlerce yıllık enkazının altından ses veriyor: “Ben buradayım sayın yazar, sen neredesin acaba?”

MUSTAFA ÇEVİKDOĞAN, 1984’te Sivas’ta doğdu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. ğ, Natama, İzafi, Çün’, Nepal Fanzin gibi yayınlarda öyküleri yer aldı. 2005’ten beri yayıncılık yapıyor.

Temiz Kâğıdı / Mustafa Çevikdoğan   
Tür: Öykü 
Sayfa sayısı: 176 Sayfa
Fiyatı: 15 TL
Yayın tarihi: 5 Aralık 2017


Anaïs Nin'den Venüs Üçgeni

$
0
0
1940’larda, bir koleksiyoncunun önerisiyle erotik hikâyeler yazmaya başlayan Henry Miller’a katılan Anaïs Nin, başta sipariş üstüne kaleme aldığı metinlerde erotizmin en saklı kuytularına ulaşır. Bedenin ve hayal gücünün kışkırtıcılığına kapılan karakterler aracılığıyla insan doğasının en mahrem köşelerini gözler önüne serer.

Türkçede ilk kez tam metin olarak yayımlanan Venüs Üçgeni, erotik yazının en usta kalemlerinden birinin olağanüstü zengin ve egzotik öykülerini bir araya getiriyor.

“Şiirsellik değil” eğlence isteyen bir müşterinin baskısı altında yazdığım bu erotik metinlerde, üslubumun erkeklerin yazdıklarını okuyarak geliştiğini düşünüyordum. Bu nedenle, uzun bir süre kadınsı özümden taviz verdiğime inandım. Erotik metinleri bir kenara kaldırdım. Bunları yıllar sonra tekrar okurken kendi sesimin tamamen bastırılmamış olduğunu görüyorum. Birçok yerde sezgisel olarak kadın dili kullanmışım, cinsel deneyimlere bir kadının bakış açısıyla bakmışım. Sonunda bu erotik hikâyeleri yayımlamaya karar verdim, çünkü bir kadının, hep erkeklerin alanı olmuş bir dünyadaki ilk adımlarını atma çabasını gösteriyor.
– Anaïs Nin

Notos Edebiyat – Öykü
İngilizceden çeviren: Betül Kadıoğlu
305 sayfa
24 TL

Eimear McBride’dan usta işi bir ilk roman : Kız Natamam Bir Şeydir

$
0
0
Otobiyografik özellikler de taşıyan Kız Natamam Bir Şeydir abisinin beyninde tümör oluşan bir genç kızın ailesiyle olan karmaşık ilişkilerini, ensesti, bu travmayı aşmak için aşırılıklara sapmasını, çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe geçme ya da geçememe sürecini yansıtıyor. Olayların, karakterin yaşına ve duygu durumuna göre zihindeki içses olarak aktarıldığı Kız Natamam Bir Şeydir, yazarın ilk romanı. Eimear McBride’ın, eleştirmenlerin övgüsünü alan üslubu, ilk bakışta şaşırtsa da sayfalar ilerledikçe okur tarafından da benimseniyor. Roman, bu bilinç akışı biçemi ustalıkla kullanıldığı için, edebiyat tarihinde bu yöntemin ileri gelen adları James Joyce, Edna O’Brien ve Virginia Woolf gibi ustaların eserlerine benzetiliyor. 

“Ne zordur ergenlikten yetişkinliğe geçmek…”

EIMEAR MCBRIDE, Kuzey İrlandalı yazar 1976’da Liverpool’da dünyaya geldi.  Aile daha sonra İrlanda’ya taşındı. Eimear McBride 17 yaşındayken Londra’ya yerleşti ve Drama Center’da üç yıl eğitim gördü. Bu arada ağabeyi ölümcül bir hastalığa yakalanınca onunla ilgilenmek için uzun süre İngiltere ile İrlanda arasında mekik dokudu. Kız Natamam Bir Şeydir romanını altı ayda tamamlamasına karşın ancak dokuz yıl sonra yayınlatabildi. Halen kocası ve kızıyla birlikte yaşadığı Norwich’teki Galley Beggar Press, kitabı 2013’te yayınladı ve roman 2013-2014 yıllarında Desmond Elliott “ilk yapıt”, Goldsmiths, Geoffrey Faber, Baileys Women’s, Kerry Group İrlanda Edebiyat Ödülü gibi çok sayıda ödül kazandı. Yazarın ikinci romanı The Lesser Bohemians (Önemsiz Bohemler) 2016 Goldsmiths Ödülü kısa listesine alındı. Bilinç akışı yönteminde yazılmış olan Kız Natamam Bir Şeydir, bir genç kızın ailesiyle olan karmaşık ilişkilerini, çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe geçme ya da geçememe sürecini yansıtıyor.

Kız Natamam Bir Şeydir Eimar McBride  
Çeviri: Begüm Kovulmaz  
Tür: Roman 
Sayfa sayısı: 255 
Fiyatı: 20 TL
Yayın tarihi: 5 Aralık 2017


Ursula K. Le Guin’den şiirler: “Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak”

$
0
0
Ursula K. Le Guin, birbirinden güzel şiirlerinin bir araya geldiği “Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak” adlı kitabıyla Yitik Ülke Yayınları’nda. Gökçenur Ç’nin dilimize kazandırdığı şiir seçkisi, yazarın eski ve yeni birçok şiirini bir araya getiriyor. Yazdığı romanlarla, denemelerle edebiyatta çığır açan büyük yazar Ursula K. Le Guin, şaşırtıcı ve güçlü şiirleriyle alışılmadık bir okuma alanı yaratıyor. Gökçenur Ç.’nin enfes çevirisiyle, bu kitapta şiir okurlarına benzersiz bir yolculuk fırsatı sunuluyor... “Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak”ı keşfedin... Ursula’nın şiirleriyle mutlaka tanışın. 

Bu nefes başka bir nefes.
Ne alındı, ne salındı geçmişte.
Ölüm susunca konuşan bir ses
Ertesiz bir şimdide.

Bir nefes alıyorum tekil bir nefes.
Bir an için ağzımda özgürlüğün tadı.
Başlıyor dans, es rüzgâr es,
gibiyim söğüt dalında bir söğüt yaprağı.

“Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak”, Ursula K. Le Guin, Yitik Ülke Yayınları, Şiir, Çeviri: Gökçenur Ç., 168 sf., Aralık 2017, 18 TL 


Mathias Enard’dan tek cümlelik büyük roman: Mıntıka

$
0
0
Hırvat asıllı Fransız ajan Francis Servain Mirković, Fransız İstihbarat Servisi’ne bağlı görev yaptığı, kendi deyimiyle “Mıntıka”sı olan Akdeniz havzasında dehşet ve şiddet dolu ilişki ağları içinde geçirilen yılların ardından depresyona ve alkolizme eğilimli orta yaşlı bir adamdır artık. Son beş yıldır da kendisini, resmî görevinin sağladığı imkânlardan yararlanarak Mıntıka’sındaki siyasi ve askerî cinayetlere ve katliamlara dair gizli kalmış belgeleri toplamaya kaptırmıştır. Mirković, belgeleri Vatikan’daki “ebediyet uzmanlarına” teslim etmek ve sonra da yeni sahte kimliği ve geçmişini bilmeyen sevgilisiyle yeni bir hayata başlamak niyetindedir. Ancak Milano-Roma arasında, “dünyanın sonuna” doğru uzanan bu tren yolu boyunca, “ölülerle dolu valizdeki” hikâyeler, göçler ve savaşlarla sarılmış aile tarihi, kendi savaş travması ve karanlık geçmişi zihnine musallat olur.

Yazar, “Akdeniz’in en parlak, en güzel imparatorluğu” dediği Osmanlı’nın son dönemine dair hikâyelerinden İstanbul tasvirlerine, İstanbul’un fethinden Çanakkale Savaşı’na, Osmanlı Yahudilerinin kaderinden Akdeniz sahillerindeki tatil köylerine kadar anlatılarıyla da Türkiye tarihine ve coğrafyasına özel bir önem atfediyor.

“Çağdaş bir destan yaratmaya çalıştım,” diyen Goncourt ödüllü yazar Mathias Enard’ın “edebî bir şok” olarak tanımlanan bu tek cümlelik “büyük romanı”, tıpkı sık sık andığı İlyada destanı gibi, olağanüstü ritmi, dehşet dolu olanı inceltmeyi ve görkemli kılmayı başaran özgün üslubuyla çağdaş edebiyatın en yetkin ve başarılı örneklerinden biri olarak zihinlerimizde ve raflarımızdaki yerini alacak.

“İsterdim ki bu katar sürsün, sürsün ta İstanbul’a ya da Siraküza’ya kadar, sonuna kadar gitsin…”

MATHIAS ENARD, 1972’de Fransa’nın Niort kentinde dünyaya geldi. Yükseköğrenimini, Arapça ve Farsça eğitimi aldığı INALCO’da (Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Ens-ti-tüsü) tamamladı. 1991 yılından itibaren Ortadoğu’ya (Beyrut, Şam, Tahran) uzun sürelerle konakladığı yolculuklar yapmaya başladı. 2000 yılından beri Barcelona’da yaşamaya devam eden Enard,  Bağımsız Barcelona Üniversitesi’nde verdiği Arapça derslerinin yanı sıra Arapça ve Farsçadan çeviriler de yapıyor.  Yazar ilk romanı La perfeciton du tir’i 2003’te, ikinci romanı Remonter l’Orénoque’u 2005’te yayımladı. Yazar, dördüncü romanı Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara Fransa’da lise öğrencilerinin verdiği Goncourt des Lycéens Ödülü’nü aldı. Enard’ın, dördüncü kitabı olmakla birlikte yazara ilk büyük başarısını kazandıran, geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan ve büyük övgülerle karşılanan romanı Mıntıka, Livre Inter ve Prix Décembre gibi saygın edebiyat ödüllerini aldı. Yazar, yayınevimizce yayına hazırlanmakta olan son romanı Boussole ile 2015 yılında Fransa’nın en önemli edebiyat ödülü Goncourt’a layık görüldü. 

Mıntıka / Mathias Enard
Çeviri: Ebru Erbaş 
Tür: Roman  
Sayfa sayısı: 508 
Fiyatı: 34 TL
Yayın tarihi: 19 Aralık 2017


Viewing all 3914 articles
Browse latest View live