Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3888 articles
Browse latest View live

Murat Uyurkulak Romanlarıyla April Yayıncılık'ta!

0
0
Türk Edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Murat Uyurkulak’ın şimdiden klasikleşen üç romanı “Tol”, “Har” ve “Merhume” yeni edisyon ve kapak tasarımlarıyla April Yayıncılık’tan okurla buluşuyor.

Terapi / Murat Yılmaz imzalı kapak tasarımlarıyla daha şık özellikle de “Merhume”nin kapağını beğenmeyenlerin gönlünü alacak güzellikte. Romanlar için ekstra bir şey demeye gerek yok. Zira “Tol” her zaman en iyi romanlar listelerinin gediklisi. Okumamış olanlar varsa yeni baskı fırsatını kaçırmayın derim…

Murat Uyurkulak, romanları birçok dile çevrilen, geniş bir okur kitlesi tarafından büyük beğeni kazanan, son dönem Türkiye edebiyatının en önemli isimlerinden biri.

“Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.”
Devletin, şiddetin, darbelerin darmadağın ettiği hayatlar...
İnatla baştan kurulan hikâyeler, boyun eğmeyi reddeden hayalciler...
Deliliğin sınırlarında dolaşırken, iyiliğe, direnişe, aşka, devrime inanmaktan vazgeçmeyenler...
Bir intikam romanı: Tol.

"Bu ülke, ki Netamiye derler adına, ulu bir ejderhanın mide fesadından doğdu. Biz oradaydık, gördük her şeyi. Kıyametin yarım boy küçüğü bir alamet gündü."
Yedi kat yerin üstünden, yedi kat yerin altına uzanan bir meydan okuma... 
Âlemin meleklerine, şeytanlarına, cinlerine ateşli bir selam, edebi bir salvo... 
Tutkunun, inancın, var olmanın kıyametine kelimelerden mürekkep bir yolculuk... 
Bir kıyamet romanı: Har. 

"Bir gün, öyle bir an geldi ki, kötü biri olmaya karar verdim. Taştan bir kalple kurtulurum sandım. Ama çok geçti artık, tüm vakitlerin sahibi silahına benden önce davranmıştı, şahane bir tebessümle bastı tetiğe, kurtulamadım, günaha girdiğimle kaldım.
Şimdi önümarkamsağımsolumüstümbaşımyüzümgözüm tövbe..."
Salya ve kan ve ter kuşatmasında günler...
Arka sokaklar, ışık girmez evler, batakhaneler...
Hep kaybedenler, son gülenler, şahane gülenler... 
Bir cinayet romanı: Merhume.



Gustav Meyrink’ten bir başyapıt : Golem

0
0
19. yüzyıl sonları: Prag, Yahudi Mahallesi. Kıymetli taş kesim ustası Athanasius Pernath gizemli bir ziyaretçinin ardından farklı evrelerde, tuhaf sanrılar arasında hep aynı kişiyi görür. Yoksa 33 yılda bir Yahudi Mahallesi’nde ortaya çıktığı söylenen efsanevi yaratık Golem’le mi karşılaşmıştır?

Bu karşılaşmanın ardından yaşantısı altüst olan Pernath, entrikalar, esrarlı olaylar, gölge benlikler, sanrılarla örülü bir ağın içinde hareket ederken, bir yandan da kendi benliğinin o âna dek farkına varmadığı katmanlarını keşfeder. 

“Kim Golem hakkında bir şey bildiğini söyleyebilir ki?”

Gustav Meyrink’in fantastik edebiyatın klasikleri arasında yerini alan eseri Golem, geçmiş ve gelecek, bilinç ve bilinç dışı, gerçeklik ve düş, ruh ve beden, nesneler dünyası ve metafizik evren katmanlarının giderek iç içe geçtiği, tekinsizliğin her satıra ustaca işlendiği bir başyapıt.  

GUSTAV MEYRINK, 1868’de Viyana’da doğdu. Asıl adı Gustav Meyer’dir. Mistik Yahudi halk efsanelerine dayanan başyapıtı Golem 1915’te yayımlandı ve yayımlanır yayımlanmaz fantastik-ezoterik edebiyatın klasikleri arasına girdi. Bunu Kardinal Napellus gibi öyküleriyle romanlar ve denemeler izledi. Meyrink, Münih, Viyana ve Prag sanat çevrelerinde bulundu; bu kültür merkezlerinden özellikle de Prag, yazarın yazınsal çalışmasında kendine sık sık yer buldu. Meyrink gizli derneklere, cemiyetlere ve tarikatlara üye oldu; büyü, okültizm, simya, yoga ve mistik felsefe üzerine çalışmalar yaptı. Son romanı Batı Penceresinin Meleği’ni 1927’de yayımladı. Aynı yıl Protestanlıktan Budizmin iki büyük mezhebinden biri olan Mahayanaya geçtiğini açıkladı. Gustav Meyrink 1932’de Bavyera’nın Starnberg kentinde öldü.

Golem / Gustav Meyrink
Çeviri: Sami Türk
Tür: Roman  
Sayfa sayısı: 277 Sayfa
Fiyatı: 22 TL
Yayın tarihi: 11 Temmuz 2017


Ezgi Polat’tan İlk Kitap: Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda

0
0
“Ona baktığım zaman kendi kurallarının dışına hiçbir zaman çıkmamış huysuz bir adam görüyorum. Hepimizde bulunan o geçirgen, biçim değiştiren şeffaf zar, onun çevresinde zamanla katılaşmış, koyulaşmış gibi. On yıldır ne tutkuyla birini sevdiğini gördüm ne de yeni bir arkadaşı olduğunu. Acaba bu da bir sevme biçimi mi? Bir tür yaşamak mı?”

Genç öykücülerimizden Ezgi Polat, ilk kitabı Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda ile okurun karşısına çıkıyor. Polat’ın öyküleri, yaşadığımız günlerin içeriden bir dökümü. Duygu hallerimizin, itirazlarımızın ve sustukça büyüttüğümüz ortak sorunlarımızın öyküleri. Öykü kişilerinin bol bol konuştuğunu, ama her konuşmada asıl çabalarının aslında aktarmaya değil, üstünü kapatmaya yönelik olduğunu göreceksiniz. Tıpkı kitabın adı gibi; Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda… 

“Bazen, asıl meseleye hiç girmeden saatlerce konuşuruz…”

EZGİ POLAT
1987 yılında doğdu. Endüstri mühendisliği bölümünü bitirdi. Öyküleri Notos, Kitap-lık, Sözcükler, Öykülem, 14 Şubat Dünyanın Öyküsü, Çevrimdışı İstanbul, YM, Karahindiba, Peyniraltı Edebiyatı dergilerinde yayımlandı.

Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda / Ezgi Polat
Tür: Öykü   
Sayfa sayısı: 117 
Fiyatı: 12 TL
Yayın tarihi: 11 Temmuz 2017

Ülker İnce ve Dilek Dizdar’dan Çeviri Atölyesi kitabı Can Yayınları etiketi ile kitapçılarda

0
0
Ülker İnce ile Dilek Dizdar arasında, biri öğretmen biri öğrenciyken, doksanlı yıllarda başlayan, daha sonra meslektaşlık ve dostluk temelinde süren ilişki, aradan geçen zaman içinde, ikisinin sahip oldukları farklı deneyimlerin, bilgilerin ve birikimin ışığında çeviri üzerine tartışmalara, paylaşımlara zemin oluşturdu. Uzun yıllar süren bu tartışmalar da sonunda, birlikte planlanan ve yürütülen uygulamalardan damıtılarak elinizdeki kitaba dönüştü.

Çeviriyle ilgilenen herkes, bir metnin sözcüklerini ve yapılarını aktarmanın çeviri olmadığını bilir ve kabul eder. Peki, çeviri bu değilse nedir? Çeviri Atölyesi’nin yazarlarının birincil amacı işte bu soruya yanıt aramak oldu. 

Edebî metinlerin yanı sıra farklı işlevlere sahip oldukları için, farklı çeviri yaklaşımları, farklı çeviri tutumları gerektiren tiyatro, film, haber metni, teknik metin çevirileri üzerinde de durulmasının nedeni bu.

“Bu kitap, çeviri yapan ya da çeviri yapmayı öğrenmek isteyen ya da çevirinin nasıl bir iş olduğunu merak edenler için yazıldı.”

Çeviri Atölyesi, konuşma dilimizi bile esir alan yanlış çevirilere rağmen bize Türkçenin aslında ifade olanakları bakımından ne kadar zengin ve güçlü bir dil olduğunu haber veren, bizleri dilimizi sevmeye, dilimize saygı duymaya davet eden de bir kitap.

ÜLKER İNCE: 1974-1989 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu ile Mütercim Tercümanlık Bölümü’nde çalıştı. 1985 yılında Lawrence Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü (Justine, Balthazar, Mountolive, Clea) çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çeviri Ödülü’nü kazandı. Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Çeviribilim Bölümü’nde kuram ve uygulama dersleri verirken (1989-2000) Can Yayınları’nda ve Telos Yayıncılık’ta çeviri yayın editörlüğü yaptı. 2010 yılında Çeviri Derneği’nin onur ödülüne değer görüldü. Dorian Gray’in Portresi (Oscar Wilde) çevirisi 2014 yılında Dünya Kitap dergisince “Yılın Çeviri Kitabı” seçildi. Çevirileri arasında Başka Sesler Başka Odalar (Truman Capote); Constance ve Yalnızlıklar, Sebastian ya da Güçlü Duygular, Mekân Ruhu, Kıbrıs’ın Acı Limonları (Lawrence Durrell); Tüfek, Mikrop ve Çelik (Jared Diamond); Parayı Verdi Düdüğü Çaldı: CIA ve Kültürel Soğuk Savaş (Frances Stonor-Saunders); Uçarı Kızlar ve Filozoflar, Caz Çağı Öyküleri (F. Scott Fitzgerald); Bülbülü Öldürmek (Harper Lee); Dostoyevski (Joseph Frank) bulunmaktadır.

DİLEK DİZDAR
Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nde lisans, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra doktorasını Almanya’da, Heidelberg Üniversitesi’nde yaptı. Doktora eğitimi sürerken Paris’te Jacques Derrida’nın derslerine devam etti. 1999-2008 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Dizdar, 2008 yılından bu yana Mainz Üniversitesi Çeviribilim, Kültürbilim ve Dilbilim Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Çeviribilim Kürsüsü başkanı olarak çalışıyor. 2009 yılında Mainz Bilimler ve Edebiyat Akademisi’nin “Colloquia Academica” Ödülü’nü aldı.  2016’dan bu yana Leuven Üniversitesi CETRA Çeviribilim Doktora Yaz Okulu Danışmanlar Kurulu’nun sürekli üyesi olarak da görev yapıyor.

Çeviri Atölyesi 
Yazar: Ülker İnce - Dilek Dizdar
Tür: İnceleme
Sayfa sayısı: 260 
Fiyatı: 21 TL
Yayın tarihi: 18 Temmuz 2017

Mütareke İstanbul’unda Bir Rus

0
0
Polisiye, dünya edebiyatında artık belli formüllerle kendini yinelemeye devam ededursun Türk Polisiyesi giderek daha da dallanıp budaklanıyor ve işin edebiyat tarafını daha fazla kullanarak okuru memnun etmeye devam ediyor. Son yıllarda yaşanan yükselişin uzantısı olarak artık bir polisiye dergisinin olması ve büyük ilgiyle karşılanması ile birlikte Türk okuru epey şanslı. Bir yandan derginin her sayısında işlenen dosya konuları sayesinde ustaları öğreniyor bir yandan da her biri birbirinden farklı dönemlerde geçen farklı konular işleyen yerli polisiyeler ile okuma keyfi yaşıyor. Elbette tüm bu zenginliğin arkasında ısrarla türü geliştiren Labirent Yayınları var. Kurulduğu günden bu yana türü ayakta tutmaya çalışıyor ve yazarların üretiminin sürmesine de önayak oluyor, okurun umut beslemesine de.

Bu polisiye zenginliğinin en güzel yansımaları da üçlemeler ve seri romanlar. Artık türün kemikleşmiş bir okuru var dememizi sağlayan birer girişim bunlar. Bunca kitabın arasında ve ekonomik koşullar altında herhangi bir yayınevinin geride kaldığı düşünülen bir türde üçleme yayımlamaya kalkışması da don kişotluk olarak görülüyor ilk başta. Suphi Varım’ın “Kızıl Üçlemesi” bu açıdan önemli. İkinci kitabın yayımlanmasıyla aynı anda ilk kitabın ikinci baskıyı yapması türün artık “polisiye, edebiyat değildir” yargısının ötesine taşındığını da gösteriyor. İyi kalemlerin peşi sıra geleceğine dair umutları da arttırıyor. İyi kalem denince ilk akla gelen isimlerden biri olan ve kendine özgü romanlarıyla tanıdığımız Suphi Varım, “Kırk dokuz yaşında emekli olunca kafama göre bir şeyler yapayım dedim. Çocukluğumdan beri polisiyeyi severim. Üstelik dillendirmek istediğim bazı tarihi, toplumsal konular vardı. Tarihe merakım da çocukluğumdan gelir. Türkiye tarihini belli periyodlar açısından kurgu olarak yansıtmak niyetindeydim. Polisiyenin buna uygun olduğunu düşününce kaleme sarıldım.” diyerek özetliyor yazı macerasını. Tarihi romanlar ile kendine has bir özgünlük yaratan Varım, İzmir’i mesken seçerek “Simirna Üçlemesi” ile okuru büyülemişti. 1800’lü yılların sonu ile 1900’lerin başındaki İzmir’i tüm rengi, çok milliyetliliği ve çok dinliliği ile zengin karakterleriyle anlatmıştı. Başarıyla yansıttığı atmosferi, tarihi dokusu ve karakter zenginliğiyle sadece polisiye olayla sınırlı kalmamış, dönemin toplumsal dokusunu da aktarmıştı okuruna. Yeni üçlemesi “Kızıl Üçlemesi” de okurlar için aynı lezzeti barındırıyor.

Nisan 2016’da “Kızıl Üçleme”yi başlatan “Simirna Kızılı” okurunu yine İzmir’e davet ediyordu. Sovyetler Birliği’nin gizli polis örgütü Çeka ajanı Rus Komiser Sergey Andreyev’in Mondros Mütarekesi sonrası İzmir’de işgalciler hakkında bilgi toplamakla görevli olarak ayak bastığı şehre gelir gelmez kendisini çözülmesi gereken bir cinayetin peşinde bulmasını anlatıyordu. Tek bir olayın peşine takılıyor gibi görünse de Varım o bildiğimiz tarihi detaylarla romanı zenginleştirerek tarihe yeni bir kapı açıyordu. Kendini gazeteci olarak tanıtan komiser’in kaldığı pansiyonun çalışanları, alman palyaço, eskinin şöhretli şarkıcısı, organizatörler, arkadaşının gözleri görmeyen kız kardeşi ve dönemin karışıklığından nemalanmaya çalışan fırsatçılar derken tam bir karakter zenginliği içeriyordu. Daha fazla aksiyon olmasını bekleyenlerin umudunu biraz kırsa da bir solukta okunuyordu yine de ve ikincisini merakla bekletiyordu nihayetinde. Andreyev’in yeni macerasının ne olacağını, nerede geçeceğini merak etmemek elde değildi.

Tam bir yıl sonra Nisan 2017’de çıkan “Karanlığımın Kızıl Geçidi”, ilk kitabın ikinci baskısıyla birlikte sunuldu okura. Bu kez daha karışık bir şehirde, İstanbul’da geçiyor roman. Sergey de tek başına değil. Daha fazla Çeka ajanıyla, daha fazla siyasi oyunla dozu iyice arttırıyor Varım. Bu kez dört kişilik bir grupla İstanbul’da işgal kuvvetlerini takip ederek bunları rapor ediyor. Devrimden kaçan Beyaz Ruslar’ın karşı faaliyetlerini öğrenmek ve önlemek en önemli görevleri. Diğer karargahları da izliyor ve filme alıyorlar. Gazeteci kimliği sayesinde sosyalist bir Türkle dostluk kurarak onların faaliyetlerini ve Anadolu’daki olası isyan girişimlerini hakkında da bilgi topluyor. İlk kitaba göre daha fazla olayın içinde Sergey… “Simirna Kızılı”ndan daha hacimli bir roman olduğunu da daha ilk sayfalardan hissettiriyor. Peşine düşülecek cinayeti de daha ilk baştan anlatarak hızla aradan çıkarıyor. Sonrasında da okurunu 1921 İstanbul’unda gezdiriyor. İlk romana göre daha fazla karakterle, daha çok milletle, daha fazla milletle ve mücadele ile daha büyük bir yapboz kurmuş. Bu yapbozun içinde de yok yok. Her sınıftan, her milletten karakterler, gericiler, işbirlikçiler, din kisvesi altında yapılan isyan hazırlıkları, karaborsacılar, fırsatçılar… Her karakteri için zaman ayıran yazar, detaycı da davranarak okura takip edilesi bir izlek yaratmış. Bunu da sinematografik anlatımıyla destekliyor. Her bölümde üç tarafı da işleyerek kurgunun lezzetini de arttırmış ve tempoyu da istediği gibi yöneterek okurunu sürekli romanın içinde tutuyor. Bir Çeka kuryesinin İngilizlerce öldürülmesiyle açılan roman bir yandan katili ararken, bir yandan gericilerin ayaklanma çabalarını işliyor, diğer yanda da işbirlikçiler yumağı var. İşgal yıllarının İstanbul’una dair birçok olayı da onlara teğellemiş Varım. Bu zenginlikten de bambaşka bir okuma lezzeti doğmuş.

Tarih ile kurguyu ustalıkla buluşturan Varım, her bölümle karakterlerini derinleştirirken yine toplumsal detayları işlemeyi ihmal etmemiş. 14 yaşındaki kıza bir an önce görücü olarak gidilmesi gerekmesi gibi örneklerle toplumsal dokuyu işlerken, herkesin saygı gösterdiği hocanın onca kuran okuması ve vaazından sonra oğlanların başını fazlaca okşaması ve her yanlışta bağışlayıcı olmak yerine cezalandırmayı tercih etmesi gibi örneklerle de gericilerin din kisvesi altında nelerin peşinde olduğu ve neyi sömürdüklerini de işliyor… İstanbul’da geçen romanda her millet bir şeyin peşinde iken Türkler azınlıkta ve korkmaktan ibaret. Bir ayaklanma söylentisi dışında pek göze görünemiyorlar. Öte yandan ilk romanda olduğu gibi yine bazı olaylar Sergey’i geçmişinde yaşadığı olaylara da götürüyor. Sergey’in hayat hikayesini de işlemeye devam ediyor Varım. İkinci kitapta bu geçmiş halkasına beraber çalıştığı diğer ajanları da katarak olay örgüsünün daha da karmaşık bir yapboz olmasını sağlamış. Elbette Sergey en önemli karakter ama diğer karakterlere de aynı şekilde yaklaşıyor Varım. Onları da günahıyla sevabıyla zaaflarıyla anlatarak ete kemiğe büründürüyor. Her bölümde azar azar anlatarak ana hikayeye nasıl eklemleneceklerini merak etmemizi sağlıyor. Böylece kuşku tohumları da taze kalıyor.

Hakkında çok az şey bildiğimiz dönemi başarıyla anlatan, karakter zenginliği ve kurgusuyla soluk soluğa okunan çok iyi bir roman “Karanlığımın Kızıl Geçidi”. Bitince okura üçüncü kitapta neler olacağını merak etmek düşüyor. Neyse ki Varım yetişmiş imdada ve üçüncü kitap hakkında ipuçlarını da vermiş: “Son kitap Ankara’da geçiyor. İlkyazımı tamamlandı, şimdi dinleniyor. Olaylar, 1921 Ankara’sında geçiyor. İttihatçıların Milli Mücadele’ye katılma girişimleri ve Kurtuluş Savaşı’ndaki iktidar mücadeleleri üstüne kurulu. Cinayet yok, ceset var. Sergey, Sovyet Büyükelçiliği’nin yakınındaki bir evin niçin yandığını araştırıyor. Daha fazla konuşmayayım da tadı kaçmasın.” Merak ve heyecanla bekliyoruz.

Tilki, Baykuş, Bakire : Dedesinin Gözdesi

0
0
Edebiyat dünyasına şiirle adım atan Yaprak Öz, Türk Edebiyatındaki büyük boşluklardan birini doldurmaya devam ediyor. Anadolu korku olarak adlandırılan özel türe de dahil olan eserleriyle ilgi çeken Öz, dört şiir kitabıyla ödüller kazanmış ve çeşitli projelerle ülke dışına da açılmış bir isim aslında. Korku türüne meyli ise 2013 yılında yayımlanan “Berlinli Apartmanı” ile başlamış. Romanın gördüğü ilgi üzerine iki yıl sonra da “Şeytan Disko” gelmiş. Psikolojik gerilim romanları ile okurların da gönlünde taht kurmuş. Bu yılı da boş geçmemiş Yaprak Öz ve aynı türde üçüncü romanı “Tilki, Baykuş, Bakire” ile çıkagelmiş.

Öncelikle belirteyim, şiirlerini de romanlarını da okumadığım bir isimdi Öz. Ne romanlarından ne de şiirlerinden haberim yoktu. İlk kez merak edip okumaya başlamamı sağlayan Savaş Çekiç imzalı harika kapağı oldu. Sonrasında da basın bültenlerinden konusu ilgimi çekince daha fazla geciktirmeden başladım. Zaten bu yaz sıcaklarında roman okumanın zorluğundan muzdaripken, sürekli yeni bir şeyler arıyorken tam da denk düştü.

“Tilki, Baykuş, Bakire”, hızlı bir açılışla karakterlerini tanıtarak okurunu gizemin içine sokarak başlıyor. Eşinden boşanan Begüm, kızı Ada’yla yeni bir hayata başlamış ve huzurlarını sağlamaya çalışıyorlar. Bu huzuru bozan da Begüm’ün kızının okulunda çalıştığı Kütüphaneye bağışlanan kitap ve dergilerin arasına dalması oluyor. Dergilerin arasına konmuş bir dizi mektup hem Begüm’ü hem de okuru 1954 yılına doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Aradaki mektuplarla tamamlanabilecek bir yapboz bulan Begüm, olayın peşine düşerek sır perdesini aralamaya çalışıyor. Aralanan sır perdesinin onu götürdüğü yer ise domino taşı etkisiyle, kendisini, kızını ve kızının okul arkadaşlarını içine alıyor. İçine çekildiği gizemi çözmek isteyen Begüm, iki arkadaşıyla olayları iyice deşerek herkesin hayatının tehlike altında olmasına giden kapıyı da aralamış oluyor.

Daha ilk sayfalarından itibaren okurunu etkisi alarak sürükleyen bir roman “Tilki, Baykuş, Bakire”. Geçmiş ile bugün arasındaki köprüyü kurmakta hayli başarılı. Öz de üçüncü romanı olduğunu gösterir bir ustalıkla işliyor konusunu. Zaten romanı öne çıkaran da bu. Şarkılar ve Giallo sinemasından örneklerle gizemi meraklısı için keyiflendirecek şekilde arttırıyor. Romanın en önemli başarısınıysa spoiler vermeden anlatmak zor. Okurunu şok edecek, belki de iğrendirecek bir konu var bu gizemin sonunda. Düğüm çözüldüğünde yaşananlar da bir korku filminin finalini andırıyor. Bu derece zor bir konuyu tam da tadında işliyor Öz. İstese konuyu daha detaylı işleyebilir, gerilimi ve okurda yaratacağı duyguları arttırabilirmiş. Onun yerine konuyu kıyısından köşesinden işlemeyi ve okurunu çok rahatsız etmemeyi seçmiş. Bu seçim dolayısıyla aslında tahmini hiç de zor olmayan ve daha romanın ortalarında belli olan finale alışa alışa ilerlemiş oluyor okur. Gizemi de aksiyonu da soruları da cevapları da gayet tadında bir roman. Tahmin edilebilir olsa da yazarın yan yollara girişmemesi ve hiçbir şeyi sündürüp, uzatmaması dolayısıyla çok sürükleyici. Bu da başka bir doğru seçim… İstese 400-500 sayfalık tuğlaya da dönüştürebilirmiş romanı Öz. Bir solukta bitmesinin sebebi de bu.

Kolay ve hızlı okunan, sürükleyici bir gerilim romanı arayanlar için biçilmiş kaftan “Tilki, Baykuş, Bakire”. Her karakterine zaman ayıran, kötüsünü iyi işleyen ve nefret ettirecek noktaya getiren bir roman. Bir parça fazlası olduğunu söylemek mümkün… Berk karakteri biraz eğreti duruyor. Yaşını düşününce diyalogları ve bilgisi inandırıcılıktan uzak… Onun dışında eksiği gediği yok. Kökü 1950’lere dayanan bir aile sırrının domino taşı etkisiyle herkesin hayatını tehlikeye atışı soluk soluğa okunmak için bekliyor. Polisiye ve gerilim sevenler ıskalamasın…

“Tilki, Baykuş, Bakire”, Yaprak Öz, Roman, Yitik Ülke Yayınları, Mart 2017, 202 sayfa, 19 TL


Bozcaada'ya dair her şeyi anlatan özel bir kitap: Tenedos Bozcaada

0
0
“Tenedos Bozcaada”, Bülent Akgezer'den Bozcaada tarihi ve Bozcaada kültürü üzerine hazırlanan benzersiz bir kitap. “Rüzgârlı Söylencelerin Adası” alt başlığıyla yayımlanan eser, yolu adaya düşen, adayı özleyen, merak eden herkese şaşırtıcı bir yol haritası. Adanın bilinmeyenlerini keşfetmek için okunabilecek olan kitabın içeriği de oldukça geniş. Kılavuz kitap olmanın yanında, meraklısı için farklı bir harita görevi de görüyor “Tenedos Bozcaada”. Kitap Yitik Ülke Yayınları'nca yayımlandı.

Bozcaada ya da en çok bilinen eski ismi ile Tenedos, Çanakkale Boğazı çıkışının güneydoğusunda, boğaza 22 kilometre uzaklıkta bir ada. Yüzölçümü 36,5 kilometrekare, yaklaşık bir kilometrekare hesaplanan çevredeki adacıkların da katılmasıyla 37,5 kilometrekare ediyor.
Türkiye’nin Gökçeada (İmroz) ve Marmara Adası’ndan sonra üçüncü büyük adası. Yerleşmeye uygun büyüklükte, ama çevresinde uğuldayan denizin varlığını unutturacak kadar da geniş olmayan bir ada.

Coğrafi konumu bu adaya stratejik bir önem kazandırmış. Antik dünyanın denizlerde dolaşan insanlarına sığınak ve basamak taşı olmuş, Batı Anadolu kentleri içinde, Anakara’da etki alanı yaratacak kadar güçlenmiş, daha sonra zamanın güçlü devletlerinin uğrunda savaşacakları kadar ilgi odağı, imparatorlara ve sıradan insanlara sığınak olmuş, zaman zaman da unutulmuş, korsanlara terk edilmiş.

Bazı olaylar, bu geçmişi uzaktan ilgilendirse bile, sonuçta bu topraklar ve denizlerde yaşayan insanların, bizim insanlarımızın geçmişle şekillenen, bugünkü dünyalarını anımsamaya ve anlamaya çalışan özel bir kitap “Tenedos Bozcaada”.

Bozcaada sevdalılarına, ada kültürünü seven ve Bozcaada'yı özleyen herkese önerilir. 

Tenedos Bozcaada (Rüzgârlı Söylencelerin Adası), Hazırlayan: Bülent Akgezer, İnceleme-Araştırma, 2017, 288 sf, 25 TL


Avustralya’nın en önemli yazarlarından Tim Winton öyküleriyle ilk kez Türkçede!

0
0
Yayımladığı her kitapla öykü okurunu mutlu eden Yüz Kitap’tan bir ilk daha. Avustralya’da “Yaşayan Hazine” olarak ülkenin yaşayan en değerli yüz isminden biri olarak seçilen ve Avustralya hükümeti tarafından edebiyata ve topluma yaptığı katkılardan dolayı ödüllendirilen yazar Tim Winton öyküleriyle ilk kez Türkçede! Hem de tiyatroya ve sinemaya da uyarlanan kitabı “Dönüş” ile.

Dönüş, uçsuz bucaksız kumsallarıyla, balina istasyonlarıyla, çulsuz mahalleleriyle ve karavan parklarıyla bir liman kasabasının, Angelus’un, panoramasını çiziyor. Zamanların ve kahramanların iç içe girip durmadan yer değiştirdiği öykülerde çocukluğun, kardeşliğin, arkadaşlığın, aşkın, anneliğin, babalığın, emekçiliğin, berduşluğun çeşitli portreleri en ince detaylarına kadar resmediliyor.

Okyanus tuzu ve insan terinden mürekkep bu öyküler yüzünde doğum lekesi olan bir kıza âşık bir delikanlıyı, kumsaldaki tehlikeli oyunları, anlamı yiten başarıları, kıskanılan bir kardeşi, evi terk eden babasını arayan bir oğlu ve beklenmedik kazaları anlatıyor.

Çok hızlı değişen bir dünyada doğup büyüdüğü yere, zamana ve insanlara tutulup kalmış okurlar için.
“Winton, küçük kriz anlarını yakalama konusunda harikulade. Metin, kitap boyunca bir tür şiirle mayalanıyor. Öyle zarifçe yazılmış, öyle titizlikle inşa edilmiş bir kitap ki, okumak tam bir zevk.”
Sunday Telegraph

“Winton, karakterlerinin şişkin hırslarını, felç eden korkularını ve bastırılmış travmalarını açığa çıkarmak için maskeleri incelikle sıyırıp atıyor.”
Time Out

Dönüş / Tim Winton
Özgün ismi: The Turning
Çeviri: Seda Çıngay Mellor
Yayınevi: Yüz Kitap
Sayfa Sayısı: 320
Fiyatı: 28,00 TL



Hüseyin Kıran’ın Kült Kitabı “Madde Kara” Sel Yayıncılık’tan Raflarda

0
0
Hüseyin Kıran’ın yıllar içinde çoğalan bir ilgiyle kendi okur kitlesini yaratan, gücünü en çok öfkeden alan, derin ve bir o kadar katmanlı şiirleri, uzun bir aranın ardından yeniden okurla buluşuyor.

Resul ve Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor romanlarıyla keskin kaleminin devamlılığını ispat eden Kıran’ın şiirleri, bir edebiyat yolculuğunun ilk kıvılcımları olarak düştüğü yeri yakıyor.

“kırçıl kıpırtılarla dolu ağzım
adım azgın, kamçılı nehirlere verilsin
hayatta çünkü hep, akmak halinde vardım
hayatı hıncın mükemmel terazisiyle tarttım
sarı sanrılarla yıkadım yüzümü
kendime kelimelerden binalar yaptım”

Numaralandırılmış sınırlı sayıda, bez ciltli özel edisyon olarak basılmıştır.

Madde Kara / Hüseyin Kıran
Editör: Bilge Sancı
Kapak Tasarımı: Gülay Tunç
Sayfa Sayısı: 75
Basım Tarihi: Temmuz 2017 
Fiyat: 14,00 TL


Eugene Schoulgin’dengerçeklerle kurmacanın el ele verdiği bir roman : Bir Başka Dünyadan

0
0
Eugene Schoulgin Türkiye’yi, Türkiye’deki yaşam koşullarını, siyasal, sosyal, ekonomik yapıyı yakından bilen Norveçli bir yazar ve düşünür. Bu bilgi, gözlem ve deneyimlerinden yola çıkarak ülkenin 20. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan panoramasındaki köşe taşlarını çarpıcı bir romanda edebiyat dünyasına armağan ediyor.

Bir Başka Dünyadan’da Schoulgin, Batılı gözüyle o başka dünyaya bakmakla kalmıyor, yer yer Batılı gözlemcileri de ironik bir biçimde eleştiriyor. Dahası, romanda çeşitli ülkelerden gelen yazarların öyküleri okunurken, Batı ülkelerinin neredeyse hepsinde şu ya da bu biçimde benzer durumlar yaşandığı gözler önüne seriliyor.

Kitaptaki, “Bizim için sarsıcı, evet, ürkütücü, korkunç görünen olaylar bu insanların günlük yaşamıydı. Çok yakında sizden ayrılacağız, ama yeni bir bilgi götürüyoruz yanımızda. Yalnız değilsiniz,” sözleri ise evrensel bir duygudaşlığın umut kıvılcımını tutuşturuyor.

Eugene Schoulgin’in Bir Başka Dünya hakkında düşünceleri:
Bu son kitabım Bir Başka Dünyadan da aralarında olmak üzere bütün kitaplarımda üzerinde durduğum konulardan biri beklenmedik durumlar karşısında neler yaşadığımızı anlatabilmek oldu. “Gerçeklik” adını verdiğimiz karmaşada varlığımızı güvende hissetmek için yalınlaştırmaya çalışırız. Doğrudan anlamadığımız ya da bize tanıdık gelmeyen düşüncelere, hayallere, eylemlere uzak dururuz. Alıştığımızdan farklı olana karşı duyulan bu içgüdüsel korku endişe yaratır. Yüzeysel bir korkudan çok önyargılarda, rahatsızlıkta ve öfkede kendini gösteren derin bir sezgi. Kafamızı kuma gömmek ya da aşırılara gitmek isteriz. Ama bakmaya, yüzleşmeye cesaret edersek bu endişe yanında içgörü, merak, bir tür arınma da getirebilir. Bizi yıkabilir ya da daha kendimizden emin, daha akıllı kılabilir.

Bu kitap bir yolculuk, bir keşif yolculuğu, çünkü başkahramanı yaşlı adam kendi yaşam bilgeliğinden eminken kitap ilerledikçe karşılaştığı toplumun onun ayaklarının altındaki zemini sarstığını, kafasını karıştıran bir gerçekliğin içine girdiğini fark eder. İstanbul’a gitme nedeninin aslında başta düşündüğünden farklı olduğu ortaya çıkar, aslında kitapta neredeyse her şey göründüğünden farklı anlamlar kazanırlar. İçinde karşı çıkamadığı duygular uyandıran kadın da onun sandığından başka biridir. Yazarın ilginç bulduğu Türkiye, âşık olduğu kent, etkilendiği, derin bir bağlılık ve hayranlık duyduğu ya da kimilerinden neredeyse nefret ettiği insanlar hakkındaki görüşleri karmaşık yollar izlerler. Türkiye kendinde bir roman ya da daha doğrusu sayısız küçük öyküler denebilecek bir ülke.
Edebiyatta ilkem bir metnin aynı zamanda değişik güç, hız, dil dengeleri barındıran bir kompozisyon olmasıdır. Yazar metnin içinde soluk alabilmeli ve metin asla ders verici olmamalı. En iyisi metnin kendinde bir dünya olması.

EUGENE SCHOULGIN, 1941’de Oslo’da doğdu. Uppsala ve Stockholm’de klasik arkeoloji ve sanat tarihi eğitimi aldı. 1970’te ilk romanı Kaninburene’yi yayımladı. Ertesi yıl dokuz öyküden oluşan Krutthuset yayımlandı. 1984’te Anılarımda Mirella Türkçe de içinde olmak üzere pek çok dile çevrildi. Floransa ve Pisa’da geçen bu roman yazara edebiyat ödülü kazandırdı. Kitapta ele alınan küçük oğlanın gelişimini anlatan Federico Federico ve Gerçek Anlar bir üçlü oluşturur. 2006’da Şeftalili Kız adındaki öykü derlemesi yayımlandı. Schoulgin yaşamının büyük bir bölümünü Norveç dışında geçirdi, özellikle Güney Avrupa, Doğu Avrupa, Türkiye, İran, Afganistan ve Pakistan’a çok sayıda yolculuk yapıp bu ülkelerde uzun süreler kaldı. Uzun bir dönem PEN için çalıştı ve 2004’ten bu yana PEN International yöneticileri arasında. PEN çalışmaları sırasında tutuklu yazarlarla görüşmek için sıklıkla İstanbul ve Ankara’ya yolculuklar yaptı, İstanbul’da sekiz yıl yaşadı, ayrıca Peru, Meksika, Güney Kore gibi ülkelere gitti. Kitapları İsveççe, Türkçe, Almanca, Rusça, Arnavutça ve Slovak diline çevrildi.

Bir Başka Dünyadan Eugene Schoulgin  
Çeviri: Deniz Canefe 
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 389 Sayfa
Fiyatı: 29,5 TL
Yayın tarihi: 1 Ağustos 2017

Sel Yayıncılık'tan Ağustos Yenileri

0
0
Sel Yayıncılık Ağustos ayını dört kitapla karşılıyor. Stendhal’ın başyapıtı “Kızıl ile Kara”, Nobel ve Pulitzer ödüllü yazar Toni Morrison’un tüm dünyada en çok okunan romanı “En Mavi Göz”, “Aslan denemeci”lerden Salâh Birsel’in 1001 Gece Denemeleri’nden “Amerikalı Tolstoy” ve Nobel ödüllü yazar William Golding’in “Deniz Üçlemesi”nin son kitabı “Aşağıdaki Yangın” ayın yeni kitapları olarak raflarda.

Kızıl ile Kara * Ondokuzuncu Yüzyıl Kroniği * Stendhal
Stendhal’ın 1830 yılında yayınlanan başyapıtı Kızıl ile Kara, dünya edebiyatının en önemli romanlarından biridir.

“Bir 19. Yüzyıl Kroniği” altbaşlığını taşıyan bu eser, Restorasyon dönemi Fransası’ndaki mezhep çatışmaları, Paris-taşra ile soyluluk-burjuvazi çelişkileri arasında edebiyatın ölümsüz karakterlerinden Julien Sorel’i yaratmıştır. Bu ateşli ve hırslı genç adamın kişiliğinde simgelenen enerji, yeteneğiyle kariyer basamaklarında yükselmek isteyen bireyin, Paris’i fethe çıkan taşranın ve dünya sahnesinde yerini alan yoksul sınıfların da enerjisidir.

Ordunun ve savaşın rengi kızıl ile din eğitiminin rengi olan kara arasında seçim yapmakta zorlanan Sorel’in hem gizlemek zorunda kaldığı Napoléon hayranlığı hem de yasak aşkı tarafından sürüklendiği yol, tüm konformist toplumların yıkıcılığa ve bozgunculuğa biçtiği bedeldir.

Karakterlerinin ruhsal yapılarına, çelişki ve bunalımlarına dair derin tahlilleriyle başarılı psikolojik romanlardan biri olarak kabul edilen Kızıl ile Kara, çizdiği toplumsal tabloyla gerçekçi edebiyatın, karakterleriyle de romantizmin unutulmaz örneklerinden biri olagelmiştir.

STENDHAL (Marie-Henri Beyle), 1783 yılında Fransa’nın Grenoble kentinde burjuva bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Hayatı savaşlarda geçen, Napoléon ordularıyla birlikte İtalya, Rusya seferlerine katılan Stendhal, bu süreçte sanat ve edebiyatla da tanıştı, savaş, yaşadığı aşklar ve yolculukları romanlarının, günlüklerinin ana temalarını oluşturdu; İtalya seyahatleri sırasında kaptığı frengi sonucu 1842 yılında Paris’te öldü. Romanlarında “acı gerçeğin” peşinde koşan ve özellikle romantik esinli gençleri tasvir eden Stendhal, “roman yol boyunca gezdirilen bir aynadır” diyerek gerçekçiliğin öncüleri arasında yerini almış, dönemin toplumsal tasvirlerine eserlerinde geniş yer vermiştir. Aynı zamanda romantizm akımının da bir temsilcisi olarak eserlerinde insan psikolojisini ön plana çıkarmış, çağdaşlarının aksine, mümkün olduğu kadar sade ve anlaşılır bir dil kullanarak dünya edebiyatının vazgeçilmez adları arasında yerini almıştır. Geride dünya edebiyatının klasiklerinden sayılan Armance (1827), Kızıl ile Kara (1830), Parma Manastırı (1839), tamamlanmamış olan Lucien Leuwen (1894) gibi büyük romanların yanı sıra çok sayıda biyografi ve gezi notu da bırakmıştır.
Özgün Adı: Le rouge et le noir, Türkçesi: Işık Ergüden, Roman, KlasikSel: 06, 551 Sayfa, 35 TL

En Mavi Göz * Toni Morrison
Siyahi bir kız çocuğu, derisinin renginden nasıl kurtulabilir?

Dokunaklı diliyle ırk ayrımcılığını edebiyat alanında su yüzüne çıkaran, Nobel ve Pulitzer ödüllü yazar Toni Morrison, tüm dünyada en çok okunan romanı En Mavi Göz’de bir kız çocuğunun gözünden horgörülmenin, ayrımcılığın, ırka dayalı güzellik anlayışının ve kişinin kendisine duyduğu nefretin yarattığı bireysel ve toplumsal travmaya odaklanıyor.

İkinci Dünya Savaşı arifesinde ABD’nin Ohio eyaletinde bir gettoda yaşayan Pecola, “çirkin” ve siyah bir kız çocuğudur. Herkes tarafından aşağılanan, alaya alınan Pecola, diğer beyazlar gibi gözleri mavi olursa her şeyin yoluna gireceğine, insanların onu beğeneceğine ve seveceğine inanır. Oysa mahallenin dillendirmeksizin kabullendiği acılar konusunda yürüttüğü suç ortaklığı, herkesin kalbinde taşıdığı nefrete ayna tutan Pecola’nın trajedisine dönüşür.

Olay örgüsü, zamansal sıralanışı, alışılmadık üslubuyla En Mavi Göz, yayınlandığından bu yana ırkçılık ve aile içi şiddet alanında referans kitaplardan biri olmuş, yirminci yüzyıl boyunca kimi zaman acımasızlaşan insani ayrıntıları dünya edebiyatına taşıyan kitaplar arasında sembolikleşmiştir.

TONI MORRISON, (Chloe Anthony Wofford), 1931’de Ohio’da doğdu. Howard ve Cornell üniversitelerinde edebiyat eğitimi aldı. Tezini Virginia Woolf ve William Faulkner’in eserleri üzerine hazırladı. Texas Southern Üniversitesi’nde ve Howard’da İngilizce dersleri verdi. İlk romanının tohumlarını da Howard’da katıldığı bir yazı grubunda attı. Daha sonraki yıllarda editörlüğün yanı sıra akademide ders vermeyi sürdürdü. 1989’dan emekli olduğu 2006 yılına kadar Princeton Üniversitesi Beşeri Bilimler kürsüsünde görev yaptı. National Book Critics Circle Award, American Book Award, Presidential Medal of Freedom, National Humanities Medal ve Sevilen adlı kitabıyla Pulitzer gibi pek çok önemli ödüle layık görülen Toni Morrison, 1993 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak, bu ödülün verildiği ilk siyahi kadın oldu. En Mavi Göz, Merhamet, Sevilen ve Tanrı Çocuğu Korusun’un ardından Sula ve Süleyman’ın Şarkısı da yayın programımızdadır.
Özgün Adı: The Bluest Eye, Türkçesi: Zeynep Baransel, Çağdaş Dünya Edebiyatı, Roman, 224 Sayfa, 18 TL

Amerikalı Tolstoy * Salâh Birsel
“Aslan denemeci”lerden Salâh Birsel, 1001 Gece Denemeleri’nin bu kitabında da yine uçsuz bucaksız söz denizlerinde pupa yelken seyrediyor, İstanbul’un sonbahar ağaçlarından Yüksekkaldırım’ın sokaklarına, gençliğin ne ince bilim olduğunu çakmış yazarlardan sezarların, çarların, sultanların hafiyelerine varıncaya dek yedi düvelden yedi bin konu üzerine kafa yoruyor.

İnce kıyım bir deneme dersi de cabası: “Bir denemecinin işi kitaplarda, doğada ve de yaşamın içinde tık eden altını bulup çıkarmak, okurların gönlünde bir düşünce uyandırmaktır. Bunu yaparken, üstünü başını altın tozuna bular, kalemini de yaldız çanağının içine düşürürse oh, gel keyfim gel.”

Yine kafamız karışacak ama ne gam! Ne de olsa “denemenin bir tanımı da çetrefil olmayan şeyleri çetrefil yapma sanatıdır.” 

SALÂH BİRSEL, 1919’da doğdu. İlk şiiri 1937’de Gündüz dergisinde çıktı. Günlüklerini 1950’de Beş Sanat dergisinde yayınlamaya başladı. Türk şiirinde özgün bir yer edinen Birsel daha çok aklın ve zekânın egemenliğini ön planda tutan, şairanelikten uzak, yergici şiirlere ağırlık verdi. Asıl ününü 1970’ten sonra yayınladığı 1001 Gece Denemeleri ve Salâh Bey Tarihi olarak adlandırdığı dizi kitapları ve günlükleriyle elde etti. Şair ve deneme yazarı Salâh Birsel 1999’da vefat etmiştir. Salâh Birsel’in yayınevimizden yayınlanan kitapları: 1001 Gece Denemeleri: Gandhi ya da Hint Kirazının Gölgesinde, Hafiyeler Önde Gider, Kurutulmuş Felsefe Bahçesi, Nezleli Karga, Paf ve Puf, Şiir ve Cinayet, Şişedeki Zenci, Yapıştırma Bıyık Salâh Bey Tarihi: Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Boğaziçi Şıngır Mıngır, İstanbul-Paris, Kahveler Kitabı, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas BoğaziçiA Roman: Dört Köşeli Üçgen Şiir: Köçekçeler (Bütün Şiirleri) Bunların yanı sıra şair dostu anısına hazırladığı Rüştü Onur (Şiirleri - Mektupları - Ardından Yazılanlar) kitabı da yayınevimiz tarafından yayınlanmıştır.
Çağdaş Türk Edebiyatı, Deneme, 1001 Gece Denemeleri: 09, 157 sayfa, 14 TL

Aşağıdaki Yangın * Deniz Üçlemesi: III * William Golding
Nobel ödüllü yazar William Golding, Geçiş Ayinleri ve Yan Yana’dan sonra üçlemenin bu son kitabında bizi tarihin en uzun deniz yolculuklarından birinin nasıl nihayete erdiğine tanıklık etmeye çağırıyor.

Yolculuğun bu son etabında kahramanımız Talbot geleceğe dair hayallere dalarken, subaylar arasına yeni katılan mucit Teğmen Benét, geminin kırık pruva direğini onarmak için harekete geçer ama bu onarım hiç beklenmedik başka bir tehlike doğuracaktır.

On dokuzuncu yüzyıl İngilteresi’nin toplumsal dokusunu oluşturan her sınıftan insanı bir gemide toplayan Golding bu üçlemesinde, demokrasi, özgürlük, kolonileşme, din, ahlak, bürokrasideki yozlaşma, aristokrasi, milliyetçilik gibi kavramları tartışmakla kalmıyor, dönemin entelektüellerinin edebiyat ve bilime yaklaşımlarını da irdeliyor.

Golding’in toplum eleştirisini derin mizah anlayışıyla harmanladığı Aşağıdaki Yangın, sadece dünün değil bugünün sosyal yapı ve kavramlarını sorgulamanın da önünü açıyor.

WILLIAM GOLDING, 1911 yılında İngiltere’de doğdu. II. Dünya Savaşı sırasında Kraliyet Deniz Kuvvetleri’nde görev aldı. 1961 yılına kadar öğretmenlik yaptı. Bu tarihten sonra kendini tamamen yazıya adadı. 1954’te yayınlanan ilk romanı Sineklerin Tanrısı 1963 yılında Peter Brook tarafından beyaz perdeye aktarıldı. 1983 yılında Nobel ödülüne layık görüldü ve 1988’de “Sir” unvanı aldı. 1993 yılında hayata gözlerini yumduğunda arkasında çeşitli alanlardaki eserlerinin yanında on iki roman bıraktı. Deniz Üçlemesi’nin ilk kitabı Geçiş Ayinleri Booker McConnell Ödülü’nü almıştır. Üçlemenin diğer iki kitabı ise Yan Yana ile Aşağıdaki Yangın’dır.
Özgün Adı: Fire Down Below, Türkçesi: Banu Tellioğlu, Çağdaş Dünya Edebiyatı, Roman, 300 Sayfa, 24 TL

Jean-Paul Didierlaurent’dan Gündelik hayatın sıradanlığına aşk ve umut dolu bir başkaldırı : 6.27 Treni

0
0
36 yaşındaki Guylain Vignolles kâğıt  geri dönüşüm fabrikasındaki işinden nefret eden yalnız ve mutsuz bir adamdır. Hayatı, sıkça sohbet ettiği küçük kırmızı balığıyla birlikte yaşadığı ev ve çalıştığı fabrika arasında geçer. Görevi, kitapları paramparça eden korkunç makine Zerstor 500’ü kullanmaktır. Çalıştığı işletmede iki dostu vardır, biri ürkünç makinenin ayaklarını yediği Guiseppe, diğeri ise sadece aleksandrin hece vezniyle kurduğu cümlelerle konuşan bekçi Yvon Grimbert. Kitapları yok etmekten duyduğu vicdan azabından kurtulmanın yolunu her gün bindiği banliyö treninde, Şey’den söküp aldığı birbirinden bağımsız kitap sayfalarını yüksek sesle okumakta bulan Guylain, tekdüze hayatının akışının vagonda bulduğu o akıllı bellekle birlikte değişeceği umuduna kapılır. Minik aletin içindeki metinlerin yazarının peşine düşen bu umutsuz, şehirli adamın küçük hayatı büyük bir dönemecin eşiğindedir artık.

Edebiyat alanındaki ilk başarılarını, yazdığı öykülerle, kazandığı prestijli ödüllerle yaşayan Fransız yazar Didierlaurent, bu ilk romanıyla, başta ülkesinde olmak üzere dünya çapında adından sıkça söz ettirdi. Yayımlandığı yıl bir edebiyat fenomeni olarak kabul edilen roman, kısa sürede 29 dile çevrildi. 

JEAN-PAUL DIDIERLAURENT, 1962 doğumlu Fransız yazar, Nancy’de tamamladığı reklamcılık eğitiminin ardından Paris’te çalışmaya başladı. Kısa bir süre sonra doğduğu kent Voges’a döndü ve uzun yıllar bir telekomünikasyon şirketinin müşteri hizmetleri bölümünde çalıştı. Yazdığı öyküleri, 1997 yılında keşfettiği öykü yarışmalarına göndermeye başladı. 2010’da “Brume” (Pus) adlı öyküsüyle Uluslararası Ernest Hemingway Ödülü’nü aldı. Aynı ödüle 2012’de, bu kez, “Mosquito” isimli öyküsüyle layık görülen yazar, on beş yıl boyunca başka birçok ödülle taçlandırdığı öykü yazarlığına devam etti. 2014 yılında bir ay inzivaya çekilerek kaleme aldığı 6.27 Treni Fransa’da yılın edebiyat olayı olarak kabul edilmesinin ardından Michel Tournier Ödülü’nün de aralarında bulunduğu çok sayıda ödül aldı. Dünyada da büyük heyecan yaratan roman, kısa sürede yirmi dokuz dile çevrildi.  

6.27 Treni / Jean-Paul Didierlaurent
Çeviri: Aysel Bora
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 133 Sayfa
Fiyatı: 13 TL
Yayın tarihi: 15 Ağustos 2017


Labirentlerin ustasının dünyasına büyülü bir yolculuk : Borges Sekseninde

0
0
Çağının en büyük edebiyatçılarından Jorge Luis Borges, öykü, şiir, deneme gibi türlerin sınırlarını bulanıklaştıran bir yazar. Yaşama, ölüme, edebiyata, sanata, seyahate ve daha nice konulara değindiği bu sohbetlerde de söyleşi kalıbına sığmayı reddediyor. Dinleyicilerine, “Ne de olsa kalabalık bir yanılsamadır. Kalabalık diye bir şey yoktur. Ben sizinle teke tek konuşuyorum,” diyor. Gerçekten de sayfadan uzayıp okurlarıyla da teke tek konuşmayı başarıyor.
“Ben bir usta değilim, bir öğrenciyim.”

“Seksen yaşında olduğumun kuşkusuz farkındayım. Her an ölebileceğimi umuyorum ama yaşamayı sürdürmekten, hayal kurmak benim işim olduğuna göre hayal kurmayı sürdürmekten başka ne gelir elimden? Durmadan hayal kurmalıyım, sonra da o hayaller sözcüklere dönüşmeli, ben de o sözcüklerle boğuşmalı, onlarla elimden gelenin en iyisini ya da en kötüsünü ortaya koymalıyım.”
Karabasanlar, labirentler, aynalar gibi edebiyatında önemli yer tutan temalar, Eski İngilizce ve Eski İskandinav sagaları gibi hayatı boyunca ilgisini çekmiş konular, Whitman ve Poe gibi el üstünde tuttuğu yazarlar, Borges’in seksenli yaşlarında yaptığı bu sohbetlerin hepsinde iç içe geçmiş bir şekilde karşımıza çıkıyor. Borges Sekseninde, ustayı yakından tanımak isteyenler için samimi ve eşsiz bir portre çiziyor.
“Ben ihtirasları olmayan biriyim. Bir hata olduğumu, insanların beni gözlerinde büyüttüklerini sanıyorum. Gereğinden çok fazla değer biçilmiş bir yazarım. Ayrıca beni ciddiye aldığınız için sizlere teşekkür borçluyum. Ben ciddiye almıyorum kendimi.”

WILLIS BARNSTONE: 1927 doğumlu Amerikalı şair, çevirmen, Kitabı Mukaddes bilgini, denemeci ve ressam. Indiana Üniversitesi onursal profesörü. Son kitapları arasında, Café de l’Aube a Paris (Pa-ris’te Şafak Kafesi), The Gnostic Bible (Gnostik İncil), The Restored New Testament (Düzenlenmiş Yeni Ahit) ve ABC of Translation (Çevirinin ABC’si) bulunuyor. Border of a Dream: Selected Poems of Antonio Machado (Bir Rüyanın Sınırı: Antonio Machado’nun Seçilmiş Şiirleri) adlı çalışması 1993’te Lannan Edebiyat Desteği aldı. 

Borges Sekseninde / Willis Barnstone
Çeviri: Celâl Üster
Tür: Söyleşi
Sayfa sayısı: 270 Sayfa
Fiyatı: 21 TL
Yayın tarihi: 15 Ağustos 2017


Franz Kafka'dan “Yakılmamış Öyküler”

0
0
“Üzüntü, özlem, yaşama olan bu bağlılığımla nasıl çıldırmıyorum daha? Çok yalnızım, dilsizlerin yalnızlığına benziyor yalnızlığım, onun için hoş görün bu gevezeliğimi, dinleyecek birini bulunca boşalttım içimi, susamazdım artık.”

Franz Kafka bu öykülerde tüm yalnızlığını, kederini döküyor sayfalara. Hoş görmenin ötesinde seviyoruz onun gevezeliğini. Yakın dostu Max Brod’a tekrar tekrar teşekkür etmeli Kafka’nın yakılası bulduğu kimi öykülerini bizlere kazandırdığı için. Dünya edebiyatının olmazsa olmazlarından Franz Kafka’nın öyküleri “Yakılmamış Öyküler” adlı kitapta bir araya geliyor. 

Yitik Ülke Yayınları'nca yayımlanan “Yakılmamış Öyküler”i Güneş Soybilgen dilimize çevirdi, Bade Osma Erbayav ise kitabın karşılaştırmalı editörlüğünü yaptı. Kısa öykü sevenler için farklı bir yolculuk fırsatı “Yakılmamış Öyküler”. Bu ilginç kitap, kitaplığınızda mutlaka bulunmalı. Kafka’nın da dediği gibi, “Kafesin biri kuş aramaya çıkmış.” Öyküseverlere şimdiden iyi okumalar. 

“Yakılmamış Öyküler”, Franz Kafka, Çeviren: Güneş Soybilgen, Editör: Bade Osma Erbayav, Öykü, 171 sf, 15 TL, Ağustos 2017 


Benno Teschke dünya tarihinin önemli bir dönüm noktasını sorguluyor : 1648 Söylencesi

0
0
Bazen belli bir alanda ortaya atılan bir görüş baskın hale gelir, zaman içinde neredeyse tartışılmaz nitelik kazanır, sonraki kuşakların da eleştirel bir bakış getirmemesi sonucunda yegâne gerçeğe dönüşür. Uluslararası ilişkiler düşünüldüğünde, 1648 tarihi ve bu tarihin çağrıştırdığı Westphalia Barışı böyle bir özelliğe sahiptir: Ulus-devletin tanımlanması, Ortaçağ’dan modern zamanlara geçiş, modern anlamıyla uluslararası ilişkilerin oluşumu vb. çok uzun yıllar boyunca hep bu ikisiyle ilişkilendirilmiştir.

Genç kuşak kuramcılardan Benno Teschke bu yaygın kabule Charles Tilly’nin tabiriyle “sosyolojinin tarihle karşılaştığı” yerden, tarihsel sosyoloji penceresinden eleştirel bir yaklaşım, radikal bir itiraz getiriyor. Teschke’ye göre, yaşananlar bir yandan tek bir tarihe, tek bir olguya sığdırılamayacak kadar büyük ölçekli, uzun soluklu, kademeli bir dönüşümün safhaları; diğer yandan, “büyük adamların” imza attıkları antlaşmaların çok ötesinde mülkiyet ilişkileri, sınıf yapısı, iktisadi cephe, toplumsal doku, jeopolitik gibi etkenleri içeren karmaşık, çok boyutlu bir sürecin sonucu.

Teschke’nin getirdiği perspektifin, açmaya çalıştığı tartışmanın, uluslararası ilişkiler alanındaki kimi dominant paradigmalarla girdiği hesaplaşmanın, bu arada kaleme aldığı konuya ilişkin literatür değerlendirmesinin ilgiye değer olduğu aşikâr.

BENNO TESCHKE, Kuramsal yaklaşımlarla ilgilenen genç kuşak araştırmacılardan olan Benno Teschke Alman kökenli, İngiltere’de yaşayan bir biliminsanıdır. Çalışma alanları arasında Marksizm, uluslararası ilişkiler kuramı, tarihsel sosyoloji, eleştirel teori ve Alman siyasal düşüncesi sayılabilir. Teschke, Sussex Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapmaktadır.

1648 Söylencesi / Benno Teschke
Çeviri: Bülent Şimşek
Tür: İnceleme
Sayfa sayısı: 416 Sayfa
Fiyatı: 30 TL
Yayın tarihi: 22 Ağustos 2017



Mitchel P. Roth’tan evrensel boyutta bir suç ve ceza ansiklopedisi : Göze Göz

0
0
Suç ve ceza... İnsanlık tarihinin başlangıcından gelip günümüzün dijital dünyasına bağlanan iki kavram. Ve bu uzun yolculuk boyunca cinayetler, hırsızlıklar, tecavüzler, yolsuzluklar, savaş suçları, bunların yanı başında idam, hapishane, sürgün, toplumsal baskı, linç...

Göze Göz’de Mitchel P. Roth oldukça güç, büyük ölçekli bir işe soyunuyor, suç ve cezanın farklı farklı coğrafyalarda, farklı farklı zaman dilimlerinde izini sürerek evrensel bir tarihini yazmaya gayret gösteriyor. Bu çalışmada Hammurabi Kanunları’na da Roma hukukuna da şeriata da Anglosakson hukuk geleneğine de yer var; yazar değişen zaman ve mekân içinde suçun tanımının yaşadığı evrimi, belli bir kültürde veya bir dönemde suç kabul edilenin bir başkasında nasıl normale dönüştüğünü, bununla birlikte doğal olarak suç karşısındaki yaptırımların da farklılaşıp yeni bir kimliğe büründüğünü incelikli, ayrıntılı bir biçimde ele alıyor.

MITCHEL P. ROTH, suç ve cezalandırma sistemlerinin tarihsel gelişimi üzerine çalışan bir araştırmacıdır. Texas’taki Sam Houston Eyalet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Roth’un cezaevleri, seri cinayetler, organize suç ve terörizm gibi konuları ele alan pek çok kitabı ve makalesi vardır.

Göze Göz / Mitchel P. Roth 
Çeviri: Barışhan Erdoğan
Tür: Kırkmerak 
Sayfa sayısı: 560 sayfa
Fiyatı: 35 TL
Yayın tarihi: 22 Ağustos 2017


Alakarga’dan Ağustos Yenileri

0
0
Alakarga Kitap Ağustos ayını üç yeni kitapla bitiriyor. Alman edebiyatının önemli isimlerinden Arthur Schnitzler’den insan ilişkilerine, aşka ve kadınlara, paranın gücüne dair akılda kalıcı bir hikâye “Casanova’nın Eve Dönüşü”, Erich Segal’den çağdaş dünya klasiği “Aşk Hikâyesi” ve Mark Twain’in, Şeytan’la insanların ilişkisi üzerinden erdem, iyilik-kötülük kavramlarını tartıştığı “Gizemli Yabancı” ayın ıskalanmaması gereken kitapları olarak raflarda…

Casanova’nın Eve Dönüşü / Arthur Schnitzler
Casanova titrek bir sesle konuşuyordu: “Sen ne dudaklarımı ne de ellerimi öpebilirsin benim,” dedi Amalia’ya. “Ve sen beni boşuna beklemiş ve hayal etmiş olacaksın, tabii ben bir an önce Marcolina’ya sahip olmazsam…”

Alman edebiyatının önemli isimlerinden Arthur Schnitzler’in Casanova’sını hepiniz tanıyorsunuz: Kendinden emin, kibirli, zengin, çapkın ve bir o kadar da duygusal. Hayatının elli üçüncü yılında ise zenginliğini kaybetmiş ve artık yorgun bir şekilde çıkıyor karşımıza. Kendine uydurulan efsanesine çok da yaraşmayan bir halde, vatan hasretiyle baba ocağına, Venedik’e dönmeye karar veriyor. Casanova’nın evi, insanları onu nasıl karşılayacak? Casanova yılların yorgunluğunu atıp aradığı huzuru bulabilecek mi yoksa herkesin bildiği Casanova olmaya devam mı edecek? Casanova’nın Eve Dönüşü insan ilişkilerine, aşka ve kadınlara, paranın gücüne dair akılda kalıcı bir hikâye.
Çevirmen: Aydanur Çevik, Sayfa: 128, Fiyat: 12 TL


Aşk Hikâyesi / Erich Segal
“‘Bana çok sıkı sarılır mısın,’ diye sordu. Ellerimi kollarına koydum (Tanrım, ne kadar zayıftı) ve birazcık sıktım.
‘Hayır Oliver,’ dedi, ‘gerçekten sarıl.’
Borulara ve diğer şeylere çok ama çok dikkat ederek yatağa çıktım. Yanına uzanıp ona sarıldım.
‘Teşekkür ederim Ollie.’”

Harvard’lı zengin sporcu Oliver ile müzik öğrencisi Jennifer’ın, neredeyse ortak hiçbir yanları olmamasına rağmen yaşadıkları, her şeyi göze aldıkları bir aşkın hikâyesi. Erich Segal’in kaleme aldığı, yayımlandığı günden bu yana milyonlar satan, film uyarlaması da bulunan Aşk Hikâyesi, Filiz Çakır’ın çevirisiyle yeniden okurla buluşuyor. Bir çağdaş dünya klasiği olan bu kitabı okuduğunuzda hafızanızdan silinmeyecek bir aşka şahitlik edecek, etkisinden kolay kolay sıyrılamayacaksınız.
Çevirmen: Filiz Çakır, Sayfa: 152, Fiyat: 15 TL


Gizemli Yabancı / Mark Twain
Bir hayvan acıya sebep olduğunda bunu masumca yapar. Yanlış değildir bu. Çünkü onun için yanlış diye bir şey yoktur. Hiçbir hayvan acı vermenin hazzından dolayı yapmaz bunu. Yalnızca insan yapar; sahip olduğu kırma ahlak duygusundan yola çıkarak!”

Üç sıkı arkadaş; Nikolaus, Seppi ve Theodor’un hayatları karşılarına çıkan bir yabancıyla büyük bir değişime uğrar. Meleklerin soyundan geldiğini söyleyen Şeytan, insanların düşüncelerini okuyarak onların tüm istediklerini yerine getirmekle kalmaz; erkek çocukları için adeta bir cennet olan Eseldorf insanlarının da hayatında köklü değişimlere sebep olur. Mark Twain, Gizemli Yabancı’da, Şeytan’la insanların ilişkisi üzerinden erdem, iyilik-kötülük kavramlarını tartışıyor, insan ırkının neler yapabileceğini, ne kadar ileri gidebileceğini düşünmemize olanak sağlıyor. 
Çevirmen: Batuhan Taş, Sayfa: 160, Fiyat: 16 TL


Miroslav Penkov İlk Kez Türkçede!

0
0
Balkan insanının o buruk hüznünü yüreğinde hissetmek isteyenler için öykülerde bir ülke. Öyküleri on iki dile çevrilen Miroslav Penkov ilk kez Türkçede!

Miroslav Penkov öykülerinde ülkesi Bulgaristan’ı anlatırken Balkanların sınırlarla gelişi güzel bölünmüş coğrafyasının ve o sınırların ezip geçtiği kimliklerin de ruhunu yakalamayı başarıyor. Batının Doğusu’ndaki öykülerde, insanların trajik deneyimleri bir araya gelerek Balkan coğrafyasını bir toprak parçasından daha özel bir şeye dönüştürüyor; Penkov, insanlarla o toprağın temsil ettiği hayatlar, tarihler, uluslar arasındaki huzursuz ilişkilerden bir ruh atlası dokuyor incelikle. 

Eski Doğu Bloku’ndan öykülere yaraşır şekilde yer yer komik, yer yer son derece absürt olabilen kitaba aynı zamanda çok derin bir hüzün de hâkim. Penkov karakterlerini trajik yollardan geçirirken hiç beklenmedik anlarda, onları genellikle en zor anlarında terk ederek okuyanları nefes nefese ve kalbi kırılmış bırakıyor. Batının Doğusu Balkan insanının o buruk hüznünü yüreğinde hissetmek isteyenler için. 

“Alt başlığındaki iddiasını boşa çıkarmayan muhteşem bir derleme ... Penkov’un yazma tarzı berrak ve sarsıcı, sıcaklık ve bilgelik dolu. ... Bunlar olağanüstü etkili, korkusuz, cüretkâr öyküler.” – Philadelphia City Paper

Batının Doğusu’nda Penkov, Bulgaristan’ın kargaşa ile geçen yüzyıllarını (direnişçileri, komünizmin gelişini ve çöküşünü, değiştirilen isimleri) içten bir duygudaşlıkla yazıyor; bu öykülerin kimlikler, idealler ve sınırlar arasına sıkışan kahramanları geçmişin yasını tutuyor ve hiç gerçekleşmeyecek bir şimdinin özlemini çekiyorlar.

Amerika’ya göç etmiş bir torun, komünist dedesine Ebay’dan Lenin’in mumyalanmış cesedini satın alıyor. Bir delikanlı âşık olduğu kuzeniyle kasabalarını doğu ve batı olarak ikiye ayıran nehirdeki batık kilisede buluşuyor. Yaşlı bir adam, hasta karısının sevgilisinin altmış yıl önce yazdığı mektupları buluyor. Başarısız bir harika çocuk yıkılmış bir rejimin kalıntıları arasında varolmaya çalışıyor. Ama ister tarihin ağırlığını ister bir göçmenin memleket özlemini hikâye etsinler, bu öykülerde Penkov’un absürdü ıskalamayan gözünün kattığı bir kıvraklık hep var.

“Miroslav Penkov’da hem kalp hem mizah var." Salman Rushdie

“Penkov büyülü öyküler anlatıyor. Bu kitapta harika bir mizah ve unutamayacağınız kahramanlar mevcut.” Ellen Gilchrist

Miroslav Penkov 1982 yılında Bulgaristan’da doğdu. Dört yaşına geldiğinde ailesi First English Language High School’dan mezun olacağı başkent Sofya’ya taşındı. 2001 yılında Amerika’ya yerleşti ve Psikoloji alanında lisansını tamamladı, ardından Arkansas Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazarlık alanında yüksek lisans yaptı. Öyküler, BBC Uluslararası Öykü Ödülü ile The Southern Review’un Eudora Welty Ödülü’nü kazandı; A Public Space, Granta, One Story, Orion, The Sunday Times, The Best American Short Stories 2008, The PEN/O. Henry Prize Stories 2012, The Best American Nonrequired Reading 2013’te yayımlandı. İlk kitabı Batının Doğusu Amerika’da ve on bir ülkede yayımlandı, 2012 yılında William Saroyan Uluslararası Ödülü’nde ve Texas Institute of Letters tarafından verilen Steven Turner Ödülü’nde finalist oldu. Kendi çevirisiyle Bulgaristan’da yayımlanan öyküleri 2012 yılında Bulgaristan’ın en çok satan kitabı oldu. İngilizce ve Bulgarca kaleme aldığı ilk romanı Stork Mountain 2016 yılında Bulgaristan ve Amerika’da yayımlandı. Penkov, North Texas Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazarlık dalında Yardımcı Doçent ve The American Literary Review editörü.

Batının Doğusu / Miroslav Penkov
Özgün Adı: East of the West: A Country in Stories
Çeviren: Kübra Kelebekoğlu
Öykü
242 sayfa, Eylül 2017
Etiket Fiyatı: 22 TL

Kara Plak Yayınları’ndan Caz, Blues ve Aşkın izinde Sürükleyici bir Roman : On İki Ölçülük Blues

0
0
Müzik kitaplığımızın baş tacı markası Kara Plak Yayınları güz dönemine ödüllü bir romanla başlıyor. Patrick Neate’in caz, blues ve aşkın izinde sürükleyici romanı “On İki Ölçülük Blues” raflarda…

Patrick Neate'in, 2001'de Whitbread ödülü kazanan romanı On İki Ölçülük Blues, üç kıtaya ve iki yüzyıla yayılan bir hikâyenin kapısını aralıyor.

New Orleans, yirminci yüzyılın başları... Lick Holden kornetiyle ortalığı kasıp kavuruyor. Yıllar önce büyükbüyükbabasının şarkılarıyla Afrika'nın kayıp krallığı Zimindo'yu kasıp kavurduğu gibi. Hikâyenin üçüncü ve son ayağında da emekli İngiliz fahişe Sylvia var: Lousiana'da geçmişini ararken bugününü bulan Sylvia.

"Ona göre hayat bir nota sayfası, insanlar da notalar gibiydi. Lick ise nota okumayı bilmiyordu, öğrenmeyecekti de. Fate Marable'ın orkestrasına da katılmayacaktı. Ama kafasının içinde kıpır kıpır çalan cazı duyabiliyordu; sürekli tekrarlanan bir tema vardı, en beklenmeyen anda yeniden başa dönüyor ve farklı enstürmanlarla, farklı perdelerden yeniden çalınıyordu."

Çevirmen: Emrah İmre
Türü: Roman
1. baskı, 328 sf.

Cemil Kavukçu’dan bir uzun öykü : Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz

0
0
Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz, nereye giderse gitsin yalnızlığından kurtulamayan insanın yürek burkan portresini çiziyor. Orta yaşın üstünde, yalnız yaşayan biri, günlerden pazarsa, tüm işlerinden elini çekmiş ve aklını kurcalayan şeyin de ne olduğunu bilmiyorsa ne yapar?  Feridun ve Gero, bu öykünün belki de göründüğünden daha yalnız kahramanları, Gero’nun garsonluk yaptığı meyhanede bir pazar sabahı buluşuyorlar… Ve sonra içeriye o giriyor…

“Biz de yalnızız. Buraya gelen herkes yalnız. Ne kadar içseler de değişen bir şey olmuyor. Ama kimse bu herifin yaptığını yapmıyor. Annesinin ölümünden girdi, gemiden çıktı. Peki, annesinin öldüğü doğru muydu?”
“Değildi Gero.”
“Şimdi öyle diyorsun ama, baştan sen de inanmıştın.”
Okurlarımızın çok severek okuyacağı Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz’de Cemil Kavukçu soruyor: Doğru adres var mıdır? 

CEMİL KAVUKÇU
1951’de İnegöl’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü’nü bitirdi (1976). Öyküleri, 1980’den bu yana çeşitli dergilerde yayımlandı. Patika adlı eseriyle 1987’de Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü, 1996’da Uzak Noktalara Doğru adlı öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, 2009’da Angelacoma’nın Duvarları adlı anlatısıyla Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü, 2013’te de Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü kazandı.

Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz / Cemil Kavukçu  
Tür: Uzun öykü
Sayfa sayısı: 103 
Fiyatı: 11.5 TL
Yayın tarihi: 5 Eylül 2017


Viewing all 3888 articles
Browse latest View live