Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3916 articles
Browse latest View live

Arda Erel'den Yeni Kitap: Arayış

$
0
0

İlk kitabı Senin İçin’le büyük bir okuyucu kitlesine ulaşan Arda Erel’in ikinci kitabı "Arayış" 7 Şubat günü raflarda yerini alıyor. Takipçileri bugünü bekliyor…

“Mutluluğumu, beni mutsuz eden insanlarda aramaktan vazgeçiyorum; çünkü o yol karanlık. Bense aydınlık istiyorum.”

İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlanan Arayış, yayımlanmasını merakla bekleyen okurlarına kavuşuyor. Arayış’ta Arda Erel, başımıza gelen her şeyin, aslında kendi seçimlerimiz olduğunu hatırlatıyor, yani içimizden geçen her ne ise onu yaşadığımızı…  

“Seni mutlu edecek bir sebep bulmalısın önce, onu istemelisin, ona ‘hazır olmalısın’. Göreceksin, hayatın, o sebebi bulduktan sonra güzelleşmeye başlayacak,” diyen Arda Erel, içimize dönersek cevapları bulabileceğimizi hatırlatıyor; içimize dönersek, dua edersek ve en sonunda “hazır” olursak… 

Bu hayata bir kere geliyoruz ve gelmemizin amacı bir arayıştır bana göre. Bak etrafına. Huzur arayışında biri, diğeri para arayışında, başka biri aşk, ötekisi sağlık...

Ben bu arayışıma çocukken başladım. İlk önce dışarıda aradım, sonra döndüm içime, kalbimde aradım. Yolculuk yaptım insanların hayatlarında. Koştum hayattan hayata.

Ama en önemlisi, içine dönmekmiş. 
En son da içime yaptığım yolculukla birleştirdim tüm parçaları... Ve aradığımı buldum sonunda...

Sonra istedim ki, bu arayışım bir kitap olsun ve ulaşsın binlerce kalbe...

Hayat yolculuğunda kalbine misafir olmayı çok isterim... 

Arda Erel, Arayış
İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2017
Sayfa Sayısı: 216




Zygmunt Bauman’ın Türkçe’deki son kitabı “Akışkan Modernite” Can Yayınları’ndan Raflarda

$
0
0
Yakın zamanda kaybettiğimiz ünlü sosyolog Zygmunt Bauman’ın Türkçe’deki son kitabı  “Akışkan Modernite” Can Yayınları etiketiyle raflarda.

Akışkan Modernite’de, yaygın olarak “postmodernite”, daha az oranda da “geç modernite”, “yüksek modernite” veya “ileri modernite” gibi şekillerde isimlendirilen olguyu ele alıyor Bauman. Aydınlanma sonrası yükselen rasyonel, hedefleri ve yolu belli, öngörülebilir, özgüvenli, katı modernitenin karşısına belirsiz, tekinsiz, güvencesiz bugünü anlamak için kendi kuramsal çerçevesini, akışkan moderniteyi koyuyor. Bunu da ancak kendi düzeyindeki birinin altından kalkabileceği biçimde yapıyor: Aynı metnin içinde bir yanda Platon, Marx, Weber, Huxley, Orwell, Bourdieu, Sennett var, bir yanda tüketim toplumu, kapitalizm, cep telefonları, alışveriş merkezleri, göçmenler, mülteciler, sanal dünya...

9 Ocak’ta 91 yaşında hayata veda eden Zygmunt Bauman, 20. yüzyılı da, 21. yüzyılı da görmüş ancak ilgisinin canlılığını, gencecik, taptaze yaklaşımını hiç kaybetmemiş. Ve hiç şüphe yok ki, gözlerimizin önünden akan hayatı, yaşadığımız dünyayı anlamlandırmada en güvenilir kılavuzlardan biri, aynı zamanda kendini merakla dinleten eğlenceli bir yol arkadaşı. 

ZYGMUNT BAUMAN, 1925’te Polonya’nın Poznań şehrinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Eğitimini, akademik formasyonunu ülkesinde aldı, 1960’ların sonunda yaşadığı politik bir sorun nedeniyle Polonya’yı terk etmek zorunda kalana dek de hayatını esas olarak burada sürdürdü. Sonrasında adıyla en çok özdeşleşen ülke İngiltere, kurum ise çok uzun yıllar çalıştığı Leeds Üniversitesi’dir. Eserlerinde Antonio Gramsci, Georg Simmel, Theodor Adorno, Hannah Arendt, Jacques Derrida gibi isimlerin izleri görülür. Fazlasıyla üretken bir biliminsanı olan Bauman’ın en önemli çalışmaları arasında, elinizdeki yapıtın yanı sıra Modernite ve Holocaust, Sosyolojik Düşünmek, Modernlik ve Müphemlik ile Postmodernlik ve Hoşnutsuzluklukları sayılabilir.

Akışkan Modernite / Zygmunt Bauman
Çeviri: Sinan Okan Çavuş
Tür: İnceleme
Sayfa sayısı: 310 Sayfa
Fiyatı: 24 TL
Yayın tarihi: 17 Ocak 2017

Alakarga'dan İki Yeni Kitap

$
0
0
Nitelikli edebiyatın adresi Alakarga Yayınları Ocak ayı yenilerine iki kitap daha ekliyor! “Güvercinler Zamanı” ve “Kadın Olsaydınız Anlar mıydınız?” ile tanıdığımız Semrin Şahin’in yeni öykü toplamı “Gece, Kediler ve Sessizlik” ile Sabitfikir editörü olarak tanıdığımız Ece Karaağaç’ın ilk romanı “Yarım Kalan Bazı Aşklar” raflarda yerini alıyor.

Gece, Kediler ve Sessizlik / Semrin Şahin
“Kehribar çinko damlardan geçip, kiremit çatılara atladı. Doğa uykuya hazırlanıyordu. Bütün kötücüller inlerinde kıpırdandılar. Devir, onların devriydi artık.
Kehribar, damağındaki huzursuzlukla kuyruğunu salladı. 
Zaman nefes aldı. 
Toprak sarsıldı bir anda.
Öykü, zamanda asılı kaldı.”

Semrin Şahin, yeni bir öykü kitabı ile okur karşısına çıkıyor: Gece, Kediler ve Sessizlik. Şahin, kadın öykülerinden yola çıkarak hayatın gerçeklerini anlatıyor. Farklı bir duyarlılıkla kaleme aldığı öyküleri bir yanıyla can yaksa da bir yanıyla umudun hâlâ var olduğunu, kadının gücüne inancı anlatmaktan vazgeçmiyor. Bu öyküleri okurken hem irkilecek hem de içinizdeki gücü keşfe çıkacaksınız.
Sayfa: 118, Fiyat: 12 TL


Yarım Kalan Bazı Aşklar / Ece Karaağaç
“Dalından kopan bir yaprak Zeynep’in yüzüne doğru salına salına inerken Zeynep derinden, ama çok derinden, ona yaklaşmakta olan bir şeyin sesini duydu. Bütün bu gürültünün içinde bir şey, tekinsiz bir şey ona doğru hızla ilerliyordu sanki. İçinde yükselen dürtüyle gözbebekleri büyüdü. Aklının neon tabelasında tek bir cümle yanıp sönmeye başladı: Buradan hemen çıkmalıyım.”

Ece Karaağaç, bir ilk kitap için oldukça cesur bir hikâye anlatıyor Yarım Kalan Bazı Aşklar’da. Uykuyla yaşamı arasında sıkışmış Zeynep, dostluğu ve renkli yaşamıyla Arda, vicdanını hâlâ koruyabilen bir “öteki” olan Beyza… Karaağaç, hayatın her alanından seçtiği gerçek karakterlerle zenginleştirmiş anlatısını. Yarım Kalan Bazı Aşklar’ı okurken aşk, dostluk ve aile kavramlarını sorgulayacak; “insan”a olan inancınızı diri tutmayı öğreneceksiniz.
Sayfa: 188, Fiyat: 16 TL


Usta yazar Pınar Kür Roman ve Öyküleriyle Can Yayınları'nda

$
0
0
Türkçe edebiyatın büyük yazarlarından Pınar Kür’ün klasikleşmiş eserleri Yarın Yarın, Küçük Oyuncu, Akışı Olmayan Sular, Bir Deli Ağaç ve Bitmeyen Aşk, Can Yayınları etiketiyle tüm kitapçılarda…

Yarın Yarın
“Herkes kendi yoluna gitti. Herkes kendi yoluna... Herkes. Bir seninle ben kalakaldık orta yerde. Düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum... Hâlâ anlamadığım o kadar çok şey var ki... Karamsar değilim, inan. Olmamaya çalışıyorum hep. Yaşamakta direniyorum. Yaşama yapışmak, tutunmak sıkı sıkıya... Zorla, zorlaya zorlaya, inatla, inatla yaşamak... Buydu yapacağım, değil mi? Yapıyorum işte.”

Pınar Kür’ün ilk romanı Yarın Yarın, 1976 yılında yayımlandığında yazın dünyasında daha önce görülmemiş bir etki yaratmış ve yazarını bir anda üne kavuşturmuştu. Aradan geçen onlarca yıl romanın değerini azaltmadı. Yayımlandığı dönemde soruşturmalara uğrayıp toplatılan bu kitap, o günden beri okunmayı ve zaman içinde edebiyatımızın ustaları arasına girmiş olan Pınar Kür’ün ilk kitabı olarak ilgi çekmeyi sürdürüyor.
Roman, 375 sayfa, 17 TL

Küçük Oyuncu
“Çirkinliği yapay bir güzelliğe dönüştürmeye çalışmadan, küçüklüğü gerçeklere aykırı bir büyüklük gibi görme gereksinmesini duymadan, her şeyi olduğu gibi benimseyerek sevebilseydin eğer, güzel olurdu... Şimdiki durumda durmadan kendi kendinden ödün vermek zorunda kalıyorsun. Oyun ortasında yorum değiştiren ya da farkında olmadan yorum kaydıran, kaçıran küçük oyunculara benziyorsun...”

Uzun yıllar tiyatroda çalışan ve bu ortamı çok iyi tanıyan Pınar Kür, ikinci romanı olan Küçük Oyuncu’da “tiyatro insanı”ndan yola çıkarak “insan”ı araştırıyor. Sanat mı hayattan esinlenir hayat mı sanattan, sorusuna değişik bir açıdan yaklaşarak hayatın sanattan kaynaklanabileceğini, sanatın insan ilişkileri üstündeki etkisini gene kendine özgü bir biçimde irdeliyor. İnsan ilişkilerinin karmaşıklığını çözümleme konusundaki ustalığıyla ve özenli anlatımıyla tanınan Pınar Kür’ün bu romanını yeniden yayımlamaktan kıvanç duyuyoruz.
Roman, 248 sayfa, 14 TL

Akışı Olmayan Sular
“Eski günlerden ne zaman söz açsa, yalıdaki yaşamı bir masal anlatırcasına anlatmaya koyulsa bana, her şeyden, herkesten çok “Pertev Ağbi” ile ilgili anılar aktarması, kendisiyle ilgil hiçbir “aşk”ı araya katmaması, evlenmemişliği –“Hanımefendiden ayrılamazdım”– kafamda geliştirdiğim umutsuz sevgi imgesini pekiştiren öğelerdi. Ama inancımı doğrulayan, her şeyden çok Enise Abla’nın hep yumuşak bakan ela gözlerinin Pertev Bey’e bakarken daha bir ışıltılı yumuşamalarıydı.”

Pınar Kür, öykülerini bir yapı ustasının dikkatiyle kuran yazarlarımızdan. Edebiyatın her şeyden önce bir yapı sorunu olduğunu bilen, dağınık anlık izlenimlerin kolay şiirselliğine kendini kaptırmayan bir kurgu ustası. Pınar Kür’ün öykülerindeki şiirsellik, özellikle öyküler okunup bitirildikten sonra tadına varılan bir kusursuzluktan kaynaklanıyor. Bu öyküleri okuduğunuzda, yalnızca belli öykü kişilerinin aşklarına, acılarına, yaşamlarına değil, iyi edebiyat alanına giren bir yazarlık çabasına da tanık olacaksınız. Onun öykülerinin en belirgin özelliklerinden biri de zamana karşı dayanıklı oluşlarıdır.
Öykü, 231 sayfa, 14 TL

Bir Deli Ağaç
“Kırkıma gelmeden milyoner oldum, az iş mi bu? Ağbimse fakültenin en genç profesörü. Hocasının kızını almasaydı olamazdı diyeceksin belki ama, yanlış. Taa asistan girdiği yıl evlenmişti Nur’la. Profesör olduğunda çoktan boşanmışlardı. Olsa olsa doçentliğini hızlandırmıştır biraz... Eee, o kadar da olur artık. İlerlemek kolay mı dünyada? Hele bizim gibi arkasız, torpilsiz yola çıkanlar için...”

Pınar Kür, öykülerini bir yapı ustasının dikkatiyle kuran yazarlarımızdan. Edebiyatın her şeyden önce bir yapı sorunu olduğunu bilen, dağınık anlık izlenimlerin kolay şiirselliğine kendini kaptırmayan bir kurgu ustası. Bir Deli Ağaç’taki öykülerindeki şiirsellik, özellikle öyküler okunup bitirildikten sonra tadına varılan bir kusursuzluktan kaynaklanıyor. Bu öyküleri okuduğunuzda, yalnızca belli öykü kişilerinin aşklarına, acılarına, yaşamlarına değil, iyi edebiyat alanına giren bir yazarlık çabasına da tanık olacaksınız. Onun öykülerinin en belirgin özelliklerinden biri de zamana karşı dayanıklı oluşlarıdır.
Öykü, 182 sayfa, 12 TL

Bitmeyen Aşk
“Gelelim bu romanda ‘yazar’ kisvesi altına saklanan ukala yazara... Olayları doğru dürüst, sırasıyla anlatacağına, bir oraya bir buraya atlayan, başkişilerinin gevezeliklerine uzun uzun yer verdikten sonra, tam gevezelikler heyecanlı olmaya başladığında söze dalan bir yazara pek çok okur, belki de haklı olarak “ukala” sıfatını yakıştırmıştır. Buna karşı yazarın tek savunması, burada anlatılanın alışılmış bir öykü olmadığıdır. Burada anlatılan ne bir aşk öyküsüdür ne de Nilgün’ün, Sinan’ın yaşamları... Aşkın öyküsünü anlatmak gibi belki de olasız bir çabanın içine girmiş olan yazar, Nilgün ile Sinan’ın yardımını istemiştir yalnızca.Yani onların aşkı iyi mi sonuçlanacak kötü mü, mutlu mu olacak mutsuz mu, bu kalpsiz ve duygusuz ve cinselliği belirsiz yazarın umurunda bile değil.”

Edebiyatımızın ustalarından Pınar Kür, Bitmeyen Aşk’ta “aşk”ı tüm boyutlarıyla ve çok değişik, alışılmadık açılardan irdeliyor. Edebiyatın ve yaşamın en temel öğelerinden biri olan “aşk”ı duygusal değil de akılcı bir yaklaşımla ele alıp taşıdığı tüm olasılıkları bir bir ortaya çıkarmayı denerken, “klasik aşk romanı”nın konusunu olduğu gibi koruyor ama içeriğini ve anlatımını altüst ediyor. Bunu yaparken okur ve öteki kişilerle birlikte “yazar”ı da romanın başkişilerinden biri olarak olayları keşfetme sürecine sokuyor.Bu “yazar”, Nilgün ile Sinan’ın öznel anlatımlarını kendi nesnelliğiyle dengelemek iddiasındaysa da, nesnelliğini her zaman koruyup korumadığı konusundaki son karar okurun olacaktır elbette.
Roman, 527 sayfa, 20 TL

PINAR KÜR: Bursa’da doğdu ama hiç orada oturmadı. Çocukluğu Anadolu’nun çeşitli kentlerinde ve Londra’da geçti. On üç yaşında gittiği ABD’de beş yıl kaldı. Ortaöğrenimini New York’ta tamamladı, yükseköğrenimine yine orada başladı. İstanbul’da Robert Kolej Yüksek Okulu’nu bitirdikten sonra beş yıl Paris’te yaşadı. Sorbonne Üniversitesi’nde, Karşılaştırmalı Edebiyat Kürsüsü’nde doktora yaptı. Yurda döndükten sonra Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı. Çeşitli gazete ve dergilerde tiyatro eleştirileri yazdı. 1984’te Akışı Olmayan Sular adlı öykü kitabıyla Sait Faik Öykü Ödülü’nü kazandı. İstanbul Bilgi Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı.


Huzursuzluk : Ben Bir İnsandım!

$
0
0
Dünya ile ilgili en büyük şikayetimiz artık önyargı çöplüğünden ibaret olması. Kimsenin kimseyi tanımak için, tanımaya çalışmak için en ufak bir çaba göstermeden kulaktan dolma bilgilerle oluşan önyargılarına sıkı sıkıya güvenmesi ve ona göre hareket etmesi. Hiç sorgulamadan, düşünmeden otomatik pilota bağlamış gibi davranıyorlar. İşin daha da kötüsü bundan rahatsız olmuyorlar. Yaşlı dünyamızın halen bu önyargılardan ibaret olması, “insan” olmaya çalışan bireyi huzursuz ediyor. Bu huzursuzluk içini kapladıkça umutsuzluk da artıyor. Zülfü Livaneli, yeni romanında işte bu huzursuzluğu işliyor. Baş kahraman İbrahim üzerinden günümüz modern insanına da değiniyor, anadolu insanına da. Kulaktan dolma bilgiler ve inançlar yüzünden farklı olana yaklaşımlarını irdeliyor. Ve elbette göçmenler, kara sevda ve ezidiler üzerinden…

Bizim kuşağın son iyi kuşak olmasının başlıca sebebi henüz dünyanın bu kadar kirlenmemiş olmasıydı. Anneanemizin, babaannemizin dizinin dibinde oturur hikayeler dinlerdik. Her milletten insanın konu komşu olduğu o eskinin hikayeleri ile bir çok şey hiç fark etmeden girerdi dimağımıza. Hiç unutmam mesela; bir gün zil çaldığında ve babam “kim gelmiş?” dediğinde verilen “arap gelmiş” cevabına şaşırmıştım. Mahallemizdeki kara köpeğin ismi de araptı. “Köpek zili nasıl çalar” diye şaşkın şaşkın sorduğumda gülümseyerek bana bakıyordu babamın arkadaşı arap abi… Sorun değildi, Arapların ne olduğunu öğrendim o gece. Bugün aynı olay yaşansa bu kadar hoşgörülü olunur mu emin değilim. Bu karışık ortamda artık bu tip lakaplar takılmıyor, kimse öyle anılmıyor. Anılmaya kalkılırsa hemen biri uyarıp, susturuyor. Zira hakaret olarak algılanıyor, öyle kodlanıyor artık. Hiçbir argümanı yok ama ölesiye bağlıyız nedense… Zülfü Livaneli’nin “Huzursuzluk”u işte bunları düşündürüyor bana. Zaten bu leziz hikayenin bitişinde akılda kalan şey de o.

Zülfü Livaneli, gazeteci yazar İbrahim ile tanıştırıyor okurunu. Mardin doğumlu İbrahim uzun süredir İstanbul’da yaşadığı için koptuğu Mardin’e çocukluk arkadaşının garip ölümü üzerine gidince olaylar da gelişiyor ve ortaya bir insanlık dramı çıkıyor. Ezidiler’in hikayesinin anlatan yazar, onlar üzerinden ortadoğunun kodlarını da veriyor. İbrahim özelinde de okurunu da şok ediyor ve yavaş yavaş değiştiriyor. Aslında bilinmeyen bir şey değil Ezidiler’in yaşadıkları… ya da yaşamak zorunda oldukları diyelim. Herkesin bildiği şeyler ama dile getirilmeyen, ses çıkarılmayan gerçeklerden biri. Romanın önemi de burada ortaya çıkıyor. Suriye’de yaşananlar yüzünden İŞİD’in elinde oyuncak bir topluluğun öyküsü, bilmeyen yüreklere ağır gelecek ve dağlayacak hiç kuşkusuz. Bilenler de bu insanlık dramına hiç ses çıkarmadıkları için vicdan muhasebesine girişmeye mahkum. Şeytana taptıkları söylenen ve yezid olarak kodlanan ezidiler hakkında verilen bilgiler bu yüzden önemli. Kelamın çocukları diyor Livaneli. Ellerinde bir kitabı bile kalmayan, kültürlerini dilden dile yaymaya mahkum kalmış bir topluluk. Marul ve koyu mavi romanı okuyanların aklında farklı kodlanacak artık. O kadar etkili… 

“Huzursuzluk” 154 sayfalık, sürükleyici bir roman. Ortadoğu gerçeğini şahane bir benzetmeyle, “harese” ile özetleyerek gözler önüne seriyor. Sadece o bile herkesin okuması, anlaması ve zihnine yerleştirmesi gereken bir hikaye. Savaşın ortasında şeytan diyerek, ehlileştirilmesi gerektiğine inanılan ve bu uğurda her haltı yerken kitapta yazıyor denilen insanlık ayıplarını gözler önüne seriyor. Koca koca adamların küçük kızları alıp satması, yatağından geçirerek müslüman yapma emellerini okurken boğazımızın düğümlenmesi ondan. Livaneli, tam da bu noktada romanı gerçekçi kılmak için yağlayıp ballamadan anlatıyor. Sündürmüyor, ajitasyona girişmiyor. Onun yerine şiirsellik ekliyor. Meleknaz’ın dramını anlatırken, başka bir meleği “Angelina Jolie”yi de konuk ediyor sayfalarına. İnsanlıktan uzaklaşmanın dramına getirdiği bu masalsı yaklaşıma, romanın girişindeki üslup da güzel eşlik ediyor. Baş kahramanın konuştuklarını, direk karşısındakinin sözleriyle veriyor Livaneli. Romanın tek kusuru ise, onca şeyden sonra yaptığı kötü finalin hiç yakışmaması… Onca dramdan sonra “melek” takıntısı yüzünden tanrılaştırmaya gidişin, kahramanımızın seçimlerinin romanın genel havasına yakışmaması hevesi kırıyor… “Böyle gelmiş böyle gider” düsturunu kabul etmek istemiyoruz inatla… Gerçekte değişmiyor biliyoruz… En azından romanlarda değiştiğini görmek küçük de olsa hakkımız… Ne de olsa insanız…

Huzursuzluk / Zülfü Livaneli
Türk Edebiyatı, Roman, Doğan Kitap, Ocak 2017, 160 Sayfa, 15 TL

Alejo Carpentier'in Başyapıtı İlk Kez Türkçede!

$
0
0
Bir krallığın övgüsü aynı zamanda bir köleliğin ağıtıdır.

Göklerin Krallığı’nda fethedilecek yücelik yoktur çünkü orada her şey katı hiyerarşi, bilinmezlikten sıyrılmışlık, sonu olmayan bir varoluş ve zevküsefa içindedir; orası kendini feda etmenin imkansızlığıdır.

Özellikle gerçekliği yeniden yaratmak üzere hayal gücüne çeşitli görünümler ve boyutlar ekleyen barok yazım tarzıyla “büyülü gerçeklik” adını verdiği akımı yaratarak tüm Latin Amerika edebiyatını derinden etkilemiş, dünya edebiyatının en büyüleyici ve en gerçekçi yazarı. “Edebiyatın Voodoo üstadı” aynı zamanda gazeteci,  eleştirmen ve oyun yazarı; Afrika’nın müziğine, dansına ve bunun Karayipler’deki yansımalarına olduğu kadar Batı müziğine de opera eleştirmenliği yapacak denli hakim bir uzman; Afrika halkları tarihine, kültürüne, geleneklerine vakıf bir araştırmacı ve İspanyol diline yeni kelimeler eklemiş bu dil sihirbazı Alejo Carpentier… Bir cümlede yüzyılları anlatan ama yüzyılların ağırlığını hissettiren bir yazar…

Avrupa-merkezciliğin miyop gözlerinde şeklen eğilip bükülmüş Latin Amerika gerçeğine, gönül gözüyle bakanların yanından bir bakış…

Haiti'nin, Santo Domingo adasının bir insan ömründen uzun olmayan bir dönemine ait olağandışı olayların hikâyesi ama aynı zamanda tüm ayrıntıları sıkı sıkıya izlenen bir gerçeklikte, büyülü olanın özgürce akmasına izin vererek, isyanla bilenmiş ve perçinlenmiş bir tarihin edebiyatı...

Saltanatın ancak ölümü anında saltanat olduğunu gösteren bir büyü. Her türden köleliğin ancak kendi kaderine sahip çıkma anında kölelik olduğunu gösteren bir gerçeklik. 

Kralların taçlarının yerlerde yuvarlandığı, büyücülerin silaha sarıldığı, apoletlerin şamataya verildiği, kölelerin zehir damıttığı karşılaştırmalı bir tarihsel süreklilik içinde olayların iç burkan acıklı gelişiminin, kişiliklerin düşsel görünümlerinin, mekânların biteviye dönüşümünün Yılan Tanrı Damballah'a yaraşır tarzla, yılankavi bir dille anlatımı.

Marksist bir duygusallık ama aynı zamanda Voodoo büyüsünün gerçekliğine dayanan bir destan. 

Dünyanın önde gelen yazarlarından Kübalı Alejo Carpentier'in olgunluk dönemi romanlarından en önemlisi ilk kez İspanyolca aslından çeviriyle Türkçede.

Bu Dünyanın Krallığı / Alejo Carpentier
İspanyolcadan Çeviren: Murat Tanakol
Dizi: Dünya Edebiyatı - 1
Sayfa: 192 sf.
Fiyat : 16,90 TL

Melissa Landers’in Yeni Serisi Türkçede : Yıldız Gemisi

$
0
0
“Alienated” serisiyle tanınan Melissa Landers’in yeni serisi “Starflight” Türkçede! Landers’in Şubat 2016’da yayımlanan aynı adlı ilk kitapla başlayan serisi yine bilim kurgu elbette. Bu kez Landers, yıldızlara yolculuk yaptırıyor okurunu. Serinin ikinci romanı “Starfall”ın da 7 Şubat’ta yayımlanacağını belirtelim. Go! Kitap yine çok bekletmeden onu da okura sunacaktır şüphesiz.

Yıldızlara yolculuk artık çok kolay. Ama Solara için değil. On sekiz yaşındaki Solara Brooks kimsenin, tırnaklarının arasındaki makine yağını ya da parmaklarındaki mahkûmiyet dövmelerini önemsemeyeceği dış diyara giderek hayatında yeni bir sayfa açmak istemektedir. Ama Dünya dışı seyahat onun gibi kimsesiz bir kız için hiç de ucuz değildir.

Seyahat boyunca vereceği hizmetlere karşılık bir bilet bulmaya çalışan Solara’nın şansına hizmetlerinden faydalanmak isteyen tek kişi ona okul hayatını zehir etmiş olan şımarık, zengin çocuğu Doran Spaulding’dir. Beş aylık yolculuk boyunca bütün ayak işlerini yapması karşılığında bilet ücretini karşılamayı kabul eden Doran ona daha ilk dakikadan itibaren köle muamelesi yapmaya başlar. Ama çok geçmeden işler tersine dönecek ve bu kez Doran kendini Solara’nın hizmetkârı olarak Banshee adındaki tuhaf bir uzay gemisinde, geminin kendisi kadar tuhaf olan mürettebatı ile birlikte yolculuk yaparken bulacaktır.

Yıldız Gemisi / Melissa Landers
Çeviren: Demet Orhan
Yayınevi: GO!
Türü: Bilim Kurgu Roman
Sayfa Sayısı: 429
Etiket Fiyatı: 19.00 TL

Metis Yayınları'ndan Yeni Kitap : Kimi Muhitlerde

$
0
0
İncelikli üslubu ve insan psikolojisinin derinliğiyle okuruna nitelikli edebiyat hazzı veren Elizabeth Harrower’in 2014 yılında yayımlanan son romanı “In Certain Circles”, “Kimi Muhitlerde” adıyla Metis Yayınları’ndan raflarda. 

"Zoe bazen deneylere kobay olan o laboratuvar hayvanlarını düşünürdü. Uyum sağlama kapasitelerinin ötesinde bile bile kafaları karıştırılıyordu. Sonunda kafesin bir köşesine sinip kendilerini tutsak eden insanlara, rutin işkenceyi yeniden başlatacak olan dil dökme ve kandırma girişimlerine aldırış etmez oluyorlardı. Siyasi mahkûmlar da çoğunlukla aynı yöntemle, bile bile yok ediliyordu – ve başka birinin irrasyonelliğine sınırsızca uyum sağlayabileceğini, bu şekilde onu memnun edebileceğini ve bu irrasyonelliği iyileştirebileceğini sanan benim gibi kibirli insanlar da öyle, diye düşündü."

Kimi Muhitlerde ilişkilere –aşk, arkadaşlık, aile ilişkilerine– ve insanın kendisiyle olan ilişkisine dair bir roman. İnsanın bir başkasını değiştirmeye, onun bastırılmış “asıl benliğini” –olduğu değil de olabileceği kişiyi– açığa çıkarmaya çalışırken kendi benliğinde yaratabileceği hasarı; bir başkasına özgüven aşılamaya çabalarken kendini tamamen silerek hiçleşmesini ve ardından bu yutucu hiçlikten kurtulmak için verdiği mücadeleyi çarpıcı bir yalınlıkla betimleyen bir roman. İnsan psikolojisinin derinlerine inerek onun çelişkili katmanlarını keşfeden ve gözler önüne seren bir roman. Daha önce Gözetleme Kulesi adlı romanını yayımladığımız Elizabeth Harrower’ın usta kaleminden...
Kimi Muhitlerde / Elizabeth Harrower
Özgün adı: In Certain Circles
Çeviri: Özde Duygu Gürkan
1. Basım: Ocak 2017
208 sayfa
21 TL



Remzi Karabulut’tan Yeni Öykü Kitabı : Kaytansızlar

$
0
0
Remzi Karabulut’un yeni öykü kitabı “Kaytansızlar” Sola Yayınları etiketi ile raflarda yerini aldı.

Yazar Remzi Karabulut’un imla kurallarını uygulamadan kusursuz cümle kurulumları ve sıralanışları ile yazdığı kitabı “Kaytansızlar” Sola Yayınları etiketiyle yayınlandı. 

Noktalama işaretlerinin kullanılmadığı kitabın ilk yorum aynı zamanda kitabın editörlüğünü de yapan Buket Konur’dan geldi:

Bu kitapta hiç soru işareti ve ünlem kullanılmadı. Noktalı virgülle üç nokta da öyle. "Sorular kendini belli eder, kızgınlıklar boy verir ya da kızgınlıklara yer verilmemelidir," diyerek belki. Fazla birbirine bağlanmadı cümleler ve devamı geleceğine dair ipucu bırakılmadı satır aralarında. 

Virgülleri de azaltarak dilin sadeliğine vurgu tamamlandı. 

Remzi Karabulut böyle aktardı bana bu öykü kitabını. Unuttuklarını, atladıklarını da ben temizledim. Bazı satırlarda zaten akış tamdı, sıralanış öyle kusursuzdu ki eksikliği hissedilmedi kuralların. Çok dışına da çıkılmadı zaten yine aynı sebeple.

Şöyle seslendi mesela:
"Her gerçek, her öyküye uymaz. Her öykünün kendi gerçeği var çünkü. Böyle belledik ustalarımızdan."

Remzi Karabulut Hakkında; Yazar, ressam. 1963 yılında Sarıkamış’ta doğdu. Bir dönem soyut resimle ilgilendi ve etkisinde kaldığı metinlerin resimlerini yaptı. Yaptığı resimlerle ikisi kişisel, üç sergi açtı. Yazılarını Edebiyat 81, Çağdaş Türk Dili, Yeni Düşün, Uç, Damar, Aratos, Kül Öykü, Notos, Evrensel Kültür, Dünyanın Öyküsü, Dünden Bugüne Edebiyat, Kum, Sarnıç, Granada, Sözcükler gibi dergilerde yayımlayan Karabulut’un ilk kitabı Hep Doğruyu Söyleyen Yalanım Ben (Günce), 2002 yılında Kültür Bakanlığı Yayınları’ndan, ikinci kitabı Kadınlar Gülmemeli (Öykü), 2005 yılında Can Yayınları’ndan ve Aylak Adam Yayınları’ndan, üçüncü kitabı Acı Gösteri (Öykü), 2011 yılında Sel Yayıncılık’tan, dördüncü kitabı Kan, Kireç ve Lizbon (Roman), 2013 yılında Granada Kitap’tan, beşinci kitabı Kayıp Martı (Roman), 2013 yılında Hayy Kitap’tan çıktı. Ferit Edgü’yü Okumak/Hakkâri’de Beşinci Mevsim adlı mektup kitabı da Palto Yayınevi’nden çıktı.

Eddi Anter’den Yeni Roman : Kesmeşeker

$
0
0
Yazar Eddi Anter’in yedinci romanı Kesmeşeker, hayatın kimi zaman zor ve acılarla dolu olabileceğini gözler önüne sererken, bir çocuğun umudunu kaybettiği anlarda birden nasıl yeniden anlam kazanabileceğini ustalıkla anlatıyor.

Hayat okulunda seçmeli ders olmaz!
“Al bunu oğlum” demişti gözlerinden yaşlar dökülürken. 
“Bunu hayatın boyunca yanında taşı. Ne zaman aklına ya da başına kötü, tatsız bir hadise gelirse cebindeki bu kesmeşekeri yokla. O zaman olayların kendiliğinden geçeceğini ve her şeyin bal tadında şekere dönüşeceğini hatırlarsın…”

Kesmeşeker, insanın yüreğine dokunan bir roman. Henüz 12 yaşında küçük bir çocuğun dayanılmaz acılarla dolu hikayesini anlatırken Kesmeşeker, aslında umudun hep var olduğunu da hatırlatıyor.

Masumiyeti, haysiyeti, hayalleri çalınan Mert, geleceği göremezken umutsuz yaşamanın imkânsız olduğunu keşfediyor. Yazar, bir daha ayağa kalkamayacağını düşündüğünü anlarda bile yaşamaktan vazgeçmeyen Mert’in gözünden hayatı sorguluyor. “Felaket” denilen anlarda kafanızdan geçenlerle gelecekte yaşanacaklar arasında ne büyük farklar olabileceğini hatırlatan Kesmeşeker, “Herkes düşer fakat önemli olan ayağa kalkabilmektir” diyor.

Okurken her satırında kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz, üzülüp ağlayabileceğiniz Kesmeşeker; acının, hayatın, umudun, aşkın tanımını yeniden yapıyor. Sayfalar arasında gezinirken “Gelecek, gelecek mi?” diye düşünmeden bugüne odaklanıp yol alacaksınız. İlk adımı atmak belki zor gelecek ama atar atmaz tüm kapıların da açıldığına şahit olacaksınız.

Kitaptan bazı sözler:

  • Cahil bildiğini göstermek isterken, bilmediğini fark etmeden gösterir.
  • Hak yiyenler, yemeğin hesabını ödeyeceğini düşünmez. Hesapsız yiyene, yediğinin hesabı gün gelir illa sorulur.
  • Hayatı ya hafızadan yaşarsın ya da yaşadıklarını hafızalara kazırsın
  • Bir insanı öldürmek tüm insanlığa atılmış bir kurşundur. Bir insana işkence yapmak insanlığı unutmaktır. Bir insanı utandırmak o insanı öldürmekle eşdeğerdir.
  • Hayat faturayı sana bir kez çıkartır, sen bin kez ödersin. Alacaklı olduğunu düşünür, hep borçlu kalırsın.

Eddi Anter, 1961 yılında İstanbul'da doğdu. ABD'de Nova Southeastern University’de klinik psikoloji bölümünde tamamladığı eğitiminin ardından yüksek lisansını Miami University’de uluslararası pazarlama alanında yaptı. 2005 yılında Maksimum adlı bir internet sitesinde Kültür ve Sanat bölümünde Don E mahlasıyla haftalık yazılar kaleme almaya başlayan Anter’in makale ve öyküleri Beyoğlu ve Şalom gibi birçok gazete ve dergide yayımlandı. 2006 yılında yayınlanan ilk romanı Lilly-Ben Bir Arap Yahudisiyim aylarca en çok satan kitaplar listesinde üst sıralarda yer aldı. Bu romanı sırasıyla Kumbara (2007), İkilem (2009), İnkar (2011), Kabile (2014), Ben Benim (2015) izledi. 5 dil bilen, üç çocuk babası Anter, yaşamını İstanbul ve New York'ta sürdürüyor.

KESMEŞEKER / Eddi Anter 
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 272
Fiyatı: 19 TL


Dünyayı Değiştiren Şirket : Bir öncü, bir ilk, bir ana…

$
0
0
Modern anonim şirketlerin anası bir devin, 1600'de kurulan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası'nın "muhteşem" tarihi h20’dan raflarda…

250 yıldan fazla süren varlığı döneminde elde ettiği büyüklük günümüz bilişim ve petrol şirketlerinden onlarca kat fazlaydı.

Bu servet, Hindistan'ın içinin boşaltılıp bir imparatorluk başkentine dönüşecek Londra'ya taşınması ve insanlık tarihinin en büyük ticari sır ve kültür hırsızlığına cüret edilip Çin'in çayının çalınmasıyla elde edilmişti. Açlıktan, sefaletten, sömürüden ölen milyonlarca Hintli ile afyona alıştırdığı bir o kadar Çinli ise sadece teferruattı.

Kumpanya kendi çıkarlarıyla devletin çıkarlarının aynı olduğu konusunda devleti daima ikna etti. Rakipleri için yeterince caydırıcı olan 154.500 kişilik askeri gücü, sömürge savaşlarında Britanya İmparatorluğu'nun hizmetindeydi. Bir devletten farkı sadece bir anonim şirket olmasıydı.

İş yolsuzluğa gelince Enron, piyasa gücüne bakıldığında Wal-Mart, bugün, Kumpanya'nın eline su dökemez.

İngiliz ve Fransız devrimlerini yaşadı, Bengal Devrimi'ni yarattı. Ayaklanmalar gördü, katliamlar yaptı. İmtiyaz beratı karşılığında nice krallara rüşvet verdi, Cromwell'e diz çöktürdü.

Adam Smith, James Mill, John Stuart Mill, David Hume, Edmund Burke, Johnattan Swift, Thomas Malthus ya kapısından girdi ya da gölgesinden yararlandı. Kimileri doğuşunu gördü kimileri çöküşünü. Karl Marx ise tabutunun çivilerini çakacaktı.

Modern çokuluslu şirketlerin öncüsü olan bir canavarın entrikalarla dolu, ibretlik öyküsü: Centilmence soygunlardan borsa balonlarına, belge sahteciliğinden şirket yöneticileri arasındaki düellolara kadar bir şirketin şaşırtıcı tarihi; bugünün küresel şirketlerinin sorumluluğu hakkında çarpıcı dersler.

Bu tarihi öğrendiğimizde bugünün şirketlerinin yapabileceklerinden kuşkumuz kalmayacak.

Dünyayı Değiştiren Şirket
Doğu Hindistan Kumpanyası'nın Modern Çokulusluluğu Şekillendirmesi
Yazan: Nick Robins
Çeviren: M. İnanç Özekmekçi
Dizi: Tarih ve Kültür - 2
Sayfa: 352 sf.
Fiyat: 29,90 TL


Achilles Valentin’den Yeni Kitap : Kayıp Çağ

$
0
0
Blog yazarı Achilles Valentin’den fantastik edebiyatı severlere müjde. Yazarın yeni kitabı “Kayıp Çağ” Sola Yayınları etiketi ile raflarda yerini aldı.

Okuyucularını her kitabında gizemli bir dünyanın içinde yolculuğa çıkaran blog yazarı Achilles Valentin’in hikâyesini üçüncü bir şahsın ağzından, farklı karakterlerin bakış açısıyla anlattığı ve zaman kadar eski bir aşk hikâyesi olarak tanımladığı Kayıp Çağ serisinin ilk kitabı “Kelimelerin Devri” Sola Yayınları tarafından yayınlandı.

Üstünde yaşadığımız gezegende hayatın başlangıcına ilişkin dünyanın her yerinde kimi söylenceler anlatılana gelir. Şaşırtıcı bir şekilde bir çoğunun ortak noktaları var. Sanki tek bir kaynaktan besleniyormuş gibi. Ama bu anlatılanların da ötesinde ya da öncesinde bir şeyler olduğunu düşünürdüm hep” diyen yazar, Kayıp Çağ ile yaradılış mitlerinin anlatıldığı devirlerin öncesinde gezegenimizin nasıl bir yer olduğu sorusuna cevap arıyor.

Aniden üstlerine inen kılıç, bir hamlede ayırdı bedenlerini. 

Hemen yanında çığlık çığlığa bağırmaya başlayan dişiye baktı. Kızıl saçlar savruldu gözünün önünde. Kendi yarasından fışkıran mavi sıvı, bakışlarını bulandırdı. Gözleri karardı. 

Son bir gayretle kendisini toparlayıp, kafasını kaldırdı. Kılıcı tutan elin kendinden katbekat uzun sahibine baktı. O çok iyi tanıdığı sima kayboluyor, gittikçe kararan bir gölgeye dönüşüyordu. Elini uzatıp tutunacak bir yer aradı boş yere. Yarasının üzerine elini kapattı. İnlemelerinin arasında güçlükle sorabildi aklındaki tek soruyu; 

“Neden?”,

Gölgenin cevabı merakını gidermedi; “Sana ihtiyacım var.” 

Sendeleyerek bir adım geri çekildi. Yarasından yayılan acıya dayanamıyordu. Yüzünü ekşitti. Kızıl saçları maviye bulanan dişiye baktı tekrar. “Ya o?” diye sordu bu kez. Gölgenin bakışlarını fark etti boylarınca yükselmiş Nâr alevinin içinde. Arzuyla bakıyordu gölge dişiye. Sesi titredi soruyu cevaplarken; “Onun için başka bir hesabım var.” Hemen ardından toparlanıp; “Yaklaş!” dedi sertçe.

Göğsünden yükselen itirazlara rağmen karşı koyamadığı gücün sahibine doğru ilerledi. Gölgenin eli yüzüne uzanırken “Hayır!” diye haykırdı. Kaçmayı düşündüğü anda yakalandı. Gölge elin başparmağı, alnının ortasına dayanılmaz bir kuvvetle bastırdı. Parmak burnuna doğru ağır ağır kayarken Nâr karardı. Bilinenler unutuldu. İhanetin adı konuldu.


Metis Yayınları'ndan Yeni Kitaplar

$
0
0
Metis Yayınları Şubat ayına ikisi yeni ikisi de yeniden basım dört kitapla başlıyor. Vanessa Baird’in ilk baskısı 2004 yılında yapılan kitabı “Cinsel Çeşitlilik” ve James Ridgeway’in ilk baskısı 2006’da yapılan kitabı “Her Şey Satılık” yeni baskılarıyla 3 Şubat’tan itibaren raflarda… Ayın yeni kitapları, E. M. Cioran’ın “Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne”si ile Adam Phillips’in “Yasak Olmayan Hazlar”ı ise 10 Şubat’ta raflarda yerini alıyor…


Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne / Emil Michel Cioran
“İnsan ortaya çıkar çıkmaz, çiçekler de ortaya çıktı.” Bana kalırsa, çiçekler insandan çok daha önce vardı ve insanın gelişiyle hâlâ içinden çıkamadıkları bir şaşkınlığa gömüldüler…

Ne zaman ölümü düşünmesem, hile yaptığım, içimdeki birini aldattığım hissine kapılıyorum.

Bilinç ete batmış bir kıymıktan çok, saplanmış bir hançerdir.

Ölümün bizim için artık ilginç yanı kalmayıp, ondan hiçbir şey elde edilemeyeceğini düşündüğümüzde, doğuma geri çekilir, başka türlü bir dipsiz uçuruma meydan okuyarak haykırmaya başlarız...

Yaşamak, savaşta toprak yitirmektir.

E. M. Cioran: Fransızca yazan Rumen deneme yazarı ve ahlakçısı Emil Michel Cioran 8 Nisan 1911'de Rasinari'de (Romanya) doğdu. On yedi yaşında Bükreş Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne girdi. Lisansını Bergson üzerine hazırladığı bir tezle aldı. 1934'te Bükreş'te yayımlanan ilk kitabı Sur les cimes du désespoir (Ümitsizliğin Doruklarında), kendisinin de kabul ettiği gibi, sonradan Rumence ve Fransızca yazdığı her şeyin özünü barındırır. Hayatın trajik boyutundan habersiz olmakla suçladığı Bergsonculuk'tan o dönemde koptu. 1937'de, dini bir krizin ürünü olan ve tartışmalar yaratan kitabı Des larmes et des saints (Gözyaşları ve Azizler Üzerine) yayımlandı. Aynı yıl, Bükreş Fransız Enstitüsü'nden bir burs alarak Paris'e gitti ve oraya yerleşti. 1995 yılında Alzheimer hastalığından öldü.
Orijinal Adı: De l’inconvénient d’être né
Çeviri: Kenan Sarıalioğlu
Dizi Adı: Metis Edebiyatdışı
200 sayfa
20.00 TL


Yasak Olmayan Hazlar / Adam Phillips
Psikologlar ve psikanalistler genelde yasak hazlardan bahseder, onlar aracılığıyla insanın iç dünyasını keşfetmeye çalışırlar. Yasaklar çoğunlukla arzuyu kamçıladığından, yasak hazlar hep öne çıkar, hep daha çok arzulanır. Peki ya yasak olmayan hazlar? Onların kıymetini biliyor muyuz, yoksa yasak olmadıkları için gözümüzdeki değerleri azalıyor mu? 

“Bu kitap, yasak olmayan hazların yasak olanlara nazaran haz konusunda bize anlatacak daha fazla şeyleri olup olmadığını konu alıyor,” diyor Adam Phillips. “Bu doğru olsaydı, fazlasıyla ciddiye aldığımız onca şey ciddiyetini yitirirdi. Yasak olanın despotluğu bir şeyleri yasaklamasından değil, bize ne yapmak istediğimizi söylemesinden gelir — yasak olanı yapmak isteriz. Oysa yasak olmayan hiç emir vermez.” 

İtaat, özeleştiri ve hayatın yaşamaya değer olup olmadığı gibi yakıcı meseleleri, yasak olan ve olmayan hazlar bağlamında ele alıyor Phillips. İtaatsizliğin yasak hazzının yanı sıra, itaatin yasak olmayan hazzı hakkında düşünmeye teşvik ediyor bizi. Özeleştirinin sık sık insanın kendini haksız yere mahkûm etmesi anlamına geldiğini, oysa acımasız özeleştirinin ta kendisinin bir haz, yasak olmayan bir haz olabildiğini söylüyor. Ve şunu soruyor hepimize: “Hayat katlanılmaz mıdır yoksa ondan keyif almak bize yasaklanmış mıdır? Ve şayet hayat aynı zamanda yasak bir hazsa, onu kim ve neden yasaklamıştır?”

Adam Phillips: Britanyalı psikoterapist ve deneme yazarı. Londra’daki Wolverton Gardens Çocuk ve Aile Danışma Merkezi’nde (eski Charing Cross Hastanesi) Çocuk Psikoterapisi Bölüm Başkanı olarak çalışmıştır. Psikanalizin yanı sıra edebiyat ve yayıncılıkla da ilgilenen Phillips’in Türkçede yayımlanmış birçok eseri var.
Orijinal Adı: Unforbidden Pleasures
Çeviri: Saliha Nilüfer
Dizi Adı: Metis Edebiyatdışı
Sayfa Sayısı: 160 sayfa
Fiyatı: 17.00 TL


Cinsel Çeşitlilik / Vanessa Baird
İnsanların cinsel yönelimlerindeki çeşitlilik bütün bir tarih boyunca hayatın çok tanıdık bir yönü olageldi. Tüm toplumlar bu olguyu örtmek, gizlemek ya da bastırmak yerine, bununla birlikte yaşamanın yolunu bulmak zorunda. Ama çoğu toplum henüz bunu başaramıyor.

Kültürün mevcut normlarına uymayanlar marjinalleştiriliyor, ayrımcılığa uğruyor, suçlanıyor, hatta cezalandırılıyor. Ama bütün bu uygulamalara karşın gerek kadınlar gerekse erkekler arasında cinsel yönelim çeşitliliği ortadan kalkmadı. Kültürel yapı ne olursa olsun artık direnme, adalet ve küreselleşmiş bir kültürün özelliklerini talep etme yönünde dünya çapında bir hareket var.

Vanessa Baird'in bu canlı ve ilgi çekici kitabı, cinsel çeşitliliğin hem tarihsel ve kültürlerarası bir dökümünü sunuyor, hem de güncel tartışmaları irdeliyor. Cinsel çeşitliliğin tanınması, saygı gösterilmesi ve ortak insanlığımızın çok önemli bir parçası olarak değer verilmesi yolundaki mücadeleleri aktarıyor.

Vanessa Baird: Dünyanın en çok satan dergilerinden biri olan The New Internationalist’in editörlerindendir. 1990’lı yıllarda cinsiyet politikaları, kadın ve eşcinsel hakları üzerine pek çok makale yayımlamıştır. 1997 yılında Anita Desai ile birlikte hazırladığı Eye to Eye Women ( Hemfikir: Kültürlerarası Gelişime Katkıda Bulunan Kadınlar) adlı kitabıyla da tanınan yazar Oxford’da yaşamaktadır.
Alt Başlık: Yönelimler, Politikalar, Haklar ve İhlaller
Orijinal Adı: The No-Nonsense Guide to Sexual Diversity
Çeviri: Hayrullah Doğan
Dizi Adı: Metis Edebiyatdışı
Sayfa Sayısı: 160 sayfa
Fiyatı: 17.00 TL


Her Şey Satılık / James Ridgeway
Her gün binlerce ton mal ve hammadde, dünyanın üzerinde görünmeyen çizgiler boyunca taşınıyor. Bu büyük akışa insanların daha önce “bedava” sahip olabildikleri yeni yeni şeyler ekleniyor. Dünya sistemi bir yandan neredeyse her şeyi satılık mal haline getirirken, bir yandan da bunları tüketecek yeni insanı ve onun yeni ihtiyaçlarını yaratıyor.

Dünyanın kaynakları kimlerin elinde? Kimler nasıl kâr ediyorlar? Yakıt, metal, gübre, uyuşturucu, gıda — ama daha yakın zamanda tatlı su, insan, gökyüzü, okyanuslar ve hayatın ta kendisi birer ticari mal haline geldi. Belli ki mevcut ekonomik sistem devam ettiği müddetçe bu liste uzayacak: Solunacak temiz havanın bir süre sonra parayla satılmayacağını kim iddia edebilir?

Her Şey Satılık’ta aklınıza gelebilecek hemen her türlü kaynak hakkında, bu kaynakların nasıl sahiplenildiği, işletildiği, hangi hatlar boyunca dağıtıldığı, neyin üretileceğine neyin üretilmeyeceğine kimler tarafından nasıl karar verildiği hakkında ilginç öyküler okuyacaksınız.

James Ridgeway: Amerika Birleşik Devletleri'nin önde gelen araştırmacı gazetecilerinden olan Ridgeway, 1970'lerden bu yana The Village Voice gazetesinin Washington muhabiri olarak görev yapmaktadır. Mesleğinin başlarında önemli dergi ve gazetelerde çalışmış, daha sonra kurucuları arasında yer aldığı Hard Times ve The Elements adlı iki siyasi derginin editörlüğünü yürütmüştür. Irkçılıkla ilgili Blood in the Face ve ABD'deki 1992 başkanlık seçim kampanyasıyla ilgili Feed adlı belgesel filmlerin yönetmenliğini yapmıştır. Pek çok haber ve makalenin altında imzası olan Ridgeway, aynı zamanda on beş kadar kitabın yazarıdır.
Alt Başlık: Dünyanın Kaynaklarını Kimler Kontrol Ediyor?
Orijinal Adı: It's All for Sale - The Control of Global Resources
Çeviri: Bülent Doğan
Dizi Adı: Metis Edebiyatdışı
Sayfa Sayısı: 288 sayfa
Fiyatı: 28.00 TL


Ayrıntı Yayınları 30. Yılını 3 Kitap ile Kutluyor!

$
0
0
30 yıl önce Şenlikli Toplum kitabıyla yayım hayatına başlayan Ayrıntı Yayınları, bugüne dek edebiyatın yeraltından hayatın yeryüzüne, felsefeden sosyolojiye nitelikli birçok eser yayımladı.

Kuruluşundan bu yana, sömürünün olmadığı, insanın doğayı yok etmediği, kimsenin kimseyi ezmediği bir dünya özlemiyle yoluna devam eden Ayrıntı Yayınları 30 yıllık yolculuğunu kutlamak için Şubat ayında özel olarak hazırlanan 3 kitap ile okurlarının karşısına çıkıyor. 

999., 1000. ve 1001. kitaplarını okurlarla buluşturacak olmanın heyecanını yaşayan Ayrıntı Yayınları, her zaman olduğu gibi 30. yaşında da “ayrıntılar önemlidir” fikrinin altını çiziyor…

İşte, Ayrıntı Yayınları’nın 30. yıl projesi kapsamında okurlarla buluşacak 3 özel kitabı:

999. Kitap: Hayalet (Seçme Yazılar) / Karl Marx
Ayrıntı Yayınları’nın 999. kitabı: Hayal-et. Marx’tan Seçme Yazılar. Oxford Yayınları tarafından hazırlanan ve Marx’ın bütün eserlerini, mektuplarını, notlarını tarayarak bunların en önemlilerini bir araya getiren bu kitap, bugüne kadar hazırlanan en iyi “Marx seçkisi” olarak anılıyor.

Başka bir filozof yoktu! Bu kadar çok tartışılan, eserleri elden ele gezen ve filozof olmasının yanı sıra politik iktisatçı, sosyolog, tarihçi, bilim insanı, siyaset bilimci olarak da düşünülen biri… 

Bir yaşam formu daha yitip giderken, onun hem içinden hem de dışından konuşabilmek kudreti, sadece kırılma anlarındaki büyük filozofların sahip olabileceği bir şey. Platon ya da Aristoteles, Machiavelli ya da Hobbes, Marx ya da onu önceleyen Hegel bu büyük kırılmalardaki birikmenin sonucu ve kopuşudur. Marx’ın yazılarından derlenen bu kitap, sadece Türkiye’de değil, aynı zamanda dünyada da en çok okunan, en iyi Marx antolojisi tanımlamasını hak ediyor. Marx’ın çalışmasının bütününü yansıtan, özgün pek çok düşüncesi arasında güçlü ilişkiler kurmamızı sağlayan eser, hem Marx üzerine derslerde kendisinden fazlasıyla yararlanılabilecek bir kılavuz niteliğine sahip hem de daha derinlikli çalışmalar için biçilmiş kaftan. Kapital, Grundrisse, Alman İdeolojisi ve Kutsal Aile gibi Marx’ın en önemli eserlerinden bölümlerin yanı sıra, çok farklı konularda yazdığı, daha az bilinen kısa yazıları da dikkatle seçilmiş: Genç bir adamın babasına yazdığı edebi değeri yüksek mektupla açılış yapılıyor; doktora tezi, gazete yazıları, polemikleri, mektuplaşmaları, felsefeye, bilime, dine, politik-ekonomiye, ahlaka, hukuka ve bir bütün olarak çağına dair eleştirel ve aynı zamanda devrimci düşünceleri, Marx’ın bütünlüklü üslubu içinde açığa seriliyor. Her bir bölümün başındaki kısa açıklamalar, metinlerin tarihsel-politik bağlamını da anlamayı kolaylaştırıyor.

Marx’ın yaşamının farklı uğraklarını, yaşamı boyunca adım adım oluşturduğu düşüncesinin içinden geçerek okumak, heyecan verici bir serüvene davetiye çıkarıyor. Marx’ı okumak hiç bu kadar zevkli olmamıştı!
Kitabın basılan ilk 999 adedi sertifikalandırılıp, hologramlı etiketlerle numaralandırılmıştır.
Orijinal Adı: Karl Marx: Selected Writings
Çevirmenler: G. Ateşoğlu, H. . Gözkân, Aslı Önal, Mehmet Şiray, Murat Türkmen, Volkan Çıdam, Kâzım Özdoğan, Fuat Dara Elhüseyni, Selin Aktuyun, Engin Abat, Kurtul Gülenç, Seçim Bayazit, Utku Özmakas, Tanıl Bora, Bülent Eken, Sercan Çalcı, Mustafa Tüzel, Aziz Ufuk Kılıç
Dizi Adı: ‘Ağır’ Kitaplar
Sayfa Sayısı: 672 sayfa
Fiyatı: 70 TL

1000. Kitap: Zamanın İzinde / Ercan Kesal & Enis Rıza
Ayrıntı Yayınları’nın 1000. kitabı: Zamanın İzinde. Son yüz yılın Türkiyesini fotoğraflar ve yazılar eşliğinde sunan bu kitap, yayın dünyamızda daha önce örneği bulunmayan bir eser.

Zamanın İzinde, geçmişin izleri ile geleceğin düşleri arasında mekik dokuyan bir çalışma. Enis Rıza’nın seçtiği ve uzun bir yüzyıldan parçalar yansıtan fotoğraflara Ercan Kesal kendi hayatından esinlerle metinler yazdı, sıradan insanların hayallerini toplumun aynasına yerleştirdi. 

Dün geçmişte kalırken, yarına yeni yüzler ve yeni sözlerle varılır. Ama her yüz dünün acılarını kırışıklarla taşır ve her sözün bağrında da yarım kalmış hayaller saklıdır. Geçmiş bitmemiştir, şarkıların, resimlerin ve umutların içinde sonsuz bir nehir gibi yenilenerek akar. Zamanın İzinde, bizi o nehrin sert kıvrımlarına götürür ve ışığın suda parladığı kısa anlara daldırıp çıkarır.
Kitabın basılan ilk 1000 adedi sertifikalandırılıp, hologramlı etiketlerle numaralandırılmıştır.
Dizi Adı: Beyaz Kitaplar
Sayfa Sayısı: 352 sayfa
Fiyatı: 80 TL

1001. Kitap: Yüzbir Gece Masalları
101 Gece Masalları, Ayrıntı Yayınları’nın 1001. kitabı olarak hazırlandı. Açıklayıcı önsöz ve sonsöz yazıları, orijinal görselleri ve kronolijisiyle özel bir kitap bu: 

Binbir Gece Masalları’nın bir de kız kardeşi vardı. Küçük kız kardeş olan Yüzbir Gece Masalları’nın Binbir Gece’den de eski bir elyazması 2010 yılında keşfedildi. 1234 yılına ait elyazmasındaki Yüzbir Gece Masalları, Binbir Gece’nin kısaltılmış bir versiyonu değil. Bütünüyle kendine özgü masallar içeren, kısa anlatımlarla zirveye ulaşan ve sonlardaki aşırı iyimserliğiyle dikkat çeken bir eser bu. Arap kültür dünyasının doğu merkezinde değil bu kez batısında yer alan masallar, fantastik yolculuklarla Hindistan’a kadar gider ama karakterler ve motifler Endülüs renkleriyle biçimlenir. Şehrazat, dil ve zekâdan örülü bir dünya yaratır masallarda. Gecenin kraliçesi gibidir Şehrazat, gün doğmaya başladığında susar, masalın devamı için bir sonraki geceyi bekler. Bu masalları okuyanlar, kapalı odanın içinde ne olduğunu merak eden delikanlının duygusunu paylaşır: Beşinci gecede anlatılan masalda, genç kız, “Yedi gün burada bulunmayacağım” der delikanlıya, “sarayda istediğin gibi dolaşıp her yere girip çıkabilirsin. Yalnız bir oda var ki, onu açmayacaksın, yanına bile yaklaşmayacaksın.” Sırlar ve cevaplar, masal ve hayat, o yasak kapının arkasındadır.
Kitabın basılan ilk 1001 adedi sertifikalandırılıp, hologramlı etiketlerle numaralandırılmıştır.
Orijinal Adı: Kitab fihi hadith mi'at layla va layla / 101 nacht
Çevirmen: Hüseyin Tüzün / İbrahim Günaydın
Dizi Adı: Klasik
Sayfa Sayısı: 320 sayfa
Fiyatı: 70 TL


Yiğit Bener'den Hâlâ Düşlere İnanmak İsteyenler İçin Öyküler : Öteki Düşler

$
0
0
“Yaşamak, bir yönüyle kayıplarla baş etme sanatı değil midir?

Kayıplarla baş etmeye çalışırken de sığınacağımız güvenilir liman düş gücümüz değil midir?”

Yiğit Bener, Öteki Kâbuslar’dan sonra yeni öykü kitabı “Öteki Düşler”de işte bu soruların yanıtını arıyor.

Öteki Düşler, anı ve öykünün sınırının kimi zaman birbirine karıştığı, kayıp olgusu ortak paydasında buluşan öyküler toplamı. Kurgusal zeminde yoğrulan bu metinlerin ne kadarının gerçek yaşamdan ne kadarının anı ve düşlerden kotarıldığını bilmek pek de gerekli değil aslında, çünkü yazar, kurgunun gücünü samimi bir anlatım temelinde, gerektiğinde ironinin ve fantastiğin de desteğini alarak duyuruyor.

Öteki Düşler aynı zamanda Vüs’at O. Bener’den Behçet Necatigil’e, yazarın hayatında ve edebiyatında iz bırakmış edebiyatçıların da yer yer sayfalarından bize seslendiği zengin bir hatıralar kitabı. 

“Düşlerin de yaşam yolculuğunun ayrılmaz bir parçası olduğunu kavrayamayanların işi daha zordur bu hayatta.

Hiç düş kurmamak, daha şimdiden yaşamaktan vazgeçtiklerini anlamamış olanlara özgü bir yanılgıdır.

Ama işte bunun çaresi vardır...

Çünkü düş gücü insana özgüyse, bu gücü kullanıp kullanmamak bize kalmış...”

YİĞİT BENER: 1958’de doğdu. Gençlik yıllarını Ankara, Paris ve Brüksel’de geçirdi. 1990’dan beri İstanbul’da yaşıyor. İlk romanı Eksik Taşlar 2001’de yayımlandı, Kırılma Noktası 2004’te. 2011’de basılan son romanı Heyulanın Dönüşü ile 2012 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı; roman 2014’te Fransızcaya çevrildi. İlk öykü kitabı Öteki Kâbuslar 2010’da basıldı ve 2011’de Fransızcaya çevrildi. Üç çocuk kitabı yayımladı: Özgür Rosto, 2007; Yaramaz Babamla Beter Amcanın Maceraları, 2015; Matbaacılık Oyuncağı, 2015. Kurucularından ve yazarlarından olduğu İktidarsız adlı sanal edebiyat dergisinde 2003-2009 yıllarında yayımlanan yazılarından bir seçkiyi Kusursuz Gezinti adıyla 2014’te kitaplaştırdı. Enis Batur’la birlikte kaleme aldıkları Simültane Cinnet 2015 yılında yayımlandı ve 2017’de Fransızcaya çevrildi. 2015’te yayımlanan İçimizdeki Ermeni adlı derlemenin proje koordinatörlüğünü üstlendi. Louis-Ferdinand Céline’in Gecenin Sonuna Yolculuk adlı yapıtının çevirisiyle 2002 Dünya Kitap Yılın Çeviri Ödülü’nü kazandı.

Öteki Düşler / Yiğit Bener
Tür: Öykü
Sayfa sayısı: 174 
Fiyatı: 15 TL
Yayın tarihi: 7 Şubat 2017



Sel Yayınları’ndan Şubat Yenileri

$
0
0
Sel Yayınları Şubat ayını altı kitapla karşılıyor. Hüseyin Kıran’ın baskısı tükenen ve uzun süredir beklenen romanı “Resul”, Boris Vian’ın ölümsüz öykülerinden “Karıncalar” ve Eduardo Galeano’nun en önemli eserlerinden “Ateş Anıları” üçlemesinin ikinci cildi “Yüzler ve Maskeler” ile Alfred Jarry’nin alametifarikası haline gelmiş Kral Übü oyununun öncülü niteliği taşıyan “Sezar-Deccal” ayın edebiyat yenileri olurken, Işık Ergüden’in “Hapishane Çağı / Kapatılan İnsan”ı ve Gérard Rabinovitch’in “Kitle Toplumları Çağında Bir Sözlük Karmaşasına Dair” alt başlıklı kitabı “Terörizm mi? Direniş mi?” de “Red Kitaplığı” dizisinin yenileri… “Karıncalar” ve “Ateş Anıları üçlemesi”ni okumanızı şiddetle öneririz…

Resul * Hüseyin Kıran
Resul, verili tüm değerlere, bilince, maddeye karşı çıkışın; ötekiliği yontan, ezen, kazıyan, normalleştirmeye çalışan güce karşı bireyin sadece var olarak direnmesinin, öte yandan da biz ölümlülerin algılarını boşa çıkarmak için kendini yok etmesinin alegorik anlatısıdır.

Beden ile öz arasındaki mücadelenin de, barışın da beyhudeliğinin altı çizilirken gerçekle gerçek dışı arasındaki çizginin silindiği bu eserde Hüseyin Kıran çözümü dilin kendisinde arıyor. Çok tartışılan ilk romanı Resul’de yazar dil içinde dil, ev içinde ev kurarak imkânları mümkün kılan kült bir kitap ortaya koyuyor.

“Sadece Resul, sadece canlı, sadece kendim, kendimle eşit ve kendinden ibaret olmak ve bunu asla bilmemek. Bilmek çürütüyor çünkü canlıyı.”

HÜSEYİN KIRAN, 1965 yılında Amasya’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini burada tamamladı. Üniversiteden politik nedenlerle ayrılmak zorunda kaldı. Yine aynı nedenlerle 10 yıl hapis yattı. İki kız çocuk babası. İstanbul’da yaşıyor. Yazarın diğer kitapları: Madde Kara (şiir, Metis Yayınları, 2004), Gecedegiden (roman, Ayrıntı Yayınları,2011), Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır (roman, Ayrıntı Yayınları, 2013), Küstah (şiir, İkaros Yayınları, 2014), Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor (roman, Sel Yayıncılık, 2016).
Çağdaş Türk Edebiyatı / Roman
141 sayfa, 14 TL

Karıncalar * Boris Vian
Karıncalar, Boris Vian’ın yaşamı boyunca sanatın hemen hemen tüm dallarını kullanarak bize sunacağı, anti-militarizm, şiddet, müzik ve aşk gibi vazgeçilmez temaların işlendiği on bir çarpıcı öyküden oluşuyor.

Savaşın anlamsızlığından polis şiddetine, şiddetin sıradanlığından “saçma”nın anlamına dek uzanan son derece sarsıcı öykülerin arka planında derin bir mizah, içten bir insancıl sevgi arayışı, buruk bir hüzün ve kahkaha kendini hep hissettiriyor.

Boris Vian’ın külliyatının en has yanlarını içinde barındıran Karıncalar, bir mücevher kutusu gibi tekrar tekrar okunmaya ve ölümsüzleşmeye aday.

Tıpkı “Karıncalar” öyküsünün kahramanı gibi, ayağımızı kaldırırsak patlayacağını bildiğimiz bir mayın üzerinde iyice saçma bir hal almış hayatlarımıza alaycı bir kahkaha atmak isteyenlere...

BORIS VIAN, 1920’de Paris yakınlarındaki Ville-d’Avray’de doğan bir yazar, şair, şarkı sözü yazarı, şarkıcı, müzik eleştirmeni, caz müzisyeni (trompetçi), senarist, çevirmen, hatip, oyuncu ve ressamdır. Beş yaşında okuma yazma öğrenen Vian, on yaşına geldiğinde Fransız edebiyatının neredeyse bütün klasiklerini okumuştur. 1942’de metalürji mühendisi olan Vian, mühendislik yaparken bir yandan da müstear adlarla ilk yapıtlarını yazmaya başlar. Karamsarlığıyla ün salmış Vian, Alfred Jarry’nin geliştirdiği patafizik felsefeye bağlı bir tarzda yazarak hayali makineler ve uydurma sözcükler icat etmiş, absürde, varoluşçu felsefeye, şenliğe ve oyuna sadık kalmıştır. On yedi yaşında trompet çalmaya başlayan Vian, yazdığı şarkı sözleri sayesinde 1940’lı yılların sonunda Duke Ellington, Charlie Parker, Miles Davis gibi Amerikalı ünlü cazcılarla birlikte çalışır, ilk kabare gösterileri de bu dönemde ortaya çıkar. Senaryo yazmanın yanı sıra filmlerde küçük rollerde de oynayan Vian, 1959 yılında, Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı romanından uyarlanan filmin galasında geçirdiği kalp krizi nedeniyle otuz dokuz yaşında hayatını kaybeder. Türkçede yayınlanmış çok sayıda eseri bulunan yazarın en bilinen üç romanı Günlerin Köpüğü (L’Écume des jours), Mezarlarınıza Tüküreceğim (J’irai cracher sur vos tombes) ve Pekin’de Sonbahar’dır. (L’Automne à Pékin)
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Öykü
Özgün adı: Les Fourmis
Türkçesi: Candan Keten
192 sayfa, 16 TL

Ateş Anıları – II / Yüzler ve Maskeler * Eduardo Galeano
Eduardo Galeano’nun en önemli eserlerinden Ateş Anıları üçlemesinin ikinci cildi Yüzler ve Maskeler’in odağında bu kez, Yeni Dünya’da köleliğe ve sömürüye başkaldırıların yaşandığı, bağımsızlık savaşlarının verildiği on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllar var.

Özgür ve birleşik Latin Amerika için mücadele eden büyük lider Simón Bolivar’dan, ezilenlerin sesi Kübalı şair José Martí’ye kadar pek çok karakter üzerinden gelişen ve birinci ciltteki gibi mozaik tarzında sürdürülen yüzlerce hikâyede baskı ve zulme direniş destanlarına tanıklık ediyoruz. Ne var ki, eski sömürü yöntemlerinden vazgeçmek zorunda kalan emperyalistler bu kez yeni yöntemlere başvuruyor.

Araştırmacılık, gazetecilik ve devrimci perspektifin birleştiği Ateş Anıları üçlemesinde Galeano, şiirsel anlatımı ve cesur diliyle tarihin kayıp ve susturulmuş gerçekliklerini bir bir sahneye çıkarmayı sürdürüyor.

EDUARDO GALEANO, Montevideo, Uruguay’da orta sınıf Katolik bir ailede doğdu. Sosyalist Parti’nin haftalık yayın organı El Sol’da ilk politik çizgi romanı yayımlandığında daha on dört yaşındaydı. 1960’larda Marcha’da editör olarak gazetecilik kariyerine başladı. 1973’te gerçekleşen askeri darbe sonucunda önce hapse atıldı, sonra sürgüne gönderildi. Arjantin’e yerleşen Galeano orada Crisis adlı kültür dergisini çıkarmaya başladı. 1976’da Arjantin’de de darbe yapılması üzerine İspanya’ya kaçmak zorunda kaldı. 1985 yılında Montevideo’ya dönen Galeano 2015 yılında bu şehirde hayatını kaybetti. Yazarın, Ve Günler Yürümeye Başladı, Aynalar, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri ile Kadınlar isimli kitapları yayınevimiz tarafından yayınlanmıştır. Ateş Anıları Üçlemesi, Yürüyen Kelimeler, Tepetaklak–Tersine Dünya Okulu ve Zamanın Ağızları ise yayın programımızdadır.
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Deneme
Özgün Adı: Memoria del fuego II Las Caras Y Las Máscaras
Türkçesi: Süleyman Doğru
366 sayfa, 28 TL

Sezar-Deccal * Alfred Jarry
Sezar-Deccal ağrılı dünyamızın düşsel bilimi patafiziğin öncüsü Alfred Jarry’nin alametifarikası haline gelmiş Kral Übü oyununun öncülü niteliği taşıyor. Jarry’nin ana karakteri Übü Baba’nın Deccal kişiliğinde ortaya çıktığı Kral Übü’nün 1895 tarihli bu ilk versiyonunda, İsa’nın tersine dönmüş yansıması olan Deccal sahne alıyor.

Karanlıkçılığın ve kapalı anlatımın Jarry’ye şiirsel bir ilke sağladığı bu metinde zıtların birliği, anlam üretici bir makineyi işleterek Kral Übü’yü, simetri işlevine göre işleyen sembolik ve sentetik bir yapıya dönüştürüyor. Dünya ile okur arasında bir ara yüzey olan Sezar-Deccal, seyircilerin zihinlerini okült anlamların sentetik kitlesiyle temasa geçirmek üzere yararak boşlukla bağ kuran bir mekanizma işlevi görüyor.

Jarry’nin ancak bir ayna oyunuyla anlam bulan içbükey estetik perspektifinden, dejenere olmuş Hıristiyan köktendinciliğine bakmak ve absürdün sınırlarında gezinmek isteyenler için, Sezar-Deccal okurun yansıttığı anlamın eşsiz bir grotesk yansıması...

ALFRED JARRY, 1873’te Fransa’nın Laval kentinde doğdu. Daha lisedeyken yazmaya başladı. Kısa ama üretken yaşamı boyunca pek çok tiyatro oyunu, roman ve öykü kaleme aldı. Genellikle sembolist hareketle bağdaştırılan Jarry’nin Kral Übü adlı oyunu Dadaizm, Gerçeküstücülük ve Fütürizm’in öncüsü olarak kabul edilmiş, Boris Vian, Georges Perec ve Raymond Queneau gibi isimleri derinden etkilemiştir. Çok farklı, melez ve karma üsluplarda yazan Jarry’nin oyun, roman, deneme ve gazete yazıları absürd edebiyatın ve postmodern felsefenin ilk örnekleri sayılabilir. Yaşamının son yıllarında Guillaume Apollinaire, André Salmon ve Max Jacob gibi döneminin ünlü isimleri için bir kült figür haline gelmişti. Jarry 1907 yılında Paris’te tüberkülozdan yaşamını kaybetti.

Yazarın Türkçeye çevrilen kitapları şunlardır: Alfred Jarry Seçme Eserler (çev. Işık Ergüden, Dost, 2003), Kral Übü (çev. Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen, Mitos Boyut, 2004), Zincire Vurulmuş Übü (çev. Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen, Mitos Boyut, 2011), Patafizikçi Doktor Faustroll’un Davranış ve Görüşleri (çev. Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, 2015) ve Günler ve Geceler, Bir Asker Kaçağının Romanı (çev. Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, 2015). 
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Deneme
Özgün Adı: César-Antéchrist
Türkçesi: Işık Ergüden
119 Sayfa, 12 TL

Hapishane Çağı / Kapatılan İnsan * Işık Ergüden
Tıpkı okul ve kışla gibi, muktedirin ideolojik yapısını bütün çıplaklığıyla yansıttığı hapishane, yukarıdan aşağı örgütlenen toplumsal şiddetin hem bir parçası hem de yeniden üreticisidir. Suç ve suçlu kavramı yüzyıllar içerisinde değişmişse de “içerdeki” her zaman siyasal iktidarın düşman bellediği kesim ve sınıflar olmuştur. “Suç”un kendisini oluşturan faktörleri sorgulamadan normalleştirilen “suçlu’yu ne yapacağız” sorusu ise iktidara, günü geldiğinde herhangi birimizi suçlu ilan edebilecek bir meşruiyet sağlar. Üstelik insanı, belirli bir mekâna kapatarak “tedavi” ya da “ıslah” edeceğini iddia edenlerin “suç”larını da ortadan kaldırır.

Cezaevlerinin tarihi şiddet ve baskı kadar direnişin de tarihidir. Işık Ergüden, koşulların iyileştirilmesi, somut taleplerin karşılanması, hak ihlallerinin azaltılması için verilen mücadeleleri elbette yadsımadan, hapishane ve kapatılma kavramının kendisini, hapishanesiz bir toplumu düşünmeye; sistemin medya ve teknoloji dahil bütün aygıtlarıyla “dışarıda” kapattığı insanı bir kez daha dört duvarın arkasına, görünmezliğe, hem insana hem de insansızlığa mahkûm etmenin insanlıkdışılığını sorgulamaya çağırıyor.

Hapishaneye giren insan tipolojisinin giderek daha geniş bir yelpazeye yayıldığı, neyle suçlandığını bile bilmeyen insanların yıllarca hapis yatabildiği, hukuk sisteminin yerini açıkça bir intikam ve rehine sistemine bıraktığı günümüzde hepimizin ihtiyacı olan bir sorgulama...

IŞIK ERGÜDEN, 1979 yılında Selimiye Askeri Tutukevi’nde başlayan hapishane serüvenini; Toptaşı, Sultanahmet, Metris, Sağmalcılar Özel Tip gibi çeşitli cezaevlerinin koğuş ve hücreleri arasında gidip geldikten sonra Bartın Cezaevi’nden şartlı tahliyeyle çıkarak 1991 yılında tamamladığında “müddetname”si 2015’i gösteriyordu. Yazıyı ve kitabı hep sevdi, hâlâ da seviyor. Kurşunkalemle, Sessizliğin Anarşisi, Sözler, Yazılar, Sorular ile Kurgusuz ve Yaşanmamış isimli kitapların yazarı, iki yüzden fazla kitabın çevirmenidir.
Red Kitaplığı / Deneme
184 Sayfa, 15 TL

Terörizm mi? Direniş mi? / Kitle Toplumları Çağında Bir Sözlük Karmaşasına Dair * Gérard Rabinovitch
“Terörizm paradoksu”nu yaşıyoruz. Hepimiz hem kurbanız hem de zanlı. Her an herhangi bir yerde patlayacak bir bombayla ölebilir, ağzımızdan çıkacak en ufak itirazdan dolayı terörist damgası yiyebiliriz. Bütün kavramları bulandırıp dejenere etmek, her türden iktidar ve tahakkümün temel marifeti, propagandif bir araçsallaştırma ve manipülasyon yöntemidir. Dolayısıyla tahakkümün öncelikle dilde kurulduğunu söyleyebiliriz.

Gérard Rabinovitch, bu özlü metninde, modern siyaset diline Fransız Devrimi sırasında giren “terörizm” ve “direniş”in karşıt temellere dayalı iki mücadele tarzı olduğunu; İkinci Dünya Savaşı’ndaki direnişlere, tarihsel, antropolojik ve sosyolojik kaynaklara başvurarak, Sokrates, Arendt, Adorno, Benjamin, Camus, Narodnikler, Fransız Direnişçileri gibi farklı düşünür ve eylemcilerden yola çıkarak irdeliyor.

Silahlı biçimlerinde dahi “yaşasın hayat!” diyen, egemen libido’ya engel oluşturan duygusal ve etik bir insanlık haline işaret eden Direniş’in, İnsan Hakları Bildirgesi’nden bu yana zorbalığa ve zorbaya karşı koymak anlamında mutlak bir değer kategorisine yerleştiğini, siyaset felsefesi ve etik açısından taşıdığı tüm anlamlarla birlikte ortaya koyuyor.

GÉRARD RABINOVITCH, 1948 Paris doğumlu Fransız filozof ve sosyolog. Toplama kamplarında da kalmış Fransız Direnişçisi bir ailede yetişmiştir. CNRS’te (Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi) araştırmacı, CERSES (Anlam, Etik, Toplum Araştırma Merkezi) üyesi, Paris VII Denis Diderot Üniversitesi’ndeki CRPMS’de (Psikanaliz, Tıp ve Toplum Araştırma Merkezi) araştırmacı, AIU’da (Avrupa Emmanuel Lévinas Enstitüsü) akademik araştırmalar yöneticisi ve profesördür. Siyaset felsefesi alanındaki çalışmalarını Weberci bir gelenek içinde Frankfurt Okulu’nun; özellikle Hannah Arendt, Walter Benjamin, Ernst Bloch, Siegfried Kracauer gibi Okul’un yakınları ve mirasçılarının çalışmalarından yola çıkarak, psikanaliz, antropoloji ve tarih üzerine düşüncelerden de beslenerek sürdürmektedir. Yayımlanmış çok sayıda eseri vardır.
Red Kitaplığı / Deneme
Özgün Adı: Terrorisme / Résistance, d’un confusion lexicale à l’époque des sociétés de masse
Türkçesi: Işık Ergüden
84 Sayfa, 12 TL


Zafer Algöz'den Bir İlk Kitap: Haşırt Dı Bilekbord

$
0
0
Bugüne dek pek çok tiyatro oyununda, dizide ve sinema filminde rol alan usta oyuncu Zafer Algöz’ün, sahnede ve setlerde yaşadığı trajikomik anıları, Haşırt Dı Bilekbord adıyla ve İnkılâp Kitabevi etiketiyle raflardaki yerini aldı. Haşırt Dı Bilekbord’un önsözünü ise Cem Yılmaz yazdı.

Kemal Sunal’la birlikte kamera karşısına geçtiği Saygılar Bizden dizisinde yaşadıkları, “vukuatlı” geçen Ağır Roman filminin çekimleri, A.R.O.G’un film ekibini gülme krizine sokan kamera arkası ve daha nicesi, Zafer Algöz’ün “muzip” üslubuyla aktarılıyor.

Öztürk Serengil, Kemal Sunal, Sadri Alışık, Cem Yılmaz gibi tüm Türkiye’yi güldüren isimlerle çalışan, dost sohbetlerinde bir araya gelen Algöz, onları hiç bilmediğimiz yönleri ile anlatıyor; Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Can Gürzap gibi usta tiyatrocularla yaşadıklarını okuyucu ile paylaşıyor.

Arka kapak yazısı:
“Zafer Abimin bu yazılarını okurken gerçekten çok güldüm. Mal güzel. Müthiş bir zamanlama ile yazılmış performanslar gibiler. Bazen bu performanslara canlı tanıklık da ettim, çok şanslıyım. (…) Hem esnek hem beton gibi sağlam öyküler. Peki, hiç düşündünüz mü nedir bunun sebebi? Ben düşündüm.
İyi şeyleri ancak iyi çocuklar yapar.
Zafer Abim de hiç yaşlanmayan o iyi çocuklardandır.”
Cem Yılmaz

Zafer Algöz; Kemal Sunal’dan Sadri Alışık’a, Öztürk Serengil’den Fatma Girik’e, Erkan Can’dan Cem Yılmaz’a pek çok sanatçıyla setlerde, sahnede ve dost meclislerinde yaşadıklarını anlatıyor. Haşırt Dı Bilekbord güldürüyor, hüzünlendiriyor ve sanat dünyasının önemli isimlerini daha yakından tanıma fırsatı sağlıyor…

Usta bir oyuncunun tanıklıklarıyla sese ve zamana soluk veren öyküler…

Zafer Algöz 1961’de Kars’ta doğdu. 1975’te Bursa Devlet Tiyatrosu’nda açılan “Gençlik Kursları” ile tiyatro eğitimi almaya başladı. 1980’de girdiği Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümünden 1985’te mezun oldu. Aynı yıl Bursa Devlet Tiyatrosu’nda göreve başladı. 1989’da West Side Story’de Tony rolünü oynamak üzere İstanbul Devlet Tiyatrolarına atandı. Amadeus, Çok Yaşa Komedi, Macbeth, Ay Işığında Şamata, Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi, Hamlet, Babaanem Yüz Yaşında, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz ve daha pek çok tiyatro oyununda sahneye çıktı. Saygılar Bizden dizisiyle televizyona adım attı. Aralarında Esir Şehrin İnsanları, Kurtlar Vadisi Pusu, Behzat Ç., Beni Böyle Sev, İntikam, Hayatımın Aşkı’nın da yer aldığı dizilerde oynadı. Ağır Roman, Duruşma, Salkım Hanım’ın Taneleri, O Şimdi Mahkum, A.R.O.G, Yahşi Batı, Dedemin İnsanları, Uzun Hikâye, Pek Yakında, Ali Baba ve Yedi Cüceler gibi filmlerde rol aldı.

Haşırt Dı Bilekbord / Zafer Algöz
İnkılâp Kitabevi
224 sayfa
20,00 TL


“Zülfü Livaneli Edebiyatı” Yitik Ülke’den Yayımlandı

$
0
0
Zülfü Livaneli ve eserleri üzerine benzersiz bir kaynak kitap çıktı. Emrah Seferoğlu’nun yayına hazırladığı ve Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlamam Zülfü Livaneli Edebiyatı adlı eser, Livaneli’nin tüm edebiyat eserlerine detaylı ve eleştirel yaklaşımla bakan özel bir inceleme-araştırma kitabı. 

Zülfü Livaneli; sadece müzik adamı, romancı, bilim adamı, siyasetçi olarak tanımlanamaz; yaşadığı devri, şimdisini yaratan geçmişiyle var eder, geleceği görmeye çalışır. Zülfü Livaneli; uzmanlaşma kıskacına girmeden yaratıcılığı yok eden rutin çalışma sisteminden uzak durarak kültürler arası ve disiplinler arası düşünce sistemini içselleştirir. Böylece kendisine özenilen, ancak bir o kadar da o yolda ilerleyemedikleri için yerilen, şaşırtıcı nitelikte yapıtlara imza atmış bir kültür elçisidir.

Elinizdeki kitap bir yapıt eleştirisi değildir, yaşadığınız coğrafyanın bütün yükünü sırtlayan bireyin kayıtsız kal(a)mamasının resmidir. Yazılan, söylenen, melodi ile anlatılan dertlerin, yaşanmışlıkların kurgu ve bilimle ortaya çıkarılmasıdır.

Zülfü Livaneli Edebiyatı; Zülfü Livaneli’yi anlamayı, dolayısıyla Türkiye’yi anlamayı ve insanı merkeze konumlandıran çağın edebiyat eserlerini incelemeyi içeriyor. 

Zülfü Livaneli Edebiyatı, Hazırlayan: Emrah Seferoğlu, Yitik Ülke Yayınları, 306 sf, 25 TL 


Sel’den yeni dizi: Red Kitaplığı Yolculuğuna Başladı!

$
0
0
İnsanlık tarihinin parıldadığı ve iz bıraktığı ender anların, kurumsal ve düşünsel statükoyu sarsarak kolektif deneyimi farklılaştıran fikirlerin peşine düşen; geçmişin ve günümüzün özlü metinlerini, manifestolarını, unutturulmuş kavramları ve fikirleri hatırlatmayı, tanıtıp tartıştırmayı dert edinen Red Kitaplığı dizisi yolculuğuna başladı.

Gérard Rabinovitch’ten toplumun hem kurbanı hem de zanlısı olduğu terörizm paradoksunda karşıt iki temele dayanan “terörizm” ve “direniş” kavramlarındaki anlam karmaşasını aydınlatmayı amaçlayan Terörizm mi? Direniş mi? ve Işık Ergüden’den toplumsal şiddetin hem bir parçası hem de üreticisi olan “hapishane” ve “kapatılma” kavramlarını sorgulamaya çağıran Hapishane Çağı’yla yayın dünyasına adım atıyor. Meşrulaştırılmış kavramları, bulanıklaştırılmış pratikleri tartışmaktan kaçınmayacak Red Kitaplığı, kuvveden fiile geçişe anahtar niteliğinde.

André Gorz, Claude-Lévi Strauss, Paul Ricoeur, Alain Badiou ve Pierre Bourdieu gibi düşünürlerin minimal metinleriyle devam edecek Red Kitaplığı zihnin ve zamanın sınırlarına bir reddiye...


Terörizm mi? Direniş mi? / Kitle Toplumları Çağında Bir Sözlük Karmaşasına Dair * Gérard Rabinovitch
“Terörizm paradoksu”nu yaşıyoruz. Hepimiz hem kurbanız hem de zanlı. Her an herhangi bir yerde patlayacak bir bombayla ölebilir, ağzımızdan çıkacak en ufak itirazdan dolayı terörist damgası yiyebiliriz. Bütün kavramları bulandırıp dejenere etmek, her türden iktidar ve tahakkümün temel marifeti, propagandif bir araçsallaştırma ve manipülasyon yöntemidir. Dolayısıyla tahakkümün öncelikle dilde kurulduğunu söyleyebiliriz.

Gérard Rabinovitch, bu özlü metninde, modern siyaset diline Fransız Devrimi sırasında giren “terörizm” ve “direniş”in karşıt temellere dayalı iki mücadele tarzı olduğunu; İkinci Dünya Savaşı’ndaki direnişlere, tarihsel, antropolojik ve sosyolojik kaynaklara başvurarak, Sokrates, Arendt, Adorno, Benjamin, Camus, Narodnikler, Fransız Direnişçileri gibi farklı düşünür ve eylemcilerden yola çıkarak irdeliyor.

Silahlı biçimlerinde dahi “yaşasın hayat!” diyen, egemen libido’ya engel oluşturan duygusal ve etik bir insanlık haline işaret eden Direniş’in, İnsan Hakları Bildirgesi’nden bu yana zorbalığa ve zorbaya karşı koymak anlamında mutlak bir değer kategorisine yerleştiğini, siyaset felsefesi ve etik açısından taşıdığı tüm anlamlarla birlikte ortaya koyuyor.

GÉRARD RABINOVITCH, 1948 Paris doğumlu Fransız filozof ve sosyolog. Toplama kamplarında da kalmış Fransız Direnişçisi bir ailede yetişmiştir. CNRS’te (Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi) araştırmacı, CERSES (Anlam, Etik, Toplum Araştırma Merkezi) üyesi, Paris VII Denis Diderot Üniversitesi’ndeki CRPMS’de (Psikanaliz, Tıp ve Toplum Araştırma Merkezi) araştırmacı, AIU’da (Avrupa Emmanuel Lévinas Enstitüsü) akademik araştırmalar yöneticisi ve profesördür. Siyaset felsefesi alanındaki çalışmalarını Weberci bir gelenek içinde Frankfurt Okulu’nun; özellikle Hannah Arendt, Walter Benjamin, Ernst Bloch, Siegfried Kracauer gibi Okul’un yakınları ve mirasçılarının çalışmalarından yola çıkarak, psikanaliz, antropoloji ve tarih üzerine düşüncelerden de beslenerek sürdürmektedir. Yayımlanmış çok sayıda eseri vardır.
Red Kitaplığı / Deneme
Özgün Adı: Terrorisme / Résistance, d’un confusion lexicale à l’époque des sociétés de masse
Türkçesi: Işık Ergüden
84 Sayfa, 12 TL


Hapishane Çağı / Kapatılan İnsan * Işık Ergüden
Tıpkı okul ve kışla gibi, muktedirin ideolojik yapısını bütün çıplaklığıyla yansıttığı hapishane, yukarıdan aşağı örgütlenen toplumsal şiddetin hem bir parçası hem de yeniden üreticisidir. Suç ve suçlu kavramı yüzyıllar içerisinde değişmişse de “içerdeki” her zaman siyasal iktidarın düşman bellediği kesim ve sınıflar olmuştur. “Suç”un kendisini oluşturan faktörleri sorgulamadan normalleştirilen “suçlu’yu ne yapacağız” sorusu ise iktidara, günü geldiğinde herhangi birimizi suçlu ilan edebilecek bir meşruiyet sağlar. Üstelik insanı, belirli bir mekâna kapatarak “tedavi” ya da “ıslah” edeceğini iddia edenlerin “suç”larını da ortadan kaldırır.

Cezaevlerinin tarihi şiddet ve baskı kadar direnişin de tarihidir. Işık Ergüden, koşulların iyileştirilmesi, somut taleplerin karşılanması, hak ihlallerinin azaltılması için verilen mücadeleleri elbette yadsımadan, hapishane ve kapatılma kavramının kendisini, hapishanesiz bir toplumu düşünmeye; sistemin medya ve teknoloji dahil bütün aygıtlarıyla “dışarıda” kapattığı insanı bir kez daha dört duvarın arkasına, görünmezliğe, hem insana hem de insansızlığa mahkûm etmenin insanlıkdışılığını sorgulamaya çağırıyor.

Hapishaneye giren insan tipolojisinin giderek daha geniş bir yelpazeye yayıldığı, neyle suçlandığını bile bilmeyen insanların yıllarca hapis yatabildiği, hukuk sisteminin yerini açıkça bir intikam ve rehine sistemine bıraktığı günümüzde hepimizin ihtiyacı olan bir sorgulama...

IŞIK ERGÜDEN, 1979 yılında Selimiye Askeri Tutukevi’nde başlayan hapishane serüvenini; Toptaşı, Sultanahmet, Metris, Sağmalcılar Özel Tip gibi çeşitli cezaevlerinin koğuş ve hücreleri arasında gidip geldikten sonra Bartın Cezaevi’nden şartlı tahliyeyle çıkarak 1991 yılında tamamladığında “müddetname”si 2015’i gösteriyordu. Yazıyı ve kitabı hep sevdi, hâlâ da seviyor. Kurşunkalemle, Sessizliğin Anarşisi, Sözler, Yazılar, Sorular ile Kurgusuz ve Yaşanmamış isimli kitapların yazarı, iki yüzden fazla kitabın çevirmenidir.
Red Kitaplığı / Deneme
184 Sayfa, 15 TL


Jackie: Bir Fotoğrafa Dahil Olmak, İçeriden Bakmak

$
0
0
Sinema sanatı muhakkak bir açıdan eğlenme, vakit geçirme aracıdır, bir başka açıdan propaganda, başka bir açıda zihni sarsma, geliştirme aracıdır. Sinema sanatı birçok açıdan birçok amaç taşır. Bazen filmi tasarlayan, yöneten kişinin sadece hayal dünyasının perdeye yansıması, bazen görsel şölen olabilir. Kişisel olarak yazarınız sinema sanatından her açısıyla keyif alıyor, bu bir yana ancak bir film yazarınızın bilmediği ya da yüzeysel bilgi sahibi olduğu bir konuda yeni pencereler açıyorsa ve/veya o filmle ilişki kurulabilecek başka alanlardan keşiflere sürüklüyorsa değeri büyüyor.

Pablo Larrain’in Jackie’si bu bağlamda da fazlasıyla değerli. Söze, Natalie Portman’ın muhteşem performansını test etme niyetiyle Jacqueline Kennedy’nin Beyaz Saray turunun orijinalini izleme deneyimim ile başlamak istiyorum. Natalie Portman’ın başarılı oyunculuğundan şüphe duymuyoruz elbette ancak tarihi bir kişiliği tüm gerçekliği ile seyirciye sunmak başarıdan fazlasını gerektiriyor. Şunu vurgulamak isterim ki; Portman’ın performansı, dikkatli gözlemi, Larrain’in yönetmenlik başarısı ile birleşince ortaya çıkan kusursuz yeniden canlandırma, ekibin muhteşem uyumu filmin de aynı zamanda izleyiciyi kendine hapsettiği anlarını oluşturuyor. Yanı sıra Jackie, John F. Kennedy’siz bir JFK suikasti filmi olması ile de fazlasıyla ilgi çekici bir çalışma. Bayan Kennedy’nin, eşinin ölümü sonrası içine düştüğü ekonomik ve sosyal mağduriyet pek alışık olduğumuz gibi değil, oysa beklerdik ki First Lady’lik nimetlerinden sonsuza dek faydalansın ancak gerek sinemasıyla gerek politikalarıyla eleştirmeye fırsat aradığımız Amerikan hukuku kendi içinde farklı bir adaletle hareket ediyor. Bunu takdir mi etmeliyiz eleştirmeli miyiz karar vermesi güç ancak Larrain’in filmini izlerken Bayan Kennedy’ye, sanırım zarafetinin de etkisiyle olsa gerek büyük bir haksızlık yapıldığı  hissine kapılmamız kaçınılmaz olmaya başlıyor. 

Filmin kendi içindeki muhteşem oyunculuk ve görüntü yönetmenliği başarısı, muhteşem sinematografisi bir yana izlediğim salondaki izleyici profilinden de bahsetmek istiyorum. Bayan Kennedy’nin röportaj verdiği gazetecinin söylediği bir söz nazarımda önemli ve değerliydi; “İnsanlar sizi yıllar sonra zarafetinizle hatırlayacaklar.” Sanırım bulunduğum salonun en genç izleyicisi bendim, bu pek rastladığım bir durum değil. 60 yaş üzeri kadın izleyicinin neredeyse bütün salonu doldurduğu seyirlere denk gelmek her zaman rastlanılan bir şey değil. Gazetecinin kehanetinin kanıtı gibi bir haldi, filmi izlerken aynı zamanda  izleyiciyi gözlemlemek de keyifli idi, yıllar sonra bayan Kennedy’yi zarafetiyle hatırlayan, zamanında duruşunu, modasını ilgiyle takip eden, belki özenen, imrenen, takdir eden hanımlar, zarif Jacqueline’i bir de perdede görmek istemiş olmalı, belki zamanında Beyaz Saray turunu da siyah beyaz televizyonlarından izlemişlerdi, kim bilir! Şayet Bayan Kennediy’yi dikkatle izlemişler ise N. Portman’ın performansına da hayran kaldıklarından eminim. 

Filmin beni sarsan ve derinden etkileyen sahnesi suikast anı oldu. Uzaktan çekilmiş bir fotoğraf olarak bildiğim hatta bundan fazlasını bilemediğim o ana içerden bakmak derin bir etki yarattı. Larrain’in yönetmenlik başarısı yanı sıra izleyiciye sunduğu yorum da takdiri hakkediyordu. Zihinlerimize kazınmış fotoğrafta (ya da kendi adıma diyeyim)  eşi vurulduğu anda panikle/korkuyla/şaşkınlıkla aracın arkasına kaçmaya çalışan figür vardı. Bu tarihi fotoğrafa karşı bilinç altımda bir yargı oluşturduğumu o anı içeriden bir gözle  izlediğimde fark ettim. İstem dışı, eşinin etrafa sıçrayan parçalarına hamle yapan,  kafatasının bütünlüğünü elleri ile korumaya çalışan, şok içinde haykıran kadınmış oysa göremediğim… 

Son tahlilde Jackie, Paplo Larrain’in Kennedy suikastine Kennedy’nin kendisini dâhil etmeden baktığı ve daha önce hiç birimizin bakmayı düşünmediği bir pencere. Bir Firts Lady’nin hayatının beklenmedik şekilde alt üst oluşu, bir rüyanın sonu, gerek Kennedy ailesi için gerekse Amerikan halkı için… Sonrasında hiçbir şey ne Bayan Kennedy için ne de Amerikan halkı için hatta belki tüm dünya için bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Suikast gerçekleşmeseydi, o gün o kâbus yaşanmasaydı ne olurdu bilemeyiz, ancak bu olasılığa da Stephan King, 22/11/63 romanıyla bir bakış açısı ortaya koymuş, bir açıdan Lee Harvey Oswald’ı da biraz daha yakından tanımamıza vesile olmuştu.

Kennedy suikastı dünya tarihinin birçok farklı pencereden bakabileceğimiz, değerlendirebileceğimiz, sebep ve sonuçları üzerine ihtimaller sıralayabileceğimiz, sinema sanatına da çok defa konu olmuş unutulmaz olaylarındandı ve Bayan Kennedy zarif duruşu ve şık pembe takımı ile hafızalarımızdan hiç çıkmadı. Pablo Larrain’in aracılığı ile de kendisiyle yeniden tanışmış olduk… 



Viewing all 3916 articles
Browse latest View live