Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3898 articles
Browse latest View live

Cenk Çalışır'dan Polisiye Öyküler : Her Temas Bir Öykü Bırakır

$
0
0
Yerli polisiye yazarları arasında son yılların dikkat çeken isimlerinden Cenk Çalışır, öykü kitabı "Her Temas Bir Öykü Bırakır" ile karşımızda.

“Her Temas Bir Öykü Bırakır” 15 öyküden oluşan bir toplama. 221B Dergi başımızın tacı olduğu için orada yayımlanan öyküleri okumuştuk ama benim gibi Kafkaokur’da yayımlanan öykülerden bihaber olan için harika bir fırsat. Salt polisiye olmanın ötesine geçen iyi kurgulanmış, sürükleyici öyküler bunlar. Başlayınca elden bırakmak zor… Şöyle bir göz atayım derken yarıladım da ordan biliyorum diyerek önereyim de pası bültene atayım…

Son yılların dikkat çeken polisiye yazarlarından Cenk Çalışır, geçen yıl yayımlanan 'Kilit Operasyonu' romanının ardından bu kez öyküleriyle Mylos Kitap çatısı altında okurlarıyla buluşuyor. 'Oyun İçinde Oyun', 'Kan Yağmuru', 'Satranç Cinayetleri', 'Kilit Operasyonu' gibi polisiyelerin yazarı Cenk Çalışır’ın öykülerinin derlendiği 'Her Temas Bir Öykü Bırakır- 1' kitabı 15 polisiye öyküden oluşuyor.

İlk polis laboratuvarının kurucusu, 'adli tıbbın babası' veya 'Fransız Sherlock Holmes' olarak bilinen Edmond Locard’ın “Her temas bir iz bırakır” prensibine referansla adını alan kitap, Cenk Çalışır’ın daha önce 221B Dergi, Kafkaokur gibi dergilerde yayımlanan öykülerinin yanı sıra ilk kez yayımlanan öykülerini de içeriyor.

Her Temas Bir Öykü Bırakır – 1 / Cenk Çalışır
Mylos Kitap
Sayfa Sayısı: 112
Etiket Fiyatı: 14 TL



Sel Yayıncılık'tan Ekim Yenileri

$
0
0
Sel Yayıncılık Ekim ayını altı kitapla karşılıyor. Jeanette Winterson’un keskin anlatısı “Tutku”, Truman Capote’nin, kariyerinin başında kaleme aldığı öykülerden oluşan “Ateşteki Güve” ve David Le Breton’un mevcut realitenin karşısına, bedensiz yaşama özlem fenomenini koyduğu “Bedene Veda” ayın ıskalanmaması gereken kitapları… Tzvetan Todorov’un okurlarda hayata ve sanata yeniden inanç yaratacağı “Ya Sanat Ya Hayat”, Kâmil Erdem’in öykü toplamı “Şu Yağmur Bir Yağsa” ve Türker Ayyıldız’ın uzun zamandır baskısı bulunmayan şahane kitabı “Şikeste” de Sel Yayınları’ndan raflarda yerini alıyor.


Tutku * Jeanette Winterson
Jeanette Winterson deniz kıyılarından kanal kentlerine, karla kaplı dağlardan sıcak meydanlara uzanan bir masal anlatıyor: Sadakatin, aidiyetin, arayışın ve bulamayışın zorlu yollarından geçerek tutkuya dönüşen bir masal. Tutkunun yalnızca aşkta, aşkın ise yalnızca karşı cinste arandığı bir hikâyeyi reddederek çıplak gerçeği hayallerin büyülü dünyası üzerine kuruyor.

Savaşın yıkıcılığı, düş kırıklığının sarsıcılığı, kavuşamamanın burukluğu farklı coğrafyalardan gelerek yolları kesişen ve hangi yöne giderse gitsinler daima kendilerine çıkanların keskin anlatısında hayat buluyor.

Hayata karşı oynanan kumarda aldığımız riskleri incelikle süzüyor Winterson. Sonuçta “Neyi tehlikeye attığın neye değer verdiğini gösterir.”

JEANETTE WINTERSON, 1959’da Manchester, İngiltere’de doğdu. Pentekostal Kilise’ye mensup ebeveynler tarafından 1960’ta evlat edinilip misyoner olmak üzere yetiştirildi. Kitapların gücünü erken keşfeden ve kendini bir lezbiyen olarak tanımlayan Winterson 16 yaşında evden ayrılıp küçük bir arabada yaşamaya başladı. Bu süre içinde eğitimini devam ettirdi ve Oxford Üniversitesi İngilizce bölümünde okurken ek işler yaparak geçimini sağladı. Mezun olduktan sonra bir süre tiyatro alanında çalıştı. 25 yaşındayken yayımlanan ilk romanı Tek Meyve Portakal Değildir, 1985’te En İyi İlk Roman dalında Whitbread Ödülü’ne layık görüldü. Yetişkinler için on romanın yanı sıra çocuk kitapları, öyküler, denemeler, senaryolar ve bir anı kitabı yazdı. Ağırlıklı olarak fizikselliğin ve hayal gücünün sınırlarını, cinsiyet kutuplaşmalarını ve cinsel kimlikleri işleyen eserleriyle, John Llewellyn Rhys Ödülü’ne, E.M. Forster Ödülü’ne ve Cannes Film Festivali’nde Gümüş Ödül’e layık görüldü. 2006 yılında ise edebiyata hizmetleri için kendisine Britanya Kraliyet Onur Nişanı verildi. Düzenli olarak The Guardian gazetesine yazan Winterson, Manchester Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazarlık profesörü olarak görev yapmaktadır. Yazarın Bedende Yazılı (çev. Süheyla Ç. Matthews, 2013), Vişnenin Cinsiyeti (çev. Pınar Kür, 2015), Tek Meyve Portakal Değildir (çev. Sevin Okyay, 2015) ve Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın (çev. Püren Özgören, 2015) isimli kitapları yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır. Art Objects ve Lighthousekeeping de yayın programımızdadır.
Özgün Adı: The Passion
Türkçesi: Pınar Kür
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Roman
182 sayfa, 15 TL


Ya Sanat Ya Hayat * Tzvetan Todorov
Sanatçı, ister bir dahi olsun ister bütün zamanların en büyük yaratıcısı, sonuçta aynı havayı soluduğumuz, benzer çelişkilerle boğuştuğumuz bir insandır. Sanat ve edebiyat filozofu Tzvetan Todorov, bir sanat eserinin ilettiği mesaj ile yaratıcısının hayat tarzı ve gündelik yaşamı arasındaki ilişkiyi irdeleyerek çoğu zaman unutulan bu basit ve temel gerçeği son derece yalın ve berrak bir dille hatırlatıyor.

Genelde hepimiz gibi “geçinmek için” eser üretmek zorunda olan sanatçının gündelik yaşamla ilişkisini büyük ressam Rembrandt örneğini ele alarak aktaran Todorov, gerek ressamın tablo ve gravürlerinden bize uzanan insani değerleri gerekse sıradan bir hayat süren bu aynı kişinin eşleri, çocukları, yakınları ve komşularıyla arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor. Ya Sanat Ya Hayat, aslında eserin de sanatçının da aynı hayatın içinden beslenerek karşımıza çıktığını gösterirken ikilemi tersine çeviriyor: Hem sanat hem hayat!

Kitabın ikinci bölümünde ise, bu kez bambaşka bir noktadan, sanat ile ahlak arasındaki yüzlerce yıllık çatışmadan yola çıkan Todorov, Iris Murdoch üzerinden dünyaya, hayata duyulan sevginin hem sanatın hem de ahlakın temelinde yattığını gösterirken, yine hem sanat hem hayat demektedir.

Bunca karmaşa ve kafa karışıklığı içinde yaşadığımız, sanatla hayatın bağını çoğu zaman kaçırdığımız günümüzde, ayakları sağlam bir zemine basan açık ve net çözümlemeler, yorumlar okumak, hayata ve sanata yeniden inanç duymak isteyen herkese...

TZVETAN TODOROV, (1939) Bulgar asıllı Fransız yazınbilimci, denemeci ve eleştirmen. İlk olarak Rus Biçimcileri’nin metinlerini Fransızcaya çevirmesiyle tanınan Todorov, özellikle yapısal anlatı çözümlemeleri ve metin türleri incelemeleri ile 20. yüzyıl yazınbiliminin gelişmesine katkıda bulundu. Fransa ve Amerika’daki çeşitli üniversitelerde edebiyat kuramları dersleri verdi. Günümüzde çalışmaları daha çok kültür antropolojisi üzerine yoğunlaşmaktadır. Sömürgecilik döneminde yaşanan ötekileştirme sürecinin Avrupa ve Amerika’daki halklar üzerindeki etkilerini araştıran Todorov, bireysel ve toplumsal bellek sorunlarını da incelemektedir.
Özgün Adı: L’art Ou La Vie
Türkçesi: Aziz Ufuk Kılıç
Araştırma – İnceleme / Kuram
112 sayfa, 12 TL


Şu Yağmur Bir Yağsa * Kâmil Erdem
Kâmil Erdem zamansız öyküler anlatıyor. Dün yaşanmış, bugünü anlatan, yarına dair olan, uzak bir kasabadan ya da şehrin göbeğinden, bütün bir ömürden birikerek süzülenleri... Fark edilmezliği, önemsiz görünen hayati meseleleri, iki kelime arasındaki boşluktan türeyen tarifsiz oluş hallerini fısıldıyor. Kulak kabartmak gerekiyor duymak için.

Şu Yağmur Bir Yağsa tam da umutsuzluğun, iç hesaplaşmanın, bocalamanın ya da tökezlemenin içinde yeşeren umudu resmediyor. Eksiğini, olumsuzunu, kötüsünü görmeye aşina gözlerin tam zıddıyla karşılaşma ihtimallerini nüktedanlıkla sezdiriyor. Gözümüze sokmadan, bağırmadan yapıyor her şeyi. Tıpkı kendiliğinden yağan yağmur gibi. Öylesine, aniden. Bereketli, ferah.

KAMİL ERDEM, 1945’te Erzurum’da doğdu, Erzurum Lisesi’ni bitirdi. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Edebiyat ve Rus Dili ve Edebiyatı bölümlerinde okudu. 80’ sonrasında Tan Seçki’sinde ve Morköpük’te öyküleri yayınlandı. Datça’nın bir köyünde yaşamaktadır.
Çağdaş Türk Edebiyatı / Öykü
144 sayfa, 12 TL


Ateşteki Güve * Truman Capote
Yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından Truman Capote’nin, kariyerinin başında kaleme aldığı ve eşsiz edebi dehasını daha o günlerden ortaya koyan on dört öyküsünden oluşuyor Ateşteki Güve.
New York Halk Kütüphanesi arşivinde kısa bir süre önce keşfedilen bu öyküler, Capote’nin ilk kurmaca eserlerine örnek gösterilse de, her açıdan erken olgunlaşmış genç bir yazara işaret ediyor ve onun her eserine nüfuz eden özgün bakış açısının derin izlerini taşıyor.

Ateşteki Güve, Capote’nin bir yazar olarak kendi sesini çok genç yaşta bulduğunun, özellikle derin empati becerisinin yanı sıra hayatın kıyılarında yaşayan insanlara olan ilgisinin köklerinin de gençlik yıllarına uzandığını kanıtlayan keyifli bir okuma vaat ediyor.

TRUMAN CAPOTE, (1924-1984), küçük kasabalarda yaşlı akrabalarının yanında geçirdiği çocukluğunu anlattığı Başka Sesler Başka Odalar adlı romanıyla umut vadeden genç bir yazar olarak büyük ilgi gördü. Hayalin ve gerçeğin şiirsel bir anlatımda buluştuğu Çimen Türküsü adlı kısa romanıyla kendine özgü biçemini sağlamlaştırdı. Yalnız insanların hüzünlü öykülerini Gümüş Damacana’da bir araya getirdi. Kurmacadan çok gerçeğe dayandığı bilinen Soğukkanlılıkla yazarın tüm yapıtları içinde kült bir roman olma özelliğiyle ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bukalemunlar İçin Müzik ve Yerel Renkler adlı kitaplarında gazeteciliğe ve gezi yazarlığına karşı gittikçe artan ilgisinin izleri görülür. Yüksek sosyeteden varlıklı kişilerin portrelerini çizdiği Kabul Edilmiş Dualar büyük fırtına kopardı. Capote’nin arkadaşı olan ünlüler sırlarını açıkladığı için yazarı hiç affetmediler. Yazarın gençlik yıllarında yazdığı, ancak yayımlamadığı ilk romanı Yaz Çılgınlığı ölümünden yirmi yıl sonra okurlarla buluştu. New York’ta yaşayan genç bir kadının gizemli öyküsünü anlatan Tiffany’de Kahvaltı edebiyat ve sinema dünyasında kült bir yapıt olarak etkisini günümüzde de korumaktadır. Yazarın tüm kitapları yayınevimiz tarafından yayımlanmaktadır.
Özgün Adı: The Early Stories of Truman Capote
Türkçesi: Melisa Kesmez
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Öykü
140 sayfa, 14 TL


Bedene Veda * David Le Breton
Dinlerin ve ideolojilerin aşağıladığı, “kirli”, “ahlaksız” gördüğü yıpranabilir, sakatlanabilir, yaralanabilir ve ölebilir “beden”den kurtulma düşüncesi, yalnızca bedenle ruhu birbirinden ayıran felsefenin ve teolojinin değil, bütün insanlığın kafasını kurcalayan bir ütopya ve hayal konusu olmuştur. Günümüzde ise bilimin ve teknolojinin eriştiği düzey, hem protezler ve simülasyonlar hem de her türden sanatsal performans yoluyla bedeni deforme etmeyi, kullanım dışı bırakmayı, hatta bedenden tümüyle kurtulmayı mümkün kılıyor.

Peki, gelinen bu nokta insanlığımız açısından olumlu, sevindirici bir gelişme midir, yoksa aslında bir bütün olan bedensel-ruhsal yapımızı sakatlayan, bizi insanlıktan çıkartan bir süreç midir?

İşte bu temel sorunun peşinden giden David Le Breton Bedene Veda’da, dövme, piercing, estetik cerrahi gibi en sıradan deformasyonlardan body-art ve beden performanslarına, bilişim teknolojilerinin sunduğu imkânlardan siber-cinsellik, “tüp bebek” yöntemleri ve protezlere dek çeşitli örnekleri sürükleyici bir dille ve kısmen distopik bir bakış açısıyla ele alarak bizi insanlığımıza yeniden sahip çıkmaya davet ediyor.

Yürümeye Övgü, Acının Antropolojisi, Ten ve İz gibi önemli çalışmalarının ardından David Le Breton, bireyin sahip olduğu beden coğrafyasında kendi duygu ve düşünceleriyle gezindiği, kusurlu veyahut eksik de olsa onun imkânlarını kullandığı mevcut realitenin karşısına, bedensiz yaşama özlem fenomenini koyuyor.

DAVID LE BRETON, 26 Ekim 1953’te doğdu. Strasbourg II İnsan Bilimleri Üniversitesi’nde profesördür. Araştırmalarını beden antropolojisi ve riskli tavırlar antropolojisi üstünde yoğunlaştırmış, sessizlik ya da yürüyüş gibi daha kişisel temalar üzerine de çalışmıştır. Breton’un önemli yapıtları arasında Acının Antropolojisi (2003), Yürümeye Övgü (2003), Ten ve İz (2011), Anthropologie du corps et modernité (Bedenin Antropolojisi ve Modernite, 1990), La Sociologie du corps (Bedenin Sosyolojisi, 2002), Le Saveur du Monde (Dünyanın Tadı, 2006) sayılabilir. Yazarın Du Silence (Sessizlik Üzerine, 1997) adlı eseri yayın programımızdadır.
Özgün Adı: L’Adieu au corps
Türkçesi: Aziz Ufuk Kılıç
Yaşam Kitapları / İnceleme
244 sayfa, 16 TL


Şikeste * Türker Ayyıldız
Türker Ayyıldız’ın kaleminden, farklı yerlerinden kırılmış hayatların hikâyesi dökülüyor. Ömürlük yaraları hiçbir zaman kabuk bağlamamış insanların çabalarının, çarpışmalarının, kırılmalarının, kırıklarla yola koyulmalarının, hep yeniden yeniden başlamalarının hikâyeleri. “Kırılmışlık insanın mirası olur mu?” sorusunu akla düşürüyor Şikeste. Bir köşede miras kalan kırılmışlıklarla evler, şehirler, ülkeler, insanlar aşılıyor; yine de insan kendi mirasını derisinde taşıyor.

Türker Ayyıldız 2011’de Orhan Kemal Öykü Ödülü’’ne layık görülen Vapurlara Küsmek kitabında kurduğu üslubunu Şikeste’de zenginleştirerek bize sadelikteki zarafeti gösteriyor.

TÜRKER AYYILDIZ, 1972’de Yozgat’ta doğdu. Marmara Üniversitesi’nde İktisat okudu. Öyküleri çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlandı. Vapurlara Küsmek ile 2011 Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü aldı. İstanbul’da yaşıyor. Kese Kâğıdına Sarılı Şeyler (İskenderiye Yayınları, 2009) isimli bir de şiir kitabı vardır
Çağdaş Türk Edebiyatı / Öykü
118 sayfa, 12 TL


Cem Akaş’tan Boyutlararası Eksiltmeli Bir Roman : Sincaplı Gece

$
0
0
Doksanlı yılların kült romanı “7” ile tanıyıp sevdiğimiz Cem Akaş’ın yeni romanı “Sincaplı Gece” Can Yayınları etiketiyle raflarda. Akaş, okurlarını yine farklı bir metin bekliyor.

“Başka dünya yok; gideceksek, başka bir boyuta gideceğiz!”

“Seni geberteceğim, biliyorsun değil mi?”
diye soruyorum parmağımla omzunu ittirerek.
“Ha? Biliyorsun değil mi?”
Ses çıkarmıyor.
Kafasına kalan bütün kuvvetimle bir tokat yapıştırıyorum.
Ses çıkarmıyor.
“Bittin oğlum sen,” diyorum.
Öylece oturuyoruz.

KAPALI KADIN. MUCİT ZEKA.
ZOR AŞK. BİLİNMEYEN AŞK. TAAMMÜDEN İHANET.
NE BİÇİM TÜRKİYE. RUHU OLANLAR OLMAYANLAR.
OLAYLAR OLAYLAR.

DİKKAT, ÇARPAR.

Sincaplı Gece, Türkiye’nin yakın geleceğinde, belirsiz bir zamanda geçen, bilimkurgusal bir roman. Yazar Cem Akaş bir kez daha farklı, özgün ve zihinlerde yeni kapılar açmaya yeltenen bir metinle çıkıyor okurların karşısına. 3 perde, 128 bölümden oluşan Sincaplı Gece edebiyatımızda benzerine ender rastlanan, türler arası bir yazınsal deneyimin ürünü olan güçlü bir roman. 

CEM AKAŞ, 1968’de Mannheim, Almanya’da doğdu. İstanbul’da yaşıyor. Başlıca yapıtları: Noktanın Kesişimleri Antolojisi (1990), 7 (1992), Suç ve Ceza (1992), Gizli Hava Müzesi (1995), Olgunluk Çağı Üçlemesi (2001), Gitmeyecekler İçin Urbino (2007), 19 (2009), Tekerleksiz Bisikletler (2012).
www.cemakas.com

SİNCAPLI GECE
Yazar: Cem Akaş
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 202 Sayfa
Fiyatı: 17 TL
Yayın tarihi: 11 Ekim 2016


Ve Yayınevi’nden Ekim Yenileri

$
0
0
Nitelikli içerikleri estetik tasarımlarla okura sunan butik bir yayınevi olarak gönüllerde yer eden Ve Yayınevi Ekim’de raflarda yerini alacak olan kitaplarını duyurdu. Turgut Çeviker’in yayına hazırladığı ve Özdemir İnce’nin önsözünü yazdığı “Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları”, ilk kez dilimize çevrilen modern İran şiirinin kurucusu Nima Yuşic’in seçilmiş şiirlerinden oluşan “Ey İnsanlar”, Barış Acar’ın haikularından oluşan “Toz / Dust” ve M. Bülent Kılıç’ın uzun, çarpıcı, soluk soluğa okunan okunan tek bir şiirden oluşan “Sımoğlu Süleyman Kıssası” ayın yeni kitapları… Süreyya Aylin Antmen’in ilk şiir kitabı “Sonsuzluğa Kiracı” da 2. basımıyla yeniden okurla buluşuyor…

Her zamanki gibi tüm nüshaları numaralandırılmış olan kitapları Ve Dükkan’dan % 40 indirimli ön siparişle almak mümkün. Gönderimlerin 20 Ekim’den itibaren başlayacağını da hatırlatalım…


Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları
1950’lerde Dinar’da şair Nedret Gürcan’ın yayımladığı edebi, siyasi dergi ve gazeteler ile diğer etkinlikler, bu taşra kentini kültürel bir odak haline getirmişti. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kültür merkezleriyle sıkı bir ilişki içinde kurduğu düzeni etkin bir biçimde yaşama geçirmişti. Aynı zamanda Dinar’ın ve bölgenin tanınmış bir işadamı olan Nedret Gürcan, söz konusu kültürel hareketlerle kentin yazgısını büyük ölçüde etkilemiş ve kalıcı izler bırakmıştır.

Bu kitapta yer alan mektupların büyük bölümü 1950-1960 yılları arasından geliyor –etkinliklerin en yoğun olduğu o yıllardan. 1960 sonrası mektuplar ise kurulmuş dostlukların hayata yayılmasını temsil ediyor bir bakıma. Bu dostlukların kalem sahipleri arasında şu isimler de yer alıyor: Ahmed Arif, Cemal Süreya, Fakir Baykurt, Cengiz Tuncer, Tarık Dursun K., Âşık Veysel, Metin Erksan, Özdemir İnce, İlhan Berk, Adalet Cimcoz, Nihat Ziyalan, Türkân İldeniz, Ülkü Tamer, A. Kadir, Ergin Günçe.

Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları, –edebiyat dünyamızda– 1950’lerdeki merkez-taşra ilişkilerine bakmamızı sağlıyor; bu bağlamda, birçok bakımdan önem içeriyor ve kendi dönemlerini belgeliyor.

Turgut Çeviker’in özenle derleyip yayına hazırladığı kitabın önsözünü Özdemir İnce yazdı.
Derleyen ve Yayına Hazırlayan: Turgut Çeviker
Mektup, 384 sayfa, Ekim 2016, 1. basım, 35 TL


Ey İnsanlar - Nima Yuşic
Modern İran şiirinin kurucusu Nima, seçilmiş şiirlerinden oluşan “Ey İnsanlar” ile ilk kez Türkçede… Şiirleri Farsçadan M. Bülent Kılıç çevirdi ve kitabı yayına hazırladı.

İran şiirinin biçimsel özelliklerinde devrim yapan, şairin toplumsal görevi olduğunu savunan Nima, geleneksel şiirin dönüşümünde önemli rol oynadı, kendisinden sonra gelen şairleri derinden etkiledi.

Kitapta Nima hakkındaki yazıların yanı sıra Nima’nın bazı mektupları ile fotoğraf albümü de yer alıyor.

“Nima benim şiir yaşamımda ayrı bir aşamaydı. Eğer şiirimi değiştirdiyse, yani yeni bir çıkış olanağı sağladıysa, kuşkusuz ki, bu, bu aşamadan geçmiş olmam ve onu tanımış olmamla ilgilidir. Nima gözümü açtı ve ‘bak’ dedi.”  Furug Ferruhzad
Çeviren ve Yayına Hazırlayan: M. Bülent Kılıç
Şiir, 96 sayfa, Ekim 2016, 1. basım, 16 TL


Toz / Dust - Barış Acar
“bilse, toz bilir
kör noktaları evde
birikmek için”
*
“dust is the guide
into the whereabouts
of blind spots in a house”

Sanat kuramı üzerine çalışmalarıyla tanınan Barış Acar’ın haikularından oluşan “Toz / Dust”, haiku dizimizin de ilk kitabı. Haikular Çağdaş Acar tarafından İngilizceye çevrildi, Sevinç Altan tarafından resimlendi. 11 x 16 cm boyutundaki kitap 500 adet basıldı, tüm nüshaları numaralandı.
Haiku, 64 sayfa, Ekim 2016, 1. basım, 12 TL


Sımoğlu Süleyman Kıssası - M. Bülent Kılıç
“ama madem ki vurdum onları
madem ki usulca öldün sen
oturup ağlayabilirim artık, hatırlayarak eski zamanları
dipçiğimle eşeleyerek külleri
sıyırarak uykunun çiğ etini gecenin kemiğinden
(buz tutmuş gölde yalnız bir balık
nasıl duyarsa çarptığı yüzeyin sağır yangısını avurtlarında
ve yaşarsa belli etmeden kimselere bunu)”

Poetikasını “Benim için şiir büyük harfle yazılan Tarih’e mütevazı bir isyan, bir meydan okumadır. Şairin ödevi tarih kitaplarının hiçbir zaman yazmadığı, yazmayacağı şeyleri yazmaktır. Sarı iskarpinleri olsun isteyen delikanlıyı, Sivaslı karıncayı, Fahriye ablayı…” sözleriyle özetleyen M. Bülent Kılıç, uzun, çarpıcı, soluk soluğa okunan tek bir şiirden oluşan Sımoğlu Süleyman Kıssası ile poetikasıyla bütünüyle örtüşüyor.

Şiire İranlı ressam Nazar Mousavinia’nın resimleri eşlik ediyor.
Şiir, 40 sayfa, Ekim 2016, 1. Basım, 12 TL


Sonsuzluğa Kiracı - Süreyya Aylin Antmen
“Süreyya Aylin Antmen’in ‘Sonsuzluğa Kiracı’sı bir ilk kitap. Yeryüzüne bakmaktan gelen bir gizil gücü var bu şiirlerin. Çatallanan. Başka yollara karışmayı seven. Kendi içine doğru genişleyen. Kiracı olduğu dünyaya hareket halinde bir devamlı yolculuk. Sonsuza eğilen bir mülksüzlük hali… Kendi ağrısını iki sözcükle temellendirir şiirlerinde Antmen: ‘Sonsuz’ ve ‘kiracı’. Hatta bu iki sözcüğü büyük bir endişeye dönüştürür. Buradan hareketle bir yeryüzü okuması çıkarır. Şiirine yeni algı kanalları açar: Çıkmaz, sınır, hiçlik, tapusuzluk, yokluk, yara…”  Veysi Erdoğan

Süreyya Aylin Antmen’in ilk şiir kitabı Sonsuzluğa Kiracı 2. basımıyla yeniden okurla buluşuyor.

“kendimdeyim
o unutulmuş yabancıda
işte burada parlıyor Brecht’in ayı
dünyanın sesini giderek kıstıgı bu yerde
sonsuzluğa kiracı kalayım ve usulca
uzanayım ölümsüzlükle burulan denize”
Şiir, 64 sayfa, Ekim 2016, 2. Basım, 15 TL


Cüneyt Ülsever'den Yeni Roman : Gerçek Ama Hangi Gerçek

$
0
0
Türkiye'nin “tek” polisiye yayınevi Labirent, yeni sezona iddialı bir roman ve usta bir yazarla “merhaba” demenin heyecanını yaşıyor... Usta kalem Cüneyt Ülsever, son romanı ve baskısı biten diğer kitaplarıyla artık Labirent Yayınları’nda!

"Yeryüzünde, insanların sayısı kadar gerçek vardır."
(Guy de Maupassant)

Paranoid şizofren, emekli matematik profesörü Levent Drama, hastalığının etkisiyle işlediğini düşündüğü bir cinayetin vicdani muhakemesini yaparken, öldürdüğünü düşündüğü Hande Bitez, birkaç gün sonra profesörün itiraf ettiği şekilde öldürülür. Ortada "unutmak" ya da "hatırlamamak" üzerine bilimsel bir muamma varken, "Gerçek ama hangi gerçek?" sorusunun cevabı her şeyden önemli bir sorun haline gelecektir.

“O ilaçların bana bir faydası yok ki! Hem içine ne koyuyorlar bilmiyoruz. Bak, sapasağlam kadını öldürdüler, biz aval aval seyrettik.”

Babasının konuşurken birdenbire değiştiğini, adeta başka bir âleme geçtiğini Emre yıllardır biliyordu.

“Baba bak yine sanrılar geldi. Hayal görmeye başladın. İlaçlar...”

“İlaçlar sadece beni yavaş yavaş öldürüyor. Hoş, anneni ilaç vermeden öldürdüler. Sırf ben ellerine kalayım diye!”

Cüneyt Ülsever'den, geçmişle günümüz arasındaki gerilim ve geçişlerle kurgulanmış, usta işi bir roman!

Gerçek Ama Hangi Gerçek? / Cüneyt Ülsever
Labirent Yayınları
Sayfa Sayısı: 208
Etiket Fiyatı: 20,00 TL


Türk Sinemasının Unutulmaz Karakterleri Kitaplaştı

$
0
0
Türk Sinemasında 100 Unutulmaz Karakter kimi ilk kez bu kitapta gün ışığına çıkan 100 fotoğraf eşliğinde Türk sinemasının yüzyılı aşkın mazisinin bir panoramasını sunuyor. Haşmet İbriktaroğlu, Yaşar Usta, Şoför Nebahat, Irazca, Çiçek Abbas, Muhsin Kanadıkırık, Züğürt Ağa, İdris Kaptan, Mahsun Süpertitiz, Kosmos, Doktor Cemal gibi farklı dönemlerden, farklı tür ve yönelimlerden seçilen 100 unutulmaz film karakteri üzerinden sinemamızı okuyan kitap, bu özelliğiyle bir ilk olma değeri taşıyor.

Bir sinema filmini toplumsal hayattan bağımsız düşünmek mümkün değil. Dolayısıyla Türk sinemasındaki karakterleri okumak aynı zamanda bir toplum çözümlemesi yapmak anlamına da geliyor. Film karakterlerinin psikolojileri, sosyal statüleri, aidiyetleri, sınıfsal konumları, ahlak anlayışları, başlarından geçen olaylar, bu olaylara karşı geliştirdikleri tavır ve davranışlar, serüvenleri boyunca geçirdikleri dönüşümler üstüne düşünmek, bize Türkiye’nin toplumsal, siyasi ve kültürel tarihini daha iyi anlama ve yorumlama imkânı veriyor.

Burak Acar’ın hazırladığı ve editörlüğünü Esra Ertan ile birlikte yaptıkları çalışma, 2011 yılından beri internet yayıncılığı alanında faaliyet gösteren bağımsız sosyal sinema platformu Fil’m Hafızası’nın Edebi Şeyler yayınevi ile işbirliği sonucunda hayata geçen bir kitap. Fil’m Hafızası yazarlarının yanı sıra, Yekta Kopan’dan Mine Söğüt’e, Haydar Ergülen’den Fırat Yücel’e, küçük İskender’den Cem Altınsaray’a 45 farklı ismin yazılarıyla katkıda bulunduğu kitabın bu çoksesli yapısı okuru farklı ufuklara doğru yolculuklara çıkarıyor. Sadece sinemaseverlerin değil, aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal ve kültürel tarihine ilgi duyan her okurun kütüphanesinde bulundurması gereken Türk Sinemasında 100 Unutulmaz Karakter Edebi Şeyler etiketiyle kitabevlerinde.

Türk Sinemasında 100 Unutulmaz Karakter
Hazırlayan: Burak Acar
Yayınevi: Edebi Şeyler
Sayfa Sayısı: 528
Fiyat: 60 TL


Nora Kitap’tan Ekim Yenileri

$
0
0
Nora Kitap ekim ayını iki kitapla karşılıyor. Ertuğrul Uzun’un yasanın, yargının ve kararın imkânını analiz ederek hukukçulara ve yargıçlara akla başvurmadan hüküm vermeme çağrısında bulunduğu “Hukuk Metodolojisinin Sorunları” ihmal edilmemesi gereken bir kaynak. Bir gün ihtiyaç olabilir! Franz Kafka’nın “Dönüşüm” ile başlayan serisi ise üçüncü kitap “Milena’ya Mektuplar” ile sürüyor. Kitaplar 14 Ekim’den itibaren raflarda... 


Hukuk Metodolojisinin Sorunları / Ertuğrul Uzun
Hukuki bilgi nasıl olanaklıdır? Hukuki çıkarımı hem hukuki hem de çıkarım yapan nedir? Olgu ve olaylar ile normlar arasındaki bağ nasıl kurulur? Bir olgu ve olayın tanıtlanmasıyla bir gerekçelendirmenin kanıtlanmasını ayırt eden nedir? Kuralların çözüm beklentilerini karşılamadığı durumlarda hüküm nasıl inşa edilir? Yargılamayı kendileriyle temellendirdiğimiz gerekçeleri safsata olmaktan koruyan uslamlamalara nasıl dayandırırız? Giderek, çoğu zaman birden çok doğru seçenek varken, hukuki usa vurmamızın başka türlü olamazlığına ilgilileri ikna etmek için sağlam temeller bulabilir miyiz?

Ertuğrul Uzun Hukuk Metodolojisinin Sorunları’nda işte bu temel soruları cevaplamaya çalışıyor. Felsefeye, linguistiğe, mantığa, siyasala ve sosyolojiye başvurmadan konuşulamaz bu konularda elbette. Kitap hukukçulara ve yargıçlara akla başvurmadan hüküm vermeme çağrısında bulunuyor. Ama genel okurun da anlayabileceği bir biçimde kaleme alınmış olmasıyla da dikkati hak ediyor. Kısacası yasanın, yargının ve kararın imkânını analiz ediyor.

OHAL’de olsak da ihmal etme hukuku, yargıyı ey okur, bir gün senin de ihtiyacın olabilir!

"Türk hukuk biliminin en geri kalmış kısmı, hukukun genel teorisidir. Bu teorinin en geri kalmış kısmı ise hukuk metodolojisi ve argümantasyon teorisidir. Türk hukuk bilimi, hukuk metodolojisi ve argümantasyon teorisi açısından “taş devri”nde yaşıyor. Ertuğrul Uzun’un elinizde tuttuğunuz bu kitabı, taş devri gecesinde bir kutup yıldızı gibi parlıyor."
Prof.Dr. Kemal Gözler

"Yorum sorununu çözme iddiasındaki safdil bir hukuki söylem “yorum metotları’’ başlığı altında ve tasniften başka bir işe yaramayan bir anlatı üretimini kendine uğraş edinedursun, ErtuğrulUzun’un bize bir panoramasını sunup uygulamasını gösterdiği asıl Hukuk Metodolojisi, hukuki tartışmanın ve kanıtlamanın iç dünyasına nüfuz edilmedikçe yargılamanın değil bilişsel ahlaki koşullarının bile sağlanamayacağını; bilimsiz ve yöntemsiz, hakîm, fehîm ve metin olunamayacağını gösteriyor."
Yrd.Doç.Dr. Ahmet Halûk Atalay
Türü: Hukuk Metodolojisi 
Nora Kitap, 1. Baskı Ekim 2016
Sayfa: 335
Fiyat: 25 TL


Milena’ya Mektuplar / Franz Kafka
“Yorgunum, hiçbir şey bilmiyorum ve tek istediğim yüzümü kucağına koymak, ellerini başımın üzerinde hissetmek ve sonsuza kadar öyle kalmak.”

Kafka'nın, öykülerini Çekçe’ye çeviren karizmatik ve yetenekli Milena Jesenská'ya yazdığı mektuplar başlarda iş yazışması niteliği taşırken zamanla büyüyen bir aşka aracılık eder. Milena evlidir ve kocasıyla Viyana’da yaşamaktadır, Kafka’ysa nişanlıdır ve Prag’dadır. Kafka’nın ölümünden kısa bir süre öncesine dek süren ve mektuplarda yaşanan bir aşka tanıklık edeceğiniz Milena'ya Mektuplar sadece geleceği olmayan bir aşk hikâyesini değil, Kafka'nın karmaşık kişiliğini de bütün samimiyetiyle yansıtıyor.

Eserlerinde yabancılaşma ve insan-merkezcilik, varoluş endişesi, suçluluk ve absürtlük temalarını sık sık işleyen Kafka’nın Dönüşüm, Babaya Mektup ve Milena’ya Mektuplar kitaplarının ardından Ottla’ya ve Ailesine Mektuplar kitabı da yakında Nora Kitap’ta.
Türü: Edebiyat
Çevirmen: Semih Uçar
Nora Kitap, 1. Baskı Ekim, 2016
Sayfa: 312
Fiyat: 20 TL


Élisée Reclus’nün Seçilmiş Yazıları : Anarşi, Coğrafya, Modernite

$
0
0
Kimi insanları tek bir sıfatla, tek bir tanımlamayla anlatmak zordur. Élisée Reclus (1830-1905) için ise bu imkânsız. En başta, on binlerce sayfayı aşan katkısıyla coğrafya sahasının en önde gelen, beşerî coğrafyanın ise kurucu isimlerinden biri; adı Godwin, Bakunin, Kropotkin’le beraber anılan bir anarşizm kuramcısı, inandıklarını teori düzeyinde bırakmayıp doğrudan yaşamında uygulayan yorulmak bilmez bir eylemci...

Bunların yanında, görüşleri çağının çok ötesine uzanan bir düşünür Reclus. Kapitalizmin, tü-ketim toplumunun mantığının nerelere uzanabileceğini şaşırtıcı bir keskinlikle analiz ediyor, Avrupa merkezciliğe eleştirel yaklaşıyor, özellikle ırkçılık üzerinden insan haklarının, deva-mında kadın haklarının, çocuk haklarının, hayvan haklarının ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor, insan varoluşunun doğanın karşısında değil, içinde olduğunu vurgulayarak çok sonraları tartışılmaya başlanacak ekolojik boyutun can alıcı değerini daha o zamandan teslim ediyor. 

Klasik niteliği kazanmış metinleri okumanın, hatta tekrar tekrar, bazen araya zaman koyarak okumanın gerekliliğine inanıyoruz, bu çerçevede Reclus’nün seçilmiş yazılarını orijinal dilin-den çevirisiyle, konunun uzmanı John Clark’ın kapsamlı giriş yazısıyla birlikte okurlarımızı sunuyoruz.

“İnsan doğanın kendi bilincine varmasıdır.”

Reclus’nün kimi düşünceleri bugün yazıldıkları döneme göre çok daha anlamlı, çok daha üze-rinde düşünülmeye değer.

ANARŞİ, COĞRAFYA, MODERNİTE / Élisée  Reclus’nün Seçilmiş Yazıları 
Yazar: John Clark  - Camille Martin 
Çeviri : Osman Yener - Murat Devres 
Tür:  İnceleme
Sayfa sayısı: 351 Sayfa
Fiyatı: 26 TL
Yayın tarihi: 11 Ekim 2016



Vizyona Giren Filmler : 14 Ekim

$
0
0
Dördü yerli yedi filmin vizyona girdiği haftaya damgayı Dan Brown imzalı çok satar romandan aynı adla uyarlanan “Cehennem” vuruyor. Karadeniz üsulü romantik komedi “Seni Seven Ölsün”, mafyadan kurtulma komedisi “Yolsuzlar Çetesi”, yerli korku “Berzah: Cin Alemi”, komedi soslu aşk hikayesi “Oğlan Bizim Kız Bizim”, efsanevi boksör Roberto Duran’ın Sugar Ray Leonard’la olan meşhur rekabetinin hikâyesini anlatan “Demir Yumruk” ve Aslı Özge’nin Berlin Film Festivali'nden Label Europa Cinemas Özel Mansiyon Ödülü’yle dönen filmi “Ansızın” da diğer seçenekler…


Cehennem / Inferno
Yönetmen: Ron Howard
Oyuncular: Tom Hanks, Felicity Jones, Ben Foster, Irrfan Khan
Konu: Simgebilim Profesörü Robert Langdon başından vurulmuş bir halde hastane odasında gözlerini açar fakat hiçbirşey hatırlamaz. Kendini bir anda ipuçlarını Dante’nin cehenneminde bularak çözmesi gereken korkunç bir senaryonun içinde bulur. Semboller zinciri Langdon’ı insanlık tarihini sonsuza dek değiştirebilecek çok farklı bir mekâna sürükler. Burası üç imparatorluğun merkezi olmuş, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın incisi İstanbul’dur.
Romanı bitirdiğimizden beri yolunu gözlüyorduk. Konu zaten güzel, Howard ve Hanks hazır, fragman da heyecan dozunu arttırıyor… Daha ne olsun?


Seni Seven Ölsün
Yönetmen: Cem Tabak
Oyuncular: Hüseyin Avni Danyal, Alper Saldıran, Fulya Zenginer, Sait Genay
Konu: Seni Seven Ölsün, birbirine aşık olarak evlenen çiftlerin trajikomik bir şekilde öldüğü Karadeniz yöresindeki Kısmetli beldesinde yaşananları anlatıyor. Mezarlığında, ölecek adamı gömecek yer kalmayan bir kasaba. Kasabanın çözüm odaklı, otoriter Remzi Başkan’ı. Aşıkların vuslata ermeden mutlaka öldüğü bir kadere inanış. Tüm bu karmaşa arasında elbette yine aşk, yine Karadeniz insanının dünyaya ve kadere meydan okuyan o ünlü deli cesareti.
Klişe hikâyeden klasik söylemler doğması yetmemiş bonus olarak karadeniz yüklemesi yapılmış. Fragmanı o kadar doyurucu ki izlemiş kadar olduk…


Yolsuzlar Çetesi
Yönetmen: Ali Ayyıldız
Oyuncular: Osman Sonant, Beyti Engin, Kadir Çöpdemir, Pascal Nouma
Konu: Fiko ve Kamil bankadan ve tefeci Rıfat’tan aldıkları paralarla bir büfe açarak var olma mücadelesi veren iki kafadardır. Rıfat hem evleri hem de dükkânı almak için elindeki senedin ödeme tarihini erkene çekince ikili sıkışır. İşlerini toparlayıp para kazanmak için mahallenin bitirim öğrencisi Cafer ile anlaşırlar. Fiko ile Kamil, borçlarını denkleştirmeye çalışırken bir başka mafya babası Süleyman ile Rıfat’ın savaşının tam ortasına düşerler.
Yine komedi, yine klişe tiplemeler ve bildik hikaye… Sıkışınca sallanan küfürlerle kolay yoldan çekilen filmler mezarlığına bir film daha eklenmiş… Tebrikler…


Berzah: Cin Alemi
Yönetmen: Ahmet Can Kasap
Oyuncular: Ufuk Kaplan, Kemal Burak Alper, Nilüfer Aydan, Berna Üçkaleler
Konu: Filmin öyküsünün İstanbul, Üsküdar’da metruk bir evde bulunan ses kayıtlarının dinlenip, yerel halkla görüşmeler yapılarak oluşturulduğu belirtiliyor. İntiharların, cinayetlerin ve cinlerin gölgesi altında geçen hayatlar… İnsanlardan kendini soyutlamış olarak hayatına devam eden Mete, kendisine musallat olan birtakım varlıkların kontrolü altındadır. Geçmişin karanlığı ve döndürülemez bir lanet bu insanları felâkete sürüklemektedir…
Bak seyirci, biliyorum türü seviyorsun ama sen her hafta bir korku filmi izledikçe bu furya devam edecek ve peş peşe karbon kopyaları gelmeye devam edecek… Hem baksana fragmana, daha önce izlemediğin bir şeye denk geldin mi?


Oğlan Bizim Kız Bizim
Yönetmen: Semra Dündar
Oyuncular: Aras Aydın, Melis Babadağ, Bala Atabek, Emrah Şahan
Konu: 5 yıllık sevgilisinden yeni ayrılan beyaz yakalı Zeynep, radyodan kazandığı tatile en yakın kız arkadaşıyla giderken, aşka hiç inanmayan oto tamircisi Barış da bu tatile kankası Emrah’ı götürür. Tanıştıkları andan itibaren birbirinden nefret eden gençlerin tatilinin çoğu birbirlerine bu tatili zehir etmekle geçer. Barış ve Zeynep birbirlerine aşık olurlar ancak aşklarını yaşamaya fırsat kalmadan Zeynep’in eski sevgilisi ansızın çıkagelince bütün işler karışır.
Semra Dündar’ın dört yıla sığdırdığı beşinci film… Konuları bildik, kadroları orta karar olsa da üretmeye devam etmesini sağlayan sinema aşkına saygımız sonsuz… “Aşk, hikayesini kendi yazar…” diye boşuna demiyor…


Demir Yumruk / Hands of Stone
Yönetmen: Jonathan Jakubowicz
Oyuncular: Robert De Niro, Edgar Ramirez, Usher Raymond, Ruben Blades
Konu: Efsanevi boksör Roberto Duran, 1968’de profesyonel olarak ringe ilk çıktığında henüz 16 yaşındaydı. 1980’de Sugar Ray’i yenerek bir rekora doğru ilerleyen Duran, rövanşta bir daha dövüşmeyeceğini söyleyerek spor camiasını şoka uğratmıştı…  Durán ve antrenörü Ray Arcel’in, birbirlerinin hayatlarını nasıl değiştirdiklerini konu edinen film, 1964’ten 1983’e kadar boksun altın çağında geçiyor ve Durán’in Sugar Ray Leonard’la olan meşhur rekabetinin gerçek hikâyesini anlatıyor.
Boks filmleri furyasının yeniden başlamasına itirazımız yok da bu kadar klişelerle donanıp gelmeseler daha iyi. En azından temposuyla kendini izletip vasatı aşıyor…


Ansızın / Auf Einmal – All of a Sudden
Yönetmen: Aslı Özge
Oyuncular: Sebastian Hülk, Julia Jentsch, Hans Zischler, Sascha Alexander Gersak
Konu: Film, şiddeti önceden kestirilemeyen bir olayın insanı kendi zayıflıklarıyla karşı karşıya bırakması sonucunda hayatını sorgulamasını konu alıyor. Karsten’in dairesindeki parti bittiğinde, Anna dışındaki konuklar ayrılır. Bu gizemli kadına hayranlıkla yaklaşan Karsten’ın hayatı felâkete dönüşecektir. Sakin taşra kasabasında hayal kırıklığı öfkeyi ateşleyecek ve sonunda kötülük yüzünü gösterecektir.
Her Aslı Özge filmi gibi, düşündüren sorgulatan ve izlenmesi gereken bir film…


Dizi Raporu : Eylül Yenileri

$
0
0
5 Eylül’de “Mary + Jane”in prömiyeriyle açılan 2016-2017 sezonu son bir kaç yılda olduğu gibi yine beklentilerin altında seyrediyor. Yine yaratıcılar risk almadan bildik konulara girişmiş, hayal gücünü fazla zorlamamışlar. Roman ve film uyarlamaları ile yeniden çevrimler yine yapımcıların can simidi. 22 dizi başlamış olsa da bu rakam sadece nicelikte kalmış. “Quarry”, “Queen Sugar”, “StartUp” ve “This Is Us” ayın en iyileri olarak öne çıkarken, “Designated Survivor” ve “Pitch” ve “The Exorcist” de göz atmadan geçilmeyecek diziler. “Aftermath” ve “MacGyver” ise sezonun en kötüleri olarak baştan kaybedenler... İşte Eylül ayında başlayan 22 dizinin konusu, kadrosu ve değerlendirmesi...


Aftermath
Kıyameti topyekün ekrana getiren SyFy yenisinin yaratıcıları 1989 yılından bu yana birlikte uzun soluklu projeler üreten Glenn Davis ile William Laurin ikilisi. Üç Çocuklu bir ailenin kıyametin ortasında kalmasını anlatan dizinin oyuncu kadrosunda da James Tupper, Anne Heche, Julia Sarah Stone, Levi Meaden ve Taylor Hickson başı çekiyor. Hayli vasat bir ilk bölümle başlayan dizi en başta atmosferi yaratamıyor. Benzer öykülerden alışık olduğumuz formülü uygulayarak minik rötuşlarla fark yaratmak istese de özgün bir şey de çıkmamış ortaya. Zombi yerine deli demekle olmuyor bu işler. İlla bir karavana atlanacak, aile bölünecek ve bir araya gelmeye çalışılırken hayatta kalmak için mücadele edilecek. Tanıdık geldi değil mi? 13 bölümlük ilk sezona dair henüz bir gelişme olmasa da, iptal edileceğini görmek için müneccim olmaya gerek yok.


Atlanta
Spot ışıklarını rap dünyasına çeviren FX yenisinin yaratıcısı başrolü de üstlenen Donald Glover. Yükselişteki oyuncu kısa filmler ve “30 Rock”a yaptığı katkıdan sonra ilk denemesinde. Kendi dünyasından anlattığı öykü ile hayli başarılı da görünüyor. Siyahilerin kültüründen beslenen ve güncel göndermelerle delilerle dolu bir dünyanın kapılarını aralayan dizi, iki kuzeni getiriyor önümüze. Taze şöhret rapçi Paper Boi ile menajeri olmak isteyen Earn... Daha ilk buluşmaları Paper Boi’nin birini vurmasıyla sonuçlanır ve soluğu karakolda alırlar. Macera da böyle başlar. Glover’a eşlik edenlerin başını Brian Tyree Henry, Keith Stanfield ve Zazie Beetz çekerken aralarındaki uyum dizinin doğallığını da arttırıyor. Komedi kategorisinde olsa da siyahilerin dünyasına pencere açıyor ve alışılmadık manzaralar sunuyor. 10 bölümden oluşacak dizi, dördüncü bölümün ardından ikinci sezon siparişini alarak öne çıktı.


Better Things
Üç çocuklu bekar bir annenin Hollywood’da ayakta kalma macerasını ekrana taşıyan FX yenisinin yaratıcıları Louis C.K. ve başrolü de üstlenen Pamela Adlon. Mikey Madison, Hannah Alligood, Olivia Edward ve Celia Imrie de ona eşlik eden isimler. Vasat bir ilk bölümle başlayan dizi epey tatsız tuzsuz ama ya seversiniz ya da nefret edersiniz çizgisinde seyrediyor. Sizi bilmem ama ben sevemeyenlerdenim. Hayli sıradan bir konu, tekdüze bir durum komedisi olarak devam ediyor. Adlon’un çabası da durumu pek değiştirmiyor. On bölümden oluşacak dizi, ikinci bölümün ardından ikinci sezon onayı alarak rahatladı.


Bull
CBS’in hukuk draması gerçek bir figürün ilk dönemlerine ışık tutuyor. Birçok yapımda adı anılan o meşhur “Dr. Phil”i getiriyor ekrana. Amerika’nın meşhur talk showcusu Dr. Phil McGraw ile roman uyarlamalarının senaristi olarak tanıdığımız Paul Attanasio’nun yaratıcısı olduğu dizinin oyuncu kadrosunun başını da Michael Weatherly, Freddy Rodriguez, Geneva Carr, Chris Jackson, Jaime Lee Kirchner ve Annabelle Attanasio çekiyor. İki NCIS dizisi arasında yayımlanma avantajına rağmen dizi hayli suni görünüyor. Davranış bilimleri uzmanı olan Dr. Bull, önemli davalarda çalışarak jüriyi inceleyerek sonucu önceden öngörmesiyle meşhur. Kendi kurdukları gölge jüri ile hazırlanan Dr. Bull ve ekibi davayı çözüme ulaştırmaya çalışırken hiç bir detayı atlamıyor. İnandırıcılıktan uzak bir fantazi gibi görünen dizi aşırı derecede “Lie to Me”ye benziyor ama berbat kopyası kabilinden... Weatherly’nin sayesinde çok bilmiş antipatik bir ana karakterin maceralarının kimseye hayrı yok. Sezonun en kötü dizilerinden biri.  


Designated Survivor
ABC’nin politik draması daha ilk bölümden herkesi tavlayanlardan. Akıcı ve gerilimli pilot bölümle izleyeni hayranı haline getiren dizinin yaratıcısı “Safe House” filminin senaristi olarak tanıdığımız David Guggenheim. Kiefer Sutherland, Natascha McElhone, Adan Canto, Italia Ricci, LaMonica Garrett, Tanner Buchanan, Kal Penn ve Maggie Q da oyuncu kadrosunun başını çeken isimler. Amerikan yasalarınca belirlenmiş bir görevi konu edinen dizi, başkana bir şey olursa hemen görevi devralacak isme odaklanıyor. Amerikan başkanı konuşma yaparken teröristler saldırıyor ve tüm kabine hayatını kaybediyor. Çevre bakanlığından daha geri plana atılan etkisiz eleman Tom Kirkman’ın bir anda başkan olmasıyla değişen durum da dizinin konusunu oluşturuyor. Ilımlı bir politikacı olan Kirkman’ın bu görev için ideal olmadığını düşünenlerle mücadelesi anlaşılan sürekli zıt kutuplarla sürecek. Bir yandan bu teröristler bulunmalı, bir yandan da Kirkman beyaz sarayda ipleri ele almalı ve elbette halkına karşı da kendini kanıtlamalı. İşi zor ve izlemesi keyifli olacak... Daha ilk bölümden sezonunu 22 bölüme uzattıran dizi, sezonunun ağır toplarından biri...


Easy
“Drinking Buddies” ile gönülleri fetheden Joe Swanberg’in sekiz bölümlük Netflix projesi sezonun en farklı dizisi. Kalabalık bir oyuncu kadrosuyla günümüz orta sınıfının ilişkilerini konu edinen dizi, her bölümde bir ilişkiye odaklanıyor. Evli ve çocuklu çiftin cinsel heyecan arayışı, sevgili uğruna vegan olma çabası, saklanan sırlar, kıskançlıklar ve özel hayatın ne kadar özel olduğu gibi konular Malin Akerman, Jane Adams, Orlando Bloom, Dave Franco, Kate Micucci ve Emily Ratajkowski’nin başını çektiği kadro ile sunuluyor. Seanberg gösterişten uzak bir dille küçük detayların peşinden koşarak aslında ilişkilerde her şeyi nasıl zorlaştırdığımızı gösteriyor. Çözümü kolay sorunlarla boğuşuyoruz esasında... İkinci sezonu olup olmayacağı henüz belirsiz ama izleyenin kalbini kolayca çalacağı kesin...


Kevin Can Wait
CBS’in yeni sitcomu emekli polisin evinde ağırlığı koyma çabasına odaklanıyor. Kevin James, Bruce Helford ve Kevin James ile kotardığı dizide başrolü de oynarken, Erinn Hayes, James DiGiacomo, Taylor Spreitler, Mary-Charles Jones, Gary Valentine, Ryan Cartwright, Leonard Earl Howze, Lenny Venito ve Christopher Brian Roach ona eşlik edenler. Polis emeklisi Kevin yeni yaşamına uyum sağlamaya çalışırken kendisi gibi emekli arkadaşlarıyla sürekli eğlenceli anlar yaratma arayışında. Daha çok evde vakit geçirmesi sayesinde fark ettiklerine de bolca itiraz edecek. Hayli vasat başlayan ilk bölüm neredeyse hiç ışık vermiyor. Erinn Hayes’in üç çocuklu bir anne olduğuna ve Kevin James’in 20 yıllık eşi olduğuna inanmakta zorlanıyoruz. Güldürmekten uzak bir klişe olmakla da kalmıyor inandırıcılıktan da uzak. 


Lethal Weapon
Fox’un seksenlerin aynı adlı kült filminden uyarlanan polisiyesi dönemi görenler için merak konusu olduğu için ayın en çok merak edilen dizisiydi. “Las Vegas” ve “Chuck” senaryo grubunda yer aldıktan sonra yaratıcısı olduğu “Forever”ın iptaliyle hüsran yaşayan Miller bu kez uyarlama ile karşımızda. Gözlerimiz orijinal oyuncuları arıyorsa da Damon Wayans, Clayne Crawford, Jordana Brewster, Keesha Sharp ve Kevin Rahm kadronun başını çekenler. Eski bir asker olan Teksaslı polisimiz Martin Riggs hamile eşini kaybettikten sonra yaşamın sınırındadır ve bitiş bir kurşuna bakmaktadır. Los Angeles Polis Merkezi’ne atanır ve hiç olmayacak biriyle Dedektif Roger Murtaugh ile ortak olur. Kalp krizini yeni atlatıp işbaşı yaparken stresten uzak durması tembihlenen Murtaugh için delifişek Riggs ile ortak olmak stresin diğer adıdır. Vasat bir başlangıç yapan dizinin oyuncu seçimlerinin yanlışlığı göze çarpıyor ilkin. Wayans role hiç yakışmıyor ve fazla genç duruyor. Clayne Crawford doğru seçim olsa da ikilinin kimyası da tutmamış. Ortaya orijinalini mumla aratan tekdüze bir eğlencelik çıkmış. Yayımlanan üç bölüm şimdilik umut vermiyor. 


Luke Cage
Netflix’in Marvel kahramanları serisinin üçüncü ayağı kurşungeçirmez süper kahraman Luke Cage’in suçla savaşını getiriyor önümüze. Cheo Hodari Coker’in yaratıcısı olduğu dizinin oyuncu kadrosunda da Mike Colter, Mahershala Ali, Simone Missick, Theo Rossi, Erik LaRay Harvey, Rosario Dawson ve Alfre Woodard başı çeken isimler. Hapishanede kobay olarak kullanıldığı deneyden süper güçlerle yeniden doğan kahramanımızın gücü dışında bir özelliği yok. Harlem’i mesken seçen dizi kahramanı aracılığıyla kokuşmuş yere düzeni getirmeye çalışıyor. Hayli ağır ilerleyen, aksiyondan uzak laf salatasından ibaret olan dizi tam bir ömür törpüsü… Tahmin edilebilir işleyişiyle heyecan yaratmaktan da çok uzak olan dizinin tek faydası müzikleri.


MacGyver
CBS’in aynı adlı tv efsanesinin yeniden çevrimi bir modern zamanlar uyarlaması aslında. Uyarlamayı kotaran isim “Hawaii Five-0”yu da dirilten Peter M. Lenkov.  Lucas Till, George Eads, Tristin Mays, Justin Hires ve Sandrine Holt kadronun başını çeken isimler. 20’li yaşlardaki Angus MacGyver Dışişleri Bakanlığı’nın koruması altındaki dört kişilik bir organizasyonun parçasıdır ve maceraya maceraya atılırlar. Berbat bir ilk bölümle başlayan dizi tamamen yanlış seçimler üzerinden ilerliyor. Till’in role hiç yakışmaması, klişe bir polisiye ekibinin ona eşlik etmesi, MacGyver’ın o dilden dile yayılan becerisinin geri planda kalması ilk anda göze çarpan defoları. Daha ilk bölümden kan kusturan dizi sezonun bir an önce unutulması gerekenlerinden…


Mary + Jane
“Can't Hardly Wait” ve “Josie and the Pussycats” ile tanıdığımız Harry Elfont ve Deborah Kaplan ikilisinin ilk dizisi olan MTV yenisi uyuşturucu satan iki kızın maceralarını anlatıyor. Jessica Rothe, Scout Durwood, Kosha Patel, Dan Ahdoot ve H. Michael Croner oyuncu kadrosunun başını çekenler. Paige ve Jordan’ın hedefi Los Angeles’in “The Green 15” adı verilen meşhur torbacılar listesine girmek. Bu uğurda müşterilerden aldıkları yorumları, rekabetleri ve yaşamlarını izliyoruz. Vasat bir ilk bölümle başlayan dizi kızları torbacılıkla fahişeliğin arasındaki çizgi ile sınayarak güldürmeye çalışıyor. Çağ dışı espriler, klişeler, inandırıcılık ve yaratıcılıktan yoksun bir dizi… Bir gençlik kanalının günümüz gençliğine bu kadar uzak bir diziye nasıl imza attığına şaşırtıyor.


Notorious
ABC’nin gerçek olaylardan esinlenen yarı gerçek yarı kurgu hukuk dramasının yaratıcıları Josh Berman ile Allie Hagan. Ünlü savunma avukatı Mark Geragos ve haber yapımcısı Wendy Walker‘ın yaşamından esinlenen dizi avukatın tv aracılığıyla yaptığı manipülasyonları ekrana taşıyor. Avukatımız Jake Gregorian popüler isimlerin davalarına bakarken reyting canavarı haber programının yapımcısı Julia George ile paslaşıyor. Dava süreçlerini mahkeme salonları yerine tv stüdyosuna taşıyan dizinin ikilisini Piper Perabo ve Daniel Sunjata canlandırırken Sepideh Moafi, Kate Jennings Grant, Ryan Guzman, Kevin Zegers, J. August Richards ve Aimee Teegarden da onlara eşlik ediyor. Vasat başlayan dizi aynı vasatlıkla devam ederken gerçekten çok abartılı bir kurgu gibi duruyor. Ortalama bir hukuk dizisinden herhangi bir farkı yok.


Pitch
Amerikalıların ata sporu Beyzbol’a kadın eli değerse ne olur sorusunun cevabını arayan dizi uzun zamandır beklenen spor draması boşluğunu doldurmaya hevesli. Fox yenisinin yaratıcıları Rick Singer ve animasyonlarla adını duyurduktan sonra dur durak bilmeyen Dan Fogelman. Kylie Bunbury, Mark-Paul Gosselaar, Mark Consuelos, Mo McRae Meagan Holder, Tim Jo, Dan Lauria ve Ali Larter da oyuncu kadrosunun başını çekenler. Ginny Baker ile tanışıyoruz. Beyzbol liginde oynayacak ilk kadın olmaya hazırlanıyor. San Diego Padres formasıyla sahaya çıkacak olması ülkenin bir numaralı gündem konusu oluyor. Hayatı boyunca bu ana babası tarafından hazırlanan Ginny’nin üstesinden gelmesi gereken çok şey var. En başta soyunma odası ayrılıyor. Onca erkeğin arasında değil, temizlik odasında veya tuvalette giyinmek zorunda. Hocasının ve takım arkadaşlarının önyargılarını kırmak, medyanın ilgisinden bunalmamak, tüm gözlerin üzerinde olmasının yarattığı baskıyla başa çıkmak gibi ağır bir yükü var. Bu yükü sırtlarken oyunu sevdiğini ve çalışmaktan zevk aldığını da kendine hatırlatmayı ihmal etmeyecek elbette. Çok iyi başlayan dizi her bölümde üzerine koyarak ilerliyor. İzlemek için beyzbol’a ilgi duymaya da gerek yok. Farklı konusu, Ginny’nin geçmişini de harmanlayan kurgusu ile sezonun en iyilerinden biri… 


Quarry
Farklı yapımlarıyla dizi sevenlerin gözdesi olan Cinemax’ın yeni dizisi Max Allan Collins’in 13 kitaplık aynı adlı serisinden uyarlama. Dizinin yaratıcılarıysa “Rectify”nin senaryo grubunda birlikte çalışan Michael D. Fuller ile Graham Gordy. Oyuncu kadrosunun başını da Logan Marshall-Green, Jodi Balfour, Damon Herriman, Edoardo Ballerini, Nikki Amuka-Bird, Mustafa Shakir ve Peter Mullan çekiyor. Yıl 1972, yer Memphis… Vietnam’da savaştıktan sonra eve dönen denizci Mac Conway ile tanışıyoruz. Daha havaalanında toplumun tepkisini çeken ve sevdiklerinin de korkup uzak durduğu adamın yalnızlığını izliyoruz. Savaş anıları ile boğuşurken birinden teklif alan Mac, önce bu teklifi geri çevirse de arkadaşına yardım etmek için bir seferlik evet der. Bu tek seferlik geçici tetikçilik işi istendiği gibi gitmez ve arkadaşı ölür. Sonrası çorap söküğü gelecektir. Harika başlayan dizi daha ilk bölümden karakterini tanıtarak onun ruh halini de iliklerimize kadar hissettiriyor. Müthiş psikolojik gerilim her bölümde üzerine koyarak ilerliyor. Sezonun en iyilerinden…


Queen Sugar
Daha başlamadan ikinci sezon onayını alarak sükse yapan dizinin yayıncısı ve yapımcısı da ünlü talk showcu Oprah Winfrey. Kendi kanalı The Oprah Winfrey Network – OWN’un en önemli yapımı haline gelen dizi Natalie Baszile‘nin aynı isimli romanından uyarlama. Dizinin yaratıcısıyla “Selma / Özgürlük Yürüyüşü”nün yönetmeni olarak tanıdığımız Ava DuVernay. Rutina Wesley, Dawn-Lyen Gardner, Kofi Siriboe, Tina Lifford, Omar Dorsey, Dondre Whitfield ve Bianca Lawson da kalabalık oyuncu kadrosunun başını çeken isimler. Nova, Charley ve Ralph Angel adlı üç kardeşten oluşan Bordelon ailesinin hayatlarını alt üst eden olaylarla başa çıkma serüvenini anlatan dizi hayli ağır bir drama. Duygusal yoğunluğu çok yüksek bir bölümle başlayan dizi temposundan hiçbir şey kaybetmeden ilerliyor. Karakter çeşitliliği, hikâyesi, oyunculukları ve müzikleriyle sezonun en etkileyici dizisi… 


Son of Zorn
Yarı animasyon yarı gerçek olarak adlandırabileceğimiz Fox yenisi efsane savaşçının hayata uyum sağlama serüvenini anlatıyor. Dizinin yaratıcıları “Wilfred”in senaryo grubundan Reed Agnew ile Eli Jorne. Animasyon karakteri Jason Sudeikis’in canlandırdığı dizinin oyuncuları da Johnny Pemberton, Cheryl Hines, Tim Meadows ve Artemis Pebdani. Zephyria adasının efsanevi savaşçısı Zorn, oğlu Alan ve eski karısı Edie’yi yeniden kazanmak için dünyaya yanlarına döner. Elbette beklediği gibi olmaz. Eski eşini yeniden kazanması neredeyse imkansızdır ve oğlu da ondan korkmakta ve utanmaktadır. Koskoca savaşçıdır o, pes etmez ve onların yanında olma sözü verir. Ülkesindeki savaş günlerinin aksine Orange County hayli sıkıcıdır. En sıkıcı olanıysa ofiste çalışmak ve banliyöye ayak uydurmaktır. Sıkıntıdan patlatan ilk bölümün sonunu bile getirmek zor. Diziyi sevmek için ya çok Amerikan ya da iflah olmaz çizgi roman manyağı olmak gerekiyor.


Speechless
ABC’nin sitcomu, manyak aile komedilerinin son halkası. Dizinin yaratıcısı “Joey”, “Perfect Couples” ve “Go On” ile tanıdığımız Scott Silveri. Minnie Driver, John Ross Bowie, Cedric Yarbrough, Mason Cook, Micah Fowler ve Kyla Kenedy’nin başını çektiği kadro bizi DiMeo ailesiyle tanıştırıyor. Her şeyi çocukları için yapan anne Maya, sorunları çözen baba Jimmy, spor manyağı Dylan, kendini beğenmiş Ray ve Serebral palsi hastası J.J.’den oluşan çatlak ailenin maceralarını izliyoruz. Dizide de sıkça gönderme yapıldığı üzere Stephen Hawking gibi olan J.J., felçli ve konuşamıyor. İnsanlarla tek iletişim yolu, gözlüğündeki lazeri tekerlekli sandalyesindeki klavyesine tutmak. Daha iyi bir mahalleye taşınarak her şeye yeniden başlayan ailenin ilk macerası da J.J’e yardımcı bulmak oluyor. Yeni okulda onun hayatını kolaylaştırmak için müdürle girişilen mücadele sırasında J.J.’in kendisine bir siyahı seçmesiyle şenlik başlıyor. Gayet keyifli ve tempolu başlayan dizi şimdilik iyi gidiyor ve en azından sezonun en çok güldüren sitcomu olarak öne çıkıyor. İlerleyen bölümlerde kendini tekrara düşmezse uzun süre izleyeceğiz gibi görünüyor.


StartUp
Netflix dizilerinin başarısı diğer online dizi platformlarına da örnek oldu. Crackle da dizi işinde büyük oynamanın gerektiğinin farkına vararak yeni dizisini sundu. Platformun en bilinen dizisi “Chosen”ın yaratıcısı Ben Ketai bu kez iç içe geçmiş bir dram örmüş ve Martin Freeman, Adam Brody, Edi Gathegi, Otmara Marrero, Jocelin Donahue ile Ashley Hinshaw’ın başını çektiği iyi bir kadro kurmuş. On bölümden oluşan ilk sezon mevcut para biriminin eskidiğini düşünerek yenisini dolaşıma sokmaya çalışmanın öyküsü. İşin içinde para olunca mali suçlar ajanının ve bir çete de olaylara dahil oluyor elbette. FBI ajanı Phil yıllardır peşinden koştuğu Andy’i yakalamak üzeredir ama bunun yerine yaklaşan emekliliği için paranın yarısını ister. Andy’nin ortadan kaybolmasıyla peşine düştüğü oğluy Nick ise parayı aktarmak için kaynak arar. O kaynak da hayatını BitCoin benzeri programa adayan Izzy olur. Haiti çetesinden Ronald da Andy’i bulamayınca Nick’in ensesine yapışır ve olaylar gelişir… Farklı konusunu çok iyi senaryoyla değerlendiren dizi, sadece sezonun değil yılın da en iyilerinden…


The Exorcist
William Peter Blatty’nin ünlü romanı “The Exorcist”, 1973 yapımı korku klasiği sinema uyarlamasından sonra bu kez beyaz ekranda… “The Lazarus Effect”in senaristlerinden Jeremy Slater’in kotardığı dizinin oyuncu kadrosu Alfonso Herrera, Ben Daniels, Hannah Kasulka, Brianne Howey, Alan Ruck, Geena Davis ve Kurt Egyiawan’dan oluşuyor. Korku filmlerinden dizi yapma denemeleri nihayet sonuç vermiş gibi. Şeytanın etkisine giren Rance ailesi ile tanışıyoruz. Anne Angela kızının şeytanın etkisi altına girdiği şüphesiyle Peder Marcus’a danışıyor. Bu sayede hayatını küçük yaşlardan itibaren şeytanla savaşmaya adamış Peder Tomas da hikayeye dahil olunca olaylar gelişiyor. Şeytanla yüzleşmek herkes için hayli zor olacak. İyi başlangıç yapan dizi yavaş yavaş üzerine koyarak demleniyor ve şimdilik beklentileri karşılıyor. Bu kadar ağır gitmesi sonunu getirmezse iyi bir finale yürüyoruz.


The Good Place
NBC’nin yeni sitcomu dünyanın çivisini çıkarıp soluğu öbür tarafta almış. Ölümden sonra neler olduğu tezi üzerine kurgulanan dizinin yaratıcısı “Parks and Recreation” ve “Brooklyn Nine-Nine” ile rüştünü ispat eden Michael Schur. Kristen Bell, William Jackson Harper, Jameela Jamil, D'Arcy Carden, Manny Jacinto ve Ted Danson’ın başını çektiği kadro ile ölümden sonrasındayız. Zannettiğimiz gibi cennet ve cehennem yok. Yerlerine iyi yer ve kötü yer olarak adlandırılan iki yaşam standardı var. Biz iyi yerdeyiz ve Elenor’un peşine takılıyoruz. Michael’in rehberliğinde bir masal dünyasını andıran iyi yeri tanıyoruz. Herkesin kendine has özelliklerine göre eşleştirildiği ölümden sonraki yaşam huzur dolu elbette. Fakat bir yanlışlık söz konusu: Elenor başkasıyla karıştırılmış ve aslında kötü yere gitmesi gereken biri… Bencil ve umursamaz Elenor’un durumu kendisine saklamasının sonuçlarını gördükten sonra iyi bir insan olmak için özel derslere başlıyor... İlginç karakterleriyle öne çıkan dizi en azından kötünün iyisi...


This Is Us
NBC’nin aile draması nicedir ekranlarda oluşan boşluğu doldurmaya aday. Dan Fogelman’ın yaratıcısı olduğu dizinin kadrosunda Milo Ventimiglia, Mandy Moore, Sterling K. Brown, Chrissy Metz, Justin Hartley, Susan Kelechi Watson, Chris Sullivan ve Ron Cephas Jones yer alıyor. Pearson ailesinin dünü ve bugününü izliyoruz. Jack ve Rebecca üçüz bekleme heyecanındadırlar. Chrissy şişmanlığıyla barışık değildir ve depresyonun eşiğindedir. Kevin çok izlenen bir dizide oyuncudur ama her şeyin sahte olduğunu düşünmektedir. Randall’ın her şeyi vardır, başarmıştır ama bu mutluluk tablosunda kocaman bir boşluk vardır: Babası... Onu bulacak ve karşısına çıkacaktır... İç ısıtan öyküsüyle hemen içe işleyen dizi harika başladı, coşkuyla karşılandı ve tam sezona uzayarak herkesi mutlu etti. Başladığı gibi iyi devam ederken bölüm sonlarında şaşırtmayı da ihmal etmiyor... Sezonun en iyilerinden...


Van Helsing
Aynı adlı grafik romandan esinlenen SyFy yenisi vampir avına çıkıyor. Dizinin yaratıcısı “In the Company of Men” ile tanıdığımız Neil LaBute... Kelly Overton, Jonathan Scarfe, Christopher Heyerdahl, David Cubitt, Vincent Gale, Rukiya Bernard, Trezzo Mahoro ve Tim Guinee de kadronun başını çekenler. 2019 yılındayız... Patlayan yanardağın etkileriyle değişen dünya yavaş yavaş vampirlerin kontrolüne geçmek üzeredir. Bu vampir istilasını durdurabilecek kişiyse ünlü vampir avcısı Abraham Van Helsing’in kızı Vanessa’dan başkası değildir. Vampirleri insana dönüştüren kanı sayesinde insanlığın umudu, vampirlerin de bir önce yok edilmesi gereken hedefidir. Uzun süredir komada olan kahramanımız gözlerini bu yeni dünyaya açar ve kızının nerede olduğunu sorar... Her SyFy dizisi gibi hayli ucuz bir prodüksiyon olan dizi yine de kanalı memnun ederek ikinci sezon onayını kaptı. Ekranı saran Vampir & Zombi istilasında çok vasat bir örnek...


Afro-Amerikalılar’ın Kaderini Sonsuza Dek Değiştiren Arkadaşlığın Öyküsü : Kan Kardeşler

$
0
0
Biri, dünya ağırsıklet boks şampiyonu olduğu gün Müslüman olduğunu beyan eden bir sporcu, diğeri ise hırsızlık nedeniyle girdiği hapishanede İslam’la tanışan bir genç.

Biri, Vietnam Savaşı’nda askere gitmeyi reddettiği için tazminata mahkûm edilen ve boks lisansı elinden alınan bir boksör, diğeri ise kitleleri coşkulu vaazlarıyla peşinden sürüklediği için eski dostları ve yol arkadaşları tarafından öfkeyle karşılanan ve ölümle tehdit edilen bir hatip. 

Biri, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz efsanevi Müslüman boksör Muhammed Ali, diğeri ise Amerika’da neredeyse bir devlet ideolojisi haline gelmiş ırkçılığa karşı hayatını ortaya koyarak mücadele eden Malcolm X. Ve bu iki insanın inişli çıkışlı dostlukları…

Ayrımcılığa Karşı Mücadele Eden İki Cesur Adam
1960’lı yılların Amerikası’nda ayyuka çıkan ayrımcılık ve buna karşı kıyasıya mücadele eden iki cesur adam; Muhammed Ali ve Malcolm X, Timaş Yayınları’nın biyografi dizisinden çıkan “Kan Kardeşler: Muhammed Ali ve Malcolm X’in Tehlikeli Dostluğu” isimli kitapta bir araya geldi.

Randy Roberts ve Johny Smith’in kaleme aldığı macera romanı tadındaki kitap, hem iki tarihsel figürün hayatlarına odaklanıyor hem de onların mücadelelerinin kesiştiği noktada başlayan bir kardeşlik ve dostluğun hikâyesini anlatıyor. Hikâyenin fonunda ise 1960’lı yılların siyah-beyaz bir Amerika silueti eşliğinde, boksun yeniden yükselişi, ırkçı söylemlere karşı sivil hak mücadelelerinde siyahi Müslümanların çabaları,  iç içe geçen dostluklar, öfkeler, çatışmalar ve kırgınlıklar yer alıyor.

Malcolm Olmasaydı, Ali Asla Dünyanın Kralı Olamazdı
Amerika'daki siyahi Müslümanların hakları için mücadele eden Muhammed Ali ve Malcolm X'in dostluklarına odaklanan bu kitapta, Afro-Amerikalıların kaderini sonsuza dek değiştiren bir arkadaşlığın öyküsü anlatılıyor. Tarih sayfalarına geçen hikâye isyan tohumlarının atıldığı, Cassius Clay’i Muhammed Ali’ye dönüştüren Louisville’de başlıyor.

Cassius Clay’i Muhammed Ali’ye herkesten çok Malcolm’un dönüştürdüğünü belirten, Randy Roberts ve Johny Smith, “Malcolm olmasaydı, Muhammed Ali asla Dünyanın Kralı olamazdı” diyor. 

Belgesel kitapta, Ali’nin, Malcolm’un himayesi altında dünya sahnesine kucak açması, siyahi gururun ve siyahi bağımsızlığın uluslararası sembolü olarak ortaya çıkışı ve sonrası anlatılıyor.

“Trajik dostlukları Amerika’yı değiştirmiş bu iki adamın hikâyesinin altında tarih yatıyor. Sürükleyici ve önemli bir kitap.”
 – Robert Lipsyte
New York Times’ın eski spor yazarı

“Randy Roberts ve Johnny Smith’in Kan Kardeşler’i Malcolm X’in ve Muhammed Ali’nin mirasını birleştiren harika bir kitap. Özünde, Soğuk Savaş dünyasını sarsan ve Afro-Amerikalıların kaderini sonsuza dek değiştiren bir arkadaşlığın öyküsü. Çok başarılı!”
 – Douglas Brinkely
Rosa Parks kitabının yazarı

“Kapsamlı bir araştırmanın neticesinde enerjik bir tonla kaleme alınmış Kan Kardeşler, Muhammed Ali ile Malcolm X’in dostluğu ve siyahi milliyetçi siyasetin, siyahi sporcuların Amerika’daki spor dünyasına dair algısını temelden değiştirmesi üzerine açık ara en eksiksiz ve en detaylı kaynak. Kan Kardeşler hikâyeyi bilenler için önemli boşlukları doldururken, bilmeyenlere de sürükleyici ve aydınlatıcı bir tarih dersi veriyor.”
 – Gerald Early
Muhammad Ali Reader kitabının editörü ve A Level Playing Field kitabının yazarı


Kan Kardeşler / Johnny Smith, Randy Roberts
Muhammed Ali ve Malcolm X’in Tehlikeli Dostluğu
Tercüme: Müge Atalay Bayyurt
Timaş Yayınları, Ekim 2016
Sayfa Sayısı: 464
Fiyat: 27.50 TL


Hep Kitap Düşünen Yepyeni Bir Yayınevi Geliyor

$
0
0
Yayıncılık dünyasının deneyimli isimlerini bir araya getiren yeni bir yayınevi kuruluyor: hep kitap! Şimdiye kadar yapılmamışı yapmayı, yapılmış olana da “hep” farklı bir açıdan bakmayı hedefleyen hep kitap; Türkiye’den genç ve taze sesleri sayfalara dökerken, dünyanın çeşitli coğrafyalarından duyulması gereken sesleri de duyuracak.

Yetişkin, çocuk edebiyatı ve sanat alanlarında Türkiye’den ve dünyadan seçkin kitapları okurlarla buluşturmak için yola çıkan hep kitap yayınevinin genel müdürlüğünü yıllarca Oxford University Press’in genel direktörlüğünü yapan Emrah Özpirinçci; genel müdür yardımcılığını ise sanat ve akademik yayıncılık dendiğinde Türkiye’de ilk akla gelen isim olan Kenan Kocatürk üstleniyor. Yayınevinin yayın yönetmenliği ise gerek televizyon gerekse yayıncılık alanından tanınan bir ismin, Deniz Yüce Başarır’ın ellerine teslim. Türkiye’den ve dünyanın çeşitli coğrafyalarından gündemi belirleyen kitapları temiz, titiz, yenilikçi bir anlayışla sunmak için yola çıkan ekip; içeriğe olduğu kadar görsel dünyaya da önem vereceğinin sinyallerini, görsel yönetmen olarak alanının önemli isimlerinden birini seçerek veriyor: Yetkin Başarır. 

Eğitim yayıncılığında faaliyet gösteren Teas Yayıncılık’ın bir alt markası olan hep kitap; geniş yelpazesinin ilk örneklerini okurlarla TÜYAP 35. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nda buluşturacak. Yayıncılık dünyasının bu yeni oyuncusunun, alanında iddialı olacağı ve kitap dünyasına heyecan getireceği, raflara koymayı planladığı ilk kitaplardan da belli oluyor.

Çocuk Edebiyatı’nda okul çağı çocuklara, “Küçük Bay Tilki” dizisinin iki kitabı ile seslenen hep kitap; okul öncesi dönemdeki çocuklar için yazılmış, tüm dünya çocuklarının zevkle okuduğu Gruffalo’nun çizeri Axel Scheffler’in yazıp resimlediği “Faresu Oxford UniversityPress ile Tavşancan” dizisiyle küçük okurları çok sevindireceğe benziyor.

Yetişkin okurlar ise hep kitap sayesinde Alman edebiyatının yeni bir sesiyle tanışacaklar: Shida Bazyar. 2016 Ulla Hahn Edebiyat Ödülü’nün de sahibi olan Bazyar’ın ilk romanı “Geceleri Sessizdir Tahran” çok konuşulacak. hep kitap’ın kasım ayı programında dünyada çok ilgi gören bir psikolojik gerilim de var: Iain Reid’in kaleminden “Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum.” Türk dilinin ustalarından Jale Sancak’ın yeni öykü kitabı “Belki Yarın” da hep kitap’ın diğer bir sürprizi.

hep kitap’ın son haberi ise sanat tutkunlarını sevindirecek: Dünyanın seçkin sanat yayıncılarından Laurence King’in hazırladığı “İşte” adlı dizi, sanat tarihi konusunda şimdiye kadar benzeri yapılmamış bir çalışma. Özgün çizimlerle de desteklenen diziden, ilk önce “İşte Van Gogh” ve “İşte Warhol” Türkiye’deki okurlarla buluşacak.

Ölüm Adası : Zorbalar ve Kahramanlar

$
0
0
Gençler için hayat kolay değildir… Zorbalar ve kurbanlar olarak ikiye ayrılarak büyürler ve bir kahraman ararlar kendilerine. O kahraman ihtiyacı da ömürleri boyunca sürer. Carl Freeman gibiler lazımdır dünyaya… Sistemin erittiği on yaşındaki boks şampiyonu Carl’ın macerası “Ölüm Adası” okurları film tadında bir hikayeye davet ediyor. 

John Dixon’un 2014 yılında yayımlanan ilk romanı “Phoenix Island” epey ses getirmiş ve övgülere boğulmuş. Bram Stoker ödülüyle taçlanan romanın devamı da 2015 yılında “Devil’s Pocket” ile gelmiş. Bizdeki ilk yansımasıysa 2014 başında CBS ekranlarında başlayan Josh Holloway’li “Intelligence”a esin kaynağı olmasıydı. Dizi tek sezonda kalarak hayal kırıklığı yaşatırken romana dair merak duygularını arttırmıştı. Hazır yeri gelmişken bu esin kaynağının romandaki bir detaydan ibaret olduğunu belirteyim.

On altı yaşındaki boks şampiyonu Carl Freeman ile tanışıyoruz. Güçsüzleri korumak için zorbalara kafa tutmayı alışkanlık haline getirmiş, beladan uzak duramıyor. Hayatı koruyucu aileler ve ıslahevi arasında mekik dokuyarak geçen Carl ile mahkemede tanışıyoruz. Son kavgasında herkesi hastanelik etmiş. Mahkemede dosyasını inceleyen hakim artık bunu alışkanlık haline getirdiğini görünce onu cezasını çekmek üzere bir adaya gönderir. Carl’ın Phoenix adasına gönderilmesiyle de macera başlar. Kendisi gibi hüküm giymiş gençlerle dış dünyaya kapalı bir adada Carl’ın yapması gereken basittir. Kurallara uyacak ve 18 yaşına basmayı bekleyecektir. Daha ilk andan itibaren öyle olmayacağını anlar… Çavuşların ona takmasıyla ilk andan itibaren diken üstündedir. 

Eski bir boksör, gençlik hizmetleri görevlisi, hapishane eğitmeni ve ortaokul öğretmeni olan John Dixon ilk romanında gözlemlerinden faydalanmış. Kahramanımız da bir boksör ve hapishane gibi kullanılan bir ada da mekanımız. Gençlerle çalışmış olmanın artılarını da romana yansıtıyor. Ana karakterini detaylıca anlatarak sevdirirken, kötüleri de nefret edilecek şekilde etkili yaratmış. Özellikle her şeyin başındaki kötü adamı anlatırken döktürüyor. Okurda ikilem yaratan çok karizmatik ve akılda kalıcı bir karakter. Dixon çok basit bir formül üzerinden aynı basitlikle yürüyor. Acele etmiyor, süslemekle uğraşmıyor, okuru tavlamaya çalışmıyor ve tempoyu sürekli arttırıyor. Basit ama etkili ve çok gerçekçi. Film gibi anlatıyor. Merak duygusunu da sürekli canlı tutuyor. Okuruna tüm macerayı tabiri caizse Carl ile omuz omuza yaşatıyor. “Geçmiş bir hayalet, gelecekse bir serap. Kendini sağlam şekilde ana yerleştir, yükseldiğin ana” diyor…

Gençlerin başrolünde olduğu birbirinin kopyası olan formüle ergen maceraları kadar basit değil “Ölüm Adası”. Olay örgüsü, karakterleri ve atmosferiyle daha katmanlı bir roman. 462 sayfa olmasına rağmen tek solukta bitiyor. Olurda ara verirseniz aklınız onda kalıyor. Böyle bir romanın filme ya da diziye neden uyarlanmadığını da anlamak zor. İyi bir gişe filmi için gerekli her şeyi barındırıyor. “Labirent” serisinin yarattığı yankıyı tekrarlayabilecek bir potansiyeli var. Üstelik hikaye gişe için süslenmeye müsait. Popüler kıyamet sonrası fonunda da geçebilir ve korku gerilim öğeleriyle nefes kesebilir. Genç yetişkin kategorisinde görünse de çok daha fazlası olan “Ölüm Adası” türe ilgi duyanların ıskalamaması gereken romanlardan. Maceranın “Devil’s Pocket” ile sürmesini de dört gözle bekliyoruz. 

ÖLÜM ADASI / John Dixon
Türü: Roman
Çeviren: Ebru Sürmeli
Yayınevi: GO!
1. Baskı, Ağustos 2016
Sayfa Sayısı: 462
Etiket Fiyatı: 19.00 TL


Meltem Gürle’den Tüm Zamanlara Hitap Eden, Her Zaman Okunacak Denemeler : Kırmızı Kazak

$
0
0
“Dünyayı değiştirecek olan güzelliktir. Çünkü güzel olanın önünde hepimiz aynı saygıyla eğileceğiz bir gün.”

Kitaplarla iç içe geçmiş denemeleri okumak uzun sürer. Yıllar önce okuduğunuz kitaplar, elinizdeki denemelerle birlikte yeni boyutlar kazanır, derinleşir, zenginleşir. Okumadıklarınız yepyeni ufuklara çağırır. Bu nedenledir ki, okumadıklarınızı okumak, okuduklarınızı yeniden karıştırmak için sabırsızlanır, elinizdekini bırakır, “öteki metinler”le avarelik edersiniz.

Meltem Gürle’nin denemelerini de okumanız uzun sürecek, ara vereceksiniz, döneceksiniz, yeniden durup yeniden başlayacaksınız. Oturacaksınız, kalkacaksınız, araya başka kitaplar girecek. Elinizdeki kitabın kopyası eskiyecek ama okuduklarınız değil. Bu denemeler kendileri eskimeyecekleri gibi eskiden okuduklarınızı da tazeleyip yenileyecek. 

“Amerikalı öykücü Lorrie Moore diyor ki, “Hayatta kalkıştığımız her iş, başka bir şeyden değil de sadece kendinden ibaret olmanın hüznünü, duygusal izini taşır içinde.” Baskıdan önceki bu son satırları yazarken aynı şeyi düşünüyorum: Bu kitap da yoklukların, eksikliklerin, burada olmayanların gölgesini taşıyor. Tıpkı hayatlarımız gibi.”

MELTEM GÜRLE: 1966’da Almanya’da doğdu. Çocukluğu İzmir’de geçmiş olsa da, üniversite yıllarından beri İstanbul’da yaşamaktadır. Felsefe ve edebiyat eğitimi aldı. Oğuz Atay’ın Batı edebiyatının büyük eserleriyle diyaloğunu incelediği Ölülerle Konuşmak (2016) adlı bir kitabı ve Türk romanıyla ilgili çok sayıda makalesi vardır. Halen Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda öğretim üyesi olarak çalışıyor ve karşılaştırmalı edebiyat konusunda araştırmalarını sürdürüyor. Meltem Gürle 2009’dan beri BirGün gazetesindeki köşesinde edebiyat yazıları yazmaktadır.

KIRMIZI KAZAK / Meltem Gürle  
Tür: Deneme
Sayfa sayısı: 423 Sayfa
Fiyatı: 31 TL
Yayın tarihi: 18 Ekim 2016

Vizyona Giren Filmler : 21 Ekim

$
0
0
Dördü yerli yedi filmin vizyona girdiği haftada her türden film mevcut. Künyesiyle dikkat çeken aşk filmi “İkimizin Yerine”, tipik Tom Cruise aksiyonu “Jack Reacher: Asla Geri Dönme” ve Derviş Zaim imzalı “Rüya” haftanın öne çıkan filmleri… Amerika ile Güney Kore ortak yapımı animasyon “En Süper Kahramanlar”, gençlik komedisi “Ortaokul Hayatımın En Kötü Yılları”, berbatlığıyla kült potansiyeli taşıyan yerli korku “İllet” ve Doğu Akdeniz’in lirik tasviri iddiası taşıyan “Defne’nin Bir Mevsimi” de diğer seçenekler…


İkimizin Yerine
Yönetmen: Umur Turagay
Oyuncular: Serenay Sarıkaya, Nejat İşler, Zerrin Tekindor, İştar Gökseven
Konu: Serenay Sarıkaya, küçük bir kasabada büyümüş, tüm ayrıntılarıyla sürekli kendini tekrarlayan hayatına dair cevaplayamadığı soruları olan Çiçek karakteri ile seyircisiyle buluşmaya hazırlanırken, başarılı oyuncu Nejat İşler ise Çiçek’in hayatını değiştirecek büyük aşkı, edebiyat öğretmeni Doğan’ı canlandırıyor. Çiçek’in gencecik kalbinde alevlenen bu aşk, hayatıyla ilgili sorulara acemi omuzlarının kaldıramayacağı cevaplar verecektir.
İçinizdeki edebiyat aşkı kabardı, olgun erkek sever oldunuz hemen filmi geldi… Bıraksanıza bu “ben gamlı hazan sense bahar” işlerini…


Jack Reacher: Asla Geri Dönme / Jack Reacher: Never Go Back
Yönetmen: Edward Zwick
Oyuncular: Tom Cruise, Cobie Smulders, Robert Knepper, Danika Yarosh
Konu: Seçkin bir askeri polis biriminin komutasından istifa ettikten yıllar sonra göçebe bir hayat süren, yanlış düzeltici Reacher, arkadaşı ve yerine getirilen Binbaşı Susan Turner casuslukla suçlandığında bıraktığı hayata tekrar geri dönecektir. Yanlış Düzeltici Jack Reacher, masum olduğunu kanıtlamaktan ve eski askerlerinin öldürülmesi ardındaki gerçek suçluları ortaya çıkarmaktan asla vazgeçmeyecektir.
Buram buram gösteriş kokan fragmanından tiksinmek bir yana artık Tom Cruise efendinin benzer rollerle karşımıza çıkmasından da gına geldi. Tipik bir izle unut filmi olduğuna şüphe yok ama mesaj açık: asla geri dönme be tom… döneceksen de farklı rollerle dön artık, risk al mesela… 


Rüya
Yönetmen: Derviş Zaim
Oyuncular: Gizem Akman, Dilşad Bozyiğit, Gizem Erdem, Mehmet Ali Nuroğlu
Konu: Sine, amcasının mimarlık ofisinde çalışan bir mimardır. Amcası Rüstem ihale almak için riskli ilişkilere girmeye başlamış, bir dernek için İstanbul’un varoşlarına bir toplu konut projesi yapmıştır. Dernekte çalışan Yaren adlı erkek, toplu konutlara yakın bir Cami inşa ettirmek istediklerini belirtir. İnşaat başlar ancak yer kayması nedeniyle yarım kalır. Polis aramaya başlayınca Sine yarım kalmış Cami inşaatına sığınır, bu farklı mekân onu değiştirir.
Haftanın tek dişe dokunur filmi… Her Derviş Zaim filmi gibi salonlara koşacak, filmden sonra da düşüncelere dalacağız…


En Süper Kahramanlar / Bling
Yönetmenler: Kyung Ho Lee ile Wonjae Lee
Konu: Tematik parkta tamircilik yapan Sam'in tek dileği çocukluk aşkı Sue ile evlenmektir. Sadece parlak bir altın yüzüğün onun kalbini kazanmasını sağlayacağına dair yanlış bir inancı olan Sam, bir akşam ona evlenme teklif etmek için her şeyi hazırlar. Ancak kötü kalpli Oscar da şeytani bir plan ve elinde Sam'in aldığı yüzüğün aynısıyla ortaya çıkınca işler karışır. Sam, Oscar'ın kötü planlarını engelleyebilmek ve Oscar'ınkiyle karışan yüzüğünü geri alabilmek için süper iyi robotlarla işbirliği yapar ve şehri kurtarmak için kolları sıvar. Sam bu macerada, önemli olanın yüzüğün değeri değil kalbin sıcaklığı olduğunu anlayacaktır.
Kısacık fragmanı izlerken esinlenilen filmleri saymakta zorlandık. İlginç bir karışım olmuş ama ne küçüklere ne de büyüklere yar olmayacak gibi…


Ortaokul Hayatımın En Kötü Yılları / Middle School: The Worst Years of My Life
Yönetmen: Steve Carr
Oyuncular: Griffin Gluck, Lauren Graham, Rob Riggle, Thomas Barbusca
Konu: Rafe’in otorite ile sorunları vardır. Sahip olduğu bu olgu, kuralcı bir ortaokula transfer olduğunda Rafe’in içinde bir iç çatışmaya sebebiyet verir. Yapması ve yapmaması gerekenler arasında boğulduğu sıralarda, en yakın arkadaşı Leo ile okulun tüm kurallarını çiğnemek üzerine bir plan yaparlar ve kendilerini Müdür Dwight’a karşı yarattıkları büyük bir kaosun içinde bulurlar.
Bir James Patterson romanı söz konusuysa en mantıklı olan arkamıza bakmadan kaçmaktır esasında. Alışılageldik şeyleri eğip büker ve yeni bir şey gibi çıkarır karşımıza… Okuması, izlemesi keyiflidir ama bitince hiçbir şey kalmaz akılda… Bu da öyle muhtemelen ama fragman ilgiyi biraz arttırıyor doğrusu…


İllet
Yönetmen: Soner Acar
Oyuncular: Aydın Sidal, Taner Karamahmutoğlu, Gülçin Özlen, Can Ay, Engin Alkan
Konu: Yıllar önce anne ve babalarını kaybeden Aydın ve Taner kardeşler Kemerburgaz'da ailelerinden kalma derme çatma dağ evinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Aydın'ın tek arzusu kardeşi Taner'i sevdiği kızla evlendirebilmektir. Bir gün aile dostları Can'ın kanser olan kardeşinin istemeden ölümüne sebep olurlar. Can, intikamını almak için Cinler aleminden ateist bir Cin ile anlaşma yaparak Aydın'a büyü yaptırır ve herkes için ölüm-kalım savaşı başlar.
Uzun süredir bu kadar gülmemiştim… Akıllara zarar fragman “ben kült olmak için varım” diye bağırıyor adeta. Rezil oyunculuklar, saçmalıklar silsilesi sahneler, beyin yakan diyaloglar ve gözleri oyarak oluşan efekt… Hele o atleti yırtma sahnesi… Ömrümüzü yedi bu cin illeti…


Defne’nin Bir Mevsimi
Yönetmen: Mehmet Öztürk
Oyuncular: Hande Subaşı, Gökhan Alkan, Mert Öcal, Murat Karasu
Konu: Türkiye’nin çalkantılı bir yaz mevsiminde geçen film, romans ile politik dram arasında ilerliyor. Zengin bir ailenin kızı Defne’ye aşık iki fakir kardeşin hikâyesi anlatılırken, Antakya’nın kültürel, etnik ve dinsel kozmopolit ortamını yansıtıyor ve Ortadoğu’da her şeyin birdenbire nasıl değiştiğini gösteriyor. Dünden bugüne ışık tutan film, oryantal güzellik ve romantik duygusuyla Doğu Akdeniz’in lirik bir tasviri…
Yine bildik bir hikaye ama fragman umut veriyor… Beklentileri düşük tutarak izlemeli…



Peter Ackroyd’dan İngiliz Tarihindeki Hayaletlerin Geçit Töreni : İngiliz Hayalet

$
0
0
“1991’in Aralık ayında bir kadın Rumwell köyü civarında arabasıyla A38’den geçiyormuş. Birden gri yağmurluklu bir adamın yolun ortasında durmuş el feneriyle işaret verdiğini görmüş. Direksiyonu kırmak zorunda kalınca bir hendeğe yuvarlanmış. Adama kızmak için arabadan inmiş ama yolda hiçbir şey yokmuş.”

Peter Ackroyd, bu kitapta İngilizlerin diğer halklardan daha çok hayalet gördüklerini belirtiyor. Cornwall’daki Kelt hayaletlerinden kuzeydeki gulyabanilere ve cinlere kadar her bölgenin kendine özgü hayaletleri, hortlakları var. Kitabın adından da anlaşılacağı gibi bu anlatılar Anglosaksonlar döneminden günümüzün otostopçu hayaletlerine uzanan bir kronoloji izliyor. 

Hayaletlere inansak da inanmasak da, Ackroyd’un çalışması zengin bir kaynak oluşturuyor. Dahası, anlattıklarını edebiyat kurgusu yapmadan ve gündelik olaylar havasında aktarması da zevkli bir okuma fırsatı sunuyor. Kitapta tanışacağınız hayaletlerin hemen hepsi haksızlığa karşı çıkıyor, huzur arıyor, kimileri de cinler gibi sadece eğlence peşinde koşuyor.

PETER ACKROYD, İngiliz biyografi yazarı, romancı, eleştirmen. 1949’da Londra’da doğan Ackroyd eğitimini Cambridge Üniversitesi’nde tamamladı. Daha sonra özel bir bursla iki yıl Yale Üniversitesi’ne gitti. Ackroyd, başta Londra olmak üzere İngiliz tarihi ve kültürü üzerine romanları ve edebiyat dışı eserleriyle tanınır. Somerset Maugham, Guardian ve Booker ödülleri gibi birçok ödül kazanan yazarın romanları arasında The Great Fire of London (Büyük Londra Yangını), Oscar Wilde’ın Son Vasiyeti, Doktor Dee’nin Evi, edebiyat dışı kitaplarının arasında ise Dickens, London: The Biography (Londra: Biyografi), Shakespeare: A Biography (Shakespeare: Bir Biyografi) ve Poe: Kısacık Bir Hayat sayılabilir.

İNGİLİZ HAYALET / TARİHİN İÇİNDEN HAYALET HİKAYELERİ 
Yazar: Peter Ackroyd  
Çeviri:Esra Birkan  
Tür: Anlatı
Sayfa sayısı: 271 Sayfa
Fiyatı: 21  TL
Yayın tarihi: 18 Ekim 2016


İkimizin Yerine : Kafa’sız Bir Dünya

$
0
0
Kültür artık çok hızlı deviniyor, her gün gelişiyor, gelişirken şekil değiştiriyor ve en önemlisi de artık çok kolay tüketilebilir ürünler ortaya koyuyor. Son yıllarda ülkemizde de bunun etkilerini hissetmeye başladık; ne kadar tıklandığı belli olan, ama okunup okunmadığından bihaber olduğumuz kültür-sanat bazlı internet siteleri/dergileri sardı her yanımızı. Dahası artık yazı ile üretim de sınırlı bu alanlarda. Listeler, kapsül kısa bilgiler, video ve fotoğraflarla örülü bir databank içinde yüzüyoruz. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bu yarı-cehaleti kağıda dönüştüren dergiler peyda oldu, nerden bilmiyorum. Birbirinin benzeri isimler taşıyan bu dergiler, o ara kim gündemdeyse onu kapağına taşıyarak tirajlarını yukarı doğru çekme derdinde. İnternette nereyi açsanız, bir fincan yanına özenle iliştirilmiş bir kitaba veya bu dergilere sayfalara rastlıyorsunuz.

Bütün bunları neden anlatıyor bu adam, diye soruyorsunuz içinizden farkındayım. Bugün vizyona giren “İkimizin Yerine” adlı filme getireceğim sözü. “Karışık Pizza”dan tanıdığımız reklamcı Umur Turagay’ın yeni filmi “İkimizin Yerine”, Çiçek (Serenay Sarıkaya) adlı kasabalı bir genç kızın, dershaneye İstanbul’dan yeni gelen öğretmen Doğan’a (Nejat işler) duyduğu aşkı anlatıyor esasen. Yeni gelen Doğan’a abayı yakan Çiçek’in aşkı için yapamayacağı şey yok. En sonunda da arkadaşının düğününde okumak üzere bir yazı yazabilmek için özel ders almak istiyor Doğan’dan. Tabii tahmin edebileceğiniz üzere işler çığırından çıkacak ve âşıklar bu arapsaçının içinden sıyrılmaya çalışacaklardır.

“İkimizin Yerine” teknik anlamında oldukça temiz bir film; olanakların mevcut olduğu o kadar açık ki, işçiliği neredeyse kusursuz. Kadro çok iyi, Serenay Sarıkaya’yı hiç bu kadar iyi görmemiştim. Nejat İşler’in ise eski günlere dönmesi lazım bir an önce. Yan karakterlerden özelikle Bakkal Kudret’e can veren Özgür Emre Yıldırım deyiş yerindeyse döktürüyor. Fakat gişe kaygısıyla sipariş usulü yazıldığı belli olan senaryo, oradan buradan çekiştirilmek suretiyle resmen yürekler acısı bir hale sokulmuş. Hikayenin ilk çeyreği kazasız belasız geçildikten sonra, film takla üstüne takla atmaya başlıyor, izleyiciyi ters köşe yapmak amacıyla olmadık yönlere sapan metin sonunda duvara tosluyor tabii olarak. Baba karakterinin işlevsizliği, etkin bir pozisyonda olmaması da büyün sorun. İştar Gökseven bu tiplemeyi karakterize etmeye çalışmış elinden geldiğince, lakin o da kurtaramamış ne yazık ki. En komiği de karakterlerin ne hissettiklerini dahi dile dökmesi, hani utanmasa altyazı koyacaklarmış filme buna dair.

Gelgelelim bunların hiçbiri o kadar da önemli değil. Asıl önemli olan Nazım Hikmet, Cemal Süreya gibi önemli şairlerimizden dizeleri hikayesine dolgu yapan “İkimizin Yerine”nin kültür fetişizmine kapıyı sonuna dek aralaması. Hem de o kadar ucuz bir şekilde yapıyor ki bunu, inanılır gibi değil. Sosyal medyada bir fincan kahvenin yanına “Kürk Mantolu Madonna”yı koyan kitleye son ses sesleniyor karşımızdaki film. Gişe yapar mı “İkimizin Yerine”, evet, çok fazla gişe yapabilir, fakat son tahlilde sinemamızda dişe dokunur bir iş mi, işte orası tartışmaya çok açık.



Cumhuriyet'in Klasik Müzik Serüveni : İllüzyon

$
0
0
Cumhuriyet bir ütopyaydı. Şimdi ise ona ait bir gerçeklikte yaşıyoruz. Sesler işitiyoruz, ahengini o toplum mühendisliğinden almış bir müziğe ait sesler.

Bir medeniyet projesi olarak görülen Cumhuriyet'te “Klasik Batı müziği" nasıl “milli" tınısını bulacaktı? Bu soruda "bulunması gerekliliğine" dair bir kabul vardı ve ulus inşa etmeye kalkan ve bunun için de öncelikle ulusal olanı yaratmak zorunluluğuyla baş başa kalan Cumhuriyet'in kurucu kadrolarınca en ileri, medeni ve modern olarak bellenen "Klasik Müzik"te milli damarın bulunması ve yansıtılması esaslı bir görevdi.

Bugün işte bu illüzyonu yaşıyoruz.
Halk türkülerini armonik ya da çoksesli kılıp Klasik müzik orkestralarında çalmaktan ibaret bir Klasik müzik serüveninin içindeyiz. 

Bu kitaptaki yazarların tümünün bir derdi var! Türkiye’de klasik müzik ve müzik alanında bir şeylerin yanlış yapılandığı, işlerin doğru yürümediği, hâlâ yapılması gereken onlarca şey olduğunu söylüyorlar. Her şeyin yolunda gittiğini düşünen akademisyen ve müziksever amatörlerle aralarındaki farkın altını çiziyorlar: Serap görmüyoruz ama sahnelenen illüzyonun da tanıklarıyız.

Jön Türk modernleşmesinden Cumhuriyet politikalarına bir anlayışın, Halkevleri'nden konservatuvarlara kurumların, marşlardan operetlere eserlerin ele alındığı eleştirel bir toplam.

Cumhuriyet bir illüzyondu, belki göremiyoruz ama işitebiliyoruz.

İçindekiler / Yazarlar
I. Milli Musiki Ütopyası: “Halk Ruhunu Garp Fenniyle Terkib Etmek” / Okan Murat Öztürk
II. Geleneksellik-Çağdaşlık İkileminde Cumhuriyetin “Milli Musiki” Politikası ve Türk Besteciler / Onur Nurcan - Ebru Güner Canbey
III. Hars ve Medeniyet Ekseninde Cumhuriyet Dönemi Müzik Politikalarının Kitlesel Uygulama Alanı: Halkevleri / Emrah Zıraman - Fırat Kutluk
IV. Kültürel Seçkincilik Bağlamında Darülbedayi’de Operet / Fırat Kutluk - Yasemin Ata
V. Fırat Kutluk Cihat Aşkın’la Konuşuyor
VI. Türkiye’de Müzik Yazarlığının İdeolojik Boyutu / Seyit Yöre
VII. Bir Politik Simülasyon Örneği Olarak Cumhuriyet Dönemi Türk Müziği Politikaları / Özlem Doğuş Varlı
VIII. Cumhuriyetin İlk Yıllarından Günümüze Hükümet Programlarında Müzik: Eleştirel Bir Bakış / Cenk Güray
IX. Devlet Türk Müziği Koroları: İdeoloji ve Yapı / Timuçin Çevikoğlu

İLLÜZYON / Cumhuriyet'in Klasik Müzik Serüveni
Derleyen:  Fırat Kutluk
Yayına Hazırlayan: Özcan Özen
h2o Kitap, Ekim 2016
Dizi: Müzik ve müzik araştırmaları - 1
Sayfa: 295 sf.
Fiyat: 23,90 TL


Yüzlerce Yazar ve Sanatçı, Anılarıyla “Ölmeden İyi İnsanlar”da

$
0
0
Tarihe tanıklık eden pek çok isimden bugünün yazarlarına, sanatçılarına uzanan geniş bir kadro yer alıyor “Ölmeden İyi İnsanlar”da. Yunus Bekir Yurdakul'un “Sanat insanlarından güldüşün anılar” alt başlığını verdiği ve uzun yıllar üzerinde çalıştığı bu özel kitap Yitik Ülke Yayınları'nca okura ulaştırıldı. İncelikli yapısı, hiçbir yerde okuyamayacağınız, duyamayacağınız anılarla süslü yüzlerce detay saklı sayfalarda. 

Abdülhak Hamit'ten Avni Arbaş'a, Âşık Veysel'den Orhan Veli'ye, Aydın Boysan'dan Cahit Arf'a, Ayla Kutlu'dan Dağlarca'ya, Füruzan'dan Kemal Özer'e, Melih Cevdet'ten Muzaffer İzgü'ye, Neyzen Tevfik'ten Özdemir Asaf'a, Picasso'dan Neruda'ya, Şükran Kurdakul'dan Yaşar Kemal'e, Can Yücel'den Ahmet Günbaş'a...

Çağımızın tanığı yazın-sanat insanlarından hüzünle gülümsetirken ince ince düşündüren anılar...

Onları, bu incelikli / nüktedan yönleriyle biraz daha yakından / belki de yeniden tanıyacaksınız.

Onlar, dünün birikimiyle bugünden derlediklerini hepimiz için, insanlık için ışığa çevirdiler.

Onlar, ölmeden iyi insanlar. Yunus Bekir Yurdakul'un editörlüğünü yaptığı “Ölmeden İyi İnsanlar”, keyifle okuyacağınız çok özel bir yapıt. 

“Ölmeden İyi İnsanlar – Sanat insanlarından güldüşün anılar”, Hazırlayan: Yunus Bekir Yurdakul, Yitik Ülke Yayınları, Anı-Anlatı, Ekim 2016, 20 TL


Ece Temelkuran, Edebiyatta 20. Yılında, Bütün Eserleriyle Can Yayınları’nda…

$
0
0

Gazeteciliğinin yanı sıra edebiyatçılığıyla da çok konuşulan, son yıllarda yazdığı Muz Sesleri, Düğümlere Üfleyen Kadınlar ve Devir romanlarıyla edebiyat dünyasında kendi sesini bulmuş olan, yüz binlerce okuyucuya ulaşan ve kitapları birçok yabancı dile çevrilen Ece Temelkuran, yazarlığının 20. yılında bütün eserlerinin yeni baskılarıyla bir kez daha sevenlerinin karşısına çıkıyor.

İlk kitabı olan Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’da kadınların küçük, komik, bölük pörçük öykülerini anlatan Ece Temelkuran, Kıyı Kitabı’nda, öteki ile ben’i birbiri üzerinden tanımlamaya zorlayan dünyaya inat, aradaki kırılgan çelişkiyi sorguluyor. 

Ece Temelkuran’ın şiir-metinlerinden olan İç Kitabı, yazarın kendi iç yolculuklarından, hesaplaşmalarından yola çıkan bir kitap. Ardından kaleme aldığı Dışarıdan - Kıyıdan Konuşmalar’da ise bize yıllar önce yazdığı yazılarında bugüne ilişkin kaygılarını anlatıyor. İçeriden – Kıyıdan Konuşmalar ise Ece Temelkuran’ın yayımlandıkları yıllardan bugüne hep o gizli tarihimize dokunmayı sürdürürken içinde yaşadığımız bulanık zamanın ilk işaretlerini veriyor. 

Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita, Venezuela’daki devrim denemesinin, dünya kadar büyük bir düşün yaşama geçirilirken kendisi kadar büyük sorun ve sorularla giriştiği hesaplaşmanın gözlemlerinden oluşan bir belgesel anlatı.

Ne Anlatayım Ben Sana! iki kez yazılmış bir kitap. İlkin Oğlum Kızım Devletim adıyla 1996 yılının Mayıs- Haziran ayları arasında ölüm oruçlarını anlatan bir kitaptı. Ancak Türkiye’nin sökülen hikâyeleri bir yün çilesi gibi dolaşmaya devam edip F tipi cezaevleri, açlık grevleri, ölüm oruçları canlar almayı sürdürünce bu kez Ne Anlatayım Ben Sana! adıyla genişletildi ve yeniden yazıldı. 

Edebiyatçı kimliğiyle gazeteciliği iç içe geçmiş olan Ece Temelkuran’ın bu iki disiplin arasında geçişlerle kurduğu ve Hrant Dink “yaz” dediğinde yazacağını aklına bile getirmezken daha sonra ona adadığı ‘Ağrı’nın Derinliği, başkasının tarihine bakmanın kendi tarihini yeniden kurmak için ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. 

İlk romanı Muz Sesleri’nde ise Ece Temelkuran aşkın ve savaşın başkenti Beyrut’tan , en büyük gürültülerin içinde hayatı ayakta tutan küçük ama inatçı sesleri anlatıyor. İkinci Yarısı kitabında bir yandan ömrün ilk yarısını geride bırakmanın hesabını toplarken bir yandan da yazmakla kendini var eden genç bir kadını izliyor ve okurlarına izlettiriyor. Kayda Geçsin’de ise edebiyatın kıyısında duran yazılarıyla, bugünü belirleyenin adım adım gelişinin not defterini tutuyor.

Düğümlere Üfleyen Kadınlar, dünya değişirken büyülü bir yolculuğa çıkan dört muhteşem kadının, düşmenin ve yeniden ayağa kalkmanın hikâyesi. Ece Temelkuran, Ortadoğu’yu baştan başa kat eden bu yol romanında hayata ve kadınlara taze bir nefes üflüyor. Son romanı Devir – Dilsiz Kuğular Zamanı’nda ise yalnızca çocuk gözümüzle bakınca hatırlayacaklarımızı anlatıyor. Dilsiz kuğuların dün söylediklerini yarına devrediyor.

ECE TEMELKURAN, İzmirli ve 1973 doğumlu. 1993’ten başlayarak 20 yıl muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bütün Kadınların Kafası Karışıktır (1996), Oğlum Kızım Devletim-Evlerden Sokaklara Tutuklu Anneleri (1998), İç Kitabı (2002), Kıyı Kitabı (2002), İçeriden-Kıyıdan Konuşmalar (2004), Dışarıdan-Kıyıdan Konuşmalar (2004), Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita (2006), Ne Anlatayım Ben Sana! (2006), ‘Ağrı’nın Derinliği (2008), Muz Sesleri (2010), İkinci Yarısı (2011), Kayda Geçsin (2012), Düğümlere Üfleyen Kadınlar (2013) adlı kitapları yazdı. 2010’da İngiltere’de Deep Mountain (‘Ağrı’nın Derinliği), 2011’de ABD’de Book of the Edge (Kıyı Kitabı) adlı kitapları yayımlandı. Muz Sesleri, aralarında Hollandacanın da olduğu beş dilde yayımlandı. Düğümlere Üfleyen Kadınlar ise Almanya, Çin ve Fransa’dan sonra İngiltere’nin de aralarında bulunduğu 13 ülkede yayımlanmayı bekliyor. The Guardian, New York Times, Franktfurter Allgemeine Zeitung, Newstatesman, New Left Review, Le Monde Diplomatique, Berliner Zeitung gibi gazete ve dergilerde makaleler yazdı. 2007’de Saint Anthony’s College’ın akademik davetlisi olarak bir yıl Oxford’da bulundu. Uluslararası Af Örgütü ve Prens Claus Vakfı’nın davetlisi olarak Amsterdam’da 2013 yılı için “Özgürlük Konuşması”nı yaptı. Türkiye’yi anlattığı “Çılgın ve Hüzünlü” kitabı Almanca ve İngilizce olarak yayımladı, çeşitli dillerde yayımlanmayı bekliyor. Beyrut, Tunus, Paris’te yaşadı. Şimdi zamanını İstanbul ve Zagreb arasında geçiriyor.

Ece Temelkuran’ın Can Yayınları’ndaki kitapları
Devir, 2014 
Muz Sesleri, 2016 
Düğümlere Üfleyen Kadınlar, 2016 
Bütün Kadınların Kafası Karışıktır, 2016 
İç Kitabı, 2016 
Kıyı Kitabı, 2016 
Dışarıdan Kıyıdan Konuşmalar, 2016 
İçeriden Kıyıdan Konuşmalar, 2016 
Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita!, 2016 
Ne Anlatayım Ben Sana!, 2016 
‘Ağrı’nın Derinliği, 2016
İkinci Yarısı, 2016 
Kayda Geçsin, 2016

Ece Temelkuran demişken, "Devir" üzerine yazdığım kritiği de buraya tıklayarak okuyabilirsiniz...

Viewing all 3898 articles
Browse latest View live