Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3898 articles
Browse latest View live

Mavis Gallant İlk Kez Türkçede : Paris Öyküleri

$
0
0
New York Times’a göre “İngiliz dilindeki en iyi öykü yazarlarından” biri olan Mavis Gallant’ın öyküleri ilk kez Türkçeye çevriliyor. Gallant’ın “Paris Öyküleri” Yüz Kitap etiketiyle raflarda.

Yüz Kitap yeni ve küçük bir yayınevi. 1945 sonrası dünya edebiyatının daha önce Türkçeye hiç çevrilmemiş minör klasiklerini ve klasik olmaya aday eserleri iyi çeviri, titiz bir editoryal çalışma ve özenli tasarımlarla yayımlamayı hedefliyor. Öykü üzerine yılda 6-7 kitap yayınlama hedefiyle 2014 yılında ilk kitaplarını yayınlamışlar. İlk kitap Grace Paley'nin “İnsana Hiç Rahat Yok Kendinden”inden sonra bir ara vermeleri gerekmiş. İkinci kitap “Paris Öyküleri” ile devam ediyorlar. Küçük yayınevlerini sevenler için yeni bir keşif olarak okuru mutlu edecek bir katalog bizi bekliyor gibi. Sizi bilmem ama benim yeni haberim oldu, iki yıl geciktiğimiz Paley ve Gallant ile tanışma faslını ertelemeyin. 

Kanadalı olmasına rağmen hayatının büyük bir kısmını Paris’te geçirmiş olan yazar öykülerinde bize yirminci yüzyıl Avrupasının bir yeraltı haritasını çizer. Gallant’ın Avrupası “gemi enkazlarıyla dolu” bir yerdir. Karakterleri karmaşık ve çeşit çeşittir; mülteciler, savaştan dönen tutsaklar, figüran aktörler, çekirdek aileden veya düzenden kaçanlar geri dönebilmek için çırpınıp durur, ama bunu yapacak silahları yoktur. Kozmopolit bir dünya tasvir eden Gallant, dramatik açıdan aşikâr olana hiç yeltenmez ama bizi şaşırtmayı daima başarır. Michael Ondaatje Paris Öyküleri’yle Gallant’ın yüzü aşkın öyküsü arasından seçtiği bir derleme sunuyor okurlara.

Zıddıyla kısa bir karşılaşmadan sızı gibi bir değişimle çıkan havai bir Kanadalı, savaştan döndüğünde evde bir üvey baba bulan genç bir Alman, hayatı ağırlık yapmadan yaşayan bir aktör, ölümü beklemek için ailesiyle Fransa’ya yerleşen bir İngiliz, kendine verdiği önemin içinde kaybolmuş bir yazar ve hepsi muğlak bir huzursuzluk taşıyan insanlar… Bir Mavis Gallant öyküsü söylenemeyeni, görülemeyeni, duyulamayanı kendine has ironisi ve duygusallıktan uzak merhametiyle anlatır. Bunu o kadar berrak bir içgörüyle yapar ki öykülerindeki dünyaları büyüteçle görür gibi oluruz.

“Yazını, enerjisini genellikle birbirine zıt niteliklerinden alır: titizlikle gözlemlenmiş fakataynı zamanda gerilimlidir, gerçekçidir fakat aynı zamanda gerçekten uzaktır, röportaja benzer ama aynı zamanda hayal ürünüdür. Öyküleri açık fikirlidir ve insanı gerçekliğine inandırır... gazetelerde okumuş ya da kendi gözlerinizle görmüş gibi güvenirsiniz gerçekliklerine. Gallant nadide bir yeteneğe sahipti; sağlam bir hayal gücüne.” –The New Yorker

“Gallant’ın öyküleri, akıl erdirilmez insanlık hallerimiz üzerine cevabı olmayan kaçınılmaz soruları amansızca sorar. Bir öyküsünü bitirdiğimizde kendimize dair daha derin bir bilgiye sahibizdir artık.” Alberto Manguel

“Mavis Gallant karakterlerini hayran olunacak bir sadelik ve incelikli detaylarla betimliyor. İnanılmaz derecede iyi bir yazar.” Margaret Atwood

“Başka hiçbir yazarın ne satırları ne kelimeleri Gallant’ınki kadar konsantre ve özlü değildir. İyi öyküler için bazen roman kadar zengin ve dolu dendiği olmuştur fakat onun öyküleri ansiklopediler gibi zengin ve doludur.” –Francine Prose

“Diğer bütün sanat biçimleri gibi, edebiyat da bir ölüm-kalım meselesidir, ne bir eksik ne bir fazla.” -Mavis Gallant

MAVIS GALLANT 1922’de Kanada, Montreal’de doğdu. Genç yaşta ölen babası Kanadalı bir mobilya satıcısı ve ressamdı. Çocukluğu ve ilk gençliği sırasında Amerika ve Kanada’da 17 okul değiştirdi. 1942’de müzisyen John Gallant ile evlendi, çift 1947’de boşandı. Yirmili yaşlarında kısa bir süre için National Film Board’da çalıştı, 1944-1950 arasında Montreal Standard için röportajlar yaptı. 1950’de gazeteciliği bırakıp kendini tamamen yazarlığa adadı. Avrupa’ya taşındı, Paris’ten önce bir süre İspanya’da yaşadı. Uluslararası alanda ses getiren ilk öyküsü “Madeline’in Doğumgünü” 1951’de The New Yorker’da yayınlandı. Kariyeri boyunca 116 öyküsünü yayınlayan The New Yorker yazarın adının John Cheever ve John Updike gibi yazarlarla birlikte anılmasına vesile oldu. Öyküleri dışında Green Water, Green Sky (1959) ve A Fairly Good Time (1970) isimli iki romanı ve What Is It to Be Done? (1984) isimli bir oyunu, Paris Notebooks (1986) adı altında toplanan deneme ve inceleme yazıları bulunmaktadır. Yazar 2014 yılında, 91 yaşında hayata veda etti.

Paris Öyküleri
Yazar: Mavis Gallant
Çeviri: Özden Arıkan
Editör: Peren Erdeniz
Öykü
Yüz Kitap, Haziran 2016
456 sayfa
Fiyat: 24 TL



Murat Başekim’den Yeni Roman: Karanlık Çağ

$
0
0
FABİSAD GİO Ödülleri 2015 En İyi Roman ödülünü “İskit” ile alan Murat Başekim’in yeni romanı “Karanlık Çağ” Olasılık Kitap etiketiyle raflarda.

Türkçe Fantastik Edebiyatın en önde gelen isimlerinden biri olan Başekim, Türkiye Bilişim Derneği Bilim-kurgu Yarışmasında,  2011 ve 2012 yıllarında üst üste, farklı hikayeleriyle birinci seçilmiş bir isim. 2012 yılında “DG” adlı kitabı İletişim Yayınları tarafından yayımlanmıştı. Türü sevenler için önemli bir kalem. 2014 yılında “İskit” adlı ikinci kitabı, Hyperion Yayıncılıktan çıktı ve ödülle taçlandı. Yeni romanı “Karanlık Çağ” ile okurlarını tarihi bir serüvene çıkarıyor.

Kış 776.

Carolus Magnus Şarlman'ın demir zırhlı Frank İmparatorluğu Batı'da kılıç kudretiyle yükselirken kıtaya tutunmaya çalışan Emeviler son bir saldırı başlatır. 

Doğu ve Batı arasında sıkışmış, pişmanlıklarla dolu bir adam. Karanlık bir entrika. Korkunç bir sır. Tehlikeli bir serüven.
Ve de...
Ama dur! Sinsi tasarılarımı burada açıklamamı beklemiyorsun herhalde, değil mi ey kardeşim? Eminim sen, bu kitabın budala kahramanından daha akıllısındır. Sürprizlerimi bozacak ve şeytani planımı bir kitabın arka kapağında ifşa edecek değilim. Kitaplardan nefret ederim. Ama eğer bizimle gelmekte ısrarlıysan ve gizlenmiş olanı öğrenmek istiyorsan sıkı tutun.  Çünkü kurallar değişecek… 

Şafakta yola çıkıyoruz. Zırhlan!

Karanlık Çağ - Murat Başekim
Yayın Markası: Olasılık
Türü: Tarihî Kurgu
İlk Baskı: Mayıs 2016
Sayfa: 328
Fiyatı: 19 TL


Aslı Tohumcu’yla ‘’Öykü Yazım Atölyesi’’ 5 Haziran’da Başlıyor

$
0
0
Tatavla Sahne, ‘Öykü Yazım Atölyesi’ ile meraklılarını ağırlamaya hazırlanıyor.

Genç ve başarılı yazar Aslı Tohumcu 6 hafta süren ‘’Öykü Yazım Atölyesi’’ ile Tatavla Sahne’de olacak. Atölye 5 Haziran Pazar günü başlayacak ve her Pazar üç saat sürecek. 

Yazmak isteyenler, öyküye yeni başlayanlar  ya da yazı dilini geliştirmek isteyenler, kısacası herkes bu atölyede aradığını bulacak.  Bir öykü için gerekli olan hikayeyi kurgulamak, karakterleri yaratmak, doğru yazım metinleri oluşturmak ve öykü yazmaya dahir daha birçok ince ayrıntıyı bu atölyede yer alacak.  Atölyede katılımcılar yazmaya teşvik edilirken, öykü ve roman yazma teknikleri birebir uygulanacak; mekan, atmosfer, zamanla ilgili teknikler aktarılacak. Kısacası bir öykü yaratmak için ihtiyaç duyulan tüm kavramlar  bu atölyede yer alacak.  

Nitelikli hikaye yaratmanın, Türk Edebiyatı’nın ihtiyacı olan yazarlar yetiştirmenin günümüzde nedenli önemli olduğu bilinen bir gerçektir. Siz de eğer içinizdeki yazarı keşfetmek ve nitelikli, özgün hikayelere imza atmak istiyorsanız  bu atölyeyi kaçırmayın.

Türk Edebiyatı’nın yaratıcı kalemleri arasında yer alan Aslı Tohumcu’dan alacağınız öykü yazım atölyesiyle farklı bir yolculuğa adım atacaksınız.

ASLI TOHUMCU KİMDİR?
Aslı Tohumcu Aralık 1974’te Leverkusen’de doğdu, çocukluğu Bursa’da geçti. İngiliz dili ve edebiyatı öğrenimi gördü; çeşitli yayınevlerinde editörlük, TRT2’de sunuculuk-danışmanlık yaptı, kitap ekleri çıkardı. 2003’te Abis, 2006’da Yok Bana Sensiz Hayat, 2010’da Şeytan Geçti ve Taş Uykusu, 2014’te Ölü Reşat adlı kitapları yayımlandı. 2015’te Kutlukhan Kutlu ile Güçoburlar adı derlemeyi hazırladı. Kitapları çeşitli dilleri çevrilen Tohumcu, Kadın Öykülerinde İstanbul,  İstanbul Sokakları, 101 yazardan 100 Sokak ve Merhaba Asker adlı derlemelere öyküleriyle katkıda bulundu. Belirli aralıklarla Radikal Kitap, OT Dergi ve Pulbiber Dergi’de yazan yazar, çocuklar için de fantastik macera romanları yazmayı sürdürüyor.

Firuzağa Mah. Taktaki Yokuşu No: 2B Cihangir/Beyoğlu
0 212 233 52 30 – 0 555 735 40 49

X-Men Apocalypse : Mutantların Kıyameti

$
0
0
Çizgi roman uyarlamaları furyasında kendine has bir yer edinen “X-Men” serisi 16 yıla sığdırdığı dokuzuncu filmle mutantların savaşına yeni bir soluk getirme iddiasıyla vizyonda. Bryan Singer sayesinde saygınlık kazanan seri yıllar içinde her filmde erimiş ve ancak Singer’ın geri dönüşüyle toparlanabilmişti. Günümüzün rekabetçi ortamı içinde gerileyen seri için çok doğru bir adım atılmış ve “X-Men: Days of Future Past” ile adeta reset atılmıştı. Yapılan bu yenileme sonraki film için de sonsuz fırsat sunmuştu. “X-Men Apocalypse” bu anlamda önemli bir adım olmaya çalışarak, gerekeni yapmaya odaklanıyor.

Bryan Singer’ın seriye geri dönüşünün ikinci adımında senaristler ufak değişiklik dışında her şey yerli yerinde. Hikayenin yaratıcıları bu kez Singer ile birlikte Michael Dougherty, Dan Harris ve senaryoyu da kotaran Simon Kinberg. Oyuncu kadrosunu da sayalım adettendir… James McAvoy, Michael Fassbender, Jennifer Lawrence, Oscar Isaac, Nicholas Hoult, Rose Byrne, Olivia Munn, Evan Peters, Kodi Smit-McPhee, Sophie Turner, Tye Sheridan, Alexandra Shipp, Lucas Till, Josh Helman, Lana Condor ve Ben Hardy.

X-Men Apocalypse bu kez köklerini tarihten almak üzere seyircisini ilk mutantla tanıştırıyor. Eski Mısırda yeni bedene geçmek üzere olan ilk mutant “Apocalypse” ile tanışıyoruz. İşler ters gidiyor ve yerin altında uykuya dalıyor. Binlerce yıl sonra uyanınca da harekete geçiyor. Uyandığı dünya hoşuna gitmeyince kendine bir mutant takımı oluşturarak mahşerin dört atlısı olarak gezegeni insanlardan temizlemek üzere ilk adımı atıyor. Elbette bu işler kolay değil. Hele de Profesör X varken hiç kolay değil… Dünyanın kaderini yine dengelemek üzere Raven ile oluşturduğu genç takımla insanlığı kurtarmak üzere karşısına dikilerek mücadeleye girişiyor… 

İlk yarısını olayların ön hazırlığı olarak geçiren filmin hiç acelesi yok. Karakterlerini daha önce görmediğimiz hallerde görme fırsatı sunarak güzellik yapıyor. Magneto’yu bir aile babası olarak görmek bunlardan en önemlisi. Hikayeye giriş bakımından ne kadar sağlamsa tempoyu da o kadar düşüren bu girişin ardından ikinci yarı da aksiyona ayrılmış. Son dönemde alışık olduğumuz “bir şey geliyor, bir şey olacak” söylemiyle haberli gelişen olaylar da parçaları da çok önceden birleştirme olanağı sunuyor film. Lakin senaryonun zaafları da bu noktada ortaya çıkıyor. Seyircinin nabzına şerbet birçok sahne ile bütünlükten uzaklaşıyor. Örneğin Quicksilver’ın “Sweet Dreams (Are Made of This)” şarkısı eşliğindeki sahnesi iyi hoş da fazla uzun. Her karakterine süre ayırmak isteyen senaryonun dengeyi tutturamaması Psylocke, Angel ve Storm’u geçiştirmesine yol açmış. Dışlanmış ve hor görülmüş mutantlar olduğunu vurgulamaya çalışıyor sadece. Onları geçiştirirken bakışmalar ve aşklara vakit ayrılması da kolay seçim oluyor. Yenilik namına genç nesil mutantları da tanıyoruz. Jubilee, Jean Grey, Nightcrawler ve Cyclops seriye beklendiği gibi tazelik katıyorlarsa da aldıkları süre dengesiz yine. En fazla zamanı Jean Grey alıyor. Ki onun da nedenini anlıyoruz zaten.

Teknik anlamda bir kusuru olmayan film beklenen aksiyon doygunluğunu veremiyor. Artık neredeyse her çizgi roman uyarlamasının dillendirdiği “birlik olmalıyız” mottosunun burada işlenmemesi güzel. Onun yerine her karakterin kendini keşfetme sürecine yer verilmiş. Geçmişten güç alan senaryonun sevdiğimiz karakterlerin gençlik hallerini görmemiz filmi tüm kusurlarına rağmen çok sevilesi hale getirmiş. O da olmasa hayli yavan kalırdı. 

Senaryonun en komik yanıysa Apocalypse geldi evimizi bastı, gidelim karşılık verelim kafasında olması. Mutantların yarattığı kıyamete karşı duruşun bu kadar komik olması hayal kırıklığı yaratıyor. Üstelik bu karşı duruş çok hazırlıksız ve alternatifsiz gerçekleşiyor. Jean olmasa ayvayı yemişti insanlık demeliyiz herhalde.

İyi başlayan ama devamını getirmeyen “X-Men Apocalypse” 144 dakikalık süresine rağmen zayıf senaryosu ile beklenenden uzakta. Hep bir şeyler eksik hissiyatıyla izleniyorsa da fazla kurcalamadan akışına bırakarak zevk almak da mümkün. Neticede yeni kötümüzün insanlara dair söylemleri de, gezegeni insandan temizleme isteği de haksız sayılmaz hani. 

Çehov’un Başyapıtı Vişne Bahçesi Modern Klasikler Dizisi’nde

$
0
0
Rus tiyatrosunun ve modern öykünün ustalarından Anton Pavloviç Çehov’un ünlü eseri Vişne Bahçesi Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Modern Klasikler Dizisi’nde yerini aldı.

Vişne Bahçesi, 19. yüzyılın ortalarında toprak köleliğinin kaldırılması ve burjuvazinin yükselişe geçmesiyle ülkenin değişen toplumsal, politik ve ekonomik düzenine uyum sağlayamayan aristokrat bir ailenin dokunaklı portresidir. İçinde büyük bir vişne bahçesinin bulunduğu aile çiftliğinin borçlar nedeniyle satılması söz konusudur. Yeni düzen karşısında kararlı davranamayan aile, mülkünü elinde tutmaktan acizdir. Çiftlik sahiplerinin çocukluk anılarıyla birlikte vişne bahçeleri de geçmişte kalmıştır artık.

Oyun, 1904 yılında Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Stanislavski tarafından sahneye kondu. Çehov, yapıtının “komedi, hatta yer yer fars” olduğunu vurgulasa da, Stanislavski oyunu “trajedi” olarak ele almakta ısrarcı olmuştu. Stanislavski, o güne dek son derece duygusal olan Rus tiyatrosuna doğal ve gösterişten uzak bir anlatım getirmesiyle ünlenmiş olsa da, Çehov’un oyunları için istediği yalınlığı ve doğallığı yakalayamamakla eleştirilmişti.

ANTON PAVLOVİÇ ÇEHOV (1860-1904): 
Büyük Rus tiyatro yazarı ve modern öykünün en önemli ustalarından olan Çehov, Rus Gerçekçilik okulunun önde gelen temsilcisidir. Taganrog’da dünyaya geldi. Lisede Yunan ve Latin klasiklerini temel alan bir eğitim gördü. 1879’da Moskova’ya giderek tıp fakültesine yazıldı ve 1884’te doktor oldu. Alacakaranlıkta adlı öykü kitabıyla 1887’de Rus Akademisi tarafından verilen Puşkin Ödülü’nü kazandı. Yaklaşık bin sözcükten oluşan komik kısa öykü türünü başlı başına bir sanat haline getirdi. Ancak 1888’de yayımlanan Bozkır adlı yapıtıyla komik öykülere sırt çevirmiş oldu. Önemli oyunları arasında Ayı (1888), Evlenme Teklifi (1889), Martı (1896), Üç Kız Kardeş (1900) sayılabilir. Vişne Bahçesi daha önce yine İş Bankası Kültür Yayınları’nın Hasan Âli Yücel Klasikler dizisinde yer alan ve Çehov’un altı oyunundan oluşan Büyük Oyunlar adlı kitapta yayımlanmıştı.

Vişne Bahçesi / Anton Pavloviç Çehov
İş Bankası Kültür Yayınları
Çevirmen: Ataol Behramoğlu
Basım Tarihi: Mayıs 2016
Sayfa Sayısı: 104
8 TL


Çağdaş Hikâyeciliğimizin Öncüsü Sait Faik’ten Mahkeme Günlükleri: Mahkeme Kapısı

$
0
0
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, modern hikâyemizin kurucusu Sait Faik Abasıyanık’ın eserlerini edebiyat tutkunları ile buluşturmaya devam ediyor. Usta yazarın ismini taşıyan serinin 14. kitabında Sait Faik bu kez bir ay boyunca izlediği adliyelerdeki “tutukluların” hikâyelerini ele alıyor. 

Hikâyelerinin merkezine sıradan insanları alan ve onları oldukları gibi yansıtan Sait Faik’in Mahkeme Kapısı ismini taşıyan bu kitabında kimsesizlerin, yoksulların, işsizlerin, balıkçıların, oyun olsun diye hırsızlık yapan çocukların yanı sıra yargının sert yüzünü yansıtmayan iyicil yargıçların öyküleri çıkıyor karşımıza. Hayata “Her şey insanı sevmekle başlar” cümlesinin naifliği ile bakan Sait Faik, suçlu olarak mahkemede bulunan çoğu kişiyi önce insan olduğunu anımsatan ayrıntılarla değerlendiriyor. Öykülerinde toplumun problemlerinden çok bireyin toplum içindeki sorunlarına yönelen yazar, onların her şeyden önce birer oğul ya da baba olduklarına vurgu yapıyor.

Aralarında Seylan Çayı Hırsızları, Altmış Liralık Bir Kadın Çantası, Yüze Yakın Basamak, Modern Bir Karı Koca, İki Buçuk Liralık Rüşvet’in de olduğu 26 öyküyü içeren Mahkeme Kapısı, İş Bankası Kültür Yayınları etiketiyle tüm seçkin kitapçılarda… 

Mahkeme Kapısı / Sait Faik Abasıyanık
İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Tarihi: Mayıs 2016
Sayfa Sayısı: 176
12 TL


Nejat İşler’in Kaleminden, Hayatın İçinden Hikâyeler, Kişiler, Anılar… Gerçek Hesap Bu!

$
0
0
Gerçek hesap bu…
Söze gerek var mı?

“Kendi hikâyelerimizi anlatalım, gerçekleri
bizim gibi yaşayanları da anlatmak lazım.”

“Gerçekten istediğim şeyleri yapmak,
gerçekten istediğim yerde, gerçekten istediklerimle zamanımı değerlendirmek.
Tek isteğim ve halihazırda yaptığım şey bu.”

Söze gerek var.
Gerçek hesap bu!

“Önemsemeyi unutup çöpe attığın hayatın var ya, ben aldım onu işte. Hatta çaldım. Sen önemse diye. Hiç yanıltmadın beni, teşekkür ederim.”

Oyuncu, kitap âşığı ve kulüp başkanı Nejat İşler, Gerçek Hesap Bu! kitabıyla aramızda. Gümüşlükspor futbol takımının başkanlığını yürüten ve aynı zamanda kendini Gümüşlüklü olarak gören Nejat İşler, hayatından damıttığı anlatıları kaleme aldığı kitabının telif  geliri, Gümüşlükspor’un geliştirilmesi için kullanılacak. 

İçten üslubu, hesapsız dili ve sakınmadan kaleme aldığı anılarıyla kişisel bir yüzleşme de olan  Gerçek Hesap Bu! kitabında, “kahramanları uydurma olan gerçek hikâyeler” anlatıyor. Hayatı, dostlukları ve tutkuları yücelten yaşantılar; yüreklere kazınmış sözler okuyucuya ilham verecek…

GİRİŞ YAZISINDAN
“Eğitimini almadığım hiçbir şeyde iddiam yok. En güzel yazarlık mesleği tarifini Çetin Altan’dan duymuştum:

“Birini, boş kâğıtlar ve sivriltilmiş kalemlerle bir odaya koyun, eğer oradan karnını doyuracak malzemeyle çıkarsa, işte yazar odur.”

Allah’a şükür, sıtkı sadakatle uğraştığım bir mesleğim var. Yazarlık benim için yan bir uğraş. Çok da uzak değil ama. Okumaya da, yazmaya da beş yaşımda başladım. Yazdığım ve sahnelenen üç oyunum var. Senaryolarım var sırada. Bir de manitalara iyi yazarım...”

NEJAT İŞLER, 29 Şubat 1972’de İstanbul Eyüp’te doğdu. Sırasıyla, Eyüp Ebussuud Efendi İlkokulu’nu, Cağaloğlu Anadolu Lisesi’ni, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölümü Tiyatro Ana Sanat Dalı’nı bitirdi. Eğitimine devam
ederken dizilerde oynamaya başladı. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda çalıştı. Aynı zamanda Teşvikiye’deki Tezgah’ı açmaya devam etti. Arkadaşlarıyla beraber, Kahramanlar ve Soytarılar adlı bir tiyatro grubu kurdu. 2002’de, ilk başrolünü oynadı ve “meşhurlar dünyası”na girdi.
Pasaportundaki meslek bölümünde “aktör” yazıyor. Bodrum Deneme Sahnesi adlı tiyatro grubunun kurucularından. Şu anda Gümüşlükspor Kulübü’nün başkanı. İstanbul ve Gümüşlük’te Tezgah’ları var. Her şeyin başladığı yer olan Teşvikiye’ye de dönme planları...

GERÇEK HESAP BU! / Nejat İşler 
Tür: Anlatı 
Sayfa sayısı: 184 Sayfa
Fiyatı: 16 TL
Yayın tarihi: 24  Mayıs 2016


Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü

$
0
0
"Nobel almak güzel ama ondan da güzel şey Nobel’i almaya giden yol ve yapılan keşiflerdir.”

"Bilim gazeteciliği” denilince ülkemizde akla ilk gelen isim olan Orhan Bursalı, 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne değer görülen Aziz Sancar’ın yaşamını ve çalışmalarını anlatıyor Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü’nde.

Orhan Bursalı kitabı için, “Bir biyografi denebilir, ama tamamen Aziz Sancar’ı araştırma, keşfetme süreci içinde dışarıdan, bazen biraz tepeden, ama sık sık Aziz’in özel düşünce hayatının da içine dalarak yazılan bir biyografi. Sancar biyografisi, ama daha çok Sancar’ın bilimsel araştırma süreci içinde, keşifleriyle birlikte bir biyografisi... Hayal kırıklıkları ile birlikte giden büyük bir kendine güven.. üzüntüleri.. başarınca sevinçleri...” diye tanımlıyor.

Mardin’in Savur ilçesinden Stockholm’deki Nobel törenine uzanan müthiş bir başarı öyküsü yer alıyor Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü’nde. Laboratuvarlarda geçen bir ömrün ve bilim dünyasını sarsan keşiflerin yanı sıra Aziz Sancar’ın özel dünyasına çok yakından bakıyor, bu büyük bilim insanının tutkularına tanıklık ediyorsunuz. Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü, futbol tutkusundan kanser tedavisinde açtığı yeni kapılara, altı şişe birayla eve kapanmasından en çok etkilendiği Nobel tebrikine, ailesinden çalışma arkadaşlarına kadar, Nobelli bir bilim insanının dört dörtlük portresini sunuyor.

Aziz Sancar’ın kitaba yazdığı Önsöz’den bir bölüm:
Orhan bu kitapta beni Nobel’e götüren sürecin öyküsünü yazıyor. Yazdıkları kendi gözlem ve araştırmalarına dayanıyor ve umarım her kuşak insanımıza fakat özellikle yeni kuşak çocuklarımıza faydalı olur. 

Nobel aldıktan sonra, ortaokul öğrencileriyle yapılmış bir röportajı izledim. Öğrencilerin çoğu “Aziz Sancar deyince aklınıza ne geliyor?” sorusuna, aşağı yukarı “Nobel Ödülü, şan-şöhret” diye yanıt verdiler. 

Bu bir dereceye kadar çocuklar için olağan sayılır. Ama ben şan ve şöhretle tanınmak istemem. Bana aynı soruyu sorarsanız yanıtım şu olur: “Hayatı boyunca çok, ama çok çalışmış ve buluşlarıyla insanlığa katkı yapmış bir vatanseverdir.” Özellikle çocuklarımızın, şan ve şöhretin sadece olağanüstü çalışmanın bir yan etkisi olduğunu bilmelerini isterim. İnanıyorum ki Orhan kitabında bu mesajı tekrar tekrar vurguluyor ve öyle yaptığı için ona minnet borçluyum.

Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü - Orhan Bursalı
Biyografi
Kırmızı Kedi Yayınevi, Mayıs 2016
Sayfa sayısı: 212
Etiket fiyatı: 17 TL


W. G. Sebald'ın Güçlü Kaleminden: "Kır Evinde İkamet" ve "Hava Savaşı ve Edebiyat"

$
0
0
W. G. Sebald’ın beş yazar ve bir ressama ilişkin sanatçı portrelerinin yer aldığı “Kır Evinde İkamet” ile 1997’de Zürih Üniversitesi’nde verdiği derslerden bir kesiti yansıttığı “Hava Savaşı ve Edebiyat” Can Yayınları etiketiyle raflarda.

W. G. Sebald’ın kaleminden sanatçı portreleri: Kır Evinde İkamet
“Yazma sanatı, az da olsa işe yarayacak bir kişiliği hayatta tutma uğruna, çığırından çıkmaya yüz tutan kapkara bir izdihamı savuşturma denemesidir.”

Beş yazar ve bir ressama ilişkin sanatçı portrelerinin yer aldığı Kır Evinde İkamet, W.G. Sebald’in edebiyat bilimci kimliğini yakından tanımamıza olanak sunar. Johann Peter Hebel, Gottfried Keller, Robert Walser, Jean-Jacques Rousseau, Eduard Mörike’nin ve Sebald’in yakın dostu ressam Jan Peter Tripp’in incelendiği metinlerde; bir yandan sanatçıların, içinde bulundukları kültürel iklimin ışığında biyografik izleri sürülürken diğer yandan da yazma eylemiyle, sanatla kurdukları ilişki sorunsallaştırılır. Sebald, merceğini yönelttiği sanatçılarda yalnızlığı görür: Her biri bir şekilde toplumun dışında konumlanmıştır; yalnızlığı seçmiş veya seçmek zorunda bırakılmışlar ve –kimi zaman bir illete dönüşen– yazıya sığınmışlardır. Metinlerinde bu yazma bağımlılığını odağına alan Sebald, biyografi, edebiyat incelemesi ve denemeyi harmanlayarak bir çeşit ruh kardeşliği kurduğu yazarları yeniden okur.

W.G. Sebald iyileşmeyen bir yarayı deşiyor: Hava Savaşı ve Edebiyat
“Bizim ilerleme dediğimiz, işte bu fırtına”

Hava Savaşı ve Edebiyat, W.G. Sebald’in 1997’de Zürih Üniversitesi’nde verdiği derslerden bir kesiti yansıtıyor. Müttefik Devletler’in İkinci Dünya Savaşı’nı sonlandırmak üzere, Alman kentleri ile sivil halkı yok etmeye yönelik giriştiği stratejik bombardıman sürecinin, Alman ulusunda yarattığı travmanın etkisini irdeleyen derslerdir bunlar. Zürih derslerinde Sebald, bu imha operasyonunun savaş sonrası edebiyatta niçin yeterince işlenmediği, dahası Alman ulusunun kolektif hafızasında niçin yer etmediği gibi sorulara cevap ararken, Alman ulusunun kendine dair algısının İkinci Dünya Savaşı sonrasında nasıl yön değiştirebildiğini enine boyuna tartışıyor. 

Sebald hava savaşı ve edebiyat ilişkisini irdelediği derslerinde, ortaya attığı soruların ve savların sadece edebiyat tarihinde değil, çok geçmeden dünya siyasi tarihinde de yankı bulacağını elbette bilemezdi. Hava savaşı olgusu, Sebald’in Zürih konferanslarından kısa süre sonra Kosova Savaşı’na dönüşecek olan Sırp hava saldırıları dolayısıyla dünya kamuoyunu meşgul etti; o günden bu yanaysa dünya savaş tarihinde popülerliğini koruyor. 

Hava Savaşı ve Edebiyat, Müttefikler’in imha operasyonunda deyiş yerindeyse dengeleyici bir unsur bulan, Nazizmin savaş suçlarındaki kolektif sorumluluğunu bu yıkım harekâtıyla üzerinden atan yeni bir kimlik algısına işaret ediyor.

Sebald’ın bu yeni Alman kimliğiyle ilintili olarak, yazar Alfred Andersch üzerine bir makalesini de kitaba eklediği Hava Savaşı ve Edebiyat, unutmak ve hatırlamak üzerine küçük ama büyük bir kitap.
W.G. SEBALD, 1944’te Wertach/Allgäu’da dünyaya geldi. Edebiyat bilimi alanında Freiburg, İsviçre ve İngiltere’de gördüğü yükseköğrenimden sonra St. Gallen’da öğretmen olarak, Manchester Üniversitesi’nde ise okutman olarak çalıştı, Norwich’teki East Aglia Üniversi-tesi’nde doçent olarak görev yaptı. 1984’te profesör unvanı alan Sebald, üniversite kariyerine paralel olarak sayısız monografi ve makale yayımladı, yazınsal yapıtlarını ise 1980’li yılların sonundan itibaren vermeye başladı. Önceleri İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’da ilgi gören Sebald’in yapıtlarının Almanya’da eleştirmenlerin dikkatini çekmesi 1990’lara rastlar. Satürn’ün Halkaları adlı yapıtı 1998 yılında Los Angeles Times Book Ödülü’ne değer görülen Sebald’in aldığı öteki ödüller arasında Berlin Edebiyat Ödülü, Heinrich Böll Ödülü, Mörike Ödülü ve Heinrich Heine Ödülü sayılabilir. Sebald 14 Aralık 2001’de arabasının direksiyonu başında geçirdiği kalp krizi sonucunda Norfolk’ ta öldü.

KIR EVİNDE İKAMET
Çeviri: Sami Türk 
Tür: Deneme 
Sayfa sayısı: 180 Sayfa
Fiyatı: 16 TL
Yayın tarihi: 24 Mayıs 2016

HAVA SAVAŞI VE EDEBİYAT
Çeviri: Hulki Demirel 
Tür: Deneme 
Sayfa sayısı: 148 Sayfa
Fiyatı: 14 TL
Yayın tarihi: 24 Mayıs 2016

Sara Raasch Fantastik Dünyanın Kapılarını Aralıyor: Kül Gibi Kar

$
0
0
Sara Raasch’ın 2014 yılında yayımlanan ve övgülere boğulan fantastik üçlemesinin ilk kitabı “Snow Like Ashes” nihayet Türkçede. Orijinal kapağı ve “Kül Gibi Kar” adıyla Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle 1 Haziran’da raflarda.

Özellikle “Game of Thrones” fanlarınca çok sevilen roman, genç-yetişkin kategorisinin en önemli kitaplarından biri haline gelmişti. 2015 yılında yayımlanan “Ice Like Fire” da aynı ilgiyle karşılanmış durumda. Üçlemenin son romanı “Frost Like Night”ın da Eylül ayında yayımlanması merakla bekleniyor.

Kalbi kırık genç bir kız… Korkusuz bir savaşçı… Geleceğin kahramanı...

Yazarın ilk fantastik romanı olan Kül Gibi Kar, sadakat, aşk ve kişinin kaderini keşfetmesiyle ilgili sürükleyici bir hikâye. Kurgusu sağlam temellere oturtulmuş bu roman eşsiz bir fantastik dünyanın kapılarını aralıyor.

“Kül Gibi Kar, şaşırtıcı bir fantastik dünyada geçen, unutulmaz karakterle dolu, bana sayfaları peş peşe çevirten heyecanlı bir öykü. Daha da fazlasını istiyorum!” 
Morgan Rhodes, Falling Kingdoms yazarı

“Hem kurgu, hem anlatım olağanüstü. Kesinlikle öneririz.” 
School Library Journal

“Zevkle okunacak bir romantik bir serüven.”
Publishers Weekly

“Yeni bir toplum, muhteşem bir serüven, bir ilk aşk; bunların hepsi büyük bir fantastik destanda bir araya gelmiş.”
Booklist

Kül Gibi Kar / Sara Raasch
Orjinal isim: Snow Like Ashes
Çeviren: Bala Tanık
392 sayfa
19 TL


London Has Fallen : Londra Düşer, Başkan Düşmez!

$
0
0
11 Eylül saldırılarını can simidi olarak kullanmayı seçen Hoolywood, milliyetçiliğine level atlatarak şovunu sürdürüyor. Her durumda başkanını, bayrağını koruduğunu göstermenin yeni yollarını aramaya devam ediyor. Bu zihniyetin son ürünü 2013 yapımı “Olympus Has Fallen”ın sevilince kaçınılmaz olarak devam filmi geldi. 2016 yapımı “London Has Fallen” bu kez Amerikan Başkanını deplasmanda ölüm kalım mücadelesine sokarken terörü de maksimize ediyor.

Antoine Fuqua’nın yönettiği ilk film “Olympus Has Fallen”, aksiyon-gerilim olarak son yılların en başarılı filmleri arasında gösterilmişti. Beyaz saraya yapılan saldırı sonrası rambovari bir kurtarma operasyonu ile başkanını kaderine terk etmiyor ve kurtarıyordu. İkinci film için kollar sıvandığında senarist ve yönetmen kadrosunda değişim yaşanmış. Creighton Rothenberger ve Katrin Benedikt yine öykünün yaratıcıları olurken senaryo aşamasında Christian Gudegast ile Chad St. John da onlara katılmış. En büyük değişimse filmi bir İranlının Babak Najafi’nin yönetmesi… Bu tarz bir milliyetçi şovu Amerikalıların genellikle en büyük terör tehdidi olarak gördüğü ülke vatandaşının yönetmesi de hayli ilginç. Kısa filmlerin ardından ilk uzun metraj sınavını 2010’da İsveç yapımı “Sebbe” ile başarıyla veren Najafi, iki yıl sonra “Snabba cash II” ile aksiyondaki hünerini göstermişti. Okyanusu “Banshee”nin iki bölümünü yöneterek aşan Najafi Hollywood’daki ilk sınavını da “London Has Fallen” ile veriyor. Sevilen oyuncu kadrosu da aynen korunmuş. Gerard Butler, Aaron Eckhart, Morgan Freeman, Alon Moni Aboutboul, Angela Bassett, Robert Forster, Melissa Leo ve Radha Mitchell kadrounun başını çeken isimler desek de tüm yük yine Butler’ın omuzlarında.

Kahramanımız Mike Banning önemli bir kararın arifesinde… Doğacak çocuğu öncesinde istifasını vermeye hazırlanan bir adam artık. Aksiyonun uzağına düşmek ve ailesine daha fazla zaman ayırmak istiyor. İngiltere Başbakanının ani vefatı işleri değiştiriyor. Londra’da düzenlenecek cenaze töreninde Başkan Asher’ın yakın koruması olarak görevlendiriliyor. Törenin başlamasından kısa bir süre sonra, Londra’da bombalar patlamaya başlıyor. Teröristlerin en önemli hedefi Başkan Asher’ın can güvenliğini korumak ve saldırıların sorumlularını etkisiz hale getirmek de kahramanımıza düşüyor.

İlk filmle atılan sağlam adımın üzerine minik dokunuşlar yaparak hiç zaman kaybetmeden aksiyonuna odaklanıyor London Has Fallen. Seyirciyi yormayan, basit ve akıcı bir senaryoya sahip… Elbette mantık yürütmenizi istemiyor ve buna fırsat vermemek için elinden geleni yapıyor. 20 dünya liderinin katıldığı törende başlayan saldırıları hayli gerçekçi ve etkili bir şekilde veriyorsa da kalan 19 lider için hiç uğraşmıyor. Karikatürize ederek geçiştiriyor. En önemli olan elbette Amerikan Başkanı olacak… Saldırının arkasında da her zamanki gibi araplar var. Tahmin edilebileceği gibi Aamir Barkawi’nin amacı intikam. Sık sık yinelediği üzere intikam planında hataya yer yok. Hatasız bir plan kurmuşlar ve uyguluyorlar ama bilmedikleri şey Amerikan Başkanı’nın o kadar da kolay öldürülemeyeceği. Filmin verdiği mesaj da o zaten. Londra düşer ama Başka düşmez… 

Najafi ilk sınavını başarıyla geçmiş. Filme hakim, tempoyu iyi ayarlamış ve boş sahne yok. Bunun bir aksiyon şovu olduğunu göstererek hiç hız kesmiyor. Klişeleri, abartıları ve mantık hatalarını görünmez hale getiren de bu durmak bilmeyen temposu. Elbette şovenist dokunuşlar da olacak. Gerekli şovlar en olmadık yerde karşımıza çıkıyor ama onları da olabildiğince kısa kesiyor.

Çok saçma bir ana fikirden yola çıkılmış olmasına ve klişelerle dolu işleyişine rağmen ilk filmi aşan bir devam filmi London Has Fallen. Dur durak bilmeyen temposu ile aksiyon sevenler için nasıl geçtiğini fark etmeye fırsat bulamayacakları keyifli bir 119 dakika sunuyor. 


Meraklısına: “Olympus Has Fallen” kritiğini okumak için tıklayın

Kafka’dan Felice’ye Mektuplar

$
0
0
Çek asıllı Avusturyalı yazar Kafka’nın 1912-1917 yılları arasında nişanlısı Felice Bauer’e yazdığı mektuplar Felice’ye Mektuplar, Türkiye İş Bankası Modern Klasikler Dizisi’nde yerini aldı.

Beş yıl devam eden yazışmalar Kafka’nın kendisinden dört yaş daha genç olan Felice ile bir yaz akşamı Max Broud’un babasının evinde tanışmasıyla 1912 yılının Eylül ayında başlıyor ve Kafka’nın verem teşhisini öğrendiği, iyice karamsarlığa gömüldüğü 1917 yılının Ekim ayında sona eriyor.

Avusturya’dan Berlin’e göç etmiş orta halli bir Yahudi ailesinin kızı olan Felice Bauer o dönemde Berlin’de dikte aletleri üreten bir şirkette yönetici olarak çalışmaktadır. Felice Bauer, Kafka ile iki kez nişanlanıp ayrıldıktan sonra 1919 yılında varlıklı bir banka yöneticisi ile evlenir. 1960 yılında ölen Felice Bauer, Kafka’dan gelen mektupları hayatının son dönemlerine kadar muhafaza eder, ancak daha sonra maddi sıkıntılar nedeniyle içlerinden bazılarını ayırarak ve muhtemelen imha ederek mektupların yayın hakkını 8000 dolar karşılığında Amerika’daki Schocken Yayınevi’ne satmak zorunda kalır. Kafka’nın Felice’ye yazdığı mektuplar ilk kez 1967 yılında basılır, aynı yayınevi 1987 yılındaki açık artırmada mektupları yaklaşık yarım milyon doların üzerinde bir rakama satar. Felice’in Kafka’ya yazdığı mektupların Kafka tarafından imha edildiği düşünülüyor.

Yüz yüze görüşmek, birlikte vakit geçirmek yerine neredeyse tamamı yazışmayla sürdürülmeye çalışılan bu ilişkide, okur, yazarın çözümsüz çelişkilerine tanıklık ediyor. Almanca aslından Çağlar Tanyeri, Murat Sözen ve Turgay Kurultay’ın ortak çalışmalarıyla Türkçeye çevrilen kitap, Kafka severleri yazarın düşünce ve duygu dünyasına keyifli bir yolculuğa davet ediyor.

Franz Kafka (1883-1924): Çek asıllı Avusturyalı yazar, Prag’da dünyaya geldi. Çağımızın en büyük yazarlarından biridir. Yapıtlarını edebiyat tarihinin belirli bir akımına dâhil etmek zordur. Taşralı Çek bir babayla, burjuva bir Alman Yahudisi annenin çocuğuydu. Prag Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü. İki kez nişanlanıp bir türlü evlenemediği Felice Bauer’le ilişkisiden geriye kalan beş yüzü aşkın mektup, ölümünden çok sonra, 1967’de Briefe an Felice (Felice’ye Mektuplar) adıyla yayımlandı. Yapıtlarını Çekçeye çevirmek isteyen Milena Jesenka’ya yazdığı mektuplar ise yine ölümünden sonra Briefe an Milena (Milena’ya Mektuplar) başlığıyla okurla buluştu. Die Verwandlung (Dönüşüm), Der Prozess (Dava) ve Amerika önemli yapıtları arasındadır. Öykü ve romanlarında çağımız insanının korkularını, yalnızlığını, kendine yabancılaşmasını ve çevresiyle iletişimsizliğini ele aldı. 1924’te vereme yenik düşerek yaşama veda etti.

Felice’ye Mektuplar / Franz Kafka 
İş Bankası Kültür Yayınları / Modern Klasikler
Basım Tarihi: Mayıs 2016
Çevirmenler:
Çağlar Tanrıverdi
Murat Sözen
Turgay Kurultay
Sayfa Sayısı: 720
32 TL


Küçük Prens’i Teninde Taşıyanların Hikâyesi: Küçük Prens Tenimde

$
0
0
Fotoğrafçı Melissa Mey, İnkılâp Kitabevi’nin yayımladığı Küçük Prens Tenimde ile en çok sevilen kitap karakterlerinden biri olan Küçük Prens’i tenine kazıyanları fotoğraflayıp hikâyelerini anlatıyor.

“Küçük Prens, pek çok dile çevrildi. En çok farklı dile çevrilen kitaplar arasında ilk sıralarda. Melissa Mey’in kitabı Küçük Prens’in ‘tence’si… Böyle bir dil var mı, demeyin!? Çünkü, ‘beden dili’ diye bir gerçeğin varlığını sorgulamaya gerek yok. Böylelikle, insan bedenlerindeki Exupéry’nin resimlerini büyük bir araştırma ve titiz bir çalışmayla bir araya getiren Melissa Mey, Küçük Prens’in çevrildiği diller arasına bir yenisini eklemiş oluyor.”    Sunay Akın

Küçük Prens’im Hep Benimle…
Bazıları içinde tutar yaşadıklarını, bazılarıysa kâğıda döker... Kimileri ise yaptırdığı bir tattoo ile anlatır hikâyesini. Yaptıranlar için ayrı, özel bir anlamı vardır tattoonun. Kimi sevdiği bir cümleyi dövdürür tenine, kimi kendi çizdiği bir figürü, kimi de sevdiği bir kahramanı… İşte Küçük Prens de bunlardan biridir. 

Melissa Mey kendi gibi Küçük Prens’in hikâyesinden etkilenerek Küçük Prens tattoosu yaptıranları “Küçük Prens Tenimde” projesi ile bir araya getirip içindeki çocuğu hiç yitirmemiş büyükleri tek tek fotoğrafladı, hikâyelerini dinledi.

Sevinç Erbulak, Hazal Kaya, Yunus Günçe gibi ünlü isimlerin de yer aldığı bu projede hikâyeleriyle Türkiye’nin pek çok yerinden birçok isim var.  

Herkesin bir hikâyesi vardır. Bazıları kâğıda yazar hikâyelerini, bazıları sadece içinde tutar ve yaşar. Ama bazıları vardır ki, bir küçük resimle bedenine kazıyarak her an yanında taşır hikâyesini. 

Küçük Prens Tenimde kitabını açtığınız andan itibaren onlarca fotoğraf görecek ve her bir fotoğrafta derin hikâyelere tanıklık edeceksiniz. Kim bilir belki birçoğu size kendi hikâyenizi anımsatacak. 

Kolay değildir hikâyesini tenine kazımak; her an taşımak ve görmek. Unutmamak veya hatırlamak. Bu nedenle tattoolu insanlar hep biraz daha tuhaftır ve belki de hikâyeleri bir o kadar derin. Çünkü artık kâğıtlar, defterler yetmemiştir, tenleri şahitleri olmuştur anbean. 

Hikâyesi tenlerinde olanlara ve Küçük Prens’i tanıyanlara...

* Bu bir çocuk kitabı değildir; içindeki çocuğu hiç yitirmemiş ama bedenleri büyümüş çocukların kitabıdır.
Melissa Mey

Melissa Mey, Küçük Prens Tenimde
İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2016
Sayfa Sayısı: 136
Fiyatı: 25 TL


Vizyona Giren Filmler : 27 Mayıs

$
0
0
Dördü yerli dokuz filmin vizyona girdiği hafta her zevke hitap eden filmlerle dolu. Efsanevi öykünün uyarlamasının devam filmi “Alis Harikalar Diyarında: Aynanın İçinden”, Emre Aydın korkusu “Cinni: Uyanış”, Jodie Foster imzalı “Para Tuzağı”, efsanevi atlet Jesse Owens’ın hikâyesi “Rüzgarın Oğlu” ve Cannes Film Festivali’nden En İyi Senaryo ödüllü “Kronik” haftanın öne çıkan filmleri… Dorothy Wall'un klasik Avustralya kitap serisinden uyarlanan animasyon “Blinky Bill: Kahraman Koala”, Murat Saraçoğlu imzalı “Memleket”, yerli komediler “1 Kezban 1 Mahmut: Adana Yollarında” ve “Abbas'ın Melekleri” de diğer seçenekler.



Alis Harikalar Diyarında: Aynanın İçinden / Alice Through the Looking Glass
Yönetmen: James Bobin
Oyuncular: Johnny Depp, Anne Hathaway, Mia Wasikowska, Rhys Ifans
Konu: Alis, Londra’ya dönüş yolunda sihirli bir aynayla karşılaşır ve yeraltının fantastik dünyasında arkadaşlarıyla karşılaşır. Mirana, Alis’i zamana hükmeden Büyük Saat’in odasındaki Renkküreyi ödünç almak ve Şapkacı’yı kurtarmak üzere bir yolculuğa gönderir. Geçmişe giden Alis, zaman dolmadan önce Şapkacı’yı kurtarmak için amansız ve zorlu bir mücadeleye girer.



Blinky Bill: Kahraman Koala / Blinky Bill The Movie
Yönetmen: Deane Taylor
Konu: Genç ve maceraperest bir koala olan Blinky Bill’in en büyük hayali küçük bir kasaba olan Green Patch’den ayrılıp kaşif babasının izinden gitmektir. Baba Bill bir süre önce Avustralya’nın çöllerinde kaybolmuştur ve onun sağ olduğuna inanan tek kişi Blinky’dir. Blinky, babasının nerede olduğu konusunda ipucu bulunca, kendisini Avustralya’nın tehlikeli ve vahşi doğasında macera dolu bir yolculuğun içinde bulur.



Cinni: Uyanış
Yönetmen: Emre Aydın
Oyuncular: Eda Köksal, Gökçen Gökçebağ, Merve Deniz, Birgül Kenarcı
Konu: Dilara, çocukluğu zorlu geçmiş, kendi halinde yaşayan, tercüman olduğu için evde calışan ve bu yüzden çok dışarı çıkmayan bir kadındır. Bu monoton hayatı, bir gece evinin bahçesinde tanımadığı bir adamın cesedinin yanında uyanmasıyla tamamen değişir. O geceden sonra, onu dehşete düşüren, paranormal olaylar yaşamaya başlayacaktır. Dilara, kendisine neler olduğunu, kimlerin O’na musallat olduğunu araştırırken, asıl gerçekle yüzleşir.



Para Tuzağı / Money Monster
Yönetmen: Jodie Foster
Oyuncular: George Clooney, Julia Roberts, Jack O’Connell, Dominic West
Konu: TV sunucusu Lee Gates ve yapımcısı Patty Fenn, her şeyini kaybetmiş kızgın bir yatırımcının stüdyoyu zorla ele geçirmesiyle kendilerini aşırı bir durum içinde bulurlar. Televizyonda milyonlara gergin ve zoraki bir canlı yayın sırasında, Lee ve Patty’nin günümüzün hızlı tempolu ve küresel piyasalarının kalbindeki bir komplonun ardında yatan gizemi açığa çıkarmak için öfkeyle ve zamanla yarışmaları gerekir.



Kronik / Chronic
Yönetmen: Michel Franco
Oyuncular: Tim Roth, Robin Bartlett, Michael Cristofer, Bitsie Tulloch
Konu: Kronik filmi bir bakımevinde ölüm döşeğinde yaşamakta olan yaşlı hastalarla ilgilenen bir erkek hemşirenin portresini çiziyor. David; zorlu, talepkâr mesleği gereği bir yandan hastalarıyla yakınlaşmak zorunda kalırken bir yandan da duygusal açıdan tükenmektedir. Özel hayatında sakin, çekingen, beceriksiz ve muhtaçtır. Omuzlarındaki yük dayanılmaz hale geldiğinde, yüzünü geçmişe dönmek mecburiyetinde kalacaktır.



Rüzgarın Oğlu / Race
Yönetmen: Stephen Hopkins
Oyuncular: Stephan James, Jason Sudeikis, Jeremy Irons, William Hurt
Konu:  Rüzgarın Oğlu (Race), tarihin en iyi atleti olmak için çıktığı yolda efsanevi bir yıldız olan ve 1936 Olimpiyatları’nda Adolf Hitler’in Ari üstünlüğü görüşüne karşı mücadele ederek dünya sahnesine çıkan Jesse Owens’ın gerçek ve etkileyici hikâyesini anlatıyor. Film, asıl adı James Cleveland olan Jesse Owens’ın olimpiyat efsanesi olma mücadelesini anlatırken izleyiciye cesaret ve ilham da veriyor.



Memleket
Yönetmen: Murat Saraçoğlu
Oyuncular: Şerif Sezer, Mehmet Karagöz, Osman Sonant, M. Zeynep Atış
Konu: Sular altında kalmış, terk edilmiş bir köyde, yaşlı köylü kadın Nene ekseninde dönen bir hikaye. Zaman mefhumunu kaçırmamak için, içten içe vakitleri kovalayan Nene Hatun, kocası Mehmet Pehlivan ve torunu Nar ile birlikte yaşamaktadır. Zaman zaman gelip geçen insanlar Nene’nin yalnızlığına bir parça eşlik eder. Toprak, zaman ve su ile bağlantılı insanlar, kesip atılamayan bir memleket tutkusu içinde yitip gitmemek için el ele vermişlerdir.



1 Kezban 1 Mahmut: Adana Yollarında
Yönetmen: Cenk Çelik
Oyuncular: Erkan Zincir, Esin Yıldız, Cenk Hakan Köksal, Yunus Emre Tekin
Konu: Mahmut ve Emrah, İstanbul’daki bekâr evlerinde öğrencilik hayatı yaşayan iki yakın arkadaştır. Mahmut bir gün sevgilisi Kezban’ı kaçırmaya karar verir. Çünkü Kezban’ın abisi Kürşat ilişkilerine onay vermemektedir. Emrah ailesinin Mersin’deki yazlığını ayarlar ve sevgilisi Yaprak’ı da yanına alır. Hep beraber Şahin marka modifiyeli arabalarıyla Mersin’e kaçarlar. Aksiyon ve komedi dolu bir maceraya atılırlar.



Abbas’ın Melekleri
Yönetmen: Yusuf Atıcı
Oyuncular: Doğan Akkaya, Sinan Bengier, Kayra Şenocak, Dost Elver, Sevil Uyar
Konu: Abbas isimli pısırık bir mafya babası, sağ kolu tarafından tuzağa düşürülür. Çocukluk arkadaşı olan dört sakar kadının, Abbas'ın koruması olarak işe alınması çeşitli maceraların yaşanmasına neden olacaktır. Kadınların gücü bir araya geldikçe Abbas'ın başındaki dertler de artacaktır.


İletişim Yayınları’ndan Haziran Yenileri

$
0
0
İletişim Yayınları 3 Haziran’da raflarda yerini alacak kitaplarını duyurdu. Kemal Selçuk’un yeni romanı “Cemiyet Kaçkını”, Vladimir Nabokov’un, 1951 yılında Harvard Üniversitesi’nde verdiği derslerden oluşan “Don Quijote Dersleri”, üniversitelerin bilgiyi nasıl yarattıklarını ve işlediklerini ele alan derleme “Paylaşımlar”, Anayasa yoluyla geleceklerinin ipotek altına alınmaması için özellikle gençlerin okuması gereken kaynak niteliğindeki araştırma kitabı “Türkiye'nin Anayasa Gündemi”, Sevinç Doğan’ın analitik bir mikro iktidar perspektifiyle, İstanbul Kâğıthane’nin işçi ve gecekondu mahallesi Sanayi Mahallesi örneğinde iktidar partisinin nasıl işlediğine bakışını anlattığı araştırması “Mahalledeki AKP” ve Türkçe çocuk edebiyatının en önemli kalemleri arasında kendi yerini bulan Tülin Kozikoğlu’nun yeni çalışması “Mıstık, Seni Anlamıyoruz!” ayın yeni kitapları…

Cemiyet Kaçkını / Kemal Selçuk
Anayurt Oteli’nin Zebercet’ini, Tutunamayanlar’ın Selim Işık’ını ve Kuyucaklı Yusuf’un Muazzez’ini andıran karakterleriyle okuru kurmacanın büyülü atmosferine sokan Cemiyet Kaçkını, öfkeyi, kaybetmeyi ve umudu titiz bir dille anlatıyor.

Oğuz ile Kerim, bir Bursa baharında, Tuz Pazarı’nın hemen altındaki okunmuş kitap satılan tezgâhların önünde tanışmışlardı. Sait Faik’in Havuz Başı’sına önce uzanan Kerim olmuştu. Oğuz sonradan, asılı kalan elini ve Kerim’in hafifçe gülümseyişini hatırlayacak, talihin seçimini ta o zamandan kimin için yaptığını anlayacaktı. 

Anayurt Oteli’nin Zebercet’i ile Tutunamayanlar’ın Selim’i arasında gezinen, okumuş yazmış, şehirli ve biraz da snop Oğuz… Edebiyat cemiyetine pek de yakışmayan, çirkin parmaklarıyla kitap sayfalarını karıştıran, fakat giderek Clark Gable çekiciliğini haiz olan Kerim… Biçimli ağzı, dudakları, gözleriyle Kuyucaklı Yusuf’un Muazzez’i gibi bir Makbule…

Kemal Selçuk, dost mu düşman mı oldukları belli olmayan iki yazar adayının bir kadın etrafında şekillenen ikircikli ilişkisini anlatıyor. Bursa’yı, yazma iştahını, yıllar süren bir öfkeyi, kaybetmeyi, unutamamayı resmediyor. 

Cemiyet Kaçkını edebiyatı hayatın ta kendisi olarak gören karakterlerin romanı…
Türkçe Edebiyat, 128 Sayfa, 13,50 TL


Don Quijote Dersleri / Vladimir Nabokov
Nabokov’un, 1951 yılında Harvard Üniversitesi’nde verdiği derslerden oluşan Don Quijote Dersleri, edebiyat üzerine düşünenlere yeni yollar gösterirken, aynı zamanda okuyucusuna büyük bir yazarı başka bir büyük yazarın kaleminden okumanın zevkini tattırtıyor.

Vladimir Nabokov, 1951 yılında Harvard Üniversitesi’ne misafir öğretim üyesi olarak geldiğinde, Don Quijote üzerine altı ders vermiştir. Yıllar sonra “Zalim ve kaba, eski püskü bir kitap olan Don Quijote’yi Memorial Hall binasında, muhafazakâr meslektaşlarım dehşet ve utançla seyrederlerken paramparça edişimi keyifle hatırlıyorum” diye yâd ettiği bu derslerde Nabokov, romanın tatlı ve taşlamalı bir güldürü olduğuna dair yerleşik düşünceyi tamamen reddeder. Aksine, Don Quijote’nin “en acımasız ve insanlıkdışı kitaplardan biri” olduğunu söyler. Paramparça ettiği bu kitabı bir “zulüm aksiklopedisi” olarak yeniden inşa ederken, kataloglama görevinde Cervantes’in hayatını, 16. yüzyıl İspanyası’nı, romanın edebiyattaki yankılarını ve yazarın geçmiş edebiyattan faydalandığı her bir unsuru da mercek altına alır.

Don Quijote Dersleri bu klasiği okuyacakların başucunda bulundurmaları gereken bir kılavuz, Nabokov severler için de usta bir eleştirmen ile bir edebiyat devinin destansı bir karşılaşması.
Edebiyat Eleştirisi, 294 Sayfa, 23,50 TL


Paylaşımlar - Üniversite, Bilgi, Üretim / Erdoğan Yıldırım, Barış Mücen, Çağatay Topal
Bilginin, devlet ve siyaset ile ilişkisinden, ekonomik baskı altında yaşadığı zorluklara uzanan geniş bir zeminde değerlendirildiği araştırmada, aynı zamanda akademisyenlerin evrensel ve tarafsız kalabilme iddiası da sorgulanıyor.

Bu kapsamlı derlemedeki yazılar, bilimsel bilginin üniversite ve üretim alanlarında nasıl inşa edilip nasıl “işlediğini” ele alıyor öncelikle. Bilimsel bilginin evrenselcilik, ilerlemecilik ve tarafsızlık iddialarını sorguluyor; bununla beraber bilgiye onu belirleyen tarihsel koşullara müdahale eden eleştirel bir eylem olarak bakmakta ısrar ediyor. Hasan Ünal Nalbantoğlu, bu kaygıların ve daimon’un eksikliğinin, bilgiyle ilişkiyi nasıl “bozduğunu” mesele etmişti. Kitap, onun anısına düzenlenen sempozyumların çok yönlü bir verimidir…

“Bilimsel bilginin iktidar sorusundan bağımsız düşünülemeyeceğini, ‘postmodern’ zamanlarda değil, modern zamanlarda her türlü iktidarı eleştiren, her türlü iktidarın büyüsünü bozan modernliğin eleştirel geleneğinden öğrendik. (…) Üniversite, bilimsel bilginin tanımının çoğu zaman ilk belirleyicisi bile olmadı. Devlet ve piyasanın ihtiyaçları bilimsel bilgiyi şekillendiren temel kaynaklar olageldi. (…) Buna rağmen, günümüzde bunlardan habersizmişçesine yeniden ortaya atılan iddialar, bilginin bir yandan devlet ve siyasetle ilişkisi içinde göreceliliğe düşerek, hakikat iddiasını yitirdiği, diğer yandan da pazar ekonomisinin baskısı altında özerklik kaybına uğradığı söyleniyor. Ama neden şimdi ve neden yeniden? (…) Bizim açımızdan daha yakıcı sorun şudur: Bilimsel özerkliğe ve hakikat iddiasına atfedilen gerçeklikler günümüzde nasıl bir bağlamsal süzgeçten geçerek sorunsallaştırılmaktadır?”

Ahmet Acar, Tansu Açık, Ali Akay, Güçlü Ateşoğlu, Zeynep Direk, Hayriye Erbaş, Ali Ergur, Reyhan Varlı Görk, H. Bülent Gözkân, Barış Mücen, Sanem Güvenç-Salgırlı, Belkıs Ayhan Tarhan, Çağatay Topal, V. Şafak Uysal, Erdoğan Yıldırım ve Latif Yılmaz’ın katkılarıyla…
Politika, 423 Sayfa, 30 TL


Türkiye'nin Anayasa Gündemi (27 uzman, 66 soru-yanıt) / İbrahim Ö. Kaboğlu
Anayasa, başkanlık sistemi, siyasal rejimler başta olmak üzere birçok temel mesele üzerine bilinmeyenleri açığa çıkaran araştırma, günümüz güncel tartışmalarına bir rehber olmasının yanı sıra, uzun yıllar alanının kaynak kitaplarından biri olacak.

“Devlet anayasa ile doğar ve anayasa ile yaşar” deyişi, çağdaş devletlerin “anayasal düzen” kavramı ile tanımlandığını da ortaya koyar. Bu deyiş ve tanım, 1921 Anayasası ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti için haydi haydi geçerli. Anayasal düzen, askerî darbe ve müdahale yoluyla zaman zaman kesintiye uğramış olsa da şu iki özellik kayda değer: İlki, yeni bir anayasal düzen kurma hedefi; ikincisi ise geçiş döneminin elden geldiğince düzenleyici kurallar eşliğinde sağlanması. 

TBMM’deki farklı siyasal çoğunlukların sürekli değiştirdiği ve gözden geçirdiği 1982 Anayasası, yürürlükte kaldığı sürece herkes için “bağlayıcı ve üstün” hukuk normu. Ne var ki, özellikle Ağustos 2014’te cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte “fiili durum” kavramı sıkça kullanılmaya başladı. Oysa bir hukuk devletinde sadece hukuki durum (de jure), anayasal düzen ile örtüşür; anayasa dışı uygulamalar (de facto) kabul edilemez.

Bu ortak yapıt, de jure ve de facto ayrımı çerçevesinde yayılan bilgi kirliliği eşliğinde, siyasal rejimler üzerine toplumda yaratılmak istenen algı operasyonu karşısında uzmanların, “anayasa kamuoyu”nu doğru ve gerçek bilgiye yönlendirme çabası...

Bu özelliğiyle kitap, başta seçilmiş siyasetçiler olmak üzere bütün yurttaşlara hitap ediyor. Anayasa yoluyla geleceklerinin ipotek altına alınmaması için özellikle gençlerin okuması gereken bir eser.
Bugünün Kitapları, 296 Sayfa, 22 TL


Mahalledeki AKP - Parti İşleyişi, Taban Mobilizasyonu ve Siyasal Yabancılaşma / Sevinç Doğan
Doğan’ın İstanbul’un Kağıthane ilçesinde bulunan Sanayi Mahallesi örneğinden yola çıktığı çalışması, AKP iktidarının toplumsallaşmasında yerel örgütlerinin rolünü inceliyor. Üyelerinin bu mahalli örgütlere nasıl destek olduğundan, mahalli örgütlerin üyelerinin yaşamlarını nasıl değiştirdiğine uzanan geniş bir çerçevede bir “mikro iktidar” çalışması yapıyor.

AKP iktidara geldiğinde çocuk yaşta olan, bugünse orta yaşlarına dayanan epeyce insan AKP iktidarından başka bir iktidarı görmedi, tanımadı. “Her şeye rağmen” ve “hâlâ” süren bu iktidarın arkasında, AKP açısından bakıldığında bu büyük “başarı hikâyesinin” arkasında nasıl bir politik toplumsallaşma var? Elinizdeki kitap, bu soruya cevap arıyor.

Sevinç Doğan, analitik bir mikro iktidar perspektifiyle, İstanbul Kâğıthane’nin işçi ve gecekondu mahallesi Sanayi Mahallesi örneğinde iktidar partisinin nasıl işlediğine bakıyor. Partinin yerel örgütü toplumsallaşma dinamiklerine nasıl etki ediyor, himayeci/koruyucu ilişkiler vasıtasıyla kurduğu “şirket” mekanizmasını nasıl çalıştırıyor, insanların gündelik pratiklerine nasıl değiyor?

“Partiye biz ne kadar destek oluyorsak, parti de bizi değiştirdi. Ben kendim, kişiliğim, kıyafetim... Çocuklarımızla ilişkilerimiz değişti. Ev hanımıydık, günlük, temizlik vesaire... Burada oturunca kendimizi daha çalışkan, daha faydalı hissediyoruz. (…) Oturmaktan kalkmaya [kadar], biz partiye ne kadar faydalı olduysak da o da... Ben yaptığım çok şeyi burada kazandım. Seminerlere katıldıktan sonra çocuklarımla, eşimle aramdaki diyalog değişti.”

Bir iktidar mekânı olarak mahalleyi merceğine alan kitap, çok defa afakî cevaplarla karşılanan soruların peşine düşerek, AKP iktidarının yeniden üretim dinamiğini analiz ediyor.
Araştırma İnceleme, 270 Sayfa, 22 TL


Mıstık, Seni Anlamıyoruz - Noktalama İşaretlerinin Öyküsü / Tülin Kozikoğlu
Lili ve Yedi Çocuğu serisiyle Türkçe çocuk edebiyatının en önemli kalemleri arasında kendi yerini bulan Tülin Kozikoğlu’nun Mıstık, Seni Anlamıyoruz! adlı yeni çalışması İletişim Yayınları tarafından çocukların beğenisine sunuldu. Mıstık’ın yazı yazma ve noktalama işaretlerini öğrenme serüvenini anlatan kitap, çocuklara eğlenceli bir öğrenme süreci sunacak.

Mıstık yazı yazmayı çok seviyor, heyecanla eline geçen her türlü kâğıda yazıyor. Düz beyaz kâğıtlara, mavi çizgili kâğıtlara, hatta peçetelere, kâğıt mendillere... Ne mi yazıyor? İşte onu kimse bilmiyor, çünkü yazdıklarını okuyanlar hiçbir şey anlamıyor. Mıstık’ın kelimeleri, kağıdın üstünde yan yana dizilince anlaşılmaz oluyor. Sanki ya bir şeyler eksik ya da bir şeyler fazla. Yanlış olan ne acaba?
Çocuk Kitapları, 55 Sayfa, 12 TL



Alakarga’dan Haziran Yenileri

$
0
0
Alakarga Kitap Haziran ayını üç yeni kitapla karşılıyor. Ünlü Macar romancı Krisztián Grecsó’nun sevilen romanı “Peşinden Gidiyorum”, İzzet Dönmez’in yeni romanı “Süt ve Çikolata” ve öyküleriyle tanıdığımız Nalân Kiraz'ın novellası “Günindi” ayın yeni kitapları. Özellikle Grecsó’yu herkese önermeyi borç biliriz…

Peşinden Gidiyorum / Krisztián Grecsó
Ünlü Macar romancı Krisztián Grecsó’nun sevilen romanı Peşinden Gidiyorum Türkçede.

Kendisinden bir üçüncü kişi olarak bahseden Daru, küçüklüğünden başlayarak ilk aşkını, sevgililerini, heyecanlarını, okul günlerini, babasını ve Damos Dede’yi anlatıyor.

Küçük bir oğlan çocuğundan bir genç adama doğru yol alan Daru hayatının peşinden giderken, biz de eşlik ediyoruz bu kitapta
Çeviren: Gün Benderli
1.Basım: Haziran 2016
Sayfa: 371
Fiyat: 20 TL


Süt ve Çikolata / İzzet Dönmez
Devrim bazen tek kişiliktir.

Bir modern zaman kahramanı Çikolata. Arkasında ahlaksızlardan, gizli suçlulardan oluşan bir ölüler ordusu bırakıp kaçmaya koyulmuşken karşısına çıkan güzel öğretmen Süt’e tutulunca her şeyin rengi değişir. Bu arada okur, Emiliano Zapata’nın en yakın dava arkadaşlarından Chocolate ve karısı Leche ile bu ikisi arasında ne gibi bir ilişki olduğunu merakla takip edecek.

İzzet Dönmez’in Alakarga’dan çıkan bu ikinci romanını zevkle okuyacaksınız.
1.Basım: Haziran 2016
Sayfa: 389
Fiyat: 20 TL


Günindi / Nalân Kiraz
Sakin bir kıyı kasabasında...

Öyküleriyle tanıdığımız Nalân Kiraz'dan bu kez bir kısa roman. Günindi, ülkemizin güneyinde bulunan sakin bir kıyı kasabasıdır. Tatilini geçirmek için buraya bir arkadaşının yanına giden Ezra, ne yazık ki, geçmişini geride bırakamayacaktır. 

Nalân Kiraz, taşranın idealize edilmiş bir "kafa dinleme mekânı" olmadığını, tersine tüm olasılıklara açık, insanın içindeki öbür kişilikleri ortaya çıkarmaya hazır bir dünyanın taşrada hazır beklediğini anlatıyor Günindi'de. Bir solukta okuyacaksınız.
1.Basım: Haziran 2016
Sayfa: 112
Fiyat: 10 TL


Mekan Artı Sezonu 3 Haziran'da “Burada.Bugün” ile Kapatıyor!

$
0
0
Mekan Artı 2015-2016 sezonunu 3 Haziran’da “Burada.Bugün” ile Kapatıyor! Igor Bauersima’nın yazdığı, Murat Baykan’ın çevirdiği ve Mert Öner’in yönettiği ‘‘Burada.Bugün’’ Türkiye’de ilk defa Mekan Artı’da sahneleniyor. Oyunda sevilen oyuncular Büşra Develi ve Sercan Badur yer alıyor.

Çağdaş Alman tiyatrosunun önemli isimlerinden Çek asıllı yazar, yönetmen Igor Bauersima’nın yazdığı oyun ‘‘Norway.Today’’, ‘‘Burada.Bugün’’ adıyla Şubat ayında Türkiye’de ilk defa Mekan Artı’da sahnelenmiş ve prömiyerini 26 Şubat’ta yapmıştı. Mert Öner’in yönettiği oyunun kadrosunda genç oyuncular Büşra Develi ve Sercan Badur yer alıyor. 

Bauersima, ‘‘Burada.Bugün’’ü 2001 yılında gerçek bir olaydan esinlenerek Basel Schauspielhaus tiyatrosu için yazdı. 2001 yılında en iyi metin ödülü ve izleyici özel ödülleri gibi ödüller alan oyun, daha sonra 25 dile çevrildi ve 2003-2004 sezonunda dünya çapında 200’den fazla tiyatro tarafından sahnelenerek Bauersima’ya, oyunları en çok sahnelenen Alman yazar ünvanını kazandırdı.

Oyun, intihar etmeye karar veren ve bunu yaparken kendine eşlik edecek birini bulmak için internet üzerinden ilan veren Julie ve bu ilana cevap veren August’un intihara giden yolculuğunu anlatıyor. Bauersima, iletişim çağının yol açtığı iletişimsizliği, sanal dünyanın gerçekliğini sorgulayan iki genç üzerinden felsefenin temel sorularını tartışıyor; genç jenerasyonun ağzından varoluş sorusuna bir cevap arıyor.

Oyunun yazarı Igor Bauersima, metinleri kadar tiyatro ve sinemanın tekniğini harmanladığı sahne tasarımlarıyla da biliniyor. Murat Baykan’ın çevirisiyle Türkçeleştirilen oyun, Mekan Artı’nın bir sinema salonundan dönüştürülen yeni sahnesinde Mert Öner’in yönetimiyle oyunun ve gerçekliğin, sinemanın ve tiyatronun iç içe geçtiği bir anlatımla sahneleniyor.


Oyun Tarihi: 3 Haziran 2016 20:30 Cuma
Oyun Süresi: 85 dk
Bilet Fiyatları: 40/25

Mekan Artı (Bilgi & Rezervasyon):  0 538 879 82 92 - 0 212 224 57 56
www.mekanarti.com 
iletisim@mekanarti.com
Adres: Yeniçeriler Caddesi No:1 Çemberlitaş Alışveriş Merkezi / Alt Kat /Şafak Sineması İçi 
(Çemberlitaş Tramvay Durağı Yanı) 
Çemberlitaş / İstanbul


Burundi Prensesi : İyi İnsanlar ve Dip Balıkları

$
0
0
Milenyum üçlemesi ile önemli bir popülerlik kazanan İskandinav polisiyesi bu çıkışı dizilerle getirmiş ve Amerikan yeniden çevrimlerle bir anda ihracatçı mertebesine de yükselmişti. Kuzey ülkelerinin havası, olaylara hep yukarıdan bakışı, insanlarının da hep çok net oluşuyla İskandinav işleri polisiye sevenler için neredeyse bir bağımlılığa doğru yürüyor. Şimdilik dizi ve filmlerle tatmin olmaya çalışanların gördüğü roman açığı da artık giderek kapanıyor. İskandinav polisiyesi damarı artık dilimizde de giderek genişliyor. Kjell Eriksson’un romanı “Burundi Prensesi” revaçtaki türe yeni bir soluk getiriyor.

1952 doğumlu İsveçli yazar Karl Stig Kjell Eriksson’un yedinci romanı “Prinsessan av Burundi” 2002 yılında yayımlanmış. Ülkesinde yılın romanı ödülleriyle taçlanmış. 1999’da dördüncü romanı “Den upplysta stigen” ile başlayan Ann Lindell serisinin dördüncü romanı. On romanlık serinin dünya dillerindeki ilk adımı olarak ününü duyurmuş. 2007’de İngilizce çevirisiyle dünyaca tanınan yazar haline getirmiş Eriksson’u. Hemen belirtelim okur için seri durumu hiç fark edilmiyor bile. Lindell bebekli bir dedektif olarak izinde ancak romanın yarısından sonra dahil oluyor olaylara. 

Uppsala, sert geçen kış mevsimi ve noel arifesindeyiz. Bıçaklanmış bir adamın cesedi kar küreme alanında bulunur. Şehirdeki herkesin tanıdığı bir sima, bir eş ve baba olan adamın öldürülmesi herkes için şaşırtıcıdır. Kabarık sabıkalı bir adamdır ama işsizdir. Eskinin usta kaynakçısı, şimdinin ünlü akvaryumcusudur. Böyle bir adamı kim niye öldürmek ister sorusunun peşinden gideriz...

Romanın türe getirdiği yeni soluk özellikle nordik polisiyeyi dizilerle tanıyıp sevenler için haz verecek anlatımı, kurgusu ve bakış açısı. Mükellef bir sofra gibi “Brundi Prensesi”. Sofradaki her şeyin üreticisinin hayat hikayesi hakkında bilgi sahibi olduğumuz, yemeklerdeki her malzemenin buraya kadar nasıl geldiğinin öyküsünü öğrendiğimiz mükellef bir sofra bu. Üstelik sofraya da hep geniş açıyla yaklaşan bir roman... 

Eriksson cinayeti bölgenin huzuru ve sosyolojik çözümlemeleri için kullanırken tepkileri de buna paralel olarak veriyor. Cinayet haberi gazetede kendisine şöyle yer buluyor: “Şiddet ve korku şehri. Hareketli öğrenci yaşamı, saygın eğitim gelenekleriyle durgun, huzurlu bir üniversite şehri görüntüsü gitgide daha fazla şiddet görüntüsüyle yer değiştiriyor. İç çekişmelerle bütçe kısıntılarından bezmiş polis ne yapacağını bilemiyor.” “Kim bir insanı bıçakla öldürür?” sorusuna “ancak sadist biri” cevabını vererek cinayeti araştıran bir polisiye bu. Bu sadistler komşumuz, akrabamız, sıra arkadaşımızdı bir zamanlar. Şüphelilerden birinin bir kadını taciz etmesiyle oluşan üçlü de bu sosyolojik derinliği sağlıyor. Üçünün de okul arkadaşı olduğunu öğrenen polis vasıtasıyla yazar toplumun, sistemin etkisine değiniyor: Bugün okul dağıldığında ortalıkta gördüğümüz çocuklar yarın belki birer katil, hırsız vs. olacak. Üzerimize düşenleri yapmalıyız.

Akvaryum metaforunu kullanan Eriksson, insanları da iyi insanlar ve dip balıkları olarak sınıflandırıyor. Bu balıkların dibe itilmesinde sistemin ne kadar payı olduğunu da sık sık sorguluyor. Suçlunun kim olduğunun gerçekten önemi olup olmadığını soruyor. Dedektiflerin araştırmaları sırasında vatandaşların polise gösterdikleri tepki de benzer tonda. Kurbanın eşi “Sınırlarda yaşamak, yine de hayattan zevk almaktır” diyerek hayıflanırken, Lindell de “Hiçbir meslektaşım çok yönlü değil. Bazıları bu kelimenin ne demek olduğunu bile bilmez. Onlar sadece çalışır.” diyerek çalıştığı kurumu sorguluyor.

Cinayetin açtığı kapıdan giren ama bunun sadece bir örnek olduğunu vurgulayan Brundi Prensesi, katilin kim olduğunun önemsiz bir detay olduğunun altını çiziyor. Yaşanan yer eğitimli bir bölge olsa da, hayallerinin peşinde sınırda yaşayan insanların bu koca akvaryumda giderek diplerde yüzmeye mahkum olduklarını belgeliyor. Suyu bulandıran ve kirleten sistem oldukça bir katil ve kurban hep olacak. Cinayeti çözebilmek için kurbanın hayatını mercek altına alsak ne fayda... “O insanlara hayattayken bu ilgiyi göstersek ne olurdu?” sorusunu okurun kucağına bırakan bir şaheser polisiye.

Burundi Prensesi / Kjell Eriksson
Çevirmen: Müge Kızıltuğ
Labirent Yayınları, Ocak 2016
Sayfa Sayısı: 368
25 TL


Kill Command : Yapayların Talimi

$
0
0
Bilim Kurgu filmlerinin en sık kullandığı teoriye göre, günün birinde robotlar insanlardan daha zeki olduklarını fark ederek harekete geçecek ve hükmetmek için adımlar atacak. İnsanlığın kıyameti de bu yolla gelecek. Bu senaryo üzerine çekilmiş filmler türün bel kemiğini oluşturuyor. Her biri farklı bir evreyi mercek altına alan öncüllerine göre daha mütevazı bir film bugünlerde bolca izleniyor. 2016 yapımı İngiliz işi Kill Command bu kıyametin ilk adımlarına odaklanıyor.

Filmin yaratıcısı görsel efektçi Steven Gomez ilk uzun metrajına soyunmuş aynı zamanda. Tv ve video yapımlarında görev alan Gomez, 1996’da çektiği kısa filminin ardından ikinci işiyle karşımızda. Bilim kurgu özlemi çeken izleyicilerin dikkatini çeken yönetmen, senaryoyu da kendisi kotarmış. Çekimleri 2014 yılında tamamlanan filme ancak iki yıl sonra son şeklini verebilmiş. Oyuncu kadrosunu da tanıdık simalardan oluşturmuş. Vanessa Kirby, Thure Lindhardt, David Ajala, Bentley Kalu, Tom McKay, Osi Okerafor, Mike Noble ve Kelly Gough’a robotlar eşlik ediyor.

Yakın bir gelecekteyiz... Askeri bir eğitim için hazırlıklar yapan yedi kişilik bir ekiple tanışıyoruz. Onlara bir de yarı robot Mills ekleniyor ve ekimiz eğitim talimi için yola çıkıyor. Issız bir adaya havadan iniş yaparak hazırlanıyor ve tabletlerindeki bilgilerle göreve başlıyorlar. Eğitim tatbikatının amacı, yeni icat edilmiş olan robotların yapay zekasını test etmek ve gelişimlerini sağlamak. Daha önce defalarca bu görevde bulunduklarını anladığımız ekip bu kez bir değişiklik olduğunu fark edince olaylar kontrolden çıkıyor.

Hangi zamanda ve nerde olduğumuzla hiç ilgilenmeyen bir film Kill Command. Issız bir adayı mesken tutuyor ve az insanla kuruyor öyküsünü. Ne geçmişi ne de geleceği bilmemizi istemiyor. Bir labaratuvar sahnesi ile askeri tesis dışında dünyayı da popülasyonu da hiç kullanmıyor. Tıpkı ekip gibi her şeyin ortasına düşmemizi istiyor Gomez. Bunu da başarıyor. Tam ortasına düştüğümüz eğitim talimine bolca vakit ayırarak aksiyonu işlerken akıllara “Preadator”u getiriyor. Sonrasında da “Alien”la başlayan uzun bir liste ile her öncülünü hatırlatıyor neredeyse. Özgün olmak gibi bir derdi olmadığını anlıyoruz. Bir görsel efektçi olarak mekanı, atmosferi ve robotları yaratıp oyuncularla aynı kaba koyup çalkalamış hepsi bu. Kötü oyunculuklar, klişe diyaloglar ve karakterlerle bir şeyler anlatmaya çalışıyorsa da nafile. Yeni bir şey denemeden, risk almadan olanları kullanarak basit bir karma yaratmayı seçmiş. Bu seçimi sayesinde de daha çok bir dizinin ilk bölümü gibi duruyor. Bir türlü atmosferi kuramayan Gomez, seyircisini bir türlü filmin içine sokacak hamleyi yapamıyor. Ne heyecan, ne gerilim ne de aksiyon... Ne yapsa etkisiz... Elde hiçbir şey olmayınca da mantık hataları daha da göze batar hale geliyor ve tempo sorunu sayesinde daha yarısına gelmeden eziyete dönüşüyor. 

Robotların yaratım sürecine daha fazla mesai harcadığı belli olan yönetmenin senaryosundaki zaafları görmemesi türün fanatiklerini kızdıracak düzeyde. Robotların giderek gelişim göstermesinin altını bir türlü dolduramıyor. İşin görseline bu kadar odaklanmak yerine konuyu biraz daha derinleştirebilse en basit anlatımla “Terminator” serisinde konu edilen o meşhur “makinelerin yükselişi” vakasına milad olabilir ve serinin önüne de konuşlanabilirmiş. Bir kaç numarayla robotlarını da T serisinin ataları haline getirebilirmiş ama onun yerine işi ucuz Predator çakması haline getirmeyi tercih etmiş.

Mayıs ortasından itibaren seyirciyle buluşan film türün hayranlarını da ikiye bölmüş durumda. İnternet çağında film izlemeye başlayan ergenlerce kült potansiyeli taşıdığı düşünülerek övgüler de alıyor, görsellikten ibaret bir balon yergileri de... Özellikle 99 dakikalık süresiyle fazla uzun görünen Kill Command, bilim kurgu sevenleri bu süre ile sınayarak yapay bir talime zorluyor.

İyidüşün Yayınları'ndan Yeni Bir Kitap: S@V@ŞT@ - Beşinci Cephenin Yükselişi

$
0
0
İyidüşün Yayınları, son dönemde özellikle Edward Snowden vakasından sonra tüm dünyada yoğun biçimde tartışılmaya başlayan siber güvenlik/savaş ve bireysel özgürlükler meselesini tarihsel bir perspektife oturtan “S@v@şt@: Beşinci Cephenin Yükselişi” kitabını yayınladı.

2003’te başlayan Amerikan’ın Irak işgalinden itibaren, devletler arası savaşların yürütüldüğü dört cepheye (kara, hava, deniz ve uzay) beşinci bir cephenin, siber uzayın eklendiği savıyla açılan kitapta Shane Harris, konunun uzmanı sayısız profesyonelle yaptığı görüşmeleri sıradan bir okuyucunun da anlayabileceği bir üslupla analiz ediyor ve konvansiyonel savaş yöntemlerinde, özellikle Amerikan hükümetinin özel güvenlik şirketleriyle yürüttüğü işbirliğinin bu yeni cephede de hız kesmeden ilerlediğini gösteriyor. Bununla birlikte, hükümetlerin ulusal güvenliği bahane ederek kişisel özgürlükleri nasıl askıya aldıkları da kitabın ana eksenlerinden birini oluşturuyor.

Harris’in bu kitabı yazmaktaki amacını Eisenhower’dan alıntıladığı şu sözler gayet açık biçimde özetliyor: “Hiçbir şeyi doğal hakkımız olarak görmemeliyiz. Savunma dünyasının dev endüstriyel ve askeri yapısını sahip olduğumuz barışçıl yöntem ve amaçlarla uyumlu bir şekilde hareket etmeye zorlayacak tek şey vatandaşlarımızın uyanık ve bilgili olmasıdır; güvenlik ve özgürlük ancak bu sayede birlikte gelişebilir.” 

Hâlihazırda The Daily Beast gazetesinde ulusal güvenlik, istihbarat ve siber güvenlik konularında yazan Harris, gazeteciliğe 1999’da Washington’da Governing dergisinde araştırmacı ve yazar olarak başladı, daha sonra Government Executive dergisinde teknoloji editörü ve kadrolu muhabir oldu.  2005’ten 2010’a kadar National Journal dergisinde kadrolu muhabir olarak istihbarat ve güvenlik konuları hakkında yazdı. 2010 yılında yazdığı The Watchers kitabı, New York Public Library’s Helen Bernstein kitap ödülünü kazandı ve Economist dergisi kitabı 2010 yılının en iyi kitaplarından biri olarak gösterdi.

Kitapla ilgili daha fazla bilgi için http://www.matbuat.com.tr/SAVASTA__UD54 linki, yazarla ilgili daha fazla bilgi içinse http://www.matbuat.com.tr/asp/menu_items.asp?ID=130 linki ziyaret edilebilir. 

Kitap, Matbuat’ın kendi sitesinden olduğu gibi;  Kitapyurdu, İdefix, D&R gibi belli başlı tüm kitap satış sitelerinden ve seçkin kitapçılardan temin edilebilir.

Orijinal Adı: @war: The Rise of the Military-Internet Complex
Çeviren: Timur Demirtaş
Yayınevi: İyidüşün
Sayfa Sayısı: 344 
Fiyat: 30 TL


Viewing all 3898 articles
Browse latest View live