Quantcast
Channel: Kayıp Paylaşımlar Koleksiyoncusu
Viewing all 3898 articles
Browse latest View live

Sel Yayıncılık'tan Şubat Yenileri

$
0
0
Sel Yayınları Şubat ayını altı kitapla karşılıyor. Eduardo Galeano’nun kadınlar şahsında insanlık tarihi “Kadınlar”ı ve Albert Caraco’nun kült metni “Kaos’un Kutsal Kitabı” ayın en çok dikkat çeken kitapları. Meriç Demiray ilk öykü kitabı “Rocky, Cohen ve Muhsin Bey’den Örneklerle Hayatım”la, Birgül Özcan da ilk romanı “Ev Anası”yla okura merhaba diyor. Yasemin Temizarabacı Yıldırmaz’ın ütopyaları cinsiyet çerçevesinde incelediği “Ütopyanın Kadınları Kadınların Ütopyası” Kadın Kitaplığı dizisinden, Leman S. Darıcıoğlu’nun yayına hazırladığı “Queer Temaşa” da Queer Düş'ün Serisinden raflarda.

Kadınlar * Eduardo Galeano
Farklı coğrafyalardan, ahir zamanlardan, yakın geçmişten, her yaştan, her sınıftan kadınlar… 

Kimi büyük kimi küçük eylemlerle, kimi konuşarak kimi yalnızca susarak, yaparak ya da yapmayarak tarihin akışını değiştirmiş kadınlar… Engizisyona, senatoya, kiliseye, sömürgecilere, faşizme direnen kadınlar… Dans eden, seven, sevişen, ağlayan ve gülen kadınlar…

Eduardo Galeano yine dünyanın bütün köşelerini dolaşarak, kadınlar şahsında bir insanlık tarihine davet ediyor okuru. Yalnızca tekerrürden ibaret olmayan, çomak da sokulabilen bir insanlık tarihine…

Her satırıyla etkileyen, öfkelendiren ve umut veren bir derleme. Galeano ölümünden sonra da “dünyanın vicdanı” olmaya devam ediyor.

EDUARDO GALEANO, Montevideo, Uruguay’da orta sınıf Katolik bir ailede doğmuştur. Çocukluğunda futbol oyuncusu olmak istemiş, gençliğinde birçok farklı işte çalışmıştır. On dört yaşında ilk politik çizgi romanı, Sosyalist Parti’nin haftalık yayın organı El Sol’da yayınlanmıştır. Gazetecilik kariyerine 1960’larda, Marcha’da editör olarak başlamıştır. 1973’teki askeri darbe sonucunda hapse atılmış, daha sonra da sürgüne yollanmıştır. Arjantin’e yerleşmiş ve bir kültür dergisi olan, Crisis’i çıkarmaya başlamıştır. 1976’da Arjantin’de Videla rejimi, askeri bir darbe ile iktidara gelince İspanya’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Galeano, 1985 yılında geri dönebildiği Montevideo’da 13 Nisan 2015’te hayatını kaybetti. Yazarın, Ve Günler Yürümeye Başladı, Aynalar, Latin Amerika’nın Kesik Damarları ile Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri isimli kitapları yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır. Ateş Anıları Üçlemesi, Yürüyen Kelimeler, Tepetaklak – Tersine Dünya Okulu ve Zamanın Ağızları ise yayın programımızdadır.
Özgün Adı: Mujeres
Türkçesi: Süleyman Doğru
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Deneme
197 sayfa, 16 TL

Rocky, Cohen ve Muhsin Bey’den Örneklerle Hayatım * Meriç Demiray
Taksim’in izbe barlarından birinde titreşen plağın sesi Olimpos’tan duyulur; çocukken kaybedilen yavru kedi yetişkin olduğunda çıkıp tırmalar elini. Beyoğlu Karakolu’nun kimsesiz çocuklar defterindeki suretlerle dünyanın en güzel elleri arasında kurulan bağ gelip boğazına bir düğüm atar, röntgenci bir martı Kuledibi’nde çöpleri eşeler durur…

Meriç Demiray, özlemle anılan günlerin, kırılan kalplerin, yarım kalan hikâyelerin, başarısızlıkların, belkilerin, keşkelerin, bütün görkemiyle geçmişin bugünün içinde nasıl filizlenip boy vermeye devam ettiğini çarpıcı örneklerle anlatıyor. Barlardan kumsallara, apartman bloklarından arsalara, göletlerden denizlere uzanan, sokakla ve müzikle harmanlanan öyküler…

MERİÇ DEMİRAY, 1975 yılında Aydın’da doğdu. Sırasıyla Enez, Kuşadası, Eskişehir ve İstanbul’da yaşadı. Sinema-Televizyon mezunu ve senaryo yazarı, biraz da yönetmendir. Rocky, Cohen ve Muhsin Bey’den Örneklerle Hayatım ilk kitabıdır
Çağdaş Türk Edebiyatı / Öykü
160 sayfa,  14 TL

Kaos’un Kutsal Kitabı * Albert Caraco 
20. yüzyılın son kâhin-peygamberi Albert Caraco’dan tüm insanlığa bir lanettir Kaos’un Kutsal Kitabı. 

Nietzsche’den bu yana hiçbir filozofun gösteremediği yıkıcı gücü taşıyan, bir münzevinin kendisine “rağmen” kültleşen metni... 

Soğukluğu, doğrudanlığı ve berrak karamsarlığıyla eşsiz, bir “nesnellik fanatiği”nin bedduası… 

Üremeye, üretmeye ve tüketmeye bir reddiye; şehirlere, beton katmanlarına, budala politikacılara, böcekleşmiş yığınlara, gökten firar etmiş tanrılara bir lanet...

Çağın ender münzevi düşünürlerinden birinin kaleminden yoğun, sert, kehanet dolu, provokatif ve karanlık bir metin. 

ALBERT CARACO, yaklaşık dört yüzyıldır Türkiye’de yaşayan Sefarad bir ailenin oğlu olarak 1919 yılında İstanbul’da doğdu. Aile ilk önce Orta Avrupa’ya (Viyana, Prag, Paris) göç etti, II. Dünya Savaşı arifesinde, Nazi tehdidi karşısında Güney Amerika’ya göç etmek zorunda kaldı. Hayatını mutlak anlamda yazıya adamış münzevi bir kişilik olan Caraco; cinsellikten Yahudi sorununa, sembolizmden felsefi meselelere ve edebiyata dek her alanda, uzlaşmaz, sarsıcı ve provokatif metinler yazdı. Fransızca, Almanca, İngilizce ve İspanyolcaya son derece hakim olan Caraco, metinlerini Fransızca kaleme alan, Aydınlanma geleneğinin takipçisi, modern üsluplu “klasik” bir yazardır. Geniş bir külliyata sahip Caraco genellikle nihilist ve karamsar bir yazar olarak görülür ve Cioran’a benzetilir. Yıllar boyunca intihar etmek istemesine rağmen ailesini üzmemek için bunu gerçekleştirmeyen Caraco, 1971 yılında babasının ölümünden birkaç saat sonra hayatına son verdi.
Özgün Adı: Bréviaire du chaos
Türkçesi: Işık Ergüden
Çağdaş Dünya Edebiyatı / Deneme
104 sayfa,  12 TL

Ev Anası * Birgül Özcan
Ayakların altında olduğu rivayet edilen cennet ile burnumuzun dibindeki sahici cinnet arasındaki mesafe nedir? Ev hanımı, ev kadını, ev kızı ya da ev anası; yaşam alanı “ev” olarak tanımlananların asgari müşterekleri bir devrime yol açabilir mi? Dibi tutmuş tencereler, kenarı sökülmüş perdeler, ovulmaktan aşınmış yüzeyler dile gelse, görünmeyen emeğin destanı yazılabilir mi? 

Birgül Özcan, Ev Anası’nda zekası, hüneri ve emeği ile hapsedildiği alanları aşan, kalıplara, slim fit bedenlere, hanımlık müessesesine sığmayıp taşan kadınları esprili ve gerçekçi bir üslupla anlatıyor. 

“Katlanmak bilmeyen lastik çarşafların, kalorifer petekleri üstlerinde kurutulan çorapların, vitrinlerde misafiri bekleyen kristal bardakların, kapı arkalarında rulo yapılmış halıların, battaniyeye sarılı yoğurt olmayı bekleyen mayalanmış süt dolu tencerelerin, Vita kutularında sardunyaların, varis çoraplarının, buzluk böreklerinin ve altın günü lobisinin müellifleri ev analarının mutfaklarda, dolap içlerinde, çekmece diplerinde güvelenmeye terk edilmişken fark edilip tezgâh üstüne çıkarılmış hikayesi…”

BİRGÜL ÖZCAN, 1984 yılında İzmir’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Radyo-Sinema TV Yayıncılığı Bölümü’nü bitirdi. Reklam ajansları ve dergilerde metin yazarlığı, editörlük yaptı. Ev hanımlığı sektöründe tam zamanlı ev anası olarak hizmet vermektedir. Ev Anası, yazarın ilk kitabıdır.
Çağdaş Türk Edebiyatı / Roman
115 sayfa, 12 TL

Ütopyanın Kadınları Kadınların Ütopyası * Yasemin Temizarabacı Yıldırmaz 
“Toplumunuzdaki her şey erkekler tarafından yapılıyor sanki. Endüstri, sanat, yönetim, hükümet, kararlar. Bütün yaşamınız boyunca da babanızın ve kocanızın adını taşıyorsunuz. Erkekler okula gidiyorlar, siz gitmiyorsunuz; hepsi öğretmen, yargıç, polis, hükümet üyesi oluyorlar, değil mi? Neden her şeyi denetlemelerine izin veriyorsunuz? Neden istediğinizi yapmıyorsunuz?”
Ursula K. LeGuin, Mülksüzler

Toplumsal cinsiyet rolleri gündelik hayatımızı belirlediği kadar hayallerimizi, ütopik evrenlerimizi, hatta cinsiyet rollerinden azade kurguladığımız toplumsal yapı taslaklarını belirleyecek kadar güçlü ve içselleştirilmiş olabilir mi? Ütopyanın Kadınları, Kadınların Ütopyası, bu soruya yanıt ararken, farklı bir sistem kurgusunun ilk örneklerinin görüldüğü Antik Yunan’dan günümüze kadar, ütopyaların toplumsal cinsiyet çerçevesinde ne şekilde yapılandıklarını inceleyen önemli bir çalışma. 

YASEMİN TEMİZARABACI YILDIRMAZ, 1977 yılında Bursa’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü ve İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Bilim Dalı’ndan mezun oldu. Mühendislik yapmama kararlılığıyla 1998 yılından itibaren çok çeşitli işlerde çalıştıktan sonra 2006-2013 yılları arasında Filmmor Kadın Kooperatifi’nin film yapım çalışmalarında ve Filmmor Kadın Filmleri Festivali ekibinde yer aldı. Bir kızı var.
Kadın Kitaplığı / İnceleme
181 sayfa,  15 TL

Queer Temaşa * Yayına Hazırlayan : Leman S. Darıcıoğlu
Temaşa: Seyir. Gezinti. Hoşlanarak bakma. Seyretme. Seyredilecek görüntü. Görülmeye değer şey. 

Bu derleme, bedeni ve cinselliği zapturapt altına alan hetero-normatif düzende ve ikili cinsiyet sisteminde bir delik açma, straight düşüncenin ötesinde bir yaşayışa, bir tahayyül alanına kapı aralamak için beden ve cinsellik düzeninde bir temaşa davetidir. 

Queer teori, LGBT olmanın kişiyi radikalize etmediğini ve na-trans bir heteroseksüel olmanın da onu straight yapmadığını savunur; cinselliğe ve bedene dair kurduğu normlar nedeniyle straight olabilir, LGBT olmanın kendisi ise heteroseksist, ikili cinsiyet düzenini ihlal yahut ilga etmez.

Dolayısıyla odağımız artık kimlikler, özler ya da doğa değil, beden ve cinsellik üzerine kurulan kod sisteminin, normalin, normun kendisidir. Queer bir tahayyülden bahsedebilmemiz için ise sadece heteroseksüel dünyanın değil, LGBT camiasının da cinselliğe ve bedene bakışını masaya yatırmamız gereklidir. Queer Temaşa yalnızca hetero-normativiteyle değil, homo/trans-normativiteyle de şekillenen bir yolculuk…

LEMAN S. DARICIOĞLU, uzun yıllar LGBT ve Queer aktivizmine emek verdi. Enstalasyon, video, performans gibi sanatın farklı disiplinlerinde üretimler gerçekleştiriyor. Performans alanında üretim gerçekleştiren İstanbul Queer Art Collective’in bir üyesi. Pınar Büyüktaş ile birlikte çevirdiği Monique Wittig’in Straight Düşünce isimli kitabı yine Queer Düş’ün serisinden yayınlandı (2013). Tüm bunları korkuları bedenini kısıtlamasın, sınırlarının içinde hapsolmasın diye yapıyor.
Queer Düş’ün Serisi / İnceleme
320 sayfa,  22 TL



N. İpek Gökdel’den Tılsımlı Bir İstanbul Hikâyesi: Karakalem

$
0
0
Hayattaki en büyük amacı anne babasının katilini bulmak olan bir delikanlı, İstanbul’un yazgısının kendi ellerinde olacağını nereden bilebilirdi!

Beş yüzyıllık tılsımlı gömleğin gücüyle geçmişten el alan bir delikanlı giderek kaderinden kaçamayan bir kahramana dönüşecek… Biz ise, İstanbul’u korumak için hayatını tehlikeye atanlar ve onu yok etmeye çalışanların macerasına tanıklık edeceğiz.

N. İpek Gökdel’in kaleme aldığı, Sayfa6 Yayınları’ndan çok yakında çıkacak romanı Karakalem ve Bir Delikanlının Tuhaf Hikâyesi’nde geçmişle günümüz arasında efsanelerle dolu bir zaman yolculuğunda, iyilikle kötülüğün bitmeyen çarpışmasının tam ortasında kalacağız.

Çünkü; İstanbul başka şehirlere benzemez!
“Halep düşerse üzülür insan. Kabil düşerse canı acır.
Paris düşman postalını uzaktan görse bacaklarını aralar.
Berlin ikiye ayrıldı, dünya gene de dönmeye devam etti.
New York’un kalbine uçak sapladılar, düzen yeniden, yine kuruldu.
Ama İstanbul öyle mi ya!
Batı’nın sınırıdır burası. Doğu’nun başkenti...
Bu şehir dengede tutuyor dünyayı.
Tahterevallinin ortası…
İstanbul tökezlese insanlık düşer!...”

Ve… Geçmişini bilen geleceğini kurtarır!

Yavuz: Beş yüz yıllık tılsımlı gömleğin gücüyle geçmişten el alan bir delikanlı… İstanbul’un muhafızı o!
Korkut: Âşık olduğu kadını elde eldebilmek için ölümsüzlüğün sırrını arayan tutkulu bir adam. 
Aslı: Hiç bitmeyecek bir vicdan azabıyla yaşamaya çalışan, yükseklerde gezmeyi seven âşık bir genç kız.
Karakalem: Kadim kötülüğün yeryüzündeki gölgesi; rubi gözlü karga.
Ahmet: İstanbul’un dehlizlerini kendine yol yapan, uğradığı ihanetle ışığa küsen yakışıklı bir profesör.  
Güneş: Güzelliği bahtsızlığına sebep bir kadın…
Hızır Ağa: Denizli’nin ücra bir köyünde, koca yüreği sırlarla dolu bir muhtar.

N. İpek Gökdel’in yazdığı Karakalem’de zaman içerisinde yapacağınız yolculuk, size tılsımlı bir İstanbul hikâyesi sunuyor!

N. İpek Gökdel
Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun oldu. İletişim eğitimine devam etmek üzere gittiği İngiltere’de, eşzamanlı olarak Saatchi & Saatchi Londra ofisinde çalışma hayatına başladı. Uzun yıllar reklam sektöründe çalıştıktan sonra kendi yapım şirketini kurdu. N. İpek Gökdel, yapımcılığını ya da öykü tasarımını üstlendiği birçok televizyon projesini hayata geçirdi. Halen iletişim danışmanlığı yapan yazar, roman yazmaya da devam ediyor.

N. İpek Gökdel, Karakalem ve Bir Delikanlının Tuhaf Hikâyesi,
Sayfa6 Yayınları, İstanbul 2016
Sayfa Sayısı: 384
Fiyatı: 20,00 TL


Vizyona Giren Filmler : 5 Şubat

$
0
0
Üçü yerli beş filmin vizyona girdiği hafta eğlencenin dozunu arttırıyor. Yerli mafyöz komedi “Hep Yek”, Bülent Üstün’ün efsanevi çizgi roman karakterinin beyazperde uyarlaması “Kötü Kedi Şerafettin” ve dövüş sanatlarını şiirsel dille anlatan serinin devam filmi “Ip Man 3” haftanın öne çıkan filmleri... Popüler isimlerle bildik bir macera sunan yerli komedi “Temel ile Dursun İstanbul´da” da eğlence alternatifi olarak seyirci bekliyor. Haftanın en iyisi ve kaçırılmaması gerekeniyse 6 dalda oscar adayı da olan Todd Haynes başyapıtı “Carol”...

Hep Yek
Yönetmen: Ali Yorgancıoğlu
Oyuncular: Fırat Tanış, Gürkan Uygun, Gökhan Yıkılkan, Denise Capezza, Tuna Orhan
Konu: Cevat, Türkiye´nin nam salmış Kabadayılarından birinin şehvet düşkünü oğludur; uluslararası şöhrete sahip manken Camilla´yı tutkulu aşkı sonucunda kaçırmaya karar verir. Bu kaçırma operasyonunu Cevat adına bir başka suç makinesi Ziya Baba üstlenmiştir. Ziya Camilla´yı kaçırır ve Camilla´yı bir paket içinde Cevat´a götürme görevini Şahin´e verir. Ancak Şahin, Cevat´a götürdüğü paketin içinde ne olduğunu bilmemektedir. Şahin paketi İzmir´den, İstanbul´a getirecektir. Şahin yola çıkarken Gürkan ve Altan adında iki bela paratoneri ile yolu kesişmiş, onlar yüzünden Cevat´a götüreceği paketi kaybetmiştir. Bu sebeple Şahin hayatının en zor 48 saatini yaşamak zorunda kalacaktır. Üçlünün Cevat´ın korkusuyla paketi ararken yaşayacağı komik olaylar ve kolpalar mizahın sınırlarını zorlayacak.

Kötü Kedi Şerafettin
Yönetmenler: Mehmet Kurtuluş ile Ayşe Ünal
Konu: Babalar ve oğullar dışında ameliyatla sincap olmak isteyen fare Rıza, romatizmaları yüzünden rutubetten uzak durmaya çalışan martı Rıfkı, intikam ateşiyle yanıp kavrulan Çizer, Şero´ya rağmen veresiye defterini doğrultmaya çalışan bakkal Şemistan, paragöz ev sahibi Hasene, muhabbet tellalı Cemil ve daha nice karakterlerle, çok tanıdık bir hikaye. Kötü Kedi Şerafettin, Beyoğlu´nda yaşayan; hayvanlıklarını koruyan hayvanlarla, insanlaşan hayvanların hikayelerinin anlatıldığı Türkiye´de yetişkinler için yapılmış ilk uzun metraj animasyon filmi.

Ip Man 3 / Yip Man 3
Yönetmenler: Wilson Yip Wai Shun ile Yuen Wo Ping
Oyuncular: Donnie Yen, Mike Tyson, Lynn Xiong, Max Zhang
Konu: 1950’li yılların sonlarında, sakin bir hayat yaşayan Ip Man, küçük oğlunu okuldan almaya gittiği sırada, Cheung Tin – Chi isminde, kendi gibi Wing Chun sporuyla yakından ilgilenen bir adamla tanışır. Tesadüfi karşılamaları sonrasında iki baba arasında farklı ve değişik bir dostane ilişki oluşur. Bu esnada Sang isimli bir çete lideri mahalledeki tüm mülkleri ele geçirmeye başlar. Ip Man kendi öğrencileri ile birlikte mahalleyi koruma görevini üzerine alır.

Temel ile Dursun İstanbul´da
Yönetmen: İhsan Taş
Oyuncular: Wilma Elles, Alay Cihan, Hülya Polat, Tahsin Taşkın, Metin Yıldırım
Konu: Dursun’un yalanlarına inanan Temel İstanbul’a gelir. Burada Temel’i büyük sürprizler beklemektedir. Fakat durum hiçte Dursun’un anlattığı gibi değildir. Temel karısı Fadime’den korktuğu için bir daha memleketine dönemez ve Temel’in büyük umutlarla geldiği İstanbul macerası komediye dönüşür.

Carol
Yönetmen: Todd Haynes
Oyuncular: Cate Blanchett, Rooney Mara, Kyle Chandler, Sarah Paulson
Konu: 1950’lerin New York’unda geçen filmde bir mağazada tezgahtarlık yapan ve daha güzel bir hayat düşleyen Therese, yürümeyen evliliğinden bunalmış çekici Carol ile tanışır. Birbirlerine bağlanan iki kadın için eski hayatlarını geride bırakıp her şeyden uzaklaşmak kolay olmayacaktır.


Kırmızı Saçlı Kadın : Hayat Efsaneyi Tekrar Eder!

$
0
0
“Kuvvetli, kararlı bir babamız olsun, bize neyi yapıp neyi yapmayacağımızı söylesin isteriz. Niye? Neyi yapıp neyi yapmayacağımıza, neyin ahlaklı ve doğru, neyin ise günah ve yanlış olduğuna karar vermek zor olduğu için mi? Yoksa suçlu ve günahkâr olmadığımızı işitmeye her zaman ihtiyaç duyduğumuz için mi? Bir baba ihtiyacı her zaman mı vardır, yoksa, kafamız karıştığı, dünyamız dağıldığı, ruhumuz daraldığı vakit mi isteriz babayı?”

Nobelli yazarımız Orhan Pamuk’un yeni romanı “Kırmızı Saçlı Kadın”da konu edindiği kavramları bu alıntıyla özetlemek mümkün. “Kafamda Bir Tuhaflık”tan hemen sonra kısa sürede kotardığı romanıyla yine benzer bir formülü uyguluyor Pamuk. Nesli tükenen bir meslek, İstanbul’daki tarihi değişim ve efsaneler. Önceki romanında olduğu gibi hayatın tekrar ettiğini de söylemeyi ihmal etmiyor. Baba figürünün önemine değinen roman açık seçik ve aşırı detaylandırarak iki referansını da işliyor. Romanın olumsuz yanları da böylece ortaya çıkıyor.

Anlatıcımız Cem ile tanışıyoruz. Babası dönemin siyasi atmosferi dolayısıyla ailesini terk etmiş. Cem de babasızlıktan muzdarip. Üniversite hedefi için para biriktirmek üzere bir Kuyu ustasının yanında çalışmak üzere Öngören’e gitmesiyle de olaylar başlıyor. 1980’ler ortasında eski usülle kuyu kazan Mahmut Usta ile birlikte çalışmak bir yandan Cem’in eksikliğini çektiği baba figürünü bulmasını sağlarken diğer yandan ilk aşk için önemli bir adım da atmış oluyor. Kırmızı Saçlı Kadın’a aşık olan kahramanımız, açtıkları kuyudan bir türlü su çıkmamasının baskısı ile yana yakıla kadını görme ihtiyacından ibaret yaşamında attığı bir adımla kaderini de çizmiş oluyor.

“Kırmızı Saçlı Kadın”ın konusunu kısaca böyle özetlemek mümkün... Cem’in 30 yıllık hikayesi ile baba oğul kavramını işleyen Pamuk’un Sophokles’in “Kral Oedipus”u ve Firdevsi’nin “Rüstem ve Sührab”ını bu kadar fazla anlatması şaşırtıcı bir tercih. Referansların bu kadar net anlatılması, en salak okurun bile fazlasıyla bilgi sahibi olmasını sağlamasını yadırgamamak mümkün değil. Metaforları ve göndermeleri zaten keşfeder, merak ediyorsak kaynaklarda arar bulurduk. Bu kadar pekiştirme, özellikle Cem’in müzelerde araştıracak kadar takıntılı hale gelmesi inandırıcılığı da zedeliyor. Bu takıntısına eşinin de ayak uydurması daha da tuhaf. Cem kartondan bir karakter olarak kalıyor. Kırmızı Saçlı Kadın da sanki bir yanılsama gibi. Haliyle olay örgüsü hem çok hafif, hem de etkisiz. Bu etkisizlikten nasibini de finalde alıyor roman. 

Nobel ödülü almış yazarın onuncu romanını okuyoruz dile kolay. 82’de yayımlanan ilk romanından bu yana geçen 34 yılda bir yazarın türkçesi hiç mi gelişmez? Pamuk sanki Nobel sonrası İngilizce’ye kolay çevrilsin diye kuruyor cümlelerini. Ortada bir okuma hazzı yok. En azından kurgu tatmin etsin diyoruz, o da yok! Çok tahmin edilebilir bir olay örgüsü var romanda. Daha otuzuncu sayfada yüz otuzuncu sayfada ne olacağını çok net görebiliyorsunuz. Pamuk her şeyi fazlasıyla göstere göstere yazıyor. Bu etkileşimsiz okumadan zararı gören de okur oluyor. Romanın uzun süre olaysız ve sıradan gittikten sonra ancak son 50 sayfa civarlarında hızlanması okuru zorluyor. Gereksiz görünen uzun giriş yerine kilit olay daha önce yaşansa daha etkili olacak roman yazarın tam da baba kavramını devletle, medeniyetlerle bağdaştırdığı noktada çoktan etkisini yitirmiş oluyor.

“Babasız büyürsen âlemin bir merkezi ve sınırı olduğunu anlatamaz, her şeyi yapabileceğini sanırsın... Ama bir süre sonra ne yapacağını bilmez, dünyada bir mana, bir merkez bulmaya çalışır, sana hayır diyecek birini aramaya başlarsın.” Bu cümleyi ancak 161. sayfada kuran Pamuk, yetmediğini düşünmüş olmalı ki sürekli pekiştirmelerle tekrara düşüyor. “Modern kişi şehrin ormanında kaybolan kişidir. Bu da babasız kalmak demektir. Babasını araması da boşunadır aslında. Kişi modern bir bireyse şehrin kalabalığında babasını bulamayacaktır. Bulursa da bu sefer birey olamayacaktır.”

Yazarın üç kısım ve iki anlatıcıyla sıradan hayatlarımızın efsaneleri tekrar ettiğini anlatırken, baba ve oğulun birbirlerini öldürmeleri üzerinden otorite ve birey olma kavramlarını sorguladığı romanı “Kırmızı Saçlı Kadın”, bu kavramların içini dolduramayan vasat bir metin.

Kırmızı Saçlı Kadın / Orhan Pamuk
Yapı Kredi Yayınları, Roman, 2016
Sayfa Sayısı: 204
Etiket Fiyatı: 12,00 TL

Hayallerindeki eşi karşılarında buldular!

$
0
0
Antalya Migros AVM, sanal gerçeklikle hayallerinizdeki kişiyi gerçeğe dönüştürüyor. 


Bir boomads advertorial içeriğidir.

B. Güney Ulutaş’tan Dünyayı Değiştirmeye İnanmanın Romanı: Kopuklar

$
0
0
B. Güney Ulutaş’ın dünyanın nasıl ve ne şekilde değiştirilebileceğini tartışan, düşsel, yazınsal, politik,soluk soluğa okunacak romanı “Kopuk” Can Yayınları etiketiyle raflarda.

“Benim adım Zucco ve ben eğer istersem, kendimi öyle bir unutturabilirim ki, bir zamanlar orada yaşadığımı bile hatırlamazsınız.”

“Eğer amacınız bir sevgi hikâyesi dinlemekse, yanlış yerdesiniz. Hemen beni burada bırakıp, dışarı çıkın. Mutlaka bir sokak ötenizde, arsız kapitalistlerden birinin açtığı büyük marketlerden biri vardır. Marketin kasaya yakın bölümünde magazin dergilerinin hemen yanındaki raflarda yerini almıştır o sıcacık sevgi kitapları. Mutlaka içinizi ısıtacak, kapağı çiçek böcek resimleriyle dolu, arka kapakta yazarının otuz iki dişini gösterdiği mutlu sırıtışlarıyla şenlenen bir kitap bulacaksınızdır. Aradığınız her ne ise bu kitapta yok!”

B. Güney Ulutaş’ın ilk romanı Kopuklar, modern çağlara özgü, gizemli bir hikâye anlatıyor. Zucco Konstant, çocukluk yıllarını yetimhanede geçirmiş bir avukattır. Annesinin ölümü dışında,  ailesi hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Yirmidokuzuncu yaşgününde,  tam da her şey bitti dediği anda gelen sürpriz bir iş teklifiyle hayatının fırsatını yakalar. Fakat işin altından, annesinin otuz yıl once yazdığı kayıp roman çıkmıştır. Peşine düştüğü Kopuklar ona aslında kim olduğunu fısıldarken, kara mezarlarla kaplı geçmişini aralamaya başlayacaktır. 

Kopuklar, bohem arkadaş grubunun gizlerini aydınlatmaya çalışan Sevgi Hikâyesi Koleksiyoncusu’nun ağzından anlatılmış. Şehir ve mekan isimlerinin de birer karakter olarak karşımıza çıktığı roman bir yanıyla da polise türüne yaslanıyor.  Üç farklı zamanda geçen ve zengin kurgusal bir derinliğe sahip Kopuklar dünyayı değiştirmeye inanmak ile ilgili bir roman. 

“Kaybedecek çok şeyi olanlar bunu bilir, insanları mülk gibi görenler de bunu bilir. Mülkleriniz, aslında çıkarıp atamadığınız eski pardösünüz gibi sıkı sıkıya yapıştığınız yükleriniz sizi yaşama bağlar. Artık üzerime kayıtlı tek bir mülküm yok, yük olabilecek kimsem de yok. Odamda ihtiyar karanlık böceklerinin kokmuş cesetleri ve benim mahvolmuş geleceğim dışında bir şeyim yok“

BELMA GÜNEY ULUTAŞ, Manisa, Akhisar’da doğdu. Salihli’de ilk ve ortaöğrenimini tamamlarken, okul kütüphanesinde kitaplarla, Fethi Eken’in daktilosunda yazıyla, Şehir Tiyatroları’nda drama sanatıyla tanıştı. 1999’da Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları/Tiyatro-Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı’nı kazandı. 2004’te “Tezer Özlü’nün yaşamı, sanatı ve bir oyun; ‘Erken Ölmüş Romantiklerin Gölgesinde’ başlıklı teziyle mezun oldu. Suat Taşer kısa oyun yarışmasında Karakutu, Rahip Broken’in Ölümü adlı oyunlarıyla başarı ödülleri kazandı. Birçok dizi filmde ve Kanıt adlı polisiye dramada senaryo yazarı olarak çalıştı. Çeşitli kültür sanat dergilerinde şiirleri ve öyküleri yayımlandı. Kendi atölyesinde yazarlık çalışmalarına devam ediyor. B. Güney Ulutaş, “iyileştirme gücü versin diye yazdım” dediği  Kopuklar’ı 2013 Nisan’ında tamamlamıştır. 

KOPUKLAR
Yazar: B. Güney Ulutaş 
Tür: Roman 
Sayfa sayısı: 367 Sayfa
Fiyatı: 27,50 TL
Yayın tarihi: 9 Şubat 2016

Kırık Bir İlk Aşk Hikayesinde İkinci Perde : Gölgedeki Işığım

$
0
0
A. Meredith Walters’in kırık bir ilk aşk hikayesini gerçekçi anlatımıyla okurlarına yaşatan “Find You in the Dark” serisinin ikinci kitabı “Light in the Shadows”, “Gölgedeki Işığım” adıyla ve orijinal kapağıyla GO! Kitap’tan bu ay içinde yayımlanıyor.

Genç yetişkin kitapları kategorisinin uzun süre konuşulan romanı, şimdilik ara kitaplarıyla birlikte 4 kitaptan oluşuyor. Goodreads başta olmak üzere hemen hemen her siteden tam not alan roman, genç yetişkin romantizm kategorisinin de gözdelerinden biri konumunda. Serinin ilk kitabı “Karanlıkta Buldum Seni”yi Ocak 2014’te okurlarına sunan GO! Kitap, arayı daha fazla açmadan ikinci kitabı bekleyenleri mutlu ediyor. 2013 Mart’ında çıkan “Light in the Shadows”un Goodreads puanının ilk kitaptan daha yüksek olduğunu da belirteyim. 

Aşk sizi gölgelere hapsetse de daima bir umut vardır…

Clay’i bir daha asla göremeyeceğini düşünen Maggie kalbinin dağılan parçalarını toplayıp hayatına kaldığı yerden devam etmeye çalışır. Çünkü Clay böyle istemiştir.

Tedavi gördüğü klinikte, Clay’in, Maggie’yi düşünmeden geçirdiği bir tek gün bile yoktur. Yavaş yavaş iyileşse de, kalbi hâlâ onu kurtarmaya çalışan kıza aittir.

Ani bir trajedi onları tekrar bir araya getirdiğinde Maggie ile Clay için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ama değişmeyen bir şey varsa o da birbirlerine duydukları o büyülü aşktır. Bir de karanlığı, o hep istedikleri mutlu sona dönüştürebileceklerine dair besledikleri umut…

Gölgedeki Işığım / A. Meredith Walters
Çevirmen: Duygu Yücel
Yayınevi: Go Kitap!
Yayın Tarihi: Şubat 2016
Sayfa Sayısı: 421
Etiket Fiyatı: 19.00 TL


Münir Göle’den Günümüzün Sosyal Düzenine Yöneltilmiş Bir Hiciv: Çıkış Yolları

$
0
0
“Kendisi için geldiklerini biliyordu. Sokaktan, şimdilik uzak bir yerden bir uğultu geliyordu kulaklarına. Kalabalığın uğultusu, kalabalığın gürültüsü. Onun için geliyorlardı, dikkatle dinleyince yaklaştıklarını işitebiliyordu. Yaklaşıyorlardı. Onu linç etmeye geliyorlardı. Zamanı dolmuştu, orta yaşına kadar umarsızca çalışmasının sonu buydu işte. İdeallerinin peşi sıra gitmişti, inandıklarından ödün vermemişti. Sonu böyle olacaktı işte.”

Münir Göle’nin kısa anlatılardan oluşan yeni kitabı Çıkış Yolları, keskin bir düş gücünün ürünü. İnsan, dünyadan kurtulmanın yolunu arar mı? Buna geleneksel anlayışla “intihar” dememeyi göze alabileceksek eğer, pekâlâ arar, arayacaktır. Üstelik, dertlerimiz çeşit çeşit, mizacımız da başka başka olduğuna göre, her birimiz elbette kendimize özgü çıkış yollarının peşine düşeceğiz. 

Çıkış Yolları’nı esinleyen, insanlık tarihinin unutulmaz intiharları elbette. Münir Göle ana hatlarını hatırlayacağınız kimi vakaları öyküleştiriyor, buna kendi kaçış tasarılarını da ekleyince, başlı başına bir keşmekeş olan bu dünyayı en kısa yoldan, zaman kaybetmeden nasıl yalnız bırakabiliriz, bunun için yazınsal, mizahi bir kılavuz hazırlamış oluyor. 

Bir öykü kitabı olarak da okuyabilirsiniz Çıkış Yolları’nı, zamanımızın sıkıntı verici sosyal düzenine yöneltilmiş bir hiciv metni olarak da.

Ayın önemli kitaplarından biri olarak gördüğümüz, merakla beklediğimiz ve şiddetle önerdiğimiz “Çıkış Yolları” Can Yayınları etiketiyle raflarda...

ÇIKIŞ YOLLARI
Yazar: Münir Göle 
Tür: Öykü  
Sayfa sayısı: 221 Sayfa
Fiyatı: 18,50 TL
Yayın tarihi: 9 Şubat 2016



Uwe Timm’den Arzuya, Tutkuya ve Ayrılığa Dair Bir Roman: Kuş Çayırı

$
0
0
“Bir başkası hakkında, derinlere bir yere kazınmış bir fikrimiz vardır. Birden karşımıza birisi çıkar ve bu birisinin bizim kaderimiz olduğunu anlarız.”

Hayatta sahip olduğu her şeyi kaybeden Eschenbach, doğal koruma altında bulunan bir adada kuş bekçiliği yapmaktadır. Dünyadan elini eteğini çekmiş, insanlardan uzakta yaşayıp giderken, günün birinde adaya gelen bir telefonla sarsılır.Eschenbach şimdi bir yandan da hatıralarla boğuşmak zorundadır.

Yapıtlarında insanı toplumsal tarihle bir arada kurgulayan Uwe Timm, Kuş Çayırı’nda bu kez salt insana, duygulara odaklanıyor. 

Yeni Tanışanlar İçin UWE TIMM
1940’ta Hamburg’da doğdu. Münih ve Paris’te felsefe ve Alman dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. 1967-1968 arasında Alman Sosyalist Öğrenci Birliği’nde yer aldı. 1971’de “Wortgruppe München”ı kurdu ve edebiyat dergisi Literarische Hefte’nin editörlerine katıldı. 68 kuşağının önemli temsilcilerinden olan Uwe Timm’in, kendisinin de yer aldığı Alman öğrenci hareketini anlattığı ilk romanı Sıcak Yaz, 68 olaylarının en önemli tanıklığı olarak değerlendirildi. Timm, çağdaş Alman edebiyatında sömürgecilik sonrası akımın da temsilcisi oldu. 1978’de yayımladığı ve Namibya’da Alman sömürge savaşlarını anlattığı Morenga büyük ilgiyle karşılandı. 1981’de Warwick Üniversitesi’nde, 1991-1992’de Paderborn Üniversitesi’nde ders verdi. Ödüllü çocuk kitapları olan Timm, Darmstadt Alman Dili ve Edebiyatı Akademisi ile Berlin Sanatlar Akademisi üyesidir. 2001 Bavyera Güzel Sanatlar Akademisi Büyük Edebiyat Ödülü, 2001 Tukan Ödülü, 2003 Schubart Edebiyat Ödülü ile 2006 Premio Napoli ve Premio Mondello ödülleri sahibidir.

KUŞ ÇAYIRI
Yazar: Uwe Timm 
Çeviri: Ayça Sabuncuoğlu
Tür: Roman 
Sayfa sayısı: 277 Sayfa
Fiyatı: 22 TL
Yayın tarihi: 9 Şubat 2016

Vizyona Giren Filmler : 12 Şubat

$
0
0
Üçü yerli yedi filmin vizyona girdiği hafta sevgililer günü menüsüyle aşka göz kırparken, diğer türleri de göz ardı etmiyor. Merakla beklenen anti-kahraman “Deadpool”, çocuk özlemiyle harmanlanan aşk hikayesi “Dünyanın En Güzel Kokusu” ve sosyal medya aşklarına dokunduran “Hes@pta Aşk” haftanın öne çıkan filmleri. Yerli gerilim “Mel-Un”, Nicholas Sparks romanı uyarlaması “Aşkın Seçimi”, sıra dışı öyküsüyle ses getiren dört dalda Oscar adayı “Danimarkalı Kız” da diğer seçenekler. Büyük bir ailenin yaşadığı travmanın izlerini resmeden “Sessiz Çığlık” ise haftanın en iyisi ve kaçırılmaması gerekeni.


Deadpool
Yönetmen: Tim Miller
Oyuncular: Ryan Reynolds, Morena Baccarin, Ed Skrein, Gina Carano
Konu: Marvel Comics’in en alışılmadık anti-kahramanı Deadpool, eski bir Özel Kuvvet askeri olan Wade Wilson’un, üzerinde uygulanan zorlu bir deneyin onu hızlandırılmış kendini iyileştirme gücü ve alt egosuyla başbaşa bırakmasının hikâyesi. Yeni yetenekleri ile donanmış, kara ve karmaşık bir mizah anlayışına sahip olan Deadpool, hayatını neredeyse sona erdiren adamı avlamak için harekete geçiyor.


Dünyanın En Güzel Kokusu
Yönetmen: Uğur Yağcıoğlu
Oyuncular: Tuba Ünsal, Rıza Kocaoğlu, Burak Altay, Esra Ruşan
Konu: Aşkın tükendiğinde inanan Hakan ve en iyi arkadaşı Derya, büyüyen bir çocuk özlemi duymaktadır. Ve bir gün Hakan, ikisinin evlenip bir çocuk yapmalarını teklif eder. Her şey geleneklere uygun olacak, çocuk doğduktan sonra ise bugünün ilişkilerine inanmayan bu iki insan ayrılacak, çocuklarını, ayrı yaşayan anne baba gibi büyüteceklerdir. Derya teklifi önce kabul etmez, ancak nedense bir gün teklifi kabul eder.



Hes@pta Aşk
Yönetmen: Gönenç Uyanık
Oyuncular: Meriç Aral, Derya Şensoy, Fırat Altunmeşe, Burak Tozkoparan
Konu: Sosyal medyada tanıştığı sevgilisini görmek için İstanbul’a kaçmayı planlayan Ezgi’nin yakın arkadaşı Didem ile yaptığı plana, anne zoruyla kardeşi Musti’yi dahil etmek zorunda kalmasıyla karışan tatil planları, İstanbul’da hayatlarının sürprizi ile karşılaşmaları ile devam ediyor. Ezgi ve Mert’in sosyal medyada başlayan aşkları, günümüz gençliğinin sosyal medya yaşantısına bakış atıyor.


Mel-Un
Yönetmen: Zafer Kaya
Oyuncular: Zehra Özarslan Çelen, Ayşen Kurç, Fevzi Altunbulak, Harun Kızılaslan
Konu: Küçük bir köyde kendi halinde geçinip giden köy halkının sakin yaşamı, aralarından genç bir kızın içine şeytani bir ruh girmesiyle, alt üst olur. Şeytanın kızın bedeninden çıkması için tüm halk seferber olur ancak, ruhun kolay kolay gitmeye niyeti yoktur.


Danimarkalı Kız / The Danish Girl
Yönetmen: Tom Hooper
Oyuncular: Eddie Redmayne, Alicia Vikander, Ben Whishaw, Sebastian Koch, Amber Heard
Konu: David Ebershoff’un kitabından uyarlanan Danimarkalı Kız, Lili Elbe ve Gerda Wegener’in (Oscar ödüllü Eddie Redmayne ile Alicia Vikander tarafından canlandırılan)  özel yaşamlarından esinlenen çarpıcı bir aşk hikâyesi. Yönetmeni Oscar ödüllü Tom Hooper olan film, Lili’nin bir transgender olarak çığır açan yolculuğunu ve Gerda ile olan evliliklerini konu alıyor.


Aşkın Seçimi / The Choice
Yönetmen: Ross Katz
Oyuncular: Benjamin Walker, Teresa Palmer, Maggie Grace, Tom Wilkinson
Konu: Enerjik tıp öğrencisi Gabby Holland’ın, kadınların karşı koyamadığı Travis Shaw’a komşu olması, ikiliyi asla hayal edemeyecekleri romantik bir yolculuğa sürükler. Travis, bir kadınla ciddi bir ilişki yaşamanın yaşam tarzını kısıtlayacağına inanmaktadır. Gabby ise bir ilişki yaşadığı erkek arkadaşıyla hayatını birleştirmek üzeredir. Ta ki karşı koyulmaz bir arzu, aykırı çiftin planlanmış hayatlarını alt üst edene kadar.


Sessiz Çığlık / Louder Than Bombs
Yönetmen: Joachim Trier
Oyuncular: Gabriel Byrne, Isabelle Huppert, Jesse Eisenberg, Devin Druid
Konu: Fotoğrafçı Isabelle Reed’in ölümünün üçüncü yılında anısına düzenlenen fotoğraf sergisi, ailenin büyük oğlu Jonah’ın ailesinin yanına dönmesini sağlar. Jonah günlerini görüşmekten kaçındığı babası Gene ve yıllardır görmediği kardeşi Condrad ile geçirmek zorunda kalır. Gene, iki oğlunu aynı çatı altında bir araya getirerek aralarındaki ilişkiyi kuvvetlendirmeye, farklı sebeplerden kendisinden hoşlanmayan oğullarıyla ilişkilerini düzeltmeye çalışır.


Feminist Spekülatif Kurgu Antolojisi : Devrimin Kardeşleri

$
0
0
Editörler Ann ve Jeff VanderMeer’in “Yeni keşifler serisinin ilk ayağı...” olarak nitelendirdikleri Devrimin Kardeşleri kadına ve kadınlığa dair, hayal dünyasının gözü pek arayışlarına kucak açarken bir şekilde gerçekliğe dokunmayı başaran provokatif öyküleri bir araya getiriyor. Feminist spekülatif kurgu türü altında toplanan öyküler, okuyucuya özgün bakış açılarında sürükleyici anlatılar sunuyor. 

Spekülatif kurgu; bilimkurgu, fantezi, korku ve büyülü gerçekçilik gibi birçok alanı kapsayacak bir üst tür olarak yirminci yüzyılın ilk yarısında ortaya atılmış bir terimdir. 1960’lar ve sonrasında ikinci dalga kadın hareketleriyle iç içe geçerek yaygınlaşmış ve “feminist spekülatif kurgu” olarak yeni bir kimlik kazanmıştır. Margaret Atwood ve Ursula K. Le Guin arasındaki ünlü kurgu ve gerçekliğin ilişkisi üzerine süregelen tartışmanın temeline oturan spekülatif kurgu terimi; bilimkurgu, doğaüstü kurgu ve büyülü gerçekçilik gibi alanlarda kadın meselesinin eksikliğine bir cevap niteliği taşır. Feminist spekülatif kurgu, hem edebiyat çevrelerinde felsefi ve teorik bir tartışma ateşlemeyi başarmış, hem de kadın yazarlara hak ettikleri görünürlüğü kazanmalarını sağlamıştır. Neticede Nebula ve Hugo gibi prestijli edebiyat ödüllerine layık görülen kadın yazarların sayısında da gözle görülür bir artış yaşanmıştır.  

Devrimin Kardeşleri bu bağlamda feminist spekülatif kurgu türünün özellikli örneklerine yer verirken, feminist tartışmanın ışığında, okurlarını davet ettiği hayal aleminde yalnızca kadınların değil, erkeklerin de gebe olduğu sonsuz olasılıklarla baş başa bırakıyor. Nebula, Hugo, James Tiptree, Jr. ödülleri başta olmak üzere, çeşitli ödüller ve onurlarla alanında rüştünü kanıtlamış isimlerden; kadınlıktan anneliğe, toplumsal cinsiyet inşasından ataerkil toplum eleştirisine kadar farklı meselelere dair büyülü, sürükleyici ve şaşırtıcı öyküler paylaşıyor. 

İçindekiler
1.Margaret A.’nın Yasaklı Sözleri – L. Timmel Duchamp
2.Benim Yün Donlarım – Leonora Carrington
3.Köpekbalığı Adası Anneleri – Kit Reed
4.Palmiye Haydutu – Nnedi Okorafor
5.Dil Bilimcinin Beş Kızı – Eleanor Arnason
6.Ve Salome Dans Etti – Kelley Eskridge
7.Mükemmel Evli Kadın – Angélica Gorodischer
8.Cam Şişe Hilesi – Nalo Hopkinson 
9.Annelerinin Gözyaşları: Dördüncü Mektup – Leena Krohn
10.Burgu Sineği Solüsyonu – James Tiptree, Jr. 
11.na Re’nin Yedi Kaybı – Rose Lemberg
12.Akşam ve Sabah ve Gece – Octavia E. Butler
13.Bitkilerin Uykusu – Anne Richter 
14.Ağaçlarda Yaşayan Adamlar – Kelly Barnhill
15.Memeden Hikayeler – Hiromi Goto
16.Omurgasızlar Aleminde Aşk ve Seks – Pat Murphy
17.Değiştiğinde – Joanna Russ
18.Kendini Gezegen Sanan Kadın – Vandana Singh
19.Gestella – Susan Palwick
20.Oğlanlar – Carol Emshwiller
21.Orta Kademe Yöneticilik için İstikrarlı Stratejiler – Eileen Gunn
22.Kuzey Usulü Satranç – Tanith Lee
23.Teyzeler – Karin Tidbeck
24.Sur – Ursula K. Le Guin
25.Korkular – Pamela Sargent
26.Hiçliğe Giden Yolda Dönemeçler – Rachel Swirsky
27.Uzay/Zamana Bakmanın On Üç Yolu – Catherynne M. Valente
28.Deniz Kenarındaki Ev – Élisabeth Vonarburg 

“Bazı yerlerde zaman, zayıf ve rastlantısal bir olgudur. Biri çıkıp da geçtiğini iddia etmediği sürece, zaman aslında geçmiyor veya sadece kısmen geçiyor olabilir; olaylar, spiraller ve daireler oluşturmak üzere birbirlerinin içine kıvrılırlar. 
Yeğenler uyanır ve bekler, uyanırlar ve beklerler, Teyzeler’in gelmesini.”
-“Teyzeler”, Karin Tidbeck

“Tarih ve bellek aynı değildir. Tarih yazılmalı, yapılmalı, düzenlenmelidir. Bellek Sibirya trenlerinde sürüler hâlinde güdülür, bellek çalışma kamplarında yok olur, bellek açlıktan eriyip tükenir, bellek düsen tomrukların altında donar kalır, bütün izleri eritir, siler. Büyükbabam hatırlıyor. Kafasında bir Rusça eşanlamlılar sözlüğü yazıyordu, onu hayatta tutmuş olan buydu. Orada tarih yazamadı. Ya da o zamandan beri.” 
-“na Re’nin Yedi Kaybı”, Rose Lemberg

“Ağaçlarda yasayan adamlar bizim gibi kederlenmiyor. Ölüm var olmadığı için kederleri de bir başka. Geçenlerde Molarular üç hafta boyunca onlardan biriyle beraber yaşamamı yasakladı. Müşterek yerleşimlerini ziyaret etmeme izin verilmedi, gerçi o yerlerin varlığı bile meçhul. Bazıları ağaçlarda yaşayan adamların kuş gibi yuva yaptıklarını ve şakıyarak sınırlarını çizdiklerini söylüyor. Ben bunun doğru olduğunu düşünmüyorum, fakat evlerini hiç görmediğim için sanırım her şey mümkün. Hâl böyle olunca her gece yerde uyuduk biz de, yüzümüz gökyüzüne dönük. Şifacı bana Molaru hikaye anlatıcılığının inceliklerini ve ellerini nasıl toprağa resmettiklerini öğretti. On birinci günde, mahkumların sürgüne gönderildiği yerin surlarına götürdü beni. Orada öylece dikilmemize rağmen surları gözetleyen askerler bizi fark etmedi. Bir elimi duvara, diğerini de onun avucuna koymamı söyledi. Yaptım ve keder zavallı kalbime bir bıçak gibi saplandı aniden. Bir elimle esirlerin iniltilerini, kuru ağızlarını, boş midelerini, çürüyen bacaklarını, eğilen sırtlarını, yıkılan umutlarını ve içler acısı çaresizliklerini, diğeriyle yeni dostumun korku dolu dehşetini, hissiz kabullenişini ve paramparça kalbini hissettim. Çıt çıkarmadan ayrıldık oradan. Kimseler görmedi bizi. 
-Tamino Ailare’nin Günlüklerinden” 
- “Ağaçlarda Yaşayan Adamlar”, Kelly Barnhill 

Devrimin Kardeşleri, feminist spekülatif kurgu başlığı altında bilimkurgudan doğaüstü kurguya, fanteziden büyülü gerçekçiliğe uzanan türleri kapsayan, alanının en saygın editörleri Ann ve Jeff VanderMeer’in derlediği kapsamlı bir öykü antolojisidir. 1970’lerden günümüze feminist spekülatif kurgu alanının ses getiren öykülerini bir araya toplayan seçki, okuyucuyu hayal gücünün uçsuz bucaksız diyarlarında gezintiye çıkarıyor.

James Tiptree, Jr. erkeklerdeki cinsel arzunun kadınları öldürme arzusuna dönüştüğü bir distopya yaratırken, Ursula K. Le Guin, iz bırakmaya ihtiyaç duymayan kadınları anıyor. Susan Palwick kurt adamların istila ettiği hayal dünyamızı yerle bir ederek bir kurt kadının adımlarını takip ederken, Eleanor Arnason okurları kadınların ağzından dökülen sözcüklerin gücüyle yaratılan alemlere, Kelly Barnhill ise cinsiyet kavramının geçişken olduğu büyülü bir diyara davet ediyor. Yeni doğum yapmış bir annenin bedeniyle ve bebeğiyle kurduğu ilişki Hiromi Goto’nun karanlık anlatımıyla kalıpları yıkarak belleklerde yerini alırken, ataerkil normlarla bezeli efsaneler ve halk masalları da Nnedi Okorafor’un kaleminden nasibini alıyor.

Devrimin Kardeşleri’nde yer alan öyküler, toplumsal cinsiyetin işleyişini sorgulamakla kalmıyor, kimi zaman mizahi kimi zaman grotesk bir anlatıyla kaideleri yerle bir ediyor; gerçekliğin sınırlarında gidip gelirken nelerin mümkün olduğunu ve olabileceğini gösteriyor. Dünyayı daha iyi bir yer yapmak için. Herkes için. 

Devrimin Kardeşleri
Feminist Spekülatif Kurgu Antolojisi
Derleyen: Ann & Jeff VanderMeer
Çeviri: Yaprak Aydın - Yasemin Barlan - Albina Ulutaşlı - Gözde Serteser - Gonca Doğan – Poyzan Şahiner -  Eda Doğançay - Özge Akkaya - Hale Şirin - Elif Sorgun - Amy Marie Spangler - Cansen Mavituna - Deniz Güzgün
Yayıma Hazırlayan: Poyzan Şahiner – Eda Doğançay
Kolektif Kitap
1. Baskı, Şubat 2016
472 s. / 32,00 TL


İki Farklı Yüzyılda Aynı Tutkuyla Yaşanan İki Aşk : Sahipler

$
0
0
A.S. Byatt, bu romanı yazmaya nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “British Museum’da oturmuş, Coleridge uzmanı Kathleen Coburn’ün kart kataloğunun çevresinde dönüp duruşunu izliyordum; birden onun tüm hayatını bu ölmüş adama adadığını fark ettim. ‘Adam mı onun sahibi, yoksa o mu adamın?’ diye düşündüm.Sonra yaşayanlarla ölüler arasındaki ilişkileri anlatan, ‘Sahipler’ adında bir roman olabilir diye düşündüm.Ölmüş yazarların elyazmalarının ‘sahibi’ kimdir, sorusunu zihnimde evirip çevirdim; sonra ‘sahip olmanın’ cinsel ilişkiler için de kullanıldığını fark ettim. Ve aklıma biri modern diğeri de Victoria Çağı’nın ortalarından, birbirlerine kelimenin bütün bu anlamlarında sahip olan iki çift âşık fikri geldi.”

Bu noktadan hareketle yazılan Sahipler, aynı anda hem edebiyat dünyasında bir dedektiflik sürecini hem de beklenmedik bir aşk hikâyesini entelektüel bir zekâyla örüyor. Victoria Çağı’ndaki iki şairin yaşamlarını araştıran iki genç akademisyen, ele geçirdikleri mektupların, günlüklerin, şiirlerin izini sürerek ve zamana karşı yarışarak, müthiş bir tutku, aldatma ve trajedi ağını ortaya çıkarıyorlar.

A.S.BYATT adıyla tanınan Dame Antonia Susan Duffy, 1936’da İngiltere’de doğdu. Çeşitli ulusal ve uluslar arası ödülleri olan yazar, The Shadow of the Sun (Güneşin Gölgesi) adlı ilk romanının ardından Oyun romanı ve The Virgin in the Garden (Bahçedeki Bakire), Babel Tower (Babil Kulesi), Still Life (Ölü Doğa) ve A Whistling Woman’dan (Islık Çalan Kadın) oluşan dörtlü yapıtıyla aile konularını işledi. Byatt’ın bunlardan başka Bülbülün Gözündeki Cin, Angels & Insects (Melekler ve Böcekler), The Biographer’s Tale (Biyografi Yazarının Öyküsü), Portrait in Fiction (Kurmaca Portreler), Ragnarök: Tanrıların Alacakaranlığı, Çocukların Kitabı, Küçük Kara Hikayeler Kitabı, Sugar and Other Stories (Şeker ve Diğer Öyküler), Elementals: Stories of Fire and Ice (Cinler: Ateş ve Buz Öyküleri), Matisse Öyküleri kitaplarının yanı sıra çeşitli inceleme, araştırma, eleştiri kitapları vardır.

SAHİPLER
Yazar: A. S. Byatt 
Çeviri: Rana Tekcan
Tür: Roman 
Sayfa sayısı: 710 Sayfa
Fiyatı: 45 TL
Yayın tarihi: 9 Şubat 2016


Bin Yıllık Hemşehri : Gelincik Theo’nun Merhabası

$
0
0
Her yıl okuma maratonumun sonunu gerçeklerden olabildiğince uzak bir kurmaca ile getirmeye çalışırım. Bunun için ilk tercihim de fantastik romanlar olur. Bu yıl seçeneklerim arasında bir yerli roman olması sevindiriciydi öncelikle. “Bin Yıllık Hemşehri”yi okumaya başlarken yıla fantastik kapanış yapmayı düşünüyordum sadece. Açıkça söyleyeyim, daha önce hiç duymadığım bir yazarı okumaya başladığım için beklentim düşüktü. Kolay okunması ve akıcı olması yeterliydi benim için. Ama daha ilk sayfalarda anladım ki cehalet bendeymiş, duymayan benmişim.

Halil Babilli’nin “gelincik theo”su internet üzerinde kısa hikayelerle ortaya çıkmış. Dilden dile tavsiyelerle yayılmış ve belli bir okur kitlesi oluşmuş. Tarihi fantastik hikayelerinin yanı sıra twitter hesabında da tarihi pek çok detay ile meraklısını bilgilendiriyormuş. Haliyle gelincik theo’nun maceralarının kitaba dönüşmesi güzel girişim. Öncelikle keşfedenine, kitaba dönüşmesine önayak olanları tebrik etmek boynumuzun borcu. İnternet ortamında beğenilen metinlerin kitaba dönüşmesi son yılların kayıtsız kalınamayan gerçeklerinden. Dünyadaki örnekleri sinema uyarlamasına kadar dönüşerek fenomen oluyorsa da bizde henüz o kadar büyük etki yapanı yok. Genellikle wattpad ortamında çok satar romanların formüllerini uygulayan içi boş romanları görüyoruz şimdilik. “Bin Yıllık Hemşehri” köklerini internetten alan o içi boş örneklerin hayli dışında bir yere konuşlanıyor. Kahramanın yedi macerasını içeren kitapla ölümsüz gelincik Theo okura merhaba diyor.

Babilli ilk sayfadan uyarıyor: “Elinizde tuttuğunuz bu kitap bir tarihi metin değil. Fantastik bir roman. Bu sebeple, tarihsel gerçeklikleri istediğim yerde büktüm yahut olduğu gibi bıraktım. Geçmişte hiç varolmamış kişilerden bahsettiğim gibi bazı noktalarda gerçekliğe ağlı kaldım. Bunları bulmak okuyucular için küçük bir oyun olsun.”

Bin Yıllık Hemşehri harika bir formülle kotarılmış yedi maceradan oluşuyor. İlk macerada okuruyla ana karakteri gelincik Theo’yu tanıştıran Babilli, sevdirmekle kalmıyor eğlendiriyor da. Gerçeklerle fantastiğin harmanında çok dengeli bir ton tutturmasını sağlıyor Theo. Keşke benim de böyle bir evcil hayvanım olsa dedirtiyor, sucuk kokuları geliyor burnunuza. Ele avuca sığmayan akıllı bıdığımızın ölümsüzlüğünün kazandırdığı yaşam tecrübesi de maceralara kapı açıyor. Okuma merakı, araştırmacılığı, dedektifliği derken her macera çok akıcı ve sürükleyici. Yazarın üslubu, tarihi metinlere yakışır dildeki yetkinliği ve araya küçük detaylarla ilginç tarihi notlar eklemesiyle oluşan bu formül çok iyi bir dizi şablonu çıkartmış ortaya. Dolayısıyla Gelincik Theo tam bir maden. Her yüzyılda değerlendirebilir, her tarihi olayın içinde kendisine yer bulabilir. Yeni maceralarla bol kitaplı bir seriye dönüşmeden hem okur hem de yazar için bırakılacak gibi değil.

Gelinciğe dönüşen bir insanın maceralarını tarihi göndermelerle hikaye eden “Bin Yıllık Hemşehri”, bir solukta okunan sevilesi bir tanışma sunuyor. Eğlenceli, heyecanlı, bilgilendirici bir okuma ile çok zengin bir menüsü var. Gelincik Theo’nun merhabasına kayıtsız kalmayın.

Bin Yıllık Hemşehri / Halil Babilli
April Yayınları
176 Sayfa
Etiket Fiyatı: 16,00 TL


Grandma : Evrimin Bıçağı Dayandı Boğazıma

$
0
0
Hayatımızda büyük yer tutsa da büyükanneler filmlerde küçücük rollerle geçiştirilir. Sistemin erkeklerin elinde olduğu ve kadın rollerinin azlığından şikayetçi olunan ortamda alışıldık destekçi rolünden öteye geçemezler pek. Oysa tüm hikayelerdeki rolleri yaşamışlardır, zaman onların üzerinden geçmiştir. Yaşanmışlıkları, pişmanlıkları ve her an açılmaya hazır yaralarıyla dolu eski defterleriyle birçok öykü barındırırlar. Sıradan bir yaşlı kadının öyküsüne odaklanan film açığını kapatmak Paul Weitz’e düşmüş ve “Grandma” ile çıkmış karşımıza...

“About a Boy” ile uyarlama senaryo dalında oscar adayı da olan Weitz senaryosunu da kotardığı filmle yeniden ciddi sulara dönüş yapıyor. İlk filmi “American Pie” ile başımıza ergen komedisini bela ederek yönetmenliğe başlayan Weitz, “Down to Earth”, “About a Boy”, “In Good Company”, “American Dreamz”, “Cirque du Freak: The Vampire's Assistant” ve “Little Fockers” ile on yılı vasati komedi ekseninde geçirmişti. 2012’de bu komedi zinciri roman uyarlaması “Being Flynn” ile kırdıktan sonra “Admission” ile komediden vazgeçmeyeceğini göstermiş olsa da “Grandma” ara sıra komedinin dışına çıkacağının ikinci adımı. İki sezonluk “Mozart in the Jungle” dizisiyle uğraşırken arada kotardığı “Grandma”nın oyuncu kadrosu da Lily Tomlin, Julia Garner, Marcia Gay Harden, Judy Greer, Laverne Cox ve Sam Elliott’tan oluşuyor. 139 doğumlu Tomlin oyunculuk kariyerinin ilk başrolünde...

Altı bölümlük bir kitap gibi film Grandma. Lezbiyen şair Elle’nin merkezde olduğu bir öykü. Sevgilisini merhametsizce kapı dışarı ettiği gün torunu Sage’nin ziyaretiyle işler değişiyor. Sage hamiledir ve kürtaj için 630 dolar gerekmektedir. Elle de kolları sıvar ve parayı bulmak için eski dostları ziyarete başlar.

Birlikte yaşadığı kadını kaybettikten sonra asabileşmiş eskinin yırtık kadını Elle ile taze ergen Sage’nin parayı bulma mücadelesi bir yandan kuşak çatışmasını anlatırken bir yandan da eski defterleri açarak pişmanlıkları ve keşkeleri getiriyor gündeme. Weitz akıcı bir senaryo ile çıkmış yola ve ikilinin uyumuyla su gibi akan bir zaman dilimini doğurmuş. O kutsal aile formunun dışında kalan aileyi de anlatıyor bir yandan. Lezbiyen çiftin büyüttükleri kızdan doğan kız ile üç kuşak kadını da sindiriyor öyküsüne. Pek görülmeyen, gösterilmeyen o aile şimdi hayli geniş. Sage’nin hataları, Elle’nin hayattan vazgeçmenin sınırlarındaki halleriyle örtüşünce ortaya farklı bir film çıkıyor. Tomlin’in tek başına sürüklediği filmde yolun başındaki genç oyuncu Garner ona pek ayak uyduramıyor. Yer yer çok sönük kalıyor ve eziliyor. Durumu toparlayan da Harden ve Greer oluyor çoğunlukla. Farklı bir büyükanne, arkadaş çevresi de öyle. Özgün karakterler yaratan Weitz, çok gerçekçi ve dokunaklı bir hikaye ile seyircisini etkiliyor. 

Filmin hikayesi Weitz’in aklına “Admission” sırasında düşmüş. Filmde Tomlin’le birlikte çalışan Weitz, onu görünce sesi ve yüzü bir türlü aklından çıkmamış. Aradan geçen yılların izine dair gerçekçi bir öykü anlatmak üzere kalemi eline aldığını söylüyor. 600 bin dolarlık bütçeyle 19 günde kotarılan filmde Tomlin kendi arabası olan 1955 model Dodge Royal’i kullanmış. Prömiyerini de Sundance film festivalinde yapan filmin ayakta alkışlanması da kaderini çizmiş. Yılı festivallerin gediklisi olarak geçirirken Tomlin’e altın küre adaylığını da kazandırmış. Birçok dergiye göre 2015’in en iyi on bağımsızından biri.

“Isırırsın kanatlarımı / Saldırırsın uçuşun ortasında. Evrimin bıçağı / Dayandı boğazıma” diyor “Grandma”. 79 dakikaya eğlenceli, dokunaklı, doğal ve etkileyici bir hikaye sığdırıyor.


Shut In : Bedel Seansları

$
0
0
Son yıllarda artan tek mekan gerilimleri tüm duygusunu davetsiz misafirlere yaşattığı sürprizlerden alır hale geldi. Kötü adamın bastığı evde iyiler tarafından mağlup edilmesi artık demode. İşin daha çetrefilli hale gelmesi gerekiyor. Çıtayı yükseltmek için çeşitli engeller ve mecburiyetler konurken evin de artık neredeyse yerin altından bambaşka dünyalara açılması bile klişe hale geldi. Bu tükenişe doğru seyirciyi merak duygusuyla finale kadar sürüklemek göründüğü kadar kolay değil. 2015 yapımı korku gerilim “Shut In” bu zor işe kalkışanlardan.

“Paranormal Activitiy” ve “Insidious”un yapımcılarından ibaresiyle pazarlanan film “Intruders” adıyla da biliniyor. “No Tell Motel”in senaristi olarak tanıdığımız T.J. Cimfel ve “V/H/S Viral”de birlikte çalıştığı David White ikinci kez bir senaryoyu beraber kotarmış. Adam Schindler da on yılı aşkın sürelik yönetmen asistanlığından sonra ilk uzun metrajı için yönetmenlik denemesine soyunmuş. Beth Riesgraf, Rory Culkin, Martin Starr, Jack Kesy, Timothy T. McKinney ve Joshua Mikel’in başını çektiği oyuncu kadrosuyla tek mekan gerilimine girişmiş.

Anna ile tanışıyoruz. Hasta kardeşine bakarak günlerini geçiriyor ve iletişim kurduğu ender kişilerden biri her gün yemeklerini getiren Dan. Kardeşinin ölümüyle sarsılan Anna, Dan’in hayallerini gerçekleştirmesi için para vermeyi teklif ediyor. Kabul edilmeyen teklif sonrası o paraya göz dikenler olacak elbette. Agorafobiden muzdarip olan Anna, kardeşinin cenazesine gidemiyor. Evden çıkamadığını, kapının dışına adım atar atmaz nefesini kesen bir nöbet yaşadığını görüyoruz. Bu durumu bilmeyen üç kişi paraları almak için eve girince onları bekleyen sürprizlerin ilki de bu oluyor...

“Shut In” davetsiz misafir gerilimi üzerinden önce Anna ile kovalamaca yaşatarak sürüklüyor izleyicisini. Üç adamla mücadele eden kadının fendi konulu ilk yarıdan sonra pandoranın kutusunu açarak bambaşka sürprizlerle katmanlı bir hale geliyor. Schindler tek mekan geriliminin gerektirdiği tüm numaraları çekiyor ve seyirciyi merak duygusuyla sürükleyerek filmin içinde tutuyor. İkinci yarıda geçirilen dönüşümse fazla beklenmedik. Senaryonun eksiği de aradaki köprüyü kurmaması oluyor. Spoiler vermeyelim ama evin bodrumunda yaşananların en azından seyirciye hissettirilmesi gerekirken es geçilmiş. Bir anda bambaşka bir noktaya evrilmek, travmalarla oluşan geçmişe dönüş bu yüzden inandırıcılıktan çok uzak kalıyor. Agorafobinin sebebinin psikopatlıkla paranoya arasına konuşlanması fazlasıyla abartılı... Yine de ne olacağını merak etmeyi sürdürmek mümkün. Bu merakın sonundaysa çok denenmiş şeyler var. Kaçırılmış fırsatları da barındıran hayli yavan ve sönük bir final.

“Shut In” ana karakterinin davetsiz misafirlerine bedel ödetmesi gibi seyircisine bedel ödeten bir vasat gerilim. İyi başlayan, sürükleyici giden ama ikinci yarıda hızla irtifa kaybederek tatmin etmekten uzak bir 90 dakikayı boşa harcanan zaman olarak ödetiyor.



Deadpool : Bacak Arasından Kahraman

$
0
0
Sinemayı işgal eden çizgi roman kahramanlarının sonu gelmez saldırısı yetmedi bir de üstüne zeki, çevik ve küfürbaz olarak tanımlanan anti kahramanımız oldu. Marvel’in 1991 yılı üretimi Deadpool, kahraman özelliklerine ek olarak argo ve küfürden ibaret çenesi durmayan ele avuca sığmayan hareketliliği ile sevilince sinema uyarlaması kaçınılmaz olmuş. İlk fragmanlarıyla yarattığı sinerjiyle de gişe canavarı olacağının sinyallerini vermiş ve meraklısına gün saydırmıştı. Nihayet vizyonda...

Yetişkinlere hitap eden filmin senaryosunu “Zombieland” ile göze gören ikili Paul Wernick ve Rhett Reese kotarırken yönetmen koltuğundaysa ilk filmi için Tim Miller oturuyor. Ryan Reynolds, Morena Baccarin, Ed Skrein, T. J. Miller, Gina Carano ve Brianna Hildebrand da oyuncu kadrosunun başını çeken isimler. 

Marvel Comics’in en alışılmadık anti-kahramanı Deadpool, eski bir Özel Kuvvet askeri olan Wade Wilson’un, üzerinde uygulanan zorlu bir deneyin, onu hızlandırılmış kendini iyileştirme gücü ve alt egosuyla baş başa bırakmasının hikâyesi. Yeni yetenekleri ile donanmış, karmaşık ve kara bir mizah anlayışına sahip olan Deadpool, hayatını neredeyse sona erdiren adamı avlıyor. Her şey bundan ibaret...

Açılış jeneriğinde gişe filmlerinin formülüyle zekice dalga geçtikten hemen sonra aksiyonu tavan yaptırıyor, izleyicisine afili laflar ederek numaralar çekiyor ve hop dönüyor başa. Wade Wilson’un Deadpool’a dönüşümünün hikayesi ile onu dönüştüren adamı avlama hikayesinin paralel kurgu ile işliyor. Hikaye bu kadar basit. Arada X-Men evreninden iki karakterden yardım almanın dışında özel bir numarası yok. İkea eşyalarına kadar geniş yelpazede Her şeyle dalga geçiyor. Dilinden argo eksik olmuyor ve sürekli belden aşağı esprilerden ibaret. 

Ortada bir oyunculuk falan yok. Aksiyon desek efektler vs tamam ama görmediğimiz şeyler değil. Karakterler desek zaten bildik. Hikaye desek görmedik, bilmiyoruz. Gördük desek aşırı tahmin edilebilir. Bu durumda Deadpool tamamen cinsellik odaklı esprilerle akıtıyor zamanı. Meyvelerle hayvanların cinsel ilişkilerine kadar geniş bir espri dağarcığı yetmiyormuş gibi bir de sürekli vurgu yapılan mastürbasyon takıntısı var. Beyni bacak arasında olan kahramanın macerası ilk on beş dakikada ne gördüysek o. Sonrası o on beş dakikanın karbon kopya tekrarı zaten. Kaba saba, seks düşkünü, belden aşağı esprilerin gübresini çıkaran bu kendini beğenmiş kendisine kahraman demiyor, diyenlere de şiddetle karşı çıkıyor. 

Çizgi romanın tonunu ve havasını çok iyi yakalayan filmin karşılığı herkeste farklı... Beklentileri karşıladığının altını kalın çizgilerle çizeyim. Meraklısı çok memnun... Geri kalanlara gelince... Ucuz şovları sevenlerden, zekaya gerek duymadan her küfüre gülenlerdenseniz bayılacaksınız, gülmekten yüzünüz yamulacak. İyi bir öykü içinde biraz şaşırmak, yaratıcı esprilerle gülerek vakit geçirmeyi sevenlerdenseniz 108 dakika boyunca sıkıntıdan patlayacak ve sinir olacaksınız. Belden aşağı esprilere gülmeyen, küfür sevmeyen biri olarak ben patladım sıkıntıdan. Bu yüzden lafı dolandırmaya gerek yok, “Deadpool” çok boktan...


Ayça Güçlüten’den Bir Anlatı : Oda

$
0
0
2014’te yayımlanan ilk romanı Uykusuz ile kurgu ile gerçeğin sınırlarını yoklayan Ayça Güçlüten, bu defa gerçekle kurmacanın kendi yaşam alanındaki buluşmasından sızanları anlatıyor.

ODA, 12 Şubat itibariyle ise tüm kitap satış sitelerinde satışa sunuldu. 24 Şubat itibariyle ise raflarda okurla buluşuyor. 

ODA, 3 bölümden oluşan bir anlatı. Kız Islığı, Oda ve Hissiyat başlıklarını taşıyan bölümlerden oluşan kitap, yazarın yıllardır tuttuğu notlardan yola çıkılarak derlendi.

“Bir gün bunların bana kafa tutacaklarını hiç hesap etmemiştim. Sadece yazmıştım oysa ki. Sonrası malum. Koliler, kutular ve unutuş. Ta ki odamı, çeyrek yüzyıl hayat mahalim olan alanı -en iyi ve belki de tek tanıdığım mekanı- bir sebeple toplamak mecburiyeti doğana dek. Ve onları gördüm. Oradaydılar. Şimdi de buradalar. Başka çare yoktu.”


Ben de bir kader sahibiyim
Ama esaslı bir reddiye yazdım ona
Kimin okuduğunu bilmediğim
Ben de okumadım
Lütfen kötü yola düşsün şu teneke zihnim

Tıkansın ona giden tüm yollar
Benliğimle ilgili tüm delilleri bir bir yok edebiliyorum
Gururuma düzenlediğim suikast hakkında onurumun hiçbir bilgisi yok
Bu pis planı büyük can sıkıntısıyla cebelleşirken kırık bir kalemle yazmıştım

*  *  * 

Oysa gelgitleriniz arasında salıncak kurmuştum
Sağladığınız ritimle halimden memnundum
Ama fazla salladınız beni
“Durun” dedim
Duymadınız

* * *

İğne deliğinden geçebilenler
Onlar
Mutlu yalnızlar
Yüksük diye bir galakside yaşarlar 

* * *

Yatağın altına girdim usulca
Soğuk zemin sağ kulağımın altında
Yere övgü hiç yazmadım ben, ayıp
Alçaklıklar da yaltaklık bekler oysa ki
İçimden geldi
En çok kalbimi kıran için garip bir dua ettim 
Üşüdüm 


Yayın Yönetmeni: Gökay Türkyılmaz
Editör: Nazlı Berivan Ak
Sayfa Tasarım: Ceyda Çakıcı Baş
Kapak Tasarım: Mesut Kaytan
Kitabın Türü: Anlatı
Baskı Tarihi: Şubat 2016
Sayfa Sayısı:112
Etiket Fiyatı: 12 TL


Kırkmerak Dizisi’nin Yeni Kitabı Serhat Öztürk’ten Şiraz

$
0
0
“Cami ve pazarın konumları et ve tırnak deyişini anımsatıyordu bana. Hani, taşradan kente gelmiş ailelerde kan bağı en değerli şey olarak muhafaza edilmeye çalışılır ya. Oysa zaman içinde herkes birbirine girer, kardeşin kardeşe yapmadığı rezillik kalmaz…”

Serhat Öztürk’ün Halep, Selanik ve Tiflis üzerine yazdığı kitapları okuyanlar bilir; Öztürk, gezi yazısını “edebiyat” seviyesine çıkaran ender kalmelerimizden biridir.  Dolaştığı kenti fotoğraflamakla kalmaz, ara sokaklara girer, orada oluşan yaşamın ruhunu yakalamaya çalışır. Bunu da gerçek, kalıcı bir “yazı”ya dönüştürür.

Yeni menzilimiz Şiraz. Doğu’nun bu kadim kenti, bir yerleşim alanı olmaktan öte, Doğu’nun ruhunu işleyen bir düşünce ve edebiyat merkezi. Büyük yapıtların ortaya çıktığı bir kaynak. Ama acaba kendisi o kültürün ne kadar farkında? Serhat Öztürk’ün anı, anlatı, söyleşi lezzeti taşıyan kalemine kapılabilir, bitmesin isteyebilirsiniz, bizden söylemesi.

KIRKMERAK DİZİSİ  
Okumak, merakla başlar. Örneğin ilk meraklarımızdan biridir; ben nereden geldim, diye sorarız konuşmayı öğrenir öğrenmez. Ve devreye hemen edebiyat girer: Uzun gagalı leylekleri böylece tanımış oluruz.

Kırkmerak, insanın en eski ilgi alanını hedef alan bir dizi. Merak etmek, soru sormak, keşfe çıkmak, üstelik bunu edebiyatın, felsefenin, sosyolojinin, mizahın kılavuzluğunda yapmak. Dizinin amacı bu. Ama bu amaç her an yolundan sapabilir; okurun tekdüzelikten uzak bir yolculuğa hazır olması gerekir. 

Kırkmerak kitapları belirli türlerle sınırlı kalmıyor ama edebiyatla dirsek temasını da kesmeyen kitaplar. Yazarların, düşünce adamlarının kelimenin tam anlamıyla “yoldan çıktıkları” çalışmalara yer verecek tematik kitaplardan oluşan bir dizi. Okur müthiş bir yolculuğa hazır olsun. Ama belki de hazırlıksız olması daha iyi olur...

KIRK MERAK / ŞİRAZ
Yazar: Serhat Öztürk  
Çeviri: Ayça Sabuncuoğlu
Sayfa sayısı: 190 Sayfa
Fiyatı: 16  TL
Yayın tarihi: 15 Şubat 2016


Yılın En İyi Polisiyelerinden "Karanlık Barselona" Esen Kitap Etiketiyle Raflarda!

$
0
0
20. yüzyılın başları, Barselona… Yoksulların ve özellikle hayat kadınlarının çocukları, halkın “vampir” ya da “Barselona Canavarı” ismini taktığı biri tarafından kaçırılır ve çocuklara ne olduğu öğrenilemez.

Emniyet Müdürlüğü ve vali, kaçırılma olaylarının gerçek olmadığını, gerçek olsa bile kimsenin yoksul çocuklar için uğraşacak zamanı olmadığını düşünür. "Şikâyet yoksa, dava da yoktur."

Okumayı 17 yaşında öğrenmesine rağmen polisiye roman tutkunu olan Komiser Corvo, işin peşini bırakmanın vicdansızlık olacağına inanır. Anne ve babaların korku içinde yaşadığı bir şehirde, açılmayan davaların peşini bırakmaya niyeti yoktur. Komiser Corvo, suçun normalleştiği bir dönemde, kalabalık Barselona sokaklarında, hırsızlar, akıl hastaları, kumarhaneler, genelevler, yoksul mahalleler, zenginlere ve makam sahibi kişilere satılan çocuklar, rüşvetle susturulmuş polisler ve çürümüş bir adalet sistemi içinde “Barselona Canavarı"nı bulabilecek mi?

2015’te eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanan, yılın en iyi polisiye romanları listelerine giren Karanlık Barselona polisiyeseverler için benzersiz bir okuma vaat ediyor.

“Korkunç olduğu kadar merak uyandırıcı… Sıradışı, berrak bir kalem… Şiddetle önerilir.” Independent

"Korkunç, tüyler ürpertici ve çok eğlendirici." The Times

"Arthur Conan Doyle, Robert Louis Stevenson ve David Peace’i anımsatıyor." Vice

"Aşırı gerilimle yüklü karamsar bir havanın hoş bir karışımı olarak beliren Karanlık Barselona, nihayetinde yazarın alçak Enriqueta tasvirine benzer: 'büyüleyici ve aynı zamanda ürkütücü.'" Malcolm Forbes, The Star Tribune

"Yazarın mütevazı ama etkili hikâye anlatıcılığı katili ele alan anlatıya yenilikler getiriyor.  Baskı altındaki bir şehrin psikolojisini cesurca bir kavrayış… Karanlık, hızlı bir hikâye." Blogcritics

"Tüyler ürpertici hikâyecimiz, kayıt altına aldığı canavarca suçlar işleyen katiller kadar zorlayıcı. Pastor rahatlıkla soluyor bu havayı." Financial Times

"Parlak, kısa ve öz bir kavrayış, gerçekten de korkutucu… Harika bir hikâye." Telegraph  

"Klasik macera romanlarının hammadesiyle dolup taşarak postmodern anlatının süzgecinden geçen ve başından itibaren okuyucuyu tutsak eden bir roman. Aşk edebiyatına karşın esaslı bir okuma." Sebastià Bennassar, Diari de Mallorca

"Büyüleyici... nefis bir eser." Books, Bones and Buffy

"Korku verici bir okuma ama aynı zamanda çok güzel." Crime Squad

Karanlık Barselona / Marc Pastor
Orijinal adı : La Mala Dona
Çevirmen Adı : Gülsevim Erhan
Yayınevi : Esen Kitap
Basım Tarihi: Şubat, 2016 
Sayfa Sayısı: 256
Etiket Fiyatı: 25 TL


Adichie'nin Tüm Dünyada Ses Getiren Romanı “Amerikana” Can Yayınları’ndan Raflarda

$
0
0
Nijerya’nın önde gelen çağdaş yazarlarından Chimamanda Ngozi Adichie’nin iki gencin uzun yıllara ve farklı kıtalara yayılan destanımsı aşkını anlattığı romanı “Amerikana”Can yayınları etiketiyle raflarda.

“Irkçılığın hiçbir zaman var olmaması gerekirdi, sırf şimdi azalttınız diye aferin beklemeyin..”

Ifemelu ve Obinze, cunta yönetimindeki Nijerya’da yaşayan iki gençtir. Üniversiteleri grevler yüzünden sürekli kapanınca, Ifemelu okulu bitirmek için halasının yanına, Amerika’ya gider. Obinze’nin planı ona katılmaktır ama hem Nijerya hem de Amerika’da yaşanan siyasi karmaşıklıklar yüzünden vize alamaz ve kendini İngiltere’de kaçak bir göçmen olarak bulur. Ifemelu on beş yıl sonra kendine rahat ve güzel bir hayat kurduğu Amerika’dan Nijerya’ya geri taşındığına tutkuları yeniden alevlenecektir. 

Özünde bir aşk destanı olan Amerikana, ana karakteri Ifemelu’nun Amerika’ya taşındıktan sonra arkadaşlık ve aşk ilişkileri, kadınla erkeğin toplumdaki yeri ve kültür çatışması üzerine yaptığı ince gözlemlerle bezeli bir roman. Adını Nijerya’da Amerikalılaşmış insanlar için kullanılan terimden alıyor ve Afrikalı kimliğinin Afrika, Avrupa ve Amerika’daki farklı algılarını sorgularken ırk ve ırkçılık üzerine aslında son derece basit ama tam da basit olduğu için örtbas edilebilen meseleleri gözler önüne seriyor. Biri Amerika’ya biri Avrupa’ya giden iki çocukluk aşkı, Ifemelu ve Obinze’nin hikâyesi üzerinden Batılılaşmanın bir yanıyla Batı’ya “maruz kalmak” da demek olduğunu, sözünü sakınmadan anlatıyor. 

Nijerya’nın önde gelen genç seslerinden Adichie, National Book Critics Circle Ödülü’ne layık görülen ve başta The New York Times olmak üzere birçok mecmuanın yılın en iyi kitapları listesinde yer alan son romanı Amerikana’yla çağdaş dünya edebiyatının önemli isimleri arasına girmeyi başardı. Büyük yankı uyandıran “Hepimiz Feminist Olmalıyız” başlıklı TEDx konuşmasından sonra sadece edebiyatçı değil, feminist kimliğiyle de ön plana çıkan yazarın Salman Rushdie’den Dave Eggers’a kadar birçok hayranı bulunuyor.

Ödüller:
National Book Critics Circle Ödülü
The New York Times Yılın En İyi On Kitabı’ndan biri
NPR “Güzel Okumalar” Kitabı
Chicago Tribune En İyi Kitap
Washington Post Önemli Kitaplar
Seattle Times En İyi Kitap
Entertainmet Weekly En İyi Kurgu Kitap
Newsday En İyi 10 Kitap
Goodreads Yılın En İyisi

“Adichie’nin ustalığını, sonsuz empati yeteneğini ve yüksek toplumsal duyarlılığını kanıtlayan çok eğlenceli, çok sıcak ve nesillere yayılan duygusal bir destan.” 
—Dave Eggers

“Yarı aşk hikâyesi yarı toplumsal eleştiri ve bu yıl okuyacağınız en iyi romanlardan biri... Üç boyutlu karakterler... Adichie derinliklere dalıp yenilikçi karakterler yaratmayı başarmış.” 
—Los Angeles Times

“İnsanı afallatacak kadar dokunaklı ve empati yüklü... Çağımızın utanç verici gerçeklerini cesurca önümüze seriyor... Evrensel insanlık deneyiminin sağlam bir kalemle ele alınmış tahlili. ” 
—The New York Times Book Review

“Göçmenlik, Amerikan rüyası, ilk aşkın gücü ve ten renginin değişken anlamlarıyla ilgili çarpıcı bir roman... Harikulade.” 
—NPR

“Yılın en yenilikçi romanlarından biri... Adichie’nin insana tanıdık gelen, özel bir üslubu var... Kendinizi içinde kaybedeceğiniz, sürükleyici bir kitap.” 
—New York Observer

“Ustaca... Yıllara yayılan bir aşk destanı... Irk ile sınıf meselelerini ve kırık bir dünyaya ait olabilmek için verilen yürek burkucu çabayı hiç çekinmeden ele alıyor.” 
—O, The Oprah Magazine 

“Harikulade... Amerikana çağdaş edebiyatta ender rastlanan kitaplardan: aynı zamanda iğneleyici ve komik bir toplumsal eleştiri olmayı başaran dolu dolu bir aşk hikâyesi.” 
—Vogue

“Önemli bir kitap... gücü ve özgünlüğü, ırka dair incelikli gözlemlerinde yatıyor – Amerikalıların ırklara dair önyargılarını utanmalarına rağmen korumalarına ve ırkçılığın alttan alta hâlâ var olduğuna dair gözlemlerde.” 
—The Economist

“Muhteşem... Adichie, Amerikana’da kurgu aracılığıyla ırk ve kültür meselesine güçlü ve gayet mantıklı bir yorum getiriyor – ve bizlere Amerikan at gözlüklerini çıkararak düşünmemiz için senfonik, çoksesli, büyüleyici bir fırsat sunuyor.” 
—Elle

CHIMAMANDA NGOZI ADICHE, 1977’de Nijerya’da doğdu. Nijerya Üniversitesi’nde bir buçuk yıl okuduktan sonra on dokuz yaşında Amerika’ya gidip İletişim ve Siyasal Bilimler2e devam etti. 2003’te John Hopkins Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazarlık, 2008’de de Yale Üniversitesi’nde Afrika Çalışmaları yüksek lisansını tamamladı.  2003’te yayımlanan ilk romanı, Porple Hibiscus (mor Amberçiçeği) Orange Ödülü’ne aday gösterildi; ikinci romanı Yükselen Güneşin Ülkesinde 2007’de aynı ödülü aldı. 2013’te yayımlanan Amerikana, National Book Critics Ödülü’ne layık görüldü. 2012’de “We Should All Be feminist” (Hepimiz Feminist Olmalıyız) başlıklı TEDx konuşmasıyla ses getiren Adichie, Nijerya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor.

AMERİKANA
Yazar: Chimamanda Ngozi Adichie
Çeviri: Zeynep Çiftçi Kanburoğlu
Tür: Roman 
Sayfa sayısı: 637 Sayfa
Fiyatı: 36 TL
Yayın tarihi: 16 Şubat 2016


Viewing all 3898 articles
Browse latest View live